2004 yılındaki rektör seçimlerinde birinci olmasına rağmen, rektör olarak atanmadığını hatırlatan Ayhan, elindeki resmi belgeye rağmen mahkeme kararı ile ?üçüncülüğünün tescil edildiğini ve Hukuk Fakültesi'nin 33 yıllık öğretim üyesi olarak bu kararı bugün bile anlayamadığını? söyledi.
Kendisinin ?Türk Milliyetçisi ve mütedeyyin bir insan? olduğunu söyleyen Ayhan, bazı çevrelerin bu yüzden rektör olmasına karşı çıktıklarını belirtti. Üniversite'nin eski yönetimini de sert bir dille eleştiren Ayhan, ?Yatırıma ve tasarrufa gitmemişler. O kadar parayı ne yaptılar? İş hanı yapmışlar; üniversite kat yapmış, daire mesken yapmış. Üniversite kamplaşmış, Gazi'de ikilik oluşmuş? diye konuştu. Gazi Üniversitesi Rektörü Prof. Rıza Ayhan, Mynet Haber'den Emin Pazarcı'nın sorularına şu cevapları verdi:
Siz bir dönem rektörlükten uzak kaldınız. Ardından, odanıza geri döndünüz. Değişmiş mi odanız?
Dört sene boyunca hiç bir değişiklik yapılmamış. Ben göreve geldiğimde malumunuz lambiriler son derece modaydı. Daha önceki yöneticilerimiz, burayı tamamen lambiri ile döşemişler. Tabii mimari özelliklere dikkat etmeye son derece özen gösteren birisi olarak bunun pek uygun olmadığını düşündüm. Önce Gazi Üniversitesi'nin bu tarihi binasının dış restorasyonunu aslına uygun olarak yaptırdım.Daha sonra dışı ile içinin pek irtibatı olmadığını görünce dışarıya uygun bir şekilde içini de yaptırdım. Ancak, dört yılda yıpranmış. Bazı yerlerde izler duruyor, ama odada tablolar dahil olmak üzere herhangi bir değişiklik yok. Onun için tatile gitmişim de tekrar otağıma dönmüşüm gibi bir hisle karşılaştım.
Siz Gazi Üniversitesi Rektörlüğü'ne getirildikten sonra üniversitede hiç istifa oldu mu?
Burada hiç tepki istifası olmadı. Bir tane istifa var. Tıp Fakültesi Dekanı Ayşe Dursun hanımefendi istifa etti. Tabii biz göreve gelince fakültelerin durumunu öğrenebilmek için mevcut idarecilerle?
Basında Ayşe hanımın size tepki gösterdiği için istifa ettiği haberleri çıktı.
Hayır, kendisi de hanımefendi zaten açıklamada bulundu. Basında tepki istifası diye geçti. Hanımefendi de daha sonra bunun tepki istifası olmadığını açık bir şekilde ifade etti. Tıp Fakültesi döner sermayesi olduğu için önemli. Hangi fakülteden bilgi alalım diye düşündüğümüzde Tıp Fakültesi en önce aklımıza gelen ünite oldu. Ben bir brifing aldım. O da bana bilgi sunmasından sonra ?Hocam siz yeni göreve başladınız. Sizin yeni kadro ile çalışmak hakkınız. Eğer kabul ederseniz benim istifam? dedi. İstifasını hazır çantasında getirmiş, bize sundu. Ben de çok teşekkür ettim, görüşüp kendisine haber vereceğimi söyledim. O ara Dekanlık için düşündüğüm arkadaşlardan birine telefon ettim. Daha evvel idari deneyimi de olan bir arkadaşımız. Çünkü, Tıp Fakültesi'nde idari deneyimi olmayan birini göreve getirmek, döner sermaye işletmesinin sıkıntıya girmesine yol açar. Eski başhekimim Peyami Cinas hocaya telefon ettim, ?devralabilir misiniz?? dedim. Devralabileceğini söyledi.
Eski dekan üniversitede devam ediyor mu?
Tabi devam ediyor. Hatta istifa mektubu ile ilgili öğretim üyelerine bir duyuru yazdı. O duyuruyu da tüm öğretim üyelerine yine biz gönderdik. Tepki istifası değil, tamamen nezaket istifası.
