Zaman gazetesindeki Sadık Yalsızuçanlar'ın yorumu..
Cem Karaca: 'Yâr Yâr' diyerek Allah'a yürüyen sanatçı
Çağımızın büyük bilgesi Bediüzzaman, 'O yâr ise her şey yardır, her yer yarar' demişti. Cem Karaca, ömrünün son yıllarını, gürül gürül çağlayan sesiyle, 'Allah yâr yâr! Allah yâr yâr!' diyerek geçirdi.
Türk usulü rock'ın, folk'tan beslenen protest ve gür sesli prensi, sert müziğin; toplumsal muhalefetin aktığı bir damar olarak türkünün modern zamanlar Dadaloğlu'su, bizim irfani geleneğimizin kılcal uçlarına doğru sızarak oradan olağanüstü bir ilahi devşirdi. 'İş başa döner' diyen doğru söylemiştir. Türkiye'nin makus talihini büyük oranda yenerek, ormanda bir patika açan 'küçük dev adam'ın, 141-142'nin paslı zincirlerini kırarak bize yeniden kazandırdığı bir değerdi Karaca. Bir yandan 'yeşil pop' adıyla marazlı bir sound'un arabesk kuyularında gezinenlere, bir yandan 'Batı'ya ait bir müziği ısrarla kendi topraklarının sesi sanarak dayatmaya çalışan ve giderek, Sivas'lının deyişiyle 'mezalim'e dönüşen 'resmi müzik'çilere, bir yandan ise, sosyalizmden yola çıkıp ortodoksi Kemalizme ve ulusalcılığa varan sığ ve kadük bir müzikal geleneğe bu işin nasıl yapılması gerektiğini gösterdi. Aynı zamanda birer musiki cenneti olan geleneksel dergâhlarımızdan artakalan birkaç sınırlı yerde icra edilmeye çalışılan, resmi kurumlarda ise, Kadim Yunan'dan tevarüs edilmiş 'koro' geleneği içerisine hapsedilen, tekdüze ve donuk bir icra geleneğinin çeperlerini çatlattı.
Bize ait olana şiddetle iştiyak duydu
Ermeni asıllı Toto Karaca ve Azeri asıllı tiyatrocu Mehmet Karaca'nın bu seçkin oğlu, müzikal sesleri açısından da, toplumsal ve ahlaki idealleri bakımından da bir Osmanlı evladıydı. Robert Koleji'nde, bir kızı etkilemek üzere başladığı şarkıcılık macerası, ölümüne değin zenginleşerek sürdü. İlhami Gençer'in desteklediği bu yüksek avazlı adam, başlangıçta popüler rock'n roll söylüyordu. Apaşlar deneyimi ve 'Altın Mikrofon', 'Resimdeki Gözyaşları'yla taçlanınca Karaca'nın o gür sesi daha da gürleşmeye başladı. Ve 1970'lerden itibaren Türkiye'nin müzikal yaşamına bir göktaşı gibi düşecek olan Moğollar'ın ardından, yıllar sonra söyleyeceği ilahinin kökeni olan Dervişan'ı kurdu Karaca.
Dervişan, derviş sözcüğünün çoğuludur ve onların bu münbit yurdu olan Anadolu, tarih boyunca yüz binlercesine gül bahçesi olmuştur. Onlar, 'başlangıçta sadece Allah vardı, onunla birlikte bir şey yoktu' diyerek, Sonsuz ve Mutlak Hakikat'i nihai düzeyde yani mutlak teklik düzeyinde idrak eden ihlas erleridir. Onların beslediği bu aziz toprağın sesleri arasında bize ait olana şiddetle iştiyak duyan bir sesti Karaca. Bu yüzden, sadece Allah'ın yâr olduğunu, O yâr olunca da herkesin yar olacağını söyleyerek gitti.
'O'nu tanıyan ve itaat eden zindanda dahi olsa saraydadır, O'nu tanımayan ve itaat etmeyen sarayda dahi olsa zindandadır, bedbahttır' diyen Bediüzzaman'ı bir kez daha doğruladı. Bu doğrulayış, bize, 'merhaba gençler ve her zaman genç kalanlar' üzerinden de yapılmıştı. Bu bir Yunus Emre deyişidir: 'Her dem yeni doğarız, bizden kim usanası...' Bu, 'dilsizler haberidir', ondan ancak 'kulaksızlar anlar.' Dilsiz kulaksız sözü ise anlamak için can gerekir...
