Dolar

34,9468

Euro

36,7309

Altın

2.981,71

Bist

10.125,46

Problemimiz sistemle, Türklerle değil...

DTP Grup Başkan Vekili Selahattin Demirtaş, 'Ergenekon bağlantısı ortaya çıkarsa Kürtlerin PKK'ya bakışı değişir' dedi.

17 Yıl Önce Güncellendi

2008-12-01 03:12:00

Problemimiz sistemle, Türklerle değil...

Okuryazar bir anne-babanın yedi çocuğundan aktif politikayla uğraşan sadece ikisi ama hepsi yükseköğrenim gördü. Aslen Elazığ Palulu. Ana dilleri Zazaca olan aile, çocuklarıyla Türkçe konuştu. Kürt sorununun çözümü konusunda hükümetten beklentim, cesur bir adım atıp DTP ile temasa geçmesi. Demirtaş kardeşler daha sonra kendi çabalarıyla Zaza ve Kırmançi lehçelerini öğrendi. Bu yüzden Selahattin Demirtaş, 'Bilimsel açıdan ana dilimiz Türkçedir. Biz Kürt olduğumuzun bilincine üniversite yıllarında vardık.' diyor. Evli, iki kız çocuğu babası. Her sorumu sükunetle ve içten yanıtladı. Aynı görüşleri paylaşmadığımız insanlarla daha çok ve daha sık konuşmamız gerektiğini düşünüyorum. Kıyamet bundan kopmaz, diyalogsuzluktan kopar.

Üniversite yıllarında ağabeyiniz PKK'nın İzmir sorumlusu olduğu gerekçesiyle tutuklandı ve on iki yıl içeride yattı. O dönemde siz de suçlandınız mı?

Ben suçlanmadım örgüt üyeliğinden dolayı ama ben de gözaltına alındım. Üniversite gençliği içerisinde demokratik Kürt yurtsever öğrenci hareketleri vardı. O hareketlerin tamamı PKK'lı olmakla suçlanırdı. YÖK protestosu bile bir PKK hareketi gibi değerlendirilip katılanlar gözaltına alınabiliyordu. Benim hayatımı değiştiren olay, lise ikinci sınıfta, okuduğum okulun önünde beklerken bir polisten dayak yiyişimdir. Politik bir kimliğim de yoktu o zaman. Hiçbir şey sormadan çok sert bir tokat attı bana. O tokadı halen hissederim psikolojik olarak. Oradan başlayan bir sorgulama belki de benim iç dünyamda bir dönüşüme yol açtı. Üniversite yıllarımda da, avukatlığımda da insan hakları ile ilgili davalara yoğunlaştım. Benim milletvekilliği sürecim o tokat ile başlar diye düşünüyorum.

Sizi dağa çıkarmayan sebepler nedir?

Ben siyasette kendime şans yaratma fırsatı buldum. Avukat oldum. Başka bir yöntemle mücadele etme konusunda bir gücüm vardı. Evet benim de çok üstüme gelindi. Hakkımda çok sayıda dava açıldı ama bu konuda ısrarcı olmam gerektiğine kendimi inandırdım. Benim edindiğim bu fırsatı her Kürt genci edinememiştir. Açıkçası üniversite yıllarında ben de her an dağa çıkabilirdim.

Ne durdurdu sizi?

Gitmemem gerektiği konusunda kendimi ikna ettim. Üniversiteyi bitirmem gerektiğini düşündüm.

PKK'ya yeni katılımlar nasıl oluyor?

Ben DTP'li bir milletvekili olarak PKK'nın bu işi nasıl yaptığını bilme şansım yok. Elbette ki ailelerden duyuyoruz. Bize geliyor insanlar. Çocuğumdan haber alamıyorum, dağa gitmiş olabilir, diyor. Savcılıklara dilekçeler yazdırıyor. Emniyetten soruyor. Bulunamıyor. Üniversiteden, liseden, dershaneden gitmiş olabiliyor. İşçi olabiliyor. Bu insanlar nasıl bağ kurdular bunları öğrenme şansımız olmuyor. Bu işin ayrı bir birimi var mı onu da bilmiyorum.

