KÜRESELLEŞME ÇAĞINDA BATILI İSLAMİ ORGANİZASYONLAR
Raşid Gannuşi*
Şayet İslam, referansları açısından evrensel bir düşünce sistemiyse, özgün bir model olarak İslam?ın çağdaş batı konjektürüne indirgenmesi mümkün mü?
1- Uluslararası Konjektüre Özet Bir Bakış:
İçinden geçtiğimiz süreçte uluslararası konjektürü tanımlayan en uygun argüman herhalde seçilmiş Amerikan Başkanı Barak Hüseyin Obama?nın Beyaz Saraya giden yolculuğunda dillendirdiği slogan olan ?değişim? sloganıdır. Evet, o imkânsız olan bir şeyi başarmıştır: Müslüman asıllı, sade, siyahî adam beyaz ırkın, komprador burjuva ve ekseriya Hıristiyan kimlik üzerine inşa edilmiş olan yeryüzünün en büyük devletinin, piramidin tepesine ulaşıyor.
Amerikan toplumunun hâlihazırda yaşadığı ve kurtuluşu için arayış içine girdiği sarsıcı büyük kriz olmasaydı bu imkânsız bir şeydi. Su alan ve batmak üzere olan bir geminin kurtarılması için hiçbir lidere, olağanüstü karizmatik bir lidere dahi böylesine umut bağlanmaz. Uluslararası sistemi ve kapitalizmi yöneten, lokomotif konumundaki devasa kurumların tusunami felaketini andıran büyük çöküşünden önce bu açıkça belli olmuştu.
Bu noktada değişim çağrılarını anlamlı kılan ve uluslar arası politik ve ekonomik krizin en önemli sebeplerinden birisi sayılabilecek şey dünyanın en büyük ve en güçlü ordusunun Irak?ta, Afganistan?da, Filistin?de, Lübnan ve Somali?de basit silahlara sahip milis güçler karşısında batağa saplanmış olmasıdır. Aynı zamanda gelişen bu yeni koşullar Çin, Hindistan, Rusya ve İran gibi devletlere devletlerarası politika düzleminde etkinlik alanlarını genişletme imkânını vermiştir.
Müslümanlar Komünist imparatorluğun, doğu bloğunun çöküşünde en büyük paya sahip oldukları için kendileri ile gerçekten gurur duyabilirler. Fakat Müslümanlar, görkemli Amerikan gücünün ve ordusunun diz çöktürülmesinde, ekonomisinin krize sürüklenmesinde ve toplumunun tahammül sınırlarını aşan yıkıcı yaralar alması noktasında herkesin gözleri önünde efsanevi bir direniş gösterdikleri için şimdilerde kendileriyle gurur duymaları için daha büyük sebepleri var.
Bundan daha çarpıcı olanı ise; Amerikan modelinin karşı konulamaz çekiciliğinin ve dünyaya pazarlamaya çalıştığı ılımlı, dost Amerikan imajının yerle bir olmasıyla birlikte yaşadığı manevi hezimettir. Nitekim Ebu Gureyb ve Guantanamo?da yaptıkları, ahlâkî açıdan ne kadar alçalabileceğini, ne kadar vahşi olabileceğini ve bütün iddialarında ne kadar sahtekârca davrandığını açığa çıkarmıştır.
Mali açıdan finanse edilen devasa kapital/finans kurumlarının çöküşünün yaşandığı bu süreçte Beyaz Sarayın görüşünü ve değişim söylemlerini temsil eden Obama?nın imajı da krizden nasibini almıştır. Her ne kadar krizin patlak vermesine engel olamasa da daha hafif atlatılmasına katkıda bulunabileceği düşüncesiyle Obama?nın geleceğine kesin gözüyle bakılıyordu.
Hakikat şu ki; Bir dünya yıkılırken bir başka dünya kurulmaktadır. Yeni dünyanın şekillendiğini düşündüren ayak sesleri ise şunlardır: Bugün yıkılan blok dün yıkılan komünist bloğun enkazı üzerine, onun hinterlandında yayılıyor. Ancak BM diğer küresel ölçekteki organizasyonlarıyla birlikte uluslararası sistemin yönetimini tek başına elinde bulundurmaktadır. Vahşi bir ekonomik model olarak kapitalizmin ürettiği ve her kesin çıkarlarını, beklentilerini karşılayabileceği, piyasaları sihirli bir şekilde düzenleyeceği şeklinde pazarlanan küreselleşmenin ise Beyaz saray, ABD kongresi, Pentagon, Dünya Bankası ve Uluslararası Ticaret Örgütü gelişmiş ülkelerin çıkarları doğrultusunda yönetildiği anlaşılmıştır.
