Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Osmanlı Filistininde bir posta memuru

Derveze'nin altı ciltlik hacimli hatıratının Osmanlı ile alakalı görülen bazı bölümlerinden seçilen kısımların çevirisinden oluşmaktadır.

18 Yıl Önce Güncellendi

2008-08-11 10:29:00

Osmanlı Filistininde bir posta memuru

Kitab'ın takdim bölümünden;

'Arap Gözüyle Osmanlı' dizisinin altıncı kitabı olan elinizdeki eser, Filistinli bir Arap milliyetçisi olan Muhammed İzzet Derveze'nin (1888-1984) altı ciltlik hacimli hatıratının Osmanlı ile alakalı görülen bazı bölümlerinden seçilen kısımların çevirisinden oluşmaktadır.

Nablus'ta mütevazı bir ailenin çocuğu olarak yetişen ve ailesinin maddî durumu yüzünden lise sonrasında tahsil imkânı bulamayan Derveze, esas itibariyle kendi kendini yetiştirmiş (otodidakt) bir şahsiyettir. Lise sonrasında bir posta memuru olarak çalışma hayatına atılan Derveze'nin okuma ve yazmaya aşırı derecedeki tutkunluğu, uzun sayılabilecek ömrü ile birleşince ortaya çok sayıda eser vermiş velûd bir yazar çıkmıştır.

Derveze, küçük bir kısmını elinizdeki eserin oluşturduğu hatıratının dışında tefsir ve siyer gibi İslâmî ilimlerin yanı sıra bir kısmı ders kitabı olmak üzere Arap tarihi ve edebiyatı üzerine yaklaşık elli civarında kitap kaleme almıştır. Bu eserlerin toplu bir listesi elinizdeki kitabın sunuş yazısında yer almaktadır. Yazarın bu kitapların dışında ağırlıklı olarak Arap tarihi ve Filistin meselesi üzerine pek çok gazeteye yazdığı yüzlerce yazısı bulunmaktadır. Ülkemizde tefsir ve siyer alanlarındaki kitaplarıyla tanınan Derveze'nin siyasî ve fikrî cephesi, elinizdeki çeviri ile bir nebze de olsa aydınlatılmış olacaktır.


Derveze Arap milliyetçiliği fikriyle erken yıllarda tanışarak buna ilgi göstermiş ve mücadeleci kimliğiyle genelde Arap milletini, özelde yaşadığı coğrafya olan Filistin'i yakından ilgilendiren hemen her mesele ile uğraşmış, bu vadide mücadele eden siyasî oluşumlarda aktif görevler almış ve bu yönde çeşitli sıkıntıları göğüslemiş bir şahsiyettir. Bu cümleden olmak üzere Osmanlı döneminde Arap vilayetlerinde ıslahatı ve adem-i merkeziyetçi yönetimi savunan oluşumlara (Hürriyet ve İtilaf Fırkası, Beyrut Islahat Hareketi ve Mısır'daki el-Lâmerkeziyye Partisi) yakınlık duymuş ya da fiilen katılmış ve Arap hakları konusunda mücadele eden gizli el-Fetât Cemiyeti'ne intisap etmiştir. Osmanlı Devleti'nin çekilmesi üzerine bu bölgede hesapları olan mandacı güçlerle Büyük Suriye'nin bağımsızlığı ve birliği için mücadeleye devam eden Derveze, İstiklal Partisi gibi aktif siyasî organların yanı sıra, Nablus'taki en-Necâh Okulu ve Vakıflar İdaresi'nde eğitim ve sosyal yönü ağır basan önemli roller üstlenmiştir. Derveze daha sonra özellikle Filistin'deki Siyonist yapılanmaya karşı aktif mücadelede yer almış, Siyonistlere karşı silahlı mücadelenin organizasyonu ile de meşgul olmak suretiyle Filistin'deki Arap haklarının savunmasına katkıda bulunmuştur. 1936-1939 arasında Filistin'de devam eden büyük ayaklanmayı organize eden liderlerden biri olarak siyasî faaliyetleri nedeniyle önce İngilizler, daha sonra Fransızlar tarafından hapse atılmıştır.

Bölgedeki işgal güçlerinin baskısı sonucunda bazı arkadaşlarıyla beraber vize almak suretiyle Kilis'ten Türkiye'ye geçen (7 Temmuz 1941) Derveze, 1945 yılı sonbaharına kadar siyasî mücadelesini ve yazarlık faaliyetlerini Türkiye'de sürdürmek zorunda kalmıştır. 1943'te siyasî faaliyetleri nedeniyle İngilizler onun ve arkadaşlarının Türkiye'den çıkarılmasını istemiş, ancak Ankara'daki bazı arkadaşlarının Mülkiye yıllarından tanıdıklarının muvazaası ile Türkiye'den ayrılmak yerine, İstanbul'da İngilizlerin dikkatini daha fazla çekmemek amacıyla önce Aydın'da daha sonra Bursa'da zorunlu ikamete tâbi tutulmuştur. Aktif siyasî mücadelesini 1948'de İsrail Devleti'nin kuruluşuna kadar devam ettiren Derveze, bu tarihten sonra yaşadığı bazı sağlık sorunlarının da etkisiyle, kendisini araştırma ve yazmaya vermiş ve mücadelesini bu alana kaydırmıştır.