Neden, bölgemizde ev ev dolaşalım, gençlerle oturup konuşalım, aman çocuklar sakın dağa çıkmayın, bu işin sonu yoktur, diyelim gibi bir çabanız olmuyor?

Demokratik siyaseti olgunlaştıramadığımız müddetçe kimseye böyle bir şey söyleme hakkımız olmaz. Mesela bana 'Sen 35 yaşındasın. Meclis'e gittin. Hakkında ondan fazla fezleke var. Milletvekilliğin bittiğinde otuz yılla yargılanacaksın. Biz de böyle mi yapalım?' diyebilirler. 'Milletvekili olarak demokratik siyasetin çözüm olabileceği konusunda somut olarak hiçbir şey yapamadınız.' diyebilirler. Elbette ki bütün bunlara rağmen, dağa çıkmayın, gelin DTP'de demokratik siyaset yapın, diyebilirim. Ama bunu böyle kapı kapı gezerek söyleyebilecek gücü biz yaratamadık. Neden bu konu, ağırlıklı olarak DTP'nin misyonu olarak görülüyor? Dağa çıkmış gençleri indirmek sadece DTP'nin sorunu mudur?

Sadece sizin değil ama çocuklar dağda olduğu sürece en fazla yük sizin sırtınıza binmiyor mu? Hareket alanınız daralmıyor mu?

Biz DEHAP'tan HADEP'ten bu yana DTP olarak PKK'nın silahı bırakması için en çok elini taşın altına koymuş bir partiyiz. Ama PKK, DTP'nin bitirebileceği bir olgu değildir. DTP, PKK'nın etkilediği insanlara karşı doğru bir üslup kullanamazsa hiçbir misyonu kalmaz. Zaten hükümetin veya devletin bize dayattığı tam olarak budur. Gerçekten dağa gidişin yolunu durdurmak, dağdan inişin önünü açma bizim elimizdeyse bunu da memnuniyetle yaparız. Bunun için hükümetin bize argüman vermesi lazım. Bize diyecek ki: Kardeşim sizler DTP'li olarak seçildiniz, geldiniz. Biz siyasi olarak sizlerle aynı düşünmüyoruz. Ama ortada bir Kürt sorunu var. Terör sorunu da diyebilir kendi açısından. Ama biz bu sorunu çözmek istiyoruz. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Siz o bölgenin seçilmiş insanlarısınız. Bizim dışımızda bir şey görmüş olabilirsiniz.

Bunu dese ne yaparsınız?

Böyle bir argümanı bana verdiği zaman ben geri dönerim seçim bölgeme. Derim ki: Ne oluyor kardeşim? Biz sizin sorununuzu konuşuyoruz. Siz bizi seçtiniz. Dediniz ki: Gidin sorunumuzu anlatın orada. Biz de konuşuyoruz. Ama bu kavga gürültü içerisinde bizim sesimizi kimse dinlemiyor. Susun biraz deme hakkım olur. Şimdi ben gidip o insana ne diyeceğim? Biz bir buçuk yıldır Meclis'teyiz. Ama bu ülkenin başbakanı daha bizimle bir kez dahi görüşmedi. Bayramda elimizi sıkmadı. Bayramda partiler birbirlerini ziyaret eder. AKP bize bayram ziyareti gerçekleştirmedi.

Siz kendinizi Kürt milliyetçisi olarak mı tanımlarsınız?

