Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Başsavcı Yalçınkaya ilk kez konuştu

Abdurrahman Yalçınkaya, 'Davadan ve iddianameden eşimin bile haberi yoktu. O da sizler gibi televizyonlardan öğrendi'

18 Yıl Önce Güncellendi

2008-03-29 10:56:00

Başsavcı Yalçınkaya ilk kez konuştu

Hazırladığı AK Parti'yi kapatmaya ilişkin iddianame ile tüm gözlerin üzerine çevrildiği Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, 'Davadan ve iddianameden eşimin bile haberi yoktu. O da sizler gibi televizyonlardan öğrendi' dedi.

Davanın açılmasından sonra belki de ilk kez konuşan Yalçınkaya ile Referans Gazetesi Muhabiri Nuray Başaran aslında 'of the record' bir görüşme yaptı. 1 saat 15 dakika süren görüşmenin bazı bölümleri şöyle:

Röportaj: Nuray Başaran

Davanın açılmasından sonra belki de ilk kez konuşan Yalçınkaya ile aslında 'of the record' bir görüşme yaptım. 1 saat 15 dakika süren görüşmenin bazı bölümlerini ve izlenimlerimi yazacağım. Bu nedenle de tamamı 'off the record' olan görüşmeden izlenim yazmanın da zorluğunu elbette takdir edersiniz. Yazımın başındaki eşi ile ilgili bölüm için ise zorlukla da olsa izin alabildim.

Başsavcı Abdurrahman Yalçınkaya'yı kapatma davasının hemen ertesi günü telefonla aramıştım. Özel kalemi haliyle, 'Nuray Hanım biliyorsunuz bugünlerde başsavcımız hiç bir basın mensubu ile görüşmeyi uygun bulmuyor. Sizinle de özel diyaloğunu biliyoruz ama eğer randevu veremezsek kusura bakmayın' dediler. Ben de Başsavcım ile olan iyi diyaloğuma güvenerek kendisinin kahvesini içmeye geleceğimi, elbette bugünlerdeki hassasiyetini anladığımı söyledim.
Doğrusu bu nezaket aynı şekilde devam etti. Ertesi günü sabah saatlerinde bizzat kendisi beni aradı. Ve bu durumu o da dile getirdi. Ama yine de bana randevu vereceğini de söyledi. Önce iki gün sonraya randevu verdi. Ardından özel kalemi görüşmemizi dün yani 28 Mart saat 13.15'e aldı.
 
Türbanlı memure beni karşıladı
Saat tam 13.00'te Yargıtay Başsavcılığı'ndaydım güvenliğe misafir olarak adım bırakıldığı için hemen özel kaleme çıkarıldım. Beni son günlerde kamuoyunda kullandığı türban nedeniyle gündeme oturan özel kalem müdiresi N. Hanım karşıladı. Giyimi çok moderndi. Kahverengi pantolon, kahverengi tişört ve üzerinde de elde örülmüş açık kahve renkte bir tunik ve saçları arkadan toplanmış 'at kuyruğu' modeliydi. Dediğim gibi, Yalçınkaya başta olmak üzere A'dan Z'ye nezaket kokuyor Yargıtay Başsavlığının her köşesi. Başsavcı Yalçınkaya'nın yemekten dönmek üzere olduğunu söyleyip, beni hemen odasına aldılar. N.Hanım'ı görür görmez hatırlamıştım. Çünkü bu kişi Başsavcı Yalçınkaya'nın göreve başladığında ilk ziyaret ettiğim gün kendisiyle birlikte bizim resimimizi çeken kişiydi.
Derken Yalçınkaya odaya geldi. Elbette ilk söylediği, tüm görüşmenin dost sohbeti olduğuydu. Önce kendisine ne kadar zamanım olduğunu sordum. 'Yeterince var. Rahat olun' dedi. Dedim ya, Abdurrahman Yaçınkaya ile görüşürken kendinizi misafir gibi hissetmiyor, bir yakınınızla konuşuyor hissine kapılıyorsunuz. Öncelikle belirtmek isterim ki şimdi yazacağım herşey sohbetten edindiğim izlenimden ibarettir. Yazımın başındaki eşine ve iddianamenin kimsede olmasının mümkün olmadığına ilişkin kısım ise sohbetin sonunda özellikle izin aldığım bölümdür. Bu konuda da kendisini zor ikna ettiğimi söyleyebilirim. Tabii sayfada yayınlanan resmimiz ile ilgili de ikna süreci zor oldu diyebilirim.
 
