Mustafa: Dengede bir belgesel
Yetim, yoksul, kendini bir yuvaya ait hissetmeyen bir çocuk...
Zamanın ruhunu yakalamış, yeni düşünce akımlarının etkisinde, kanı kaynayan bir Harbiyeli...
Mesleğinde yükselmek isteyen, zekası ve cesareti savaş alanında parlayan tutkulu bir subay...
İleri görüşlü, sezgileri güçlü, örgütlenme yeteneğine sahip bir devrimci...
Konjonktürü iyi takip eden, ilişkilerini kontrol altında tutan, saygın bir diplomat...
İktidarını paylaşmayan ve sorgulatmayan, demir yumruklu bir devlet adamı...
İdeallerini ve işini kadınlara, aşka ve aile kurmaya tercih etmiş mutsuz bir erkek...
En yakınındakilerin bile çekindiği, sevilmeye fırsat vermeyen, gururlu bir adam...
Zirvedeki yalnızlığını içki sofralarında, dost meclislerinde gidermeye çalışan bir lider...
Can Dündar?ın ?Mustafa? adlı Atatürk belgeseli her şeyden önce dengeli bir çalışma. Can Dündar?ı elini taşın altına soktuğu için kutlamak gerek. Dünyaya yön veren kişilikler üzerine herhangi bir yapıtta denge kurmaktan zoru yoktur. Böyle bir yapıtın içine ne koysanız başka şeyler eksik kalacaktır. Hele süresi kısıtlı bir filmde. Zorunlu olarak yazar ve yönetmenin tercihleri doğrultusunda bir belgesel olmuş ?Mustafa?. Can Dündar?ın birikimi ve araştırmaları, estetik anlayışı ve belgesel tarzı üzerinden bir Atatürk biyografisi izlediğimiz.
Açıkçası anlatıcı sinemadan çok televizyona uygun bir format. Ama röportajsız bir belgeselde anlatıcısız idare etmek zor. Bu anlatımı olabildiğince sinematografik kılmak ve arşiv görüntülerinin renksizliğine alternatif yaratmak için dramatik bölümler özel efektlere masalsı bir havaya büründürülmüş, Goran Bregoviç?in ezgileriyle filmde Rumeli denen Makedonya?nın nostaljisi yaratılmış. Seçilenler ve ayıklananlar tartışılır, neden Fikriye?nin intiharı var Sivas Kongresi yok, neden Hatay var Dersim yok, İsmet İnönü ile meselesi nedir diye sorulur, böylece yeni araştırmalara ve belgesellere kapı açılır.
Bir Atatürk belgeselinin yüzlerce çeşitlemesi yapılabilir. Atatürk?ün Türkiye için anlamı o denli derin, yeri öylesine hassas ki! Bu topraklarda doğup büyüyüp öğrenim görüp onu nesnel olarak değerlendirebilecek kaç kişi olabilir? Hayran olunan, örnek alınan da odur, bugüne yansıyan birçok siyasi sorundan sorumlu tutulan da...
Can Dündar da nesnel değil elbette, ama olmaya gayret etmiş. Hissedilir biçimde belirgin Atatürk sevgisini onu etten kemikten bir insan olarak betimleyerek pekiştirmiş. Üç yaşındayken ölen ve kumsala gömülen ağabeyinin cenazesinin fırtınada dışarı çıkınca çakallar tarafından yenmesinin onda yarattığı travmayı filme psikanalitik bir öğe olarak eklemiş. Kendisine aşık üvey amca kızı Fikriye Hanım?ın Ankara?daki evinde yeni eşi Latife Hanım ile aynı çatı altında bulunmasına göz yummasından, karanlıkta uyuyamamasından ruh durumu hakkında ipuçları çıkarmamızı bekliyor. Belgesele psikolojik derinlik katmaya gayret ediyor.
Can Dündar siyasal yönden eleştirel olmaktan özellikle kaçınmış. Olabildiğince yumuşak bir tavırla tartışmalı olabilecek konulara doğrudan temas etmemiş. Akıllıca manevralarla kendi yorum yapmamış. Sözü belgelere bırakmış. Kurtuluş Savaşı?na başlarken Bolşeviklerle ilişkilerini bağışladıkları sandık sandık altının öyküsünü bir fotoğrafıyla koymuş filme. Komünistlerin ve Müslümanların birleşeceğine dair görüşlerini Atatürk?ün kendi sözlerinden aktarmış. İktidarını mutlak kılmak isterken çok partili sisteme yani demokrasiye geçişe izin vermeyip diktatörlüğe kaymasını bir Fransız gazetesi yorumundan alıntılamış. Böylelikle Mussolini?nin heykeltıraşının elinden çıkan o büyük heykellerdeki, okul kitaplarının şablonlarındaki, resmi ideolojinin yarattığı tabudaki iki boyutlu Atatürk?ün yerine ?Mustafa?yı koyabilmiş.
STAR