Hayır. Asla! Öncelikle bir insanım. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bir Kürt'üm. Bütün milliyetçilikler tehlikelidir. Etnik milliyetçi siyaset tanımı bizim partimizle asla uyuşmayan, yönetimi, tabanı, üyeleri ve milletvekilleriyle değerlendirdiğinizde yüzde 90'ından fazlasını rahatsız eden bir kavramdır. Herkes de herhalde haksızlık yapmıyordur bize, herkes de düşman değildir. İnsanların birçoğu da etnik siyaset yapanlar olarak tanımlıyorsa, bizim kendimizi sorgulamamız gerekir. Biz nerede hata ediyoruz?

Nerede?

Biz DTP olarak, etnik kimlikler üzerindeki baskıları dile getirirken Kürt kimliği üzerine savunuyu yaptık hep. Bu siyaseten eksiklikti. Yani Kürtler kadar Türklerin de bu ülkede kimlik sorunları var. Yani bütünlüklü bir savunu yapılmalıydı. Türk kimliği de aslında ezilen kimliktir. Emperyal dediğimiz yabancı kültür akımlarına karşı Türk kimliği bile tehdit altındadır. DTP kendi siyasetini kurarken, Türkiye'de bütün kimlikler tehdit altındadır. Kürt kimliği yasaklıdır. Alevi ve Arap kimliği de yasaklıdır. Kendini ifade etme konusunda sıkıntı yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları vardır. Hatta dinî cemaatler yasaklıdır. Kadın kimliği tehdit, baskı altındadır. Ve bütün bunlar Türkiye'deki sistemden kaynaklıdır. Dolayısıyla bizim problemimiz sistemledir. Türklerle değildir. Biz bu şekilde Türkiye'nin sorunlarına hitap eden bir dil kurmak yerine, Kürt kimliği üzerinden kurduk. Bu yüzden bizi hep Kürt etnik siyasetçisi olarak algıladılar.

Güzel bir özeleştiri. Bunu kuramamanızda PKK baskısının da rolü olmadı mı?

PKK genelde Türkiye'de kimlikler problemini savunmak üzere ortaya çıkmıştı. Ama bu hareket tümüyle Kürtler tarafından desteklendi. Ve Kürt toplumu içinde örgütledi kendini. Ve giderek bu hareket içerisindeki Kürt sayısı arttıkça hareketin Kürt kimliği öne çıktı ve maalesef sadece Kürt hareketine dönüştü. Dolayısıyla bu DTP'yi de, PKK'yı da etkileyen bir şeye dönüştü.

Eksiğinizi tespit etmeniz ne işe yarayacak ?

2002 seçimlerinden sonra Kürt sorununu çözemeden, Kürtlerin bu kadar yoğunlaşmış, hakikaten patlama noktasına dönüşmüş sosyal, siyasal sorunlarını çözemediğimiz müddetçe, DTP olarak Türkiye partisi olmayı iddia etmek veya bu konuda çaba sarf etmek zor bir iştir dedik. Hiçbir siyasi parti iktidarı hedeflemeden yürüyemez. Ama bir dönem itibarıyla Kürtlerin kimlik, dil vs. sorunlarını çözelim. Bu Türkiye açısından bir tehdit algılaması olmasından çıksın. Bunun dışında bir şey yapamayız, dedik. Siz Kürt sorununu bizim ele aldığımız şekilde ele alırsanız Kayseri'den oy alamıyorsunuz. Ama başka şekilde de Kürt sorununu görünür kılamıyorsunuz.

Ama böyle yaparak da Kürtlerin dışında size empati yapmaya çalışan Türkleri de kaybediyorsunuz. Fasit daire.

Evet, tartışmaya muhtaç bir konu bu.

Mesela şimdi Kürtlere kültürel hakları verilse, Kürtçe seçimlik ders olsa, Kürtçe televizyon olsa, bir Kürdoloji enstitüsü kurulsa siz bundan tatmin olur musunuz?

Hayır. Bu bizim için Kürt sorununun çözümü değildir. Biz demokratik özerklik diye bir proje hazırladık. Bu proje ifade ettiğiniz bu şeyleri de kapsıyor. Eğer Kürt sorunu gerçekten önümüzdeki nesillerin bir problemi olmaktan çıkarılmak isteniyorsa, mutlaka bizim önerdiğimiz formülün tartışılması gerekiyor.