Uluslara arası sistem varlığını sürdürebilmek için bir düşmana ihtiyaç duydu. Bu noktada Hıristiyan-Siyonist ittifakı ya da diğer adıyla Envanjelistler kendilerine düşman olarak İslam?ı seçtiler. Bölge ülkelerinin ve halklarının daha çok bölünmelerine ve parçalanmalarına yol açan Siyonist varlığı Ortadoğu?nun bağrına sapladılar. Bu Siyonist varlık Ortadoğu?da her türlü kalkınma ve birleştirici çabaları boşa çıkarmaktadır.
Batı dünyası bu büyük çöküşü yaşarken bütün mesaisini çöküşün önünü almaya odaklamıştır. ?Obama?nın seçilmesini bu bağlamda değerlendirmek gerekir.- Batı dünyası şimdi yanlış politikaları ile yüzleşmek durumundadır.
Batı dünyasının yanlış politikalarının doğurduğu sonuçlar:
A) Güç dengeleri ve tarafların artması: Artık tek kutuplu dünya geride kaldı. Merkezi politikalar geliştirme konusunda tek kutuplu dünyayı aciz kılan bölgesel aktörlerin ortaya çıkması bunun göstergelerindendir. Artık Çin, Rusya ve Hindistan hesaba katılmadan politika üretmek imkânsızlaşmıştır. Bu ülkeler bölge politikaları üzerine her zamankinden daha çok eğilmektedirler.
B) Üç bölgesel gücün ortaya çıkması: Ortadoğu?da bölgesel aktör artık tek başına Araplar değildir. Arapların yanında Türkiye, İran ve İsrail?inde bölgesel aktör olarak ortaya çıktığına tanık oluyoruz. Ayrıca Arap politikasının homojen bir karakteri yoktur. Her bir Arap devleti kendi egemenliğini sürekli kılmanın peşindedir. Üstelik Gazze?de yaşanan son gelişmeler Arap inisiyatifinin çöküşünü hazırlamıştır.
C) Yeni bir iktisadi model arayışı: Vahşi kapitalist modelin küresel çapta ekonomik krize neden olmasından sonra serbest piyasa anlayışıyla sosyal dengeleri gözetmek adına devletin piyasalara müdahalesine imkân tanıyan sosyal adaleti esas alan bir iktisat modeli arayışı gündeme gelmiştir. Bu bağlamda İslam İktisadı, türlerin bir birini yok etmesi teorisine dayanan Darvinist iktisat ilkelerinin şekillendirdiği mali sistemin sorunlarına köklü çözümler sunabilir.
D) Çoğunlukla İslam?a karşı yürütülen savaşın bir bahanesi olan ?terörle savaş? stratejisinin başarısızlıkla sonuçlanması: Bu alandaki başarısızlık batı uygarlığının sahip olmadığı ahlaki ve manevi değerlerin yeniden gündeme getirilmesi konusunda İslam?a rolünü oynama fırsatı sunuyor.
E) Yeni oluşan gelişmeler İslami ve demokratik hareket ve yapılanmalara yeni açılım imkânları sunuyor: Özellikle batıdaki İslami azınlıklara söz konusu toplumlarla daha önce görülmemiş boyutta aktif bir etkileşim içine girme fırsatları sunuyor. Siyahî adamın beyaz saraya ulaşması bütün siyahlar için (esasında yeryüzünün bütün ezilmiş halkları için) olumlu bir kazanımı ifade ediyor.
F) Geçiş süreci: Obama başkanlığında; yoksulların desteklenmesi ve eşitsizlikle mücadele edilmesi şeklinde Amerikan ve uluslar arası sisteminin yapısında baştan aşağıya nasıl bir değişikliklerin yaşanacağına ilişkin hiç kimsenin bir tahmini yok. Lakin bu hayal değildir. Henüz bizler, yeni Amerikan söyleminin aksine güç ve hegemonya üzerine kurulu sistemin gölgesinde yaşıyoruz.
