ŞİRİN SEVER / SABAH
Erdoğan'ın değişimi canınıza tak demiş, dayanamıyormuşsunuz gibi patladınız sanki. Neydi hissiyatınız bu sözleri sarfederken?
- Evet, sanki birikmiş birikmiş bir şeyler, aniden dışa vurmuş gibi algılandığının farkındayım özellikle bazı çevrelerin zihninde. Ama yanlış bir algılama bu! Çünkü AKP'nin son altı yıllık iktidarının hemen hemen her kritik dönemecinde yanlış adım atıldığı hissine kapıldığımda eleştirilerimi hiç çekinmeden yapmış bir yazarım. Geriye dönüp bir bakalım; 1 Mart tezkeresinde AKP'nin bu maceraya girmek istemesini eleştirdim. AB konusunda ne zaman ayak sürmeye başlasalar, bunun yanlışlığını açıkça yazdım. Mesela zina konusu, 312 ve 301'inci maddeler konusunda 'başka Avrupa ülkelerinde de benzer maddeler var' dediklerinde onlara muhalefet ettim. Hrant Dink suikastı sonrasında gevşeme hissettiğim her an karşılarına çıktım. Dolayısıyla ben kendimi hiçbir zaman AK Parti'nin sözcüsü gibi görmedim zaten.
- Bu kez sabrınızı taşıran neydi?
- Bugün olan hadise şu; 22 Temmuz 2007 seçimlerinde, ilk defa olarak Türkiye partisi konumunda olan bir partinin bölge partisi DTP'yi geçtiğini gördüm ve bunu çok önemsedim. Benim arzum AK Parti'nin bölgeye ekonomik refahı da götürerek, bölünme, ayrılıkçılık hislerini bütünüyle ortadan kaldırması, bütünlüğü sağlamasıdır.
Bu da 29 Mart 2009'da da başarılı olunursa sağlanabilir. Ben, AK Parti'nin başarılı olamayacağı endişesine kapıldığım için bu feveranı kopardım! Birilerine kızdığım, kafamın tası attığı için filan değil, tam tersine AK Parti'den beklediğimi bulma arzusuyla sesimi yükseltmiş durumdayım.
- Uyarmak istediniz özetle?
- Uyarıdan da öte... Türkiye'de 90'lardan beri uygulanmış politikaların iflas ettiğini görüyorum. O politikalar yeniden benimsenirse; o politikaları geçmişte uygulayan siyasi partilerin başına ne gelmişse aynısının AK Parti'nin başına da geleceğini biliyorum. O bakımdan da bir yazar olarak üzerime düşeni yaptım.
- Sözlerinizin bu kadar gürültü çıkarmasının nedeni yaptığınız zenci metaforuydu galiba?
- Obama, Bush ve tabii zencilik metaforu.
O metaforu da ben Tayyip Erdoğan'dan ödünç aldım. Zaten o ses getiren televizyon programında sözüme başlarken Erdoğan'dan o metaforu ödünç aldığımı da söyledim. Tayyip Bey tabii, milli kahramanlara benzetilmekten hoşlanır ama o gün konumuz, seçimden yeni çıkmış Amerika'da Obama ve Bush'un durumuydu. Dolayısıyla Kanuni'nin herhangi bir şekilde gündemde olduğu bir ortam olsaydı belki Kanuni'yi örnek verebilirdim!
- Leman dergisinin kapağını gördünüz mü?
- Gördüm. (gülüyor)
- Leman da kapak karikatürü için sizden ilham almış. Beğendiniz mi?
- Şahsen Türk dehasının en dışa vurduğu noktanın mizah olduğuna inanıyorum. Genç insanları da hem çizgileriyle, hem baloncuklarıyla çok başarılı buluyorum bu konuda. Leman'ın kapağı hoşuma gitti doğrusu. beğendim.
- Sonradan pişmanlık hissetiniz mi sözlerinizden peki?
- Yoo hiçbir pişmanlık duymadım.
- Uyarı göreviniz ters tepmedi mi peki, çok sinirlendi Başbakan?