Derveze'nin hatıraları Filistin mücadelesinin adeta bir günlüğü mahiyetindedir. Yazar 1948 yılında 'Büyük Felaket' (en-Nakba) dediği İsrail Devleti'nin kuruluşuna ve Arapların mülteci durumuna düşmesine kadar bu mücadelenin gelişimine ait bütün safhaları kapsamlı olarak kaleme almak suretiyle (hatıratın tamamı çift sütun halinde ve küçük puntolarla dört bin küsur sayfadır) tarihe not düşmüş, Arapların ve Müslümanların bu konudaki hafızalarını canlı tutmalarına katkıda bulunmuştur.

Yukarıda belirttiğimiz gibi biz bu çalışmada sözkonusu hatıratın Osmanlı ile ilgili görülen bazı bölümlerinden seçilen kısımlarıyla iktifa ettik. Bizim çevirisini sunduğumuz kısım muhteva olarak iki ana bölüm halinde mütalaa edilebilir. Bunlardan ilkinde yazar doğumundan itibaren Filistin'de bir şehir olan Nablus ve çevresi hakkında sosyal tarih ve kültür tarihi açısından ilginç bilgiler verir. Siyasî tarih ağırlıklı diğer bölümde ise, Osmanlı Devleti'nin Arap vilayetlerinden çekilmesine kadar cereyan eden olaylara, İttihatçılar ve Arap milliyetçileri ile ilgili gözlem ve değerlendirmelerine yer verir. Yazar bu kısımlarda ağırlıklı olarak Cemal Paşa'nın Birinci Dünya Savaşı yıllarındaki icraatları ve 1916 Arap-Haşimî Ayaklanması konuları üzerinde durur.
Yazarın bir Arap milliyetçisi olması, olaylara da aynı perspektiften bakması sonucunu beraberinde getirmiştir. Mütemadiyen vurgulanan bir İttihatçı karşıtlığı ve 'Arap hakları' söylemi, hatıratın leitmotiflerinden birini oluşturur. Bu ideolojik bakış yazarın zaman zaman, Lübnan'daki kıtlık gibi bazı olaylarda görüldüğü üzere, kimi tarihî hadiseleri çarpıtmasına yol açmıştır. Diğer taraftan yazarın 1916 Haşimî Ayaklanmasını temellendirirken karışık duyguların tesiri altında kaldığı söylenebilir. Bir taraftan Şerif Hüseyin'in isyanını haklı ve gerekli bulurken, diğer taraftan bu isyanın asıl planlayıcıları olan İngilizlerin Arapları aldattığından söz etmesi ve Şerif Hüseyin'in 'kuklalık' vazifesini bilinçli oynamadığını iddia etmesi, ikna ediciliği tartışılır yaklaşımlardır. Keza yazarın Arapların kendi bağımsızlıkları uğruna Osmanlı karşıtı güçlerle işbirliği yapmasını, tarihte birden fazla İslâmî yönetimin bulunuşuyla temellendirmek istemesi de onun, modern dönemde Müslümanların siyasî birliğinin ve Batılı güçlerin bu birliği parçalamaya yönelik planlarının önemini tam olarak kavrayamadığını düşündürmektedir.
Bütün bunlarla beraber Derveze'nin milliyetçiliğinin -özellikle Osmanlı dönemi açısından- İttihatçıların 'Türkleştirme' denilen siyasetine duyulan tepki ve Arapların siyasî ve kültürel haklarının savunulması ile yakından alakalı olduğu ve Türk düşmanlığı içermediği vurgulanmalıdır. Derveze'nin Sultan Abdülhamid döneminde Türkçenin devlet daireleri ve okullarda yaygınlaştırılma faaliyetlerini ideolojik açıdan bir 'Türkleştirme' girişimi olarak değerlendirmeyip idarî bir tasarruf olarak görmesi ya da hatıralarında İttihatçıların dışında kalan Türklerle ilgili olumsuz genellemeler yapmaması bu iddiamızı desteklemektedir.

Derveze'nin hatıralarını ilginç kılan hususlardan biri, yukarıda belirttiğimiz gibi Nablus'un günlük yaşamına dair verdiği bilgilerden kaynaklanır. Kitapta 19. asrın sonu ve 20. asrın başındaki bir Osmanlı-Arap şehrinde günlük hayatın nasıl aktığı konusunda ilginç ipuçları sunulur: Kıyafet ve yiyeceklerden düğün ve cenaze âdetlerine, şehrin suları, çarşı ve sabunhanelerinden cami ve okullarına, çarşı pazarlardan şehrin önemli şahsiyetlerine kadar Nablus'un kültür ve şehir tarihi ile ilgili çarpıcı bilgiler verilir. Derveze'nin hatıraları siyasî tarih açısından da önemli bilgiler içermekle beraber, bu tür bilgiler benzer kaynaklardan elde edilmek suretiyle ikame edilebilir bir özelliğe sahiptir. Oysa sözünü ettiğimiz Osmanlı'nın son dönemlerindeki Nablus'un şehir ve kültür tarihine, eğitim müesseselerine ve dönemin folkloruna dair ihtiva ettiği bilgiler, kanaatimizce bu hatırata bir ayrıcalık kazandırmaktadır.

