Abant Platformu'nun düzenlediği 'Kürt Sorunu: Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak' başlıklı 17'inci toplantısının 2'inci gün oturumları başladı.
Toplantıda konuşan Mümtazer Türköne, 12 Eylül zamanıyla ilgili ilginç bir açıklama yaptı.
Açıklamasında 'Cezaevinde beni Kürtler dövdü' diyen Türkön'e, ogünleri şöyle anlattı; 'Ben 12 Eylül döneminde Mamak Askeri Cezaevi?nde kaldığım günlerde bol bol dayak yedim. İstiklal Marşı için çok dövdüler. Oysa ben MHP davasından içerde idim. İdeolojim gereği, iyi bilmem gereken konulardı. Ama bana dayak atan ise hep Kürtler idi. Aslında Türkiye Mamak Cezaevi?nden farklı değil. İttihat Terakki?den bahsediyoruz. İttihat Terakki?nin 5 kurucusundan 2?si Kürt. Kürtler ve Türkler ve Kürtler diye ayırdığınız zaman o kürt?ün içinde Cemal Gürsel var, Abdullah Cevdet var. Cemal Gürsel, 2500 Kürt?ün idamını istedi.
Cumhuriyeti kuranlar kimler, Çerkezler ve Makedonyalılar. Cumhuriyet kurulurken, bir ulus oluşturulmaya çalışıldı. Bu dönemde önce Türkler Türkleştirilmeye çalışıldı.
Dün Rojbin burada çok duygusul tablolar ortaya koydu. Benim de gözlerimin dolmasına neden olan tablolar idi bunlar. Ama bu tür tabloyu karşı taraf da üretebilir. Belki en az bu kadar dramatik hikayeler bunlar. Bu tür hikayeler bizi faşizme götürür.
Rojbin?in anlattıkları, çok profesyonelçe çekilmiş bir filmden alınan enstantaneler gibi geldi. Kürt aydınları, konuyu sadece Kürt sorunu olarak ele alıp çözmeden yana. Oysa sorunlara böyle yaklaştığımızda sorunu çözemeyiz. Türkiye?de hiç Kürt Türk ayırımının yapılmadığı demokratik çözümler bulmalıyız. Kürt sorununun üzerinde tekel oluşturduğu bir dilin, bir kurgunun ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Kürt-Türk tabirlerinin üzerinde yeniden düşünmemiz gerektiğini söylüyorum. Türk ve Kürt kelimeleri aynı harflerin farklı dizilişinden ibarettir.'
Problem, geç kalmış bir milliyetçilikte
Problemin tanımını ?geç kalmış milliyetçilik? olarak ifade eden Tunçay ?Kürt insanlar kendilerine saygı duyulmasını istiyorlar.? diyor. Devletin bu istekleri karşısında biraz tedirgin davrandığını da belirten Profesör ?elini veren kolunu da kaptırır? düşüncesiyle olaya sıcak bakılmadığı tespitini yapıyor. Kürtlerin de insan hakları çerçevesinde yaşayabilecekleri bir takım koşullara kavuşturulmaları halinde İran, Irak ve Suriye?deki soydaşlarıyla bir araya gelerek bir devlet kurma hayallerinin olmayacağını düşünen Profesör ?onlara ne mutlu Kürdüm diyene hakkının tanınması gerek? önerisinde bulunuyor.
Ali Bulaç: ?Ya yeni hal, ya izmihlal?
Kürt sorununa tarihi bir perspektifte bakmak amacıyla başlayan ilk oturum ?Tarihi Arka Plan, Ortak Miras Ve Geleceğin Keşfi? adıyla başladı. Oturum başkanlığını Prof. Dr. Naci Bostancı?nın yaptığı toplantıda konuşmacı olarak Ali Bulaç, Sadık Yalsızuçanlar ve Nejdet Subaşı konuşmacı olarak tebliğ sundular.