Peki hocam, sizinle ilgili basında çok yorumlar yapıldı. Seçimlerde ve atamada haksızlık yapıldığı iddia edildi. Bu görevin hakkınız olduğuna inanıyor musunuz?
Buna ?evet? ya da ?hayır? demeden önce müsaade ederseniz süreci kısaca anlatayım. 2000 yılında 9 Eylül Üniversitesi'nin rektörlük ataması vardı. YÖK, üniversitede seçimde en fazla oy alan arkadaşımız Emin Alıcı'yı, Cumhurbaşkanı'nın önüne giden 3 kişilik listeye dahil etmedi. Bunun üzerine 10. Cumhurbaşkanımız Sayın Ahmet Necdet Sezer, YÖK'e tarihi bir yazı yazdı. Bugün de o yazının altına imza atarım. ?Elde somut ve objektif veriler olmaksızın öğretim üyelerinin iradelerinin yok sayılması, demokrasi, hukuk devleti ve özerk üniversite anlayışı ile bağdaşmaz. Emin Alıcı'yı neden listeye sokmadığınıza dair elinizde somut ve objektif bir veri varsa onu bana gönderin, yoksa listeye dahil edin ve gönderin? denildi. Cumhurbaşkanlığı makamının böyle bir yetkisi olmadığı için YÖK bunu kabul etmedi. Ancak, daha sonra üç kişilik listede istifa olunca eksikliğin giderilmesi için liste tekrar YÖK'e gönderildi. Emin Alıcı beyefendinin adı listeye dahil edildi ve rektör olarak tayin edildi. 2004 yılında ben öğretim üyeleri arasında yapılan seçimde 1.064 oy aldım. Sayın Cumhurbaşkanımız 366 oy alan halefimi ve şimdi selefim olan?
Siz 1.064 oyla kaçıncı olmuştunuz?
Birinci oldum. Cumhurbaşkanı ikinciyi atadı. Ben, hem öğretim üyeleri arasında yapılan seçimde, hem de YÖK'teki değerlendirmede birinci olmuştum. Sayın Kadri Yamaç ise, hem öğretim üyeleri arasında yapılan seçimde, hem de YÖK'teki seçimde ikinci olmuştu. Ben bunun üzerine Bilgi Edinme Kanunu'ndan istifade ederek Cumhurbaşkanlığı makamına, ?Siz filanca tarihte elde somut ve objektif veriler olmaksızın öğretim üyelerinin iradesinin yok sayılması demokrasi, hukuk devleti ve özerk üniversite anlayışı ile bağdaşmaz, demiştiniz. Ben, hem üniversitede, hem de YÖK'te birinci oldum. Atanmama sebebim nedir?? dedim. Bir sayfalık yazı yazdılar, ?Başarılarınızdan dolayı kutluyoruz, ama bu bizim mutlak takdir yetkimiz? dediler. Kafamdaki şüphe kesinlikle ortadan kalkmadı. Ben, ?Somut ve objektif veriler nedir?? diye dava açtım. Cumhurbaşkanlığı makamı, cevabını iki konuda temellendirdi. Birincisi, ?Bu bizim mutlak takdir yetkimizdir? denildi. İkincisi, ?Siz YÖK'te 3. oldunuz? denildi. Mahkeme, Cumhurbaşkanlığının mutlak takdir yetkisini incelemekten başka, YÖK'te 3. olduğuma karar verdi.
Siz birinci olduğunuzu ispat edemediniz mi? Elinizde belge yok muydu?
Elde resmi belge bulunmasına ve YÖK'te birinci olmama rağmen, mahkeme kararı ile üçüncülüğüm tescil edildi.
İtiraz hakkınızı kullanıp, bir üst mahkemeye başvurmadınız mı?