Çiçeklerin çokluğu dikkat çekici
Tanıdığım Yalçınkaya'dan yola çıkınca, bir defa eskiye göre daha suskun olmayı tercih ediyordu. Odada çiçeklerin çokluğu dikkatimi çekti. Hepsi de daha dipdiri olduğu için bir çoğunun davadan sonra gelen tebrik çiçekleri olduğunu hissettim. Doğrusu odadaki çiçek sayısı mobilyaları görünmez kılıyordu. Yalçınkaya sık sık, artık iddianameyi bıraktığını ve başka konularda uğraştığını, belirtip, 'O kamuya ait. Bundan sonrası benim değil' vurgusu yaptı. Ayrıca titizliği yargıdaki bir davaya müdahale etmek istemiyordu. O'nun görevi bu iddianameyi hazırlamaktan ibaretti. Bunu da ona yasalar sorumluluk olarak vermişti.
 
AK Parti türban uyarısına kulak verse dava olmayacaktı
Sonra söz iddianame ve kapatma davasının ardından, Türkiye'nin bir anda nasıl kaos yaşadığı ve son birkaç gündür başta Türk Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) ve sivil toplum kuruluşları (STK), ardından da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün parti liderleriyle gerilimi durdurma amaçlı olan açılımlarına geldi. Yalçınkaya'dan edindiğim izlenim, bundan sonra süreç sakin geçecek. Yargıya intikal eden bir konu. Ve yargı bu konuda kararını verecek. Ve bu süreçte kendisi hiç konuşmayacak. Yeni bir dalgalanma ya da yeni heyecanlara da bu çerçevede yer yok. Hatta ekonomik dalgalanma bile olması çok düşük ihtimal. Elbette iddianame daha çon gazete haberlerine dayanıyor ama bu da hukuken yasal. Ancak eğer bu sürede gerçekten Raportör Osman Can'ın raporunda yer aldığı iddia edildiği gibi, bazı gazete haberlerinin daha sonra yayınlanan ve gözden kaçan tekzipleri varsa, bunlar yargı süresince değerlenecek.
Bir ara söz Abdurrahman Yalçınkaya'nın 17 Ocak 2008 tarihinde türban ile ilgili Anayasa'nın 10. ve 42. maddelerinin değişikliğine ilişkin çalışma nedeniyle yaptığı açıklamaya geldi. Bizim medya olarak çok sert bulduğumuz o açıklama, Yalçınkaya'ya göre 'çok samimi'ydi. Edindiğim izlenim, eğer o samimi açıklamadan sonra hükümet ya da AK Parti geri adım atsa, ya da bu konudaki çalışmasını durdurabilseydi belki bugün bu kapatma davası ile karşılaşmayacaktık.
 
Siyasi yasak Gül'ün cumhurbaşkanlığını etkilemez
Kuşkusuz bu iddianamenin bir başka önemli yanı ilk kez bir cumhurbaşkanının da iddianamede yer alması. Dolayısıyla da son zamanlarda, bu konu bir çok hukukçunun gündeminde. Ve kafalar da çok karışık. Sanırım Abdullah Gül'ün siyaseten yasaklanması, sadece siyaset yapamama durumuna neden olduğu için cumhurbaşkanlığı görevini etkilemeyecek. Gül, cumhurbaşkanı olarak görevini yapmaya devam edebilecek. Ancak bu sürede tabii ki toplumda 'herkesin ve her kesimin cumhurbaşkanı olma' âlgısını yükseltmesi gerekecek. Sadece eğer parti kapatılırsa ve siyasi cezası nedeniyle partinin başına geçemeyecek. Cezanın 5 yıl olması halinde, görev süresi bittiğinde cezasının biteceği de varsayılırsa, yeniden cumhurbaşkanı seçilmesinin bile önünde engel yok
 
Şu anda ek iddianame yok ama gelişmeler değerlendirilecek
Öte yandan son zamanlarda dillendirilen, özelllikle kapatma davasının ardından AK Partililerin konuşmalarına ilişkin bir değerlendirme olarak kamuoyunda çok konuşulan, ek bir iddianamenin olmadığı izlenimini edindim. Tabii bu şu an için yok. Bundan sonra olmayacağı anlamına gelmiyor.
 