Sorunun tarihi arka planını anlatan Bulaç Türkiye?nin yer aldığı coğrafyada tarihi temellere bakıldığında ciddi anlamda bir kavgadan bahsedemeyeceğimize değindi. Geçmişteki ortak yaşam değerlerimizin bizi uzun süreli çatışmalardan uzaklaştırdığı ve daha çok uzlaştırıcı, yatıştırıcı rol üstlendiğine dikkat çekti. Konuya Balkanlardan örnek verek açıklık getirmeye çalışan Bulaç ?Balkanlardaki çoğu milletler arasında çatışmalarda tarih faktörü çatışmayı kuvvetlendirirken bizde bu hep yatıştırıcı olmuştur.? dedi. Toplumu bir arada tutan diğer bir faktörün din olduğunu hatırlatan Bulaç Dinin de başka coğrafyalarda giderek artan bir çatışmayı körüklemesine rağmen, Türkiye?de yatıştırıcı bir faktör olarak etkilediğine dikkat çekti.
Konuya bir de evlilikler çerçevesinden bakan Bulaç, farklı kültürlerde karma evliliklerde boşanmaların sık yaşanmasına rağmen Türk ve Kürtler arasındaki evliliklerde sık boşanmaların yaşanmadığına dikkat çekti. Çatışmaların bir de etnik yönüne vurgu yapan Bulaç ?Türkiye?de Balkan ve diğer bölgelerdeki gibi etnik bir çatışmadan bahsedemiyoruz. Bunda da din faktörü vardır. Türkiye?de Kürt ve Aleviler kendilerini eşit yurttaşlar olarak görüyorlar. Ortada evet bir Kürt sorunu var. Bazı yurttaşlarımız kendilerini rahat hissetmiyorlar.? diyor. Problemin çözümünün ekonomik, güvenlik, sosyolojik, etnik ve uluslar arası boyutu olduğunu vurgulayan Bulaç çözüme acilen ihtiyacımız olduğunu belirterek ?Ya yeni hal, ya izmihlal? hatırlatması yaptı.
Konuya ilişkin genel bir değerlendirme yapan Yrd. Doç. Dr. Necdet Subaşı tebliğini ?Anlamak için yeni bir dil kurmak? başlığıyla sundu. Toplumda ciddi anlamda bir sosyal körlük olduğuna dikkat çeken Subaşı ?Abant toplantısı bu körlüğü ve sağırlığı gidermede yeni bir imkan sağlayacaktır.? dedi. Problemin çözümü için kesinlikle ortak bir dil bulmak gerektiğini vurgulayan Subaşı gerginliklerin normal olduğuna dikkat çekti. Bu süreçte entelektüellerin üzerine düşen ise olayı okumak olduğunu belirten subaşı ?Bu sorunun dili ve kamusal alanda nasıl bir renk sunduğunu anlamak konusunda bu toplantı bir imkan sağlayacaktır? dedi. Devletin bakış açısının Kürt sorununu çözecek bir nitelikte olduğunu sanmadığını belirten Subaşı sorunun önemli bir niteliğine dikkat çekti. Çatışma ve tartışmaların bir elitist kavga olduğuna dikkat çekerek bunun da sevindirici olduğunu belirtti. Toplumun ta derinliklerine kadar inmeyen bir kavganın aslında soruna çözüm arama niyetinin bir belirtisi olduğunu belirten Subaşı çözümmüş gibi sunulan İslam faktörünün de anlamını yitirdiğine dikkat çekti. ?Alışılmış ümmet birliği gibi söylemler Kürt sorununun aktörleri arasında pek itibar görmemektedir.? diyen Subaşı, İslam?ın sorunu kısa vadede bir çözüme kavuşturacağını ama uzun soluklu olamayacağını belirtti. Konuya ilişkin düşüncesine ?İslam Kürt sorununun çok dışında kalmaktadır. Ve sorun tamamen seküler bir nitelik kazanmıştır. İslam sorunun Kürt aktörlerinin gündeminde değil? dedi. Bu nedenden dolayı ortada bir husumet dili olduğunu bu nedenle husumet kokan dillerini aşmanın gerektiğine vurgu yaptı.