Obama?yı beyaz saraya taşıyan çevreler önceki politikaları belirleyenlerin sebebiyet verdiği krizi derinlemesine hisseden çevreler olmuştur. Obama değişim sloganıyla gençler, kadınlar ve kimsesizlerden oluşan geniş bir halk kitlesini, orta sınıftan insanları ve hatta kapitalizm gemisini batmaktan kurtaracağı umuduyla sermaye çevrelerinin de desteğini almıştır. Bu durum Amerikan siyasetinde maziden köklü bir kopuş şeklinde olmasa da sistemli olarak değişikliklerin yaşanacağını gösteriyor. En azından yeni Amerikan yönetimine atananların kimlikleri değişimin yaşanacağı izlenimini veriyor.
Hakiki anlamda ekonomik iyileştirme için ivedilikle yapılması gereken en önemli değişiklik finansal piyasaların kontrolsüz bir şekilde büyümesi ve balonlaşmasının engellenmesidir. Piyasalar geniş halk kitlelerinin yararı gözetilerek eğitim, sağlık ve barınma haklarından faydalanmalarını sağlayıcı, gerçekçi vergi politikaları ile gelir dağılımındaki dengesizliği giderici bir müdahaleye, kontrole açık hale getirilmelidir.
Bu alanlarda yapılan değişimi ?terörizmle savaş? stratejisi, küresel Amerikan askeri yayılmacılığı ve askeri operasyonlarına sınırlama getirecek yeni bir konsept değişikliği izlemelidir. Anlaşmalara taraf olan bütün devletlerle doğrudan ilişkiler geliştirilerek uluslar arası teşkilatların itibarı yeniden kazandırılmalıdır.
Bu değişikliklere bağlı olarak Amerika?nın diktatör rejimleri destekleyen politikalarını yeniden gözden geçirmesi gerekecektir. Clinton siyasetine yeniden dönerek Arap planı olarak da bilinen İsrail?le ilişkilerin normalleşme sürecine geçilebilmesi için Siyonist varlık üzerinde gerekli baskıların uygulanması bir ölçüde de olsa yeni Amerikan siyasetinin kabul edilebilirliğini artıracaktır. Ancak Obama yönetiminin başarı ya da başarısızlığını belirleyecek olan öncelikli ve en önemli mesele büyük kriz yaşayan kapitalist sistemin hızla çöküşünü durdurmaktır.
Kısaca içinden geçtiğimiz süreç beklemeyi ve dikkatle izlemeyi gerektiren bir süreçtir: Obama?nın ilginç bir yapısı var. Amerika?nın yeni başkanı siyahî, Afrikalı, Müslüman bir baba, beyaz Amerikalı ve Hıristiyan bir annenin çocuğudur. Bu özellikleri ile Obama liberalizm ile neo-liberalizm, kapitalizm ile sosyalizm ve hümanizm arasında dengeli bir çözüm olmaya aday görüntüsü veriyor.
Obama?nın öncelikleri arasında İran?la savaş tercih edilebilir bir seçenek olmaktan çıkıyor ve İran?la krizin aşılmasında diplomatik seçenekler daha çok önceleniyor. Bu, Arap yönetimlerini daha etkisiz hale getirerek rejimlerini tartışılır hale getirecek bir açılımdır. Bu gelişmeler değişim beklentisi içinde olanlara ?ki İslami değişim beklentisi de bu bağlamda değerlendirilebilir- çok büyük fırsatlar sunacaktır. Tabiî ki söz konusu unsurlar ötekiyle diyalog kurmayı ve işbirliğini içlerine sindirebilirler ve yöneticiler toplumsal hareketlerin talepleri doğrultusunda yamalı değil gerçek reformlar yapılabilirse bu fırsatı değerlendirebilirler.
2- Batı da yaşayan Müslümanların gerçeği:
Batıda yaşayan Müslümanlar hala kültürel köklerine bağlı ve aidiyet duygularını kaybetmemiş olan ilk göçmenlerle batılı eğitim kurumlarında, üniversitelerinde yetişmiş ve oraya ait olduğu hissini taşıyan, başka vatanı olmadığını düşünen yeni nesil arasında bir tür zıtlaşmayı yaşamaktadırlar.
Her şeye rağmen batıdaki Müslüman nüfus üzerinde ilk göçen nesillerin ağırlığı hissedilmektedir. Müslümanların oluşturduğu organizasyonların yönetimi çoğunlukla ilk göçmen neslin ellerindedir. Ancak ellerindeki imkânları bir Yahudi lobisi gibi örneğin seçimlerde nitelikli bir etki alanına dönüştürebilmiş değiller.