40 civarında milletvekiline siyasi yasak gelebilir
Bilindiği gibi iddianamede başta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın da aralarında bulunduğu 71 kişinin siyaseten yasaklanmasına ilişkin talep de yer alıyor. Tabii ki bu 71 kişi, kendilerini tek tek savunma hakkına ve hukuken böyle bir duruma sahip değiller. Parti ve partinin üyelerini parti adına savunma yapacak kişiler savunabilecek. Bu çerçevede özellikle raportör'ün raporunda belirttiği iddia edildiği gibi, bazı gazete haberlerine, ilgili şahıslar daha sonra tekzip göndermiş ya da kendilerini bir şekilde aklamışlarsa, bunlar da kanıtlanabilirse, bu yasağı mahkeme düşürebilecek. Ama en az 40 milletvekilinin bu kapsama girmesi zor görünüyor.
 
İddianame Yargıtay'da görevli 3 savcı ile hazırlandı
İddianame özel olarak üstünde oturulup çalışılmış veya özel hazırlatılmış bir rapor değil. Bu tür iddianameler kamu adına zaten Yargıtay Başsavcılığının siyasi partileri izleme görevi noktasında sürekli olarak yapılan bir çalışmanın ürünü. Ancak buna karşılık çok dar, Yargıtay'da görevli Yalçınkaya'nın çok güvendiği üç savcı tarafından son şekli verilmiş ve bir çok belge, bilgi ve ihbara dayalı.
 
Venedik kriterleri
Ayrıca edindiğim bir başka izlenim AK Parti'nin üzerinde çalıştığı 'Venedik Kriterleri' iddianameye göre zaten AK Parti'nin bu kriterlerin çiğnediği yönünde. Dava sürerken böyle bir yasa bu bölümü de kadük hale getirir mi buna Anayasa Mahkemesi karar verecek.
 
 
 