Mete Tunçay: ?Kürtlerle aramızdaki din kardeşliği bağı laiklikle anlamını yitirdi?
Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi ve Abant Platformu Başkanı tarihçi Prof. Dr. Mete Tunçay Kürtlerle Türklerin aralarının tarih boyunca iyi olduğunu fakat Osmanlı?nın çağdaşlaşma sürecine girmesiyle birlikte uygulamaya konulan ?eşit halklar ve eşit haklar? politikasının rahatsızlık doğurduğunu belirtti. Tunçay Burç Fm?de katıldığı Analiz Çarşamba programında konuyla ilgili görüşlerini belirterek ?laiklik Kürtlerle aramızda din kardeşliği bağını kopardı? dedi.
Abant Platformu bu hafta sonu Abant?ta Kürt Sorunu: Geleceği ve Barışı Birlikte Aramak konulu bir toplantı yapacak. Platformun başkanlığını yapan Bilgi Üniversitesi Öğretim üyesi Prof. Dr. Mete Tunçay Burç Fm?de yayınlanan Analiz Çarşamba programında Kürt sorunu ile ilgili önemli açıklamalarda bulundu. Prof. Tunçay sorunun bugünkü yansıtıldığı gibi ekonomik temeller üzerine oturtulamayacak kadar ciddi olduğunu vurguladı.
Çeşitli kulvarlarda konunun Kürt Sorunu, Güneydoğu sorunu gibi farklı farklı ifade edildiğini fakat Abant?ın problemi tarif etmek için Kürt Sorunu tabirini tercih ettiğini vurgulayan Tunçay bu tercihin yadırganmamasını istedi. Gerekçesini ?Süleyman Demirel?in ?20 yıldır Kürt realitesini tanıyoruz? sözünden hareketle bu problemin adı konulmuş. Dolayısıyla problemi Kürt Sorunu olarak tanımlayan ilk biz değiliz.? cümleleriyle dile getirdi.
Sorun, bazı Kürtlerin kendilerini özerk görmek istemelerinde
Problemi tanımlamak için öncelikle tarihi geçmişe bakmak gerektiğine vurgu yapan Tunçay ?Kürt sorunu nedir, ne zaman başladı, neden başladı, neden bir türlü çözülemiyor vs gibi soruların hepsine bir kişinin cevap verebilme kapasitesi yok. Olabilseydi bugün biz Abant olarak böyle bir toplantı düzenlemezdik.? diyor. Sorunun PKK terörünün başlamasından çok önce başladığına dikkat çeken Tunçay ?Osmanlı döneminde bugünkü anlamıyla merkezi bir devlet yönetimi yapısı yoktu. Bazı topraklarımız özerk durumdaydı; Kırım, bazı Balkan cumhuriyetleri, Kuzey Afrika gibi. Kürtlerin çoğunlukta yaşadığı Güneydoğu topraklarımız ise aşiretlerin idaresindeydi. Dolayısıyla yarı özerk durumdaydılar. Vergi vermezler, askerlikle yükümlülükleri yoktu.? dedi. Problemin başlangıç tarihini Osmanlı?nın çağdaşlaşma adına yürüttüğü politikalara bağlayan Tunçay ?Kürtler bu süreçten hoşnut olamadılar? tespitinde bulunuyor. ?Yakın dönemde laiklik de yaygınlaşmaya başlayınca rahatsızlık daha da artmaya başladı. Çünkü aradaki din kardeşliği laiklikle birlikte anlamını yitirdi ve Kürtler o eski özerk durumlarını ister oldular.? tespitleriyle sıkıntının nereden kaynaklandığını ifade eden Tunçay durumu ?geç kalmış bir milliyetçilik? olarak ifade ediyor.
Bu isteklerinde ısrarcı olan bazı vatandaşların komşu Irak, İran ve Suriye?deki Kürtlerle birlikte bir devlet kurma düşüncelerini Kuzey Irak?ta icraata geçirmek istediklerini belirtti.