'Arap Gözüyle Osmanlı' dizisinden şu ana kadar çıkan kitaplar, mebusluk gibi çeşitli görevler icabı İstanbul'da bulunan önemli bazı Arap şahsiyetlerin, kendi bölgeleriyle beraber İstanbul'daki izlenimlerini de yani, taşra ile beraber merkezin atmosferini de yansıtan eserlerdi. Bunlardan farklı olarak Derveze'nin hatıraları taşra ağırlıklıdır ve bu özelliğiyle de taşra tarihi çalışmalarına bir katkı olarak görülebilir. Bu hatıratta şehir tarihine ilişkin bilgilerin yanı sıra, II. Abdülhamid dönemi icraatları ve II. Meşrutiyet ve müteakip gelişmelerin Nablus'a ve bölgeye nasıl yansıdığı hakkında bazı ipuçları da bulmak mümkündür. Özellikle siyasî bir aktivist olan yazarın İttihat ve Terakki Cemiyeti, Hürriyet ve İtilaf Fırkası gibi örgütlerin mahallî teşkilatlanmalarının yanı sıra gizli ya da alenî çeşitli Arap cemiyetleri ile bunların Nablus ve civarındaki faaliyetleri konusunda verdiği bilgiler, Meşrutiyet dönemi taşrasındaki siyasî olayların aydınlatılmasına katkı sağlayacak niteliktedir.

Hatıratın Derveze'nin Türkiye yıllarını (1941-1945) ihtiva eden kısmının ayrı bir çalışmayı hak edecek mahiyette olduğunu ifade edelim. Bu kısım, Türkiye'nin tarihî ve coğrafî olarak Filistin meselesinde tuttuğu yeri olduğu kadar, yazarın Türkiye'nin tek partili yıllarına dair gözlemlerini de yansıtması açısından dikkat çekici olabilir. İleride fırsat bulabilirsek bu kısımların da Türk okuyucusuna kazandırılması için çaba sarf edeceğiz.

Önceki çalışmalarda olduğu gibi bu kitaba da mütercimin yanı sıra bizim tarafımızdan bölüm sonlarına yerleştirilen çeşitli dipnotlar konulmuş ve bunlardan mütercime ait olanlarına -çev.- kısaltmasıyla işaret edilmiştir. Bu kaydın bulunmadığı dipnotlar şahsımıza aittir. Aynı şekilde Türkçeden o dönemin Arapçasına geçen kelimeleri göstermek için, Türkçe asıllı kelimelere parantez içinde ve italik olarak işaret edilmiştir.

Günümüzde Ortadoğu'daki sınırların yeniden çizilmesinden, 'yeni bir Ortadoğu'dan söz ediliyor. İleriye dönük gerçekçi projeksiyonlar yapmanın, önümüzü daha iyi görmenin yolu, hiç kuşkusuz, bu coğrafyanın yaklaşık son bir asırdır yaşadığı serüveni yakından tanımaktan geçmektedir. Bu kitabın Arap vilayetlerine yönelik yakın dönem siyasî ve sosyal tarih araştırmalarına katkıda bulunması temennisiyle!

Suat Mertoğlu


Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla,

Olayların içerisinde meydana geldiği ve bütün aşamalara eşlik eden tarihî çerçeveyi görmezden gelemeyiz. Bir lider veya dönem hakkında hüküm vermek istersen öncelikle onu, kendi zamanındaki tarihî çerçeveye oturt ve ona tesir eden amilleri açığa çıkar, sonra onun hakkında hükmünü ver.

Her dönemin kendine has zorunlulukları vardır. Hüküm vermeden önce daima olayların geçtiği tarihî şartları düşünüp onları dikkate almak gerekir. Bu hadiselere sebep olan olay ve kararların doğurduğu sonuçlara şahit olduğumuz için şimdi elimize geçen fırsat ışığında değil, o zamanın şartları ışığında hüküm vermemiz lâzımdır. Eleştiri ve değerlendirme yapanların da bu ilkeye bağlı kalmaları bir vecibedir.

Muhammed İzzet Derveze
Osmanlı Filistininde Bir Posta Memuru
İzzet Derveze     

Çeviren: Ali Benli

Vefa Cd. No:56 Kat : 3 Vefa/İstanbul
Tel.: 0212 520 66 41
Faks: 0212 520 74 00
e-mail: klasik@ klasikyayinlari.com
satış: satis@ klasikyayinlari.com

Haber Ara