Cem Karaca, yıllar sonra aynı topraktan yaratıldığı izlenimi veren bir gezgin müzisyen'in yol arkadaşlarına katıldı ve 'Kurtalan Ekspresi'nin vagonlarından birine atladı. O aslında lokomotifti, sesiyle, rindane tavrıyla, Melamileri hatırlatan umursamazlığıyla, şarkıları gırtlağıyla değil kalbiyle söylemesiyle, bir çekim merkeziydi.Özal ile yan yana durduğunda Lorel Hardi gibi görünüyorlardı ama bu asimetrik fotoğrafta, Türkiye'nin kendi asli ikliminin toplumsal taleplerini merkeze taşıyan milli iradeyle, bu toprakların özgür ve bereketli isyan ahlakının kusursuz uyumu yansıyordu. Çünkü bizler 'Hak dost' diyen dervişlerdik bir zamanlar. Bu büyük sırra yeniden erdiğimizde tezgâhımıza kurulan türlü oyunları bozabiliyorduk. Cem Karaca, bize bildiğimizi sandığımız o gizli gerçeği yeniden haykırdı: 'Bu can emanet bu bedene/ onunda sararlar kefene' O halde, 'Allah yâr yâr! Allah yâr yâr! Allah yâr!'
Hayatının son yıllarında hep 'Bir'e çağırdı
Bir başka daralma berzahından geçtiğimiz bu kritik süreçte bize sonsuz bir yolun imkânlarını açması bakımından tekrar hatırlanması gereken sırdır. Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Ermeni, Müslüman, başörtülü, başörtüsüz, laikçi, mütedeyyin, o partili bu partili... Herkesin kalbi, sonuçta bu geçici yaşamda, kendine ve ötekine acı vermeden yaşamanın özlemiyle çarpmaktadır. Madem böyledir, o halde, 'cümle varlığın birliği ve kardeşliği' demek olan varlığın birliğine dönmek, o cihanşümul ilkenin çevresinde ateşe koşan pervaneler gibi toplanmak gerekir. Çünkü, Karaca'nın dediği gibi, 'Yol bir akıl bir bak da göresin / Sen korkma sakın Rabb'in sana yakın'dır. Evet, biz ondan belki nihayetsiz uzağız, ama O bize şahdamarımızdan yakındır. Bu, uzağın yakınlığı, yakının uzaklığı paradoksundan gelen bir haberdir. Bunu bize sesi kadim zamanların nidacıları gibi gelen Cem Karaca anlatabilir. Gerçi, 'üç var yedi var kırk vardır/altıbinaltıyüzaltmışaltı inen vardır' ama, bütün bunlar Bir'den gelmektedir ve Bir'e dönmektedir.
2004'ün 8 Şubat'ında ahirete göçen Karaca, bizi yaşamının son yıllarında hep Bir'e çağırdı ve 'O'ndan başka ilah yoktur/Muhammed sevgilimdir' diye diye Cemal'e yürüyen Cemil Meriç gibi, asıl sevgilinin kim olduğunu hatırlattı. Onun yaşamını zehre çeviren o saçmasapan yasaların zincirini Özal parçalamıştı. O da, kendisine uzanan bu iyi niyetli eli, Osmanlı'nın barış dolu hatırasından uzanan bir el olarak öpüp başına koydu ve şerefini artırdı. Çünkü biliyordu ki hayat sevgiden doğmuştur, korkudan değil.
Aslolan Cemal'dir, güzellik, iyilik ve gerçekliktir. Kötülük, çirkinlik, şer hep şeytanın dolap hileleridir, ayak oyunlarıdır ve tuzaklarıdır. Yüzyılın en kanlı trajedisine kurban giden bir kanaat önderinin sehpaya giderken söylediği sözü hatırlıyorum. Şöyle demişti, başına cellat ipi geçirirken, 'ben sizin dolap ve hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert oldu. Ben de size boyun eğmedim, bu da size dert olsun'
Artık bu kâbuslar geride kaldı, Türkiye, şu an içine çekilmeye çalışıldığı bu kaotik kuyuya asla düşmeyecek ve toplumsal, hukuki, siyasi ve ahlaki kazanımlarını asla berheva etmeyecektir. Merhum Karaca'nın o coşkulu sesiyle söylemenin vaktidir: 'Sürerim buluttan tarlaları / Yağmurlar ekerim göğün göğsüne / Güneşte demlerim senin çayını / Yüreğimden süzer öyle veririm / Ben feleğin şu çarkına çomak sokarım / Ben feleğin tekerine çomak sokarım / Yeter ki ıslak ıslak bakma öyle'
SADIK YALSIZUÇANLAR
Zaman