İdare Mahkemesi'ne dava açtım. Karar, Danıştay'dan da geçti. Ben anlayabilmiş değilim. Kürsüdeki 33. senem, Hukuk Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak 33. senem olmasına rağmen, hala anlayabilmiş değilim. Ben tabi ikincilikten birisi atanınca, o zaman bir basın toplantısı tertip ettim, ?Sayın Cumhurbaşkanımızın kararına saygılıyım, ancak burada son derece önemli bir husus var. Demokrasi, hukuk devleti ve özerk üniversite anlayışı ciddi manada ihlal ediliyor. Eğer Sayın Cumhurbaşkanımız Rıza Ayhan'ı rektör olarak görmek istemiyorsa, ben söz veriyorum, aday olmayacağım. Gazi Üniversitesi'ndeki seçimi iptal edip, tekrar bir seçim olsun ve demokratik teamüllere göre bir rektör seçilsin. Söz veriyorum aday değilim? dedim. Ancak tek şartım vardı, seçimin iptal edilmesi. Tabi o zaman halefim olan Sayın Kadri Yamaç bu çağrıma kulak vermedi. Cumhurbaşkanlığı makamı da tasarrufunu geriye almadı.
Bugüne gelirsek?
Dolayısıyla, demokratik teamüllere, özerk üniversite ve hukuk devleti anlayışına aykırı olarak ikincilikten atandım. Bu süreci ben başlatmadım. Bu süreci ben başlatmadığım için, şu anda o zamanki söylemlerimle örtüşmüyor gibi gözükse de bunun kanuni, hukuki ve demokratik bir hatırlatma olduğunu rahatlıkla ifade ediyorum.
Peki o dönemde ses çıkartmayanlar, bugün çok net olarak YÖK'ün tasarruflarına ve Cumhurbaşkanı'nın yaptığı atamalara tepki gösteriyorlar. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Türkiye'de demokrasinin tam anlamıyla kavranıp kavranmadığı meselesi, burada kendisini gündeme getiriyor. Biz gerçekten demokrasi kültürü ile yoğrulmuş olsaydık, birinci seferde hukuk devleti, özerk üniversite ve demokrasi anlaşışına aykırı bir biçimde yapılan atamaya herkes karşı çıkardı. Ama, Rıza Ayhan'ın dünya görüşü, felsefesi sebebiyle, bunun fevkalade yerinde bir atama olduğunu iddia ettiler. O dönemdeki basın küpürlerini hala muhafaza ediyorum. ?Bunun olması lazımdı? dediler.
Burada çok önemli bir nokta var. Rıza Ayhan kimdir, felsefesi ve dünya görüşü nedir? Size niçin karşı çıktılar?
Rıza Ayhan, bir Türk milliyetçisidir. Rıza Ayhan, mütedeyyin bir insandır. Rıza Ayhan'ın Türk milliyetçiliği de herkes tarafından bilinir. ?Ne mutlu Türküm diyene? anlayışına ve Cumhuriyet'in kuruluş felsefesine bağlıdır. Bunun yanında Rıza Ayhan istediği gibi yaşayamasa bile mütedeyyindir. Dolayısıyla da herhalde o süreçte bunu pek tasvip etmeyenler mi oldu, bunu pek kestiremiyorum. Ama o dönemde köşe yazarlarının bir çoğunun sadece bu hususu ön plana çıkartmak suretiyle böyle bir yorum yaparak, atanmama sebebimi dünya görüşüme bağladıklarını okuduk. Siz de yaşadınız, biliyorsunuz, gerçekten isim vermek istemiyorum, ama ?Bu bir süreçti? diye başlayan yazılar ve yazarlar oldu. Mesela, daha ziyade eğitim yazan bir yazar, dedi ki, ?Rıza Ayhan'ın atanmaması benim için sürpriz olmadı, bu 19 Mayıs Üniversitesi'nde Osman Çakır beyefendi ile başlayan, Anadolu'nun çeşitli üniversitelerinde devam eden ve Gazi Üniversitesi'nde noktalanan bir süreçtir. Bunun böyle olması lazım geliyordu.? Bunu açıkça yazdı. Ancak, aynı köşe yazarı 2008 yılına geldiğimizde ?demokrasi? havarisi oldu.
İsmini verebilir misiniz o köşe yazarının?
Müsaade ederseniz ismini vermemeyim, ama sizin çok yakinen bildiğinizi tahmin ediyorum. Büyük bir gazetede daha ziyade eğitimle ilgili köşe yazıları yazar.
Peki, Üniversite'de bıraktığınızdan farklı neler gördünüz? Daha açık sorarsam, Gazi Üniversitesi iyiye mi kötüye mi gitmiş?