Bu niteliksiz çoğunluk marjinal bir gurup olarak tanımlanmaya daha uygundur. Hatta Müslümanlar dinlerini, en temel haklarını dahi müdafaa etme noktasında sınırlı bir güce sahiptirler. Batının marjinalleştirme girişimlerinin üstesinden gelmek adına Siyonist Yahudi lobisi ile aşırı ırkçılar bütün görüş ayrılıklarını bir kenara bırakarak güçlerini birleştirdiler.
Genel anlamda İslam?ın özelde ise Müslüman azınlıkların imajını lekeleyen terör eylemlerine karışan gurupların etkisinin artması batıda yaşayan Müslümanların sorunlarını tırmandırırken neredeyse bu ülkelerde yaşayan her Müslüman?a kendisinden korkulan terörist gözüyle bakılmasına neden oluyor.
Bu, İslam?ın adaleti ve engin merhametini temsil edebilecek ve her uygarlığın olumlu kazanımlarına açık şeffaf bir yapının, model bir Müslüman topluluğun henüz olmayışından kaynaklanmaktadır. Demokrasi, barış, kadının özgürlüğü ve insan hakları gibi batı uygarlığının kazanımlarına kökten karşı çıkılması İslam?la terörizmin eşleştirilmesine neden olmakta ve bu durum İslam?ın imajını tehlikeye düşürmektedir. Hâlbuki bu yaklaşım birçok açıdan İslam?a aykırıdır. Kuşkusuz İslam kulların menfaatlerini temin etmeyi, ahlaki gelişimlerini tamamlamayı ve bütün insanları kardeş olarak değerlendirmeyi öngörmektedir.
İslami kuruluşlar varlığını sürdürebilmek için kısmi bir ambargo ortamını anımsatan bütün bu olumsuzluklarla mücadele etmek durumundadır. Buna rağmen batılı ülkelerde İslam?ın toplumsal yapıyı oluşturan temel unsurlardan birisi olduğunu kabul eden akil bir kesim vardır. Batılılar için de İslami yapıları toplumsal bünyelerini oluşturan unsurlardan biri olarak içselleştirmek ve en azından İslam?a, toplumlarının ihtiyaç duyduğu ahlaki açılımları besleyen sosyolojik gerçeklik olarak bakmak durumundalar.
Hali hazırda batıda siyasete yön verenler çoğunlukla akil kişilerdir. Fakat bu kişiler müthiş derecede aşırı sağcı ve Siyonistlerin (sahip oldukları yaygın medya organları aracılığıyla) baskılarına maruz kalmakta ve yönetimi ele geçirdiklerinde gerekenleri yapacaklarına dair aşırıların tehditlerle karşılaşmaktadırlar.
Her halükarda Obama?nın yönetime gelmesi bu çevrelerin çıkarları ile örtüşmüyor. Bütün batılı ülkelerde ?siyah?ların ?marjinal gurupların- karar mekanizmalarını ele geçirmesi tabiî ki tercihimizdir. Umarız marjinal guruplar olarak Müslümanlarda bu kervana katılırlar. Aynı şekilde İslamcılarında İslam ülkelerinde karar mekanizmalarını ele geçirmesini umuyoruz.
Fakat sosyalistlerin iktidara gelmesiyle birlikte İsveç?te görüldüğü gibi müstesna birkaç örneğin dışında Müslümanlar değişimden yana olan, hukuki ve insani erdemleri savunan sosyalist çevreler ile ittifak geliştirme noktasında zayıf kalmaktadırlar. Örneğin İngiltere?de Irak ve Filistin saldırıları sırasında ?Rabıta İslamiyye / İslam Birliği? yönetimi solcu ve küreselleşme karşıtı bazı akımlarla ortak hareket edebilecekleri bir platform oluşturmuş ve bu sayede milyonlarca kişinin katıldığı savaş karşıtı mitingler düzenlenmişti.
Diğer taraftan batılı ülkelerde yaşayan yeni kuşaklar birçok problemle yüzsüzedir ki bunların en önemlisi kimlik problemidir. Ait oldukları coğrafyanın kimliği ile ikamet ettikleri coğrafyanın kimliği ve İslam ile egemen kültür arasında parçalanmış kalmışlardır. Bu gençler işsiz kalma korkusuyla yaşamakta ve terörist eğilimleri besleyen, toplumun istikrar ve güvenliğini tehdit eden bir pozisyona itilmektedirler. Yaşanan bu kimlik bunalımı batılı ülke hapishanelerindeki Müslüman gençlerin oranını her geçen gün artırmaktadır.