Ama siz değil miydiniz daha önce Kürt sorunu demek Kürt kimliğidir. İşte televizyonu olması gerekir. İnsanların seçimlik olarak bu dersi okumaları gerekir, diyen. Şimdi bu haklar verildiğinde de sorun bitmez, bir de özerklik lazım, diyorsunuz.

O haklar verilirse güzel bir başlangıç olur. Ama Kürt sorunu çözülmüş olmaz. Kürt sorununun çözümü DTP'yi tatmin etmekten geçmiyor. Kürt sorunu çözüldüğünde PKK silahı bırakır. Savaş da biter, deniyorsa bu bizim karar verebileceğimiz bir şey değil.

Türkiye'nin yirmi idari bölgeye ayrılması gerektiğini ve bunun AK Parti'nin yerel yönetimleri güçlendirmeye yönelik yerinden yönetim teklifinden çok farksız olmadığını iddia ediyorsunuz. Ama herkes sizin Türkiye'yi bölmeye çalıştığınızı düşünüyor. Önerdiğiniz özerkliğin federasyondan farkı nedir?

Birincisi bu özerk bölgeler kimliğe bağlı bir yapılanma değil. Bu bölgelerin bir kısmı Kürt bölgesi olarak tanımlanmayacak. Etnik kimliğe dayalı bir ayrışma değil bu.

Türkiye büyük bir ülke coğrafî ve nüfus olarak. Temsilî demokrasi açısından zorluk yaşıyor. Ankara sorunların tamamına yetişemiyor. Ankara'nın çözüm bulması ağır bir bürokrasi gerektiriyor. Biz buradaki bir sorunu ele alana kadar o sorun çoktan can yakmış oluyor.

Bu katı merkezî sistem, ademi merkeziyete dönüşmeli. Ankara'nın yetkisi zayıflamalı ve yerellere aktarılmalı yetkilerin bir kısmı. Ulusal güvenlik, adalet, iç güvenlik, malî politikaları merkez belirlemeli. Bunun dışında eğitim, trafik, kadın, çocuk, turizm, ekonomik konular yerel mecliste halledilmeli. Bu bölgelerde sadece bir bölgenin Kürt'ü, bir bölgenin Çerkes'i, bir bölgenin Türk'ü diye tanımlarsak işin içinden çıkamayız. Dolayısıyla etnik kimliğe bağlı kalmamalı. Tek kriter, örneğin İstanbul hangi illerle ekonomik, sosyal, kültürel alışveriş içerisinde olabilir onu belirlemek lazım.

Bunu Özal da düşünmüştü. Ama yapılamadı.

Evet çok kolay bir konu değil. Hatta geçenlerde Evren söylediğinde vatan haini ilan edildi. Bu konuda bir önyargı var bize karşı. Ama hakikaten çok masumane ve gerçekçi bir çözüm önerisi.

Biraz evvel saydığım haklar verilirse 'PKK'nın dağda olmasına da gerek kalmaz. Kalırsa sorunun adı artık sadece terör sorunu olur' diyebiliyor musunuz?

Bize göre bu haklar verilmese bile, demokratik siyasetin koşulları oluşturulsa PKK'nın dağda kalmasına gerek yok. Yani bugün eğer PKK, Kürtler adına Ortadoğu'da siyasî temsilci olarak bulunma iddiasındaysa bunun fırsatı yaratılmalı.

Yok artık! Adam öldürmeyi savunan bir örgüt mü Kürtlerin temsilcisi olacak?

PKK bugün DTP'nin savunduğu siyasî argümanlarından çok daha fazlasını siyaset olarak Kürtlere vaat ediyor. Böyle göremezseniz elbette anlayamazsınız niye insanlar onu destekliyor? Sırf adam öldüren bir örgütü Kürtler bu kadar nasıl destekler? O zaman bütün Kürtler canidir, gibi düşünmek lazım. Milyonlarca Kürt sırf bu yüzden mi PKK'yı destekliyor? Hayır. Vaatte bulunuyor PKK.