Ben Gazi Üniversitesi'nin en eski öğretim üyelerindenim. Kürsüdeki 33. yılım. Onun için Gazi Üniversitesi'ni çok iyi tanıyorum. Hele hele rektörlük yaptıktan sonra tüm binalarını, odalarını, laboratuarlarını tanıdığımı ifade etsem, yanlış söylemiş olmam. Bu süreçte de yapılan yatırımları değerlendirme imkanım oldu. Maalesef ve maalesef, Gazi Üniversitesi'nin bu süreci çok kötü kullandığını ben gördüm. Bizim görev yaptığımız dönem, son derece kritik bir dönemdi. 2000-2004 yılları arasında ben görev yaptım. O dönemi hatırlarsınız, göreve geldikten tam 5,5 ay sonra dönemin Cumhurbaşkanının, dönemin Başbakanına bir Anayasa atma krizi yaşadık. O zamana kadar 57. Hükümet üçlü koalisyon halindeydi. Kemal Derviş beyefendiyi getirmek suretiyle dörtlü koalisyon haline geldi. Kemal Derviş kanunları ile tasarruf tedbirleri gündeme geldi. O dönemde bütçeyi kullanmak da mümkün değildi. Kendi kaynaklarımızı yaratmak suretiyle üniversitede çok büyük yatırımlar yaptığımıza bütün arkadaşlarımız şahit oldu. 59. Hükümet 2004-2008 yılları arasında görevini devam ettirdi. 59. Hükümet, kamu kurum ve kuruluşlarına çok büyük kaynaklar aktardı. Maalesef mevcut idare bu kaynakları iyi bir şekilde değerlendirip, herhangi bir yatırıma, herhangi bir tasarrufa girememiş. O kadar parayı ne yaptılar, incelememiz sonucunda ortaya çıkacaktır. Mesela, derslik ve laboratuar sayısında artış yok. Bir tane bina açtılar, ancak yüzde 90'ını bizim bitirdiğimiz bir binaydı. Aslında hiçbir şey yapmamış olsalardı, daha fazla hoşuma gidecekti. Niye? ?Nerede kalmıştık? diye ben çok rahat bir şekilde başlayabilirdim. Ben yapamadıklarına değil, birkaç noktada yaptıklarına üzülüyorum. Bizim Mühendislik ve Mimarlık Fakültemiz, Maltepe Kampüsü'ndedir ve son derece mekan sıkıntısı içindedir. Bu mekan sıkıntısını yaratan en önemli unsur Gazi Üniversitesi Vakfı İlköğretim kuruluşudur. Bunun o bölgeden mutlaka çıkartılması lazımdır. Çıkartabilmek maksadıyla, yakında biz bir arsa satın almıştık. Bu arsaya küçük 1.500 öğrenci kapasiteli Vakıf İlköğretim Okulu yapacaktık. Projesini çizdirmemize rağmen, inşaatı başlatamadık. 2004-2008 yılları arasında arsayı bir müteahhide kat karşılığı inşaat sözleşmesi ile vermek suretiyle iş hanı yaptılar. Çok enteresandır, ismini de Gazi İş Hanı olarak nitelendirdiler. Bence keşke o arsa boş kalsaydı da üzerine kat karşılığı inşaat sözleşmesi ile bir bina yapılmasaydı. O bina şu anda bizim değil. Onunu içinde çeşitli bürolarımız var. Mesela, üniversitenin mekan problemini halletmek maksadıyla bizim dönemimizde bin bir güçlükle Atatürk Orman Çiftliği'nden bir arazi satın aldık. Tam Çukurambar'ın girişinde. Üstelik, 400 dönümü aşan bir arazi. Bir çok birimi oraya kaydırabilme ve dolayısıyla merkez kampüsündeki ve diğer kampüslerdeki sıkıntıları giderme imkanına sahip olacaktık. Orayı da kat karşılığı inşaat sözleşmesi ile müteahhide devretmişler. Şu anda sözleşmeyi inceletiyorum, henüz inşaat başlamadı. Konu mahkemede, behemahal iptal etmemiz lazım.
Bunlara neden gerek duymuşlar, araştırdınız mı?
