İslam dünyasına baktığımızda önümüzde nasıl bir tablo beliriyor? Uluslararası siyasi eksenlerin itip kaktığı, güvenlik ve siyasetle ilgili sorunlar yağmuruna tutulan bir İslam dünyası görüyoruz. Filistin'de yürüttüğü Yahudileştirme ve tehdit siyasetinin yanı sıra çocuklar da dahil sivilleri öldürmekte tereddüt etmeyen İsrail'in katliamları birbiri ardına geliyor. Ardından düşmanın başbakanı dünyaya meydan okuyor, Gazze ablukasını kaldırıp öldürme operasyonlarını durdurmasını isteyen AB ülkelerine mesaj göndererek, 'Gazze'yi bombaladığımız için kimseden özür dilemeyiz' diyor.
ABD dışişleri bakanlığı sözcüsüyse, 'İsrail'in kendini savunma hakkı vardır' diyerek önceki Amerikan sözcüklerini tekrarlamaktan başka bir şey yapamıyor. Tüm bunların yanı sıra, Filistinliler arasında diyalog ve uzlaşı çağrıları hâlâ ABD ve İsrail'in çıkmaz duvarına çarpıyor ve bizler, Arap ve bazı Filistinli çevrelerin de niyetinin bu yönde olduğunu ifade etmekten endişe duyuyoruz.
Sarsıntı Sudan'a kadar uzandı
Irak'taysa, 'tekfirci'ler sivilleri ve özellikle de İmam Hüseyin'in ziyaretçilerini hedef alıyor. Böylelikle, işgalin güvenliğini temsil eden 'mezhepçi fitne üretimi'ne yeniden girişiyorlar. ABD'yi sıkıntıya düşüren ve NATO ülkelerinden şefkat beklenen Afganistan'da, şiddet değirmeni güvenlik ve siyaset sarsıntısını sürdürmek amacıyla Pakistan'a da uzanarak daha fazla kurban öğütüyor. Sarsıntı Pakistan'dan, Somali ve Darfur'un en belirgin 'Afrika durağı' olmasını isteyenlerin oyununda çekim merkezi olan Sudan'a uzanmakta.
Büyük enerji kaynaklarına ve zenginliklere rağmen işsizlik oranının en yüksek düzeylere çıktığı, yoksulluğun tehlikeli boyutlarda arttığı, okur-yazar oranının düştüğü Arap ve İslam dünyasına bakınca soruyoruz: Bu yöneticiler bu ümmeti nereye getirdi? Niçin şiddetin, hurafenin ve cehaletin bütün çeşitleriyle ağırlaştırılmış, bitkin ve ihmalkâr bir ümmet olarak kalmamız isteniyor? Bütün bu yıkımın karşısında, bilinçli ve öncü gruplar olarak, kendini ve bütün insanlığı koruma çabası içinde öncü rolüne dönmek amacıyla, ümmet içindeki değişim, dengeleri yeniden kurma ve meydana dönüş hareketini yönetmek için çalışmalıyız.
Diğer yandan, ikili Arap buluşmalarının, Filistin, Irak ve Lübnan
gibi Arap sorunlarının çözümü konusunda hiçbir etkinliğe sahip olmayan sisli ve bulanık başlıklarla hareket ettiğini gözlemliyoruz. Hatta bu buluşmalar bir yandan dikkatli davranma mesajı veriyor, diğer yandan da Arap acziyetini en belirgin şekliyle temsil ediyor.
Üzerinde durulması gereken bir konu var: Bu ikili buluşmaları yöneten bazı kişiler, Lübnan krizindeki belirli bir grubu temsil ediyor ve diğer tarafın sunduğu tezleri incelemeksizin krizin sürmesinin sorumluluğunu diğer gruba yüklemeye çalışıyor. Böylelikle, sorun karşılıklı suçlamalar çerçevesinde kalıyor. Bu noktadan hareketle, Lübnan'daki bazı şartları ve özellikle de İsrail'e karşı direnişi çözümsüz kılmak isteyen uluslararası çevrelerin var olduğunu anlıyoruz. Oysa Arap söyleminin İsrail açısından, Filistin halkına yönelik saldırının tehlikesine dikkat çekme noktasında hiçbir ciddiyet taşımayan, 'tüketici bir söylem'den ibaret olduğu herkesin malumu. Bunun yanı sıra Arap söylemi, Filistinliler arasındaki bölünmüşlüğü derinleştirmeyi ve 'Batı Şeria ayrı, Gazze ayrı' gibi bir 'gerçeklik' oluşturmayı amaçlayan İsrail çabasıyla mücadelede, Filistinlileri birleştirmek için hiçbir ciddi çaba göstermiş değil.
Lübnanlı liderler yetkin değil
Diğer yandan, Lübnan sorununu çözmede kendini gösteren Arap girişimi, ölü doğduğu için Lübnanlıları aldatıyor. Zira bu girişim, İsrail'le yaşanan temmuz savaşı sonrasında, Lübnanlılar arasında ve özellikle de ulusal birlik hükümeti konusunda yaşanan sorun-ları çözecek açık çizgilerle hareket etmedi. Bazıları, birlik hükümetinin çoğulcu demok-rasi değil, 'uzlaşmacı demokrasi'ye dayanan bir ülkede gerçekçi katılımı yansıtması gerektiğini ifade ediyor. Seçim yasası ve diğer konulara dair Arap söylemiyse, tepeden geldi ve krizin köklerine ulaşmadı. Böylece girişim başarısız olup temel konularda ilerleme sağlamaktan aciz kaldı.
Lübnan krizinin, çözüme dair sorumluluk alacak Lübnan liderlerinin bulunmamasın-dan kaynaklandığını düşünüyoruz. Hatta, krizi kendi siyasi, ekonomik ve askeri çıkarlarının gerektirdiği temele yönlendir-meye çalışan uluslararası güçler olduğunu düşünüyoruz.
MUHAMMED HÜSEYİN FADLALLAH: Bahreyn gazetesi Vasat, Hizbullah'ın ruhani lideri, 7 Mart 2008
Kaynak: Radikal