- Bence ters tepmedi. Tam tersine, insanların düşünmeye başladığını ve bu düşünmeye başlayanlar içinde en başta Başbakan Erdoğan olduğunu görüyorum.
- Kendisiyle bizzat konuştunuz mu bu konuda?
- Şimdi belki de üzerinde esas durmamız gereken nokta bu. Telefonu kaldırıp 'Ben Fehmi,' diye başbakanlarla, cumhurbaşkanlarıyla görüşen, çat kapı yapan birisi değilim.
- Halbuki tam tersi bir intiba var bu konuda?
- Değil! Ben kuşlarımı seviyorum, onların getirdiği haberler istikametinde bir şeyler yazmayı seviyorum. Sadece bu kadro değil, ben Turgut Bey'le de (Özal) çok yakın oldum. Ama onlardan hiçbir şekilde etkilenmedim çünkü kendi görevimi bir gazeteci olarak çok önceden tanımladım.
Bu tanımlama içine de çat kapı başbakanla ya da cumhurbaşkanıyla görüşmek girmiyor.
- Ama kızınızın nikâhında şahitlik yapacak bir yakınlığınız da var...
- Benim aram şu anda Tayyip Bey'le ne kadar bozuksa iki yıl önce de o kadar bozuktu, ne kadar iyiyse iki yıl önce de o kadar iyiydi. Benim onun görevini eleştirmeme gibi bir vaadim yok. Onun da bana, benim her eleştirimi sineye çekme gibi bir vaadi yok! Bu nikâh şahitliği de sosyal bir olaydır.Sürekli uçağına binemem ki!
'Erdoğan beni açıkça eleştirdi diye rahatsız mı olmalıyım?' diye yazdınız. Sahiden hiç rahatsız olmadınız mı yoksa olmamış görünmek mi istediniz?
- Üsluptan dolayı rahatsızlık duyulabilir...
- Çünkü kürsüden, herkesin içinde cevap verdi size...
- Yoo, bu beni ancak mutlu eder. Tayyip Bey, çok nazik cümleler kullanmasıyla meşhur bir insan olsaydı ve bir tek benim için 'sevsinler seni'yi kullansaydı bu beni rahatsız ederdi, alınabilirdim ama daha önce çok kişiye bu üslupla seslendiği için yadırgamadım. Kulaklarım alışkın yani böyle bir cevaba; benim için bunu kullanması beni şahsen rahatsız etmez.
- 'Tartışmayı sürdürmem, neden sürdüreyim ki?' de dediniz yazınızda. O zaman Bekir Coşkun yazısında sizin sindiğinizi, ürktüğünüzü söylerken haklı mıydı?
- Bekir Coşkun'u çok anlayışlı, çok anlayan, zihni pırıl pırıl bir insan olarak görmüyorum. Ne dediğimi hiç anlamamış olanların başında geliyor. Doğrusu siz o yazıdan iyi çıkarmışsınız bu sonucu, ben onu da çıkartamamıştım! Niçin öyle bir yazı yazdığını anlayamadım. Çünkü ben öyle başbakanın uçağından inmeyen bir insan değilim, bu altı yıl içerisinde ya üç ya dört kez başbakan çağırdı, kendisiyle yurtdışı gezisine gittim.
- Evet bir uçağa binememe polemiği var sizinle ilgili. Aranız bozuk mu gerçekten, eskisi gibi sizi davet etmiyor mu uçağa, nedir işin aslı?
- Yok öyle bir şey! Bildiğim kadarıyla başbakan uçağına her dönemde değişik arkadaşlar davet ediyor. Herhalde bir sıraları var ya da ülkelere göre tercihleri. Mesela Amerika'ya, İngiltere'ye giderken tercih edildiğimi fark ediyorum.
Yoksa bana özel muamele yapsalar çok rahatsızlık duyardım. Her seferinde başbakan beni çağırıyor, cumhurbaşkanı beni çağırıyor olsaydı rahatsızlık duyardım bundan. Hep ben binemem ki uçaklarına...
O konu.mamda Obama benzetmesi yaptım ama onu da birebir örtü.en bir benzetme olarak kullanmadım.İlişki kurmak için bana ihtiyaçları yok!