?Kimi Kürt kökenli insanlarının Türkiye?den ayrılıp Kuzey Irak?ta kendi başına bir devlet kurma gayretleri var.? diyen Profesör, bu gibi tutumları tasvip etmediklerinin altını çiziyor. Normal bir Türkiye vatandaşı Kürtün böyle bir düşüncesinin olmadığını da vurgulayan Tunçay, gerekçesini Kürtlerin Türkiye?deki coğrafi dağılımlarının değişimine bağlıyor. ?En çok sayıda İzmir, İstanbul ve Antalya gibi büyük şehirlerde yaşıyorlar? diyen Profesör bu kişilerin ayrı bir devlet istemelerinin imkansız olduğu vurgusunu yapıyor.
?Toplantının Diyarbakır?da yapılmasına bazı Kürtler razı olmadı?
Toplantı daha evvel Diyarbakır?da yapılacaktı ama bazı sebeplerden dolayı platform yönetim kurulu toplantıyı ertelediğini duyurmuştu. Gerekçesini ?Toplantıyı yer ve tarih olarak ertelememizin ana sebebi bir güvenlik problemi olması değildi.? şeklinde açıklamaya çalışan Profesör Tunçay ?Esas sebep, gerek Kürt davasını güdenler ve gerekse onlarla mücadele edenlerin toplantı Diyarbakır?da düzenlenirse katılmayacakları yönünde fikir beyan etmeleridir. Kararları bu yöndeydi.? dedi. Kürt katılımcıların toplantı için büyük bir önem arz ettiğini belirten Tunçay ?Biz eğer kendi başımıza bu problemi konuşacak olsak, her zaman ve her yerde konuşabilirdik. Fakat amaç onlarla bir araya gelmekti.? diyor v ekliyor ?Yer olarak Abant?ın tercih edilmesi durumunda bu tarafların da katlım gösterecekleri yönünde fikir beyan etmeleri sıkıntıyı çözdü.?
İslam birlikte yaşama misyonunu yitirdi mi?
Abant Platformu?nun Kürt sorunu toplantısında İslam?ın birlikte yaşama rolünün bittiğini belirten Necdet Subaşı, başka kriterlere bakmak gerektiğini vurguladı. İslam?ın Kürt Sorunu?nu dillendiren entelektüel tarafların da dikkati dışında kaldığına dikkat çeken Subaşı sorunun seküler bir yapıda olduğunu belirtti.
Kısa vadede İslam?ın çözüm sunuyormuş gibi görünebileceğini ama uzun vadede böyle bir potansiyelin İslam?da olmadığını çünkü Kürt Sorunu entelektüellerinin ilgi alanları dışında kaldığını belirtti.
Subaşının bu fikrine Ali Bulaç itiraz etti. Dinin halen önemli bir misyon olduğunu ve birlik adına iddi rolü olduğunu belirten Bulaç, ?Tarih boyunca bu topraklardaki insanlar sırt sırta yaşamaktalarsa biz bunları birbirinden nasıl ayıracağız?? diye karşılık verdi. İtirazını ?dinin burada birlikte yaşamak konusunda etkisinin kalmadığı fikrine katılmıyorum.? Diyerek ifade eden Bulaç ?Bunu bir sosyal bilimci söylüyorsa ben bunu düşünmek durumundayım.? diyerek endişe ve kaygılarını dile getirdi.
Subaşı her şeye rağmen toplumda husumet dili kullananların var olduğuna dikkat çekerek bu dilleri bertaraf etmek gerektiğine vurgu yaptı.
Levent Köker: ?Devlet tek, ülke tüm, bir tek şefimiz eksik?
Prof. Dr. Levent Köker devlet sistemimizdeki bazı paradoksların problemin çözümü önünde birer engel olarak durduğunu belirtti. Abant Platformu?nun düzenlediği ?Kürt Sorunu? konulu toplantıya konuşmacı olarak katılan Köker, ulus devlet yapımızın dayandığı temellerde çelişkilerin var olduğunu vurguladı.