Kat yapıyoruz efendim, daire, mesken yapıyoruz, düşününüz. Ben tabi bunu çeşitli yerlerde dile getirince, şu andaki selefim açıklamada bulundu, ?Biz burada kat yapmıyoruz, yurt yapıyoruz? dedi. O da garip bir yaklaşım. Çünkü, yurt yaptırma Kredi ve Yurtlar Kurumu'nun görevidir. Gazi Üniversitesi'nin böyle bir misyonu yoktur. Kaldı ki, inşaat sözleşmesi incelendiğinde bir kısmını yurt haline çevirebilirsiniz, sizin hissenize düşen kısmını. Müteahhide kalan yüzde 60'lık kısmını ? ki niye bu oranla verdiler, onu da anlayamıyorum, arsa sahibi olarak bize yüzde 40, müteahhide yüzde 60 vermişler, biliyorsunuz Çukurambar'da tam tersi gider- ne yapacaksınız? Herhalde kendi hisselerine düşen kısmını müteahhide ?yurt haline çevir? diye talimat vereceklerdi. Kredi Yurtlar Kurumu Yönetim Kurulu Başkanlığı'nı da yaptığım için biliyorum. Eğer arsayı verirseniz, kurum size anahtar teslimi zaten yurt yapar. Bunun için 400 dönümün tamamının müteahhide verilmesi gibi bir garabete gerek yok.
Sizin dilinizin altında bir takım mesajlar var gibi geliyor bana. Daha da açar mısınız söylediklerinizi?
Kendileri ile bu hususu yüz yüze gelip konuşma imkanı bulamadığımız için sadece arkadan söylenen cevaplarla değerlendiriyorum. ?Yani kız yurdu da yaptırmasa mıydım, kızlarımız ortada mı kalsaydı?? diye bir söylem. Bu arsanın sadece 20 dönümü Kredi Yurtlar'a verilseydi, aynı yurdu herhangi bir ücret ödemeden sıfır maliyetle yaptırmak mümkündü.
Siz yeniden göreve geldiniz. Bundan sonra yapacaklarınızı da kısaca anlatır mısınız?
Üniversitede bir kamplaşmaya doğru gidilmiş. ?Ocu-bucu? veya ?Bana rey verdi-vermedi? gibi değerlendirmeler yapılmış. Bu da öğretim üyeleri arasında, liyakatlı-ehliyetli öğretim üyelerine büyük sıkıntılar yaratmış. Hak etmesine rağmen kadro alamayan yüzlerce öğretim üyesi varken, dışarıdan öğretim üyesi getirilmiş. Bununla ilgili olarak yüzlerce dava açılmış. Gazi Üniversitesi'nde bir ikilik oluşmuş. İlk gerçekleştirmemiz gereken, birliği, beraberliği, kardeşliği, dayanışmayı mutlaka oluşturmak. Üniversite üç ayak üzerinde kuruludur. Sadece öğretim üyelerinden müteşekkil değildir. Diğer ilgilisi öğrenciler, üçüncü ilgilisi de çalışanlardır. Bu üçlü dayanışma içinde olmazsa, üniversiteden yeterince başarı elde etmek mümkün değildir. Bu unsurun lokomotifi her zaman öğretim üyeleri olmuştur. Onların önlerindeki engelleri aşacak faaliyetlerin içine gireceğiz. Bilimsel Araştırma Fonu'nu öğretim üyelerine herhangi bir ayrım gözetmeksizin, sadece bilimsel araştırma için tahsis edeceğiz. Bu bileşenlerden öğrencilerimizi hiç unutmayacağız. Hep ihmal edilen çalışanlarımız bizim en büyük yardımcılarımızdır. Onların desteği olmasa, bu çalışmaların hiç birini yapamayız. Bu üç bileşenle mevzuat hükümleri ve bütçe kaynakları ile kendi yarattığımız kaynaklar çerçevesinde bir hedefe, Gazi Üniversitesi'nin 1926 yılında ilk defa Atatürk tarafından kurulurken üstlendiği misyonu gerçekleştirmek üzere, Türkiye Cumhuriyeti'nin 21. Yüzyıl ufkuna katkı sağlamak amacıyla faaliyetlerimize devam edeceğiz.
Emin Pazarcı / Mynet