Kafama silah dayayarak vaat edilen bir barışa inanmamı mı bekliyorsunuz?

PKK'nın en çok kullandığı argüman 'bana demokratik siyaset hakkı tanınırsa silahları bir saatte bırakmaya hazırım' argümanıdır. Buna karşılık devlet bir şey yapmıyorsa burada inandırıcı olan PKK'dır gibi bakılır.

Diyarbakır'ı kaybedersek, halkın iradesine saygı duyarız

Ne zaman hükümetler Güneydoğu'ya yönelik ekonomik paketleri açmaya çalışsalar, sizler tepki gösterirsiniz. 'Fabrikalarla, yatırımlarla Kürt sorunu çözülmez' dersiniz. Neden olumlu şeyleri takdir etmiyorsunuz? 'Şu yoksulluk sorunu bitsin, insanların işi gücü olsun, sorun o zaman daha kolay çözülür' demiyorsunuz?

Elbette ki yapılan her pozitif adımı destekleriz. Ben Diyarbakırlı milletvekili olarak Diyarbakır'a yatırım yapacak her işadamının ilk kazmasını vurmaya hazırım. Ama sorunu tek başına bu çözmez. Bununla eşzamanlı olarak bölge halkına demokrasi ve insan hakları ile ilgili mesajlar vermek gerekir. Bir de Başbakan'ın bunlarla ilgili yaptığı açıklamalara bakalım. Deniyor ki biz terörle mücadeleyi çok boyutlu olarak düşünüyoruz. Bölgeye ekonomik yatırım yapacağız. Ne için? Terörle mücadele için. Biz bölgeye sosyal açıdan yardımlar yapacağız. Ne için? Terörle mücadele için. Biz TRT'nin bir kanalından Kürtçe yayın yapacağız. Ne için? Terörle mücadele için. Bunların hepsi terörle mücadelenin argümanları ve parçaları olarak hükümet tarafından öne sürülüyor. Şimdi bölge insanı olarak şöyle bakıyorum yapılan bu açılımlara. Peki benim için ne yapacaksın?

Bunlar senin için yapılan şeyler değil mi? Oraya fabrikalar yapılsa, insanların eli para görse, Kürt çocukları dilini öğrense kötü mü olur?

Bölge insanı buna layık olduğu için, onun hakkı olduğu için, Kürtlerin de bu ülkede televizyon hakkı olduğu için yapıyorum dese başka. Ama bunlar terörle mücadele kapsamında düşünülmemeli. Vatandaşın hakkı olduğu için bunu yapmak zorundasın. Sosyal devlet, refah devleti, hukuk devleti herkes için haktır. Yoksulluğu çıkaran, devletin Kürtlere yaklaşımıdır. Biz bunları söyledik diye bunlara engel mi oluyoruz? Dediklerini yapmıyorlar. Yap o zaman. Biz yanlışız. Buyurun. Bölgeyi kalkındırın. Gençleri dağdan, indirin biz mahcup olalım.

Burada haklısınız. Paketler sadece açılmakla kalıyor. Sanki Doğu ve Güneydoğu'ya iyi bir şeyler yapılmasını istemeyen, PKK'nın devamından yarar gören bir derin güç var. Çünkü terör, müthiş bir rant kaynağı. Ve bu kirli düzenin sürmesini iki taraftan da isteyen insanlar var. Ama sizin de onların ekmeğine yağ sürmeyip bu oyunu kırmanız gerekmez mi?

Benden bu ülkede daha bir umut yaratacak söylem beklenmesi çok iyi niyetli bir taleptir.

Bir fabrikanın temel atılışına gidin, alkışlayın.