- Siz 'Başbakanla aramızda soğukluk yok,' deseniz de Bush benzetmenizin bir politik eleştiri değil başlı başına bir politika olduğu ileri sürülüyor. Sebep de Cumhurbaşkanı Gül'e daha yakın olmanız. Doğru mudur bu?
- Ben bu sözleri sarf ettiğim programı yapan arkadaşlarımıza telefon edip, 'Ben Abdullah Gül tarafından görevlendirildim, mesaj vermek istiyorum, beni çağırırsanız programınız çok tartışılır, gazeteler sizden bahseder,' demedim! Aradılar, Amerikan seçimlerini konuşmak için davet ettiler, bu arada da Kürt sorununu konuştuk, çünkü bir gün önce bu konuyla ilgili yeni bir gelişme olmuştu. Tamamen spontane bir cevaptı. Gerçekten ne Gül, ne Erdoğan, kendi aralarındaki ilişkide bana ihtiyacı olan insanlar değiller!
- Çok mu önem atfediyorlar size?
- Herhalde öyle! Ama ben şuna eminim; AK Parti tabanında, bu da Türkiye'nin yarısı demektir, fikirleri önemli kabul edilen bir yazarım, Türkiye'nin çok geniş bir kesimi benim fikirlerimi dikkatle izliyor. Bu da bana ayrı bir sorumluluk yüklüyor ama bu, gazetecilik sınırları içinde bir sorumluluk. 'Bunu bir de siyaset alanına taşıyayım, filancayla falanca arasında aracılık yapayım' görevini üstlenmeme gerek yok, kaldı ki bu iki insanın buna ihtiyacı yok! Onlar istedikleri zaman görüşebilecek kadar birbirlerine yakın ve aralarında uzun yıllara dayalı bir dayanışma var.
- Şaşıyor musunuz bu olanlara?
- Şaşırmıyorum çünkü Türkiye'de gazetecilik çok kötü örneklerle dolu.
Ben neyi savunuyorsam kendi fikrim olarak savunuyorum. Abdullah Gül, 1 Mart tezkeresini Meclis'e sevkeden hükümetin başındaydı. Ben sonuna kadar karşı çıktım buna. Yani karşımda Abdullah Gül vardı aslında.
Dolayısıyla böyle bir ilişki tarzı içerisinde hiç olmadım, olmam da.Erdoğan'ın feverancı bir üslubu var!
- Kendinizi savunmak için dediniz ki 'Ben Özal'ı da eleştirmiştim.' Özal'ın eleştiriler karşısında tutumu nasıldı?
- Turgut Bey'in üslubu da suçlayıcı bir üsluptu ama onunla benim aramda, mesela bir telefon hattı içerisinde suçlayıcı bir üslup.
Dışarıya yansımamıştı hiç.
Mesela Süleyman Demirel, beni en yakın gazeteci kadrosuyla her yere götürüyordu. Eleştiriler artınca şak diye kesti bunu.
Cumhurbaşkanlığının son beş yılında onun yüzünü bile göremedim! Ne yılbaşlarına, ne Cumhuriyet balolarına, ne de gezilere çağrıldım. Ama normal karşılıyorum bunları, neticede onlar politikacı, biz yazarız.
- Şunu merak ediyorum: Neden Erdoğan ikna, ittifak, istişare olarak sıralanan iletişimin üç kuralını (Ali Saydam'a selamlar) uygulamıyor peki?
- Tayyip Bey feverancı bir üsluba sahip. Vakti çok az olduğu için gazeteleri baştan sona okuyamıyor, TV programlarında söylediklerimizi birebir izleyemiyor, birileri herhalde 'falanca kişi sizin için şöyle dedi, sizi Bush'a benzetti' şeklinde aktarıyor. Ama o Bush'a benzetme hangi içerik içerisinde oldu, ne kastedildi bilmiyor. Dolayısıyla da hemen tepki veriyor. Ama herhalde yakın kadrosuyla bu konuları görüşüyordur sonradan, yapılan eleştirileri değerlendiriyordur.