Konuşmasına ?bir ulus devletin kendi içindeki bir kimliği tanıması zordur.? diyen Köker, ?çok kültürlülük ile devletin kamusal alanda görmek istediği tek kültürlülük birbiriyle uyuşmuyor.? vurgusunu yaptı. Bazı devletlerin bu sıkıntıyı aşabildiklerini ifade eden Köker 1920?lerden itibaren oluşturulmaya çalışılan ulus devlet yapısında bazı paradoksların geliştiğine dikkat çekti.
Halkın Müslüman olmasına rağmen laikliğin hakim kılınmaya çalışmasından, çok kültürlü bir toplumsal yapıya sahip olmamıza rağmen eğitim yoluyla tek dil politikasının uygulanmasını paradokslar olarak ifade eden Prof. Köker, dil politikasını da eleştirdi. Anadilde eğitim hakkında yaşanan sıkıntılara değinen Köker anayasal olarak anadilde eğitim sadece Türk dilinde yapılıyorsa, anadilin ne demek olduğu konusunda yaşanan paradoksu da ortadan kaldırmak gerektiğini vurguladı. Anadilin ?çocuğun çevresinde öğrendiği ilk dil?dir tanımlamasına dikkat çeken Köker ?ama kimi vatandaşlarımızın anadili Türkçe değil? dedi. Köker bu paradokstan bir an evvel kurtulmak gerektiğini vurgulayarak ?sanki devlet tek, ülke tüm, bir tek şefimiz eksik? dedi.
Bu sıkıntıları ancak bir zihniyet değişikliğiyle aşabileceğimize dikkat çeken Köker, ?öncelikle bunu toplumdan ziyade devletin bürokrasi kademesinde yapılması lazım.? dedi. Farklı kültürlerin tanınmasındaki en büyük engelin işte bu zihniyetteki değişikliğin olmamasını gösteren Köker ?Ulus devletin varlığını tek bir kültüre dayanarak sürdüremeyeceğini biliyoruz.? dedi.
Eğer gerçek anlamda demokrasiyi hakim kılmak istiyorsak anadilde eğitim hakkının bir kez daha gözden geçirilmesi ve açık bir şekilde belirtilmesi gerektiğini dile getiren Prof. Köker öncelikle bunu çözmek gerektiğine vurgu yaptı.
Dil ve diğer kültürel hakların toplumda ne kadar kullanılabildiği Abant?ın Kürt Sorunu toplantısında eleştirildi. Kürtlerin her şeye rağmen bu ülkede yaşamak için direndiklerinin fakat bir türlü çözümün bulunamadığı vurgulandı. Özellikle dil ve insan hakları konusunda görüşlerini dile getiren Hakkarili avukat Rojbin kişisel yaşantısından verdiği örneklerle duygusal bir hava oluşturdu.
?Daha ilk okuldayken benim yüreğim parçalandı? diyen Rojbin, ?Türk sınıf arkadaşlarımız doğal olarak başarılı idiler, biz ise onlara yetişmek için dilimizden ve kendimizden vaz geçmek zorundaydık.? dedi. Küçük yaşlarda evlerinin basıldığını ve eşyalarının nasıl görevlilerce dağıtıldığını anlatan Rojbin ?biz Kürt idik ve vardık? Dilimiz ve kültürümüz vardı.? ifadesiyle kendi kültürü ve hakim kültür arasındaki çekişmeye dikkat çekti. Bugün gelinen nokta itibariyle Kürtleri gittikçe Türkiye?den uzaklaştığına dikkat çeken Rojbin operasyonların Kürt çocuklarını bu ülke geleceğine dinamit koyar hale getirdiğinin altını çizdi. Hayatından kesitler verirken duygulu anlar yaşayan Rojbin ?Neruzlarda yaşadıklarımızı biz biliyoruz. Nezruzda polislerin kendilerine taş atan çocuklara ne muamele ettiklerini anlatamam sizlere.? dedi.