Fransa?nın banliyölerinde yaşayan gençler hükümetin marjinalleştirme politikalarının en güzel örneğidir. Bu gençler aynı zamanda toplumsal meselelere hiçbir şekilde eğilim göstermeyen geleneksel tutucu İslamcı gurupların yaralara merhem olmadığını göstermesi bakımından çarpıcıdır. Bu guruplar daha çok kendi mesajlarını bir vadiye hapseden marjinalleşmiş genç gurupları ise bir başka vadide konumlandıran dini meseleler üzerinde yoğunlaşmaktadır.
3- Ne yapılması gerekir?
Meselenin çok boyutlu ve detaylı bir değişim için ciddi bir eylem planı gerektirdiği açıkça görülmektedir... Sözünü ettiğimiz değişimin gerçekleşmesi noktasında yapılabileceklerin bir kısmı bizim inisiyatifimizdedir. Bu ülkelerdeki okullarımız ve organizasyonlarımız kanalıyla bunu yapabiliriz. Referans olarak ele alacağımız İslam kültürü ile batılı kültürel unsurları olumlu anlamda bir potada kaynaştırabilirsek bu noktada kendimizi başarılı addedebiliriz. Bunun için önce ?İsveçli Müslüman? modelini sonra Mısırlı ve Tunuslu Müslüman kimliğini oluşturmalıyız.
Bu eşleşmenin zorunluluklarından birisi yerel dille ana dilinin birlikte öğretilmesidir. Ayrıca batılı ülkelerde doğmuş bu son neslin ait oldukları ülkeyle bağlarını koparmamaları gerekir. Bunun yanında işsizlik ve okullardan dışlanma gibi temel sorunların çözüme kavuşturulabilmesi İslami organizasyonların hem kendi aralarındaki hem de bulundukları ülkelerin yönetimleri ile kuracakları işbirliğine bağlıdır. Bu çerçevede İslami akımların tanınmış şahsiyetlerinin siyasi partiler ve idari kurulları nezdinde yürütecekleri işbirliği önlerine yepyeni fırsatlar sunacaktır. Müslüman kanaat önderleri işbirliği imkânlarından faydalanmaları konusunda Müslüman gençleri cesaretlendirmeleridir. Yayın kuruluşları aracılığıyla gençleri eğitmeleri ve bunun için İslami organizasyonları desteklemeleri gerekir.
Evet, batıda var olan İslami söylemin coğrafi, hizipçi ve mezhepsel sınırları aşarak vücudu meydana getiren bütün parçaları birleştirici ve bütünleştirici bir çizgide gelişmesi gerektiği açıkça ortadadır.
Dağınık haldeki devasa İslami organizasyonlar öncelikle ortak çıkarlarının ne olduğunu keşfetmesi ve bu çıkarları hep bir ağızdan güçlü bir şekilde dile getirmeleri gerekir. Yeni kuşağın yaşadığı problemleri ve kaygıları göz önünde bulundurarak onları kucaklayıcı bir söylem geliştirirken, söz konusu yabancı ülkenin öz evlatlarına ise demokrasi, insan hakları, kadının konumu, edebiyat ve sanatın, ulusal değerleri savunmanın önemi gibi daha çok insani değerleri öne çıkartan evrensel bir söylem geliştirmeleri gerekir.
Bunun yanında batılı ülkelerdeki özgürlük hareketleri ile ?İsveç, Alman, Fransız vb. batılı İslam modeli ortak paydasında ittifakların kurulması, birlikteliklerin sağlanmasının formüllerinin aranması zaruridir. . İslam?ın Türk, Fars, Arap, Afrika İslam Kültürleri gibi yerel kültürler ürettiğini unutmamak gerekir.
Son olarak? Batılı İslami modelin ortaya çıkışı kuşkusuz çağımızın en büyük gelişmelerindendir. Bu gelişme yakın gelecekte İslam?la batı arasında iletişim köprülerinin kurulması hatta savaşları sonsuza dek gereksiz kılacak bir yakınlaşmanın doğmasına, yepyeni bir fetih dönemi; tanışma ve karşılıklı yardımlaşma döneminin başlamasına hizmet edebilir. ??ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık?? (Hucurat: 49/13)
*Tunuslu ünlü Müslüman düşünür.
Bu makale Abdurrahim Şen tarafından timeturk.com için tercüme edilmiştir.