Vardır böyle işlerimiz. Ama haber bültenlerinde DTP'nin yaptığı iyi bir şey haber olarak verilmez. Başbakan daha üç yıl önce Kürt sorunu vardır deme noktasından nerelere gelmiştir. Türkiye'de gerçekten de bir demokrasi yaşansa, bir umut ortaya çıksa, örneğin hükümetin 2003'te yarattığı gibi bir rüzgâr ortaya çıksa, hepimizin canını sıkan bu savaş problemi çok rahat çözülebilir. İlle de bizim taleplerimizin gerçekleşme şartına bağlı değildir bunlar.

Önümüzdeki seçimlerde Diyarbakır'ı kaybederseniz ne olur?

Böyle bir ihtimali hiç düşünmüyoruz. Kaybersek de bizim açımızdan toparlanamaz bir durum olmaz. Diyarbakır halkı başka bir partiden yana tercih koymuşsa demokrasinin gereği saygı duymaktır. Buradaki tek kriter yarışın adil olmasıdır. Hükümet partisi, devletin olanaklarını arkasına alarak seçimi kendi lehine döndürmeye çalışmamalıdır. Elbette ki devleti yöneten bir partidir. Bir şeyler yapmak için gayret sarf etmelidir. Bu yarıştan Diyarbakır halkı kârlı çıkar. Yatırım yapmalıdır. Diyarbakır halkının sorununu çözecek umutlar vaat etmelidir. Alacaksa seçimi gerçekten hak ederek almalıdır.

Siz kaybederseniz kendinizde ne hata ararsınız?

DTP Diyarbakır'ı kaybederse bizim temel argümanların hepsi sorgulanmalıdır. Diyarbakır halkının beklentilerine cevap verememiştir. Hem yerel yönetim pratiğiyle hem genel ulusal düzeyde yürüttüğü siyasette. Diyarbakır halkının gönlünü kazanamamıştır. Dolayısıyla söylemlerimizden eylemlerimize kadar her şey gözden geçirilmelidir. Ama bu zayıf bir ihtimaldir. Biz doğru yaptığımıza, Diyarbakır halkının gönlünü kazandığımıza inanıyoruz.

Öcalan'ın yanına gideceklerin PKK hükümlüsü mü olmasını istiyorsunuz?

Biz İmralı'nın yasadışı bir infaz rejimi olduğunu, kapatılması gerektiğini düşünüyoruz. Bir ada içerisinde bir mahkuma özel bir hukuk uygulanmamalı. Devlet İmralı'ya rehine gibi davranıyor. Adalet Bakanı, bomba ile bu iş olmaz gibi şeyler söylerse, düşüncelerini değiştirirse, savcılar da koşulların iyileştirilmesi konusunu düşünür diyor. Bir hukuk devletinde bu söylenmemeli. Hukuk adına pazarlık yapılmamalı. Yasada iyi halli olmak demek düşüncelerini değiştirmek demek değildir. Cezaevindeki aktivitelere veya faaliyetlere uyum gösterip göstermemektir. Devletin amacı kişilerin düşüncelerini değiştirmek için onları cezaevine koymak değildir.

Ya Öcalan istenilen şeyleri açıkça söylerse?

Demiştir 99'da. Silahları bırakmayı, örgüt üyelerinin Türkiye sınırları dışına çekilmesini söyleyen kendisidir. İyi hallilik buysa neden kendisine farklı bir rejim uygulanmamıştır?

Bence devlet bu fırsatı kaçırmıştır. Öcalan bunları söyledi ama operasyonlara devam edildi. Biz diyoruz ki devlet yeniden bu fırsatı yaratsın. PKK da bu şansı Türkiye toplumuna yeniden versin.

Yani Öcalan bir kere daha çağrı mı yapsın?

Tabii ki çağrı yapmalıdır. Bu konuda devlet de mutlaka bunun önünü açacak bir şey yapmalıdır. Geçmiş dönemde yetkililer gidip İmralı'da Öcalan ile görüşmüşler mesela.