Başsavcı'nın 17 Ocak tarihli türban uyarısı
 
Cumhuriyet'in temel ilkelerini, 85 yıllık kazanımlarını yok saymak, özgürlüğü çağdaşlaşma yerine dini esaslar çerçevesinde ele alarak etnik gruplara, mezheplere, ırkçılara haklar vermek olarak görmenin ve tartışmanın ülkeye yarar getirmeyeceği halkı önce bilinçlendirmeye, ayrıştırmaya sonra da çatışmaya götüreceği açıktır.
Siyasi partilerin; cumhuriyetin laiklik niteliğinin değiştirilmesi amacını güdemeyecekleri gibi bu amaca yönelik faaliyetlerde, beyanlarda bulunamayacakları, bu kuralı göz ardı etmenin laiklik ilkesinin korunmasını imkansız kılacağını keyfiliğe yol açacağını, devletin sosyal veya ekonomik veya siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa dini esas ve inançlara uydurmak amacıyla veya siyasi amaçla veya siyasi menfaat temin ve tesis eylemek maksadıyla dini veya dini hissiyatı veya dince kutsal tanınan hususları alet ederek propaganda konusu yapamayacakları, istismar edemeyecekleri kötüye kullanamayacakları, aksine faaliyet ve beyanların din ve dince kutsal sayılan şeylerin istismarı sayılacağını, Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde milli veya dini kültür veya mezhep veya ırk veya dil farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri süremeyecekleri, Türk dilinden veya kültüründen başka dil ve kültürleri korumak geliştirmek veya yaymak yoluyla ülke üzerinde azınlıklar yaratarak millet bütünlüğünün bozulması amacını, bölünmez bir bütün olan ülkede, bölgecilik veya ırkçılık maksadını, Türkiye Cumhuriyeti'nin dayandığı devletin tekliği ilkesini değiştirmek amacını, güdemeyecekleri bu yolda faaliyetlerde bulunamayacakları, bu kuralları görmezlikten gelmenin azınlık yaratılmasını ve devletin tekliği ilkelerini zayıflatacağı, dil, ırk, din ve mezhep ayrımı yaratmak bu kavram ve görüşlere dayanan bir devlet düzeni kurmak amacını güdemeyecekleri, bölge, ırk, belli kişi, aile, zümre veya cemaat, din, mezhep veya tarikat esaslarına dayanamayacakları, diğer halde demokratik devlet düzeninin korunmasının olanaksız olacağı, Anayasa'da yer alan hak ve hürriyetlerin devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamayacağı,anayasa ve yasalarda hüküm altına alınmış, ayrıca yaptırımları gösterilmiştir.
Millet iradesiyle kurulan yasa koyucunun, ülke ile millet bütünlüğünün bozulmasını önlemek amacıyla toplumun huzuru, milli dayanışma için, her türlü kuşkudan uzak düzenli bir yaşam ortamını sağlamak maksadıyla bu hükümleri ve yaptırımları saptamıştır.
Bağımsız ve egemen olan her devletin, partiler üstü olan bir devlet politikası vardır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin devlet politikası, işgal güçlerinin yurttan çıkarılıp, Lozan Anlaşması sonucu ülke sınırlarının yeniden belirlenmesi ve kurucu devlet ve kurucu meclis tarafından yapılan 1924 Anayasası ile belirlenmiştir. 1982 Anayasası ile de anılan devlet politikası değiştirilemez hükümleri de konulmak suretiyle koruma altına alınarak başlangıç hükümleri ve ilk dört madde açıklanmıştır. Cumhuriyet yönetiminin ilkesi olan halkın egemenliği kuralı gereği de halk oyu ile kabul edilmiştir. Cumhuriyetin temel ilkelerini, 85 yıllık kazanımlarını yok saymak, özgürlüğü çağdaşlaşma yerine dini esaslar çerçevesinde ele alarak etnik gruplara, mezheplere, ırkçılara haklar vermek olarak görmenin ve tartışmanın ülkeye yarar getirmeyeceği halkı önce bilinçlendirmeye, ayrıştırmaya sonra da çatışmaya götüreceği açıktır.
Eğitim ve öğretim kurumlarında bazı giysilerin kullanılmasının özgürlük sayılıp, özgürlükler içine alınmasının, mezheplerin, cemaatlerin ırkçı örgütlerin ayrılıkçı güçlerin sembollerini rahatça kullanacakları, yayacakları, eğitim görenleri örgütleyerek huzursuzluğa, saflara ayıracağı, eğitim ve öğretim kurumlarının yukarıda sayılan etkin örgütlerin alanı haline getireceği, laik ve üniter yapıya aykırı bir faaliyet alanına dönüştüreceği yüce milletimiz ve ülke ile milletin koruyucusu olan yasalar önünde sorumluluğun anayasa ve yasalar gereği bu yönde beyan ve faaliyetlerde bulunan siyasi partilere ait olacağı gözden kaçırılmamalıdır. Siyasi partiler; mevzuatın veya yasal ve anayasal yapının değiştirilmesi konusunda girişimde bulunurken önerilen kuralların ve buna ulaşmadaki faaliyetlerin her bakımdan yasal ve demokratik olmasına dikkat etmelidir. Önerilecek değişikliğin kendisi temel demokratik prensiplerle Anayasa'da belirtilen insan hakları ile, Atatürk milliyetçiliği ile laik ve sosyal hukuk devleti ile bağdaşmalıdır. Demokrasinin bir veya birçok kuralına uymayan veya cumhuriyetin temel ilkelerinden olan laik ve üniter yapıyı, demokrasiyi yok etmeyi amaçlayan ve de demokrasinin tanıdığı hak ve özgürlükleri yasadışı yorumlarla tarif ederek oluşturulan siyasi projeleri öne süremeyecekleri, bu nitelikteki beyan ve eylemlerin gerek iç hukuk gerekse de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi korumasından yararlanamayacağı gözetilmelidir.
 
Referans
 
 

Haber Ara