Kürtlerin hala bu ülkede yaşayabilmek için ciddi bir direnme gösterdiklerini hatırlatan Rofbin Başbakan?ın bölgeye yaptığı ziyeretin büyük umutları da beraberinde getirdiğine vurgu yapan Rojbin, ?halk Tayyip Erdoğan?ın ?geçmişte büyük hatalar yapıldı? demesini bile büyük bir umut olarak gördüler fakat arkası gelmedi.? eleştirisi yaptı. Rojbin İstanbul?da da olsa yaşanan kimi sıkıntıları ve kabul edilmeme halini İstanbul?da bir taksiye binip Hakkarili olduğunu söyleyince ?in arabadan? muamelesi gördüğünü esefle aktardı.
Katılımcıların birçoğu Rojbin?in bu görüşüne destek verirken söz alanlar oldu:
Muhammed Atar: Türkiye otoriter bir milliyetçilikten hızla uzaklaşmalıdır. Kürtler de şiddeti reddetmeli demokrasine inanmalıdırlar. Günümüzde bazı toplantı ve bildirilerde Kürtlerin kullandığı bazı kelime ve tabirlerden dolayı suçlanıyor, mahkeme ediliyorlar. Fakat bu kelimelerin tarihi birer gerçekliği var. Eğer bir modelden bahsedeceksek, kesinlikle demokratik ve özgür bir ortam şart. Bu ortam yoksa doğru bir model de çıkmaz.
Mehmet Metiner: Çözüm aranıyorsa her birimizin dilimize dikkat etmemiz lazım. Çözümün bir dili olmak zorundadır. Eğer bu toplantıdan bir çözüm çıksın istiyorsanız konuşma ve ifadelerde bir dil bir üslup bulmak zorundayız. Yaşanmış tecrübeler ve acı deyimlerin varlığı bir çözüme gidilebileceğini gösteriyor.
Bejan Matur: Biz burada hepimiz Türkçe konuşuyoruz ama Türkçe konuşuyoruz. Irak?taki halklar Kürtçeyi de diğer dilleri de Saddam?a rağmen biliyorlardı ve çok kültürlülük korunabilmişti. Ama biz böyle bir imkandan mahrumuz.
Bu insanların kendi dilleri önündeki engellerin açılması nasıl sağlanabilir? Var olan sistem bunu sağlayamıyor ama düşünmek lazım. Bugün mahkumların bile aile yakınlarıyla konuşamama sıkıntısını aşamadık. Temelde dinin sıkıntıları aşabileceği gibi bir reçete sunuldu. Ama din baskı altında tutulsa da kendini revize eden bir yapıya sahip. Fakat dil öyle değil.
İhsan Dağı: Kürt sorununu dillendirdiğimiz dönemlere baktığımızda son on yıldır tartıştığımız ortaya çıkıyor. Bu kadar kısa bir zaman zarfında bir an evvel çözüm bekliyoruz. Henüz yeteri kadar algılayamadığımız bir meseleye çözüm arıyoruz. Henüz insanlar kavramlar üzerinden suçlanıyor ve ceza görüyorsa demek hala meseleyi rahatlıkla tartışamıyoruz. Türkiye cumhuriyeti kendini kuran milli kültürlerin üzerinden bir silindir gibi geçti. Fakat geçemedi gibi ortaya çıktı ve bugün şimdi işte o kurucu kültür tekrar ortaya çıkmaya başlıyor. Bu yeniden hatırlamaya ihtiyacımız var. Çözüm ararken hemen ortaklıkları dile getiriyoruz. Bence farklılıklara değinmek gerekiyor. Şu an aktif olan çözüm devlet kardeşliği ile bu sıkıntıyı çözemezken bir de din kardeşliğiyle çözüm arıyoruz. Aslında aynı yolu izlediğimizin farkında değiliz.