Çevik Bir ile dönemin MİT müsteşarı mı?

Evet, dışarı yansıyanlar bu şekildedir. Bunu tekrar deneyebilir devlet. Gençlerin ölmesinden daha iyi bir şeydir. Öcalan en nihayetinde Türkiye'nin resmî bir cezaevinde resmî bir hükümlüdür. Türkiye Cumhuriyeti devleti şu gücü kendinde görmelidir. Diyebilmelidir ki biz dünyanın üçüncü büyük ordusuna sahibiz. Bize yönelik bir örgütün savaşı ile bitmeyiz. Ama büyük devlet olmanın gereği sadece bu değildir. Büyük devlet sorunlarını akılcı yolla çözen bir devlettir. Bu nedenle evet sınır ötesi operasyonları yıllarca sürdürebilirim. Fakat böyle olsun istemiyorum. Ülkemde artık kan dökülsün istemiyorum. Operasyonlarla da sizin yapacağınız eylemlerle de bu sorun çözülmez. Dolayısıyla ben ülkemdeki problemi başka bir yöntemle çözmek istiyorum. Bunun için de silahların susması lazım. Demokratik zeminde tartışılabilmesi için, Meclis'in inisiyatif alabilmesi için PKK'nın silahlarını susturması lazım diyebilmelidir. Bunu Öcalan üzerinden yapabilirler.

Geçmişte olmadı ama bir kere daha denemeye değer diyorsunuz.

Değer. Çünkü kaybettiğimiz her bir genç, çok değerlidir.

Ergenekon'dan zarar gören bir kesimin sözcüsü olarak davaya müdahil olmak istediniz. Kabul edilmedi. Ama hem iddianamede bunun izleri var, hem birtakım eski istihbaratçılar ve gazeteciler hem de eski bir PKK yöneticisi Ergenekon'un PKK'yı da kurup yönettiğini söyledi.

PKK'nın içine sızdığı, PKK adına eylemler yaptığı ve PKK'ya eylemler yaptırdığı Ergenekon ortaya çıkmadan bile bilinen gerçeklerdi. Çünkü PKK zaman zaman öyle noktalara geldi ki, gerçekten de yaptığı şeylerle söylediği şeyler birbiriyle çelişti. Diyelim ki 33 asker meselesi, köy baskınlarında sivillere yönelik katliamlar bunların hepsi Kürtler tarafından da çok sorgulandı. İsmi Ergenekon olur, başka şey olur, derin devlet mutlaka PKK'ya bir yerden bulaşmıştır. Devlet mutlaka üstüne gitmelidir. Ama PKK dediğimiz hareketi tümden bir derin devlet hareketi olarak tanımlamak çok spekülatif gibi geliyor bana.

Bana gelmiyor. Derin amcalar Hizbullah'ı yönetiyor. DHKP-C'yi yönetiyor. Girmedikleri delik yok. Niye PKK'yı da kurdurup yönetmiş olmasınlar?

Niye o zaman bunlar açıklanmıyor? Gerçekten Ergenekon'sa PKK'yı yöneten, devlet ortaya çıkarsın bunu. Eğer öyle olsa bile bu yine Kürtlerin demokratikleşme meselesini değiştirmez. Kürtler PKK'ya bakış açısını değiştirirler. Ama şüphesiz ki Kürtlerin sorunu yine bitmiş olmaz.

Öcalan'ın en başta bir MİT görevlisi olduğu, MİT'in PKK'yı kurdurduğu hatta Uğur Mumcu'nun da bu gerçeği öğrendiği için öldürüldüğü yolunda haberler var.

Bu da spekülatif bir şeydir. Ama böyle olsa ne olur? Yani Kürt sorununu yaratan Öcalan mıdır? PKK mıdır? Çözüm eğer Öcalan'a saygı duyulmaması ve PKK'nın bitmesi meselesi ise Kürtlerin sorunu bu değildir. Bu hemen yapılır, Kürt sorunu bitmiş olur. Bizim tariflediğimiz Kürt sorunu 1924 Anayasası ile birlikte Türkiye'de şekillenmiş, halen devam eden bir sorundur. MİT'in ve Ergenekon'un ortaya çıkardığı bir örgüt, nasıl oldu da bu kadar doğru şeyler söyledi ve Kürtlerin sempatisini kazandı?

Ama size göre doğru şeyler söyledi, bize göre değil.

Kürtlerin tarihinin, kültürünün inkar edildiğini savundu. Bunun için mücadele etti. Kürtlerden destek gördü. Niye devlet kendi kendine bu kadar büyük bir bela açsın? Böyle baktığınızda o zaman PKK bir devlet örgütüdür. PKK'lılar da devletin adamlarıdır. Devlet o zaman bunlarla uğraşmasın.

Asıl soru, görünen devletin ardında, bir de görünmeyen devlet olup olmadığı değil mi?

Kim bu görünmeyen devlet dediğiniz?

Mumcu'yu kim öldürdü? Musa Anter'i kim öldürdü? Maraş katliamını kim yaptı?

Elbette ki bir derin devlet var. Fakat bu spekülasyonu PKK üzerinden kurup Kürtlerin bu haklı meşru taleplerini sorgulatır hale getirmek de doğru değil.

Ergenekon tutuklusu bazı paşaların aynı zamanda Apo ile görüşmüş olması bir işaret değil mi?

Bunların görüşme yaptığı dönemlerde devletin resmî yetkilileri. Yine devlet adına gidip görüştüler. Ergenekon adına görüşmediler.

Ergenekon adına kartvizit bastıracak değillerdi ya!

Zaten onların girişimlerinin çözümsüz kaldığı ortada. Demek ki o PKK'nın silahları bıraktığı dönem, tam da bu Ergenekoncuların iş başında olduğu dönem. Ve işi bozmuşlar anlaşılan. Görünen o. O yüzden diyorum yeni baştan ve gerçekten bilinen devlet adına birileri girişimde bulunsun. Öcalan ile mi görüşürler? Başka bir şey mi yaparlar ama sürecin önünü tekrar açsınlar.

BİTTİ


Kuzey Irak Yönetimi ile uyuşmayız . Onlar muhafazakâr, biz solcuyuz

Kuzey Irak yönetimi ile Türk yetkililer görüşmeye başladılar. Ne düşünüyorsunuz?

Burada DTP ile görüşmeyi bile kendine zulüm sayan bir hükümetin Kuzey Irak'la temasa geçmesi bize umut ve heyecan vermiyor. Barzani bir taraftır. Dış güçtür. Biz taraf değiliz. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin üyeleriyiz. Aynı masanın etrafındayız. Tarafın biri biz, diğeri Başbakan değildir. Sorunu çözme konusunda eşit sorumluluk sahibi insanlarız. Biz burada PKK'yı temsilen bulunmuyoruz. Kürtleri temsilen de bulunmuyoruz. Barzani orada bir taraftır. Elbette ki iyi ilişkiler kurulsun. Ama burada bir muhalefet partisi ile görüşmeyi de hükümet kendine zulüm saymasın. Buradaki Kürtler yüzünü Avrupa'ya dönmüş, Ankara'ya dönmüştür. Hakikaten bağımsız bir Kürdistan olsa bile. Kuzey Irak bizim için bir cazibe merkezi, bir umut değildir. Bizim umudumuz Türkiye'dir.

Kuzey Irak yönetimi ile fikirleriniz ne kadar uyuşur?

Uyuşmaz. Onlar feodal, muhafazakâr, sağ bir harekettirler. Biz kendimizi demokratik, insan haklarına saygılı sol bir hareket olarak tanımlarız.

Röportaj: Nuriye Akman

Kaynak: Zaman

 

SON VİDEO HABER

Suriyeliler teröristleri taşlayarak kovdu

Haber Ara