Dünya Başörtüsü Günü dolayısıyla Tunus Nahda (Diriliş) Hareketi Başkanı Raşid Gannuşi?nin yaptığı konuşma:
Rahman ve Rahim olan Allah?ın adıyla
Batılı yaşam tarzından etkilenerek başörtüsüne karşı savaşanlarla kişi hak ve hürriyeti prensibinden ya da Kur?an ve Sünette geçen kesin naslardan, bu konudaki müfessir fıkıhçıların icma etmesinden ve tarih boyunca tüm islam coğrafyasında erkekle kadın arasında avret konusunda farklılıklar olmasına, erkekte en az ?iki sevat arası? kadınlardaysa fıkıhçıların çoğunluğuna göre yüz ve el hariç tüm bedenin örtünmesini ifade eden islami bir uygulama olarak takbik edilen dini bir esastan yola çıkarak başörtüsünü savunanlar arasındaki savaş ilk başta garip gelebilir. Batı işgaline maruz kalmadan tüm farklılığına ve uzunluğuna rağmen islam dünyasının tarihinde böyle bir savaşa şahit olmadık. Türkiye ve Tunus gibi bu işgalden çok etkilenen bölgeler hariç bu savaşa dair bir iz yoktu. Bu kapsamlı savaşın kaynağı batı olabilir, çünkü olay farklı kültür tarzları arasında gelişen, insanlar arasında olması doğal hatta sağlıklı bir diyalog olan fikir tartışmasının çok ötesine geçti. Çünkü devlet cebri yöntemlerini devreye sokarak olayın bir tarafı haline geldi. Batılı yaşam tarzı dışında bir tarzı kabul etmeyerek, bu tarza muhalif olanları da eğitim, resmi görev, hastanede tedavi hatta sokakta dolaşma gibi doğal olan ve vatandaşın yararlanması gereken haklarından mahrum bırakma noktasına kadar getirildi.
Burada sorulması gereken ilginç soru şu: Bunu neden yapıyorlar? Erkek olsun kadın olsun bir devletin kamu güvenliğine zarar vermediği ya da hayâ sınırlarını zorlamadığı müddetçe vatandaşının dış görünüşüyle, sakalını ya da bıyığını kesmiş ya da uzatmış, kısa ya da uzun elbise giymiş karışması doğru mu? Allah?a hamdolsun ki Nazi ve Komünist devletin yıkılmasından sonra çok marjinal ve fanatik örnekler dışında bu tarz müdahaleci devletlerin sayısı azalmış, insanların sakallarını uzatmaları, ya da uzun elbise giymeleri ya da başlarını kapatmaları belirli siyasi bir partinin simgesi gerekçesiyle müdahale etmekten başka bir bahaneleri kalmamıştır. Bu gerekçe doğru olsa bile devletin vatandaşın özeline müdahelesini gerektirmez. Kaldı ki bu gerekçe doğru değildir. Endonezya?dan Fas?a kadar tüm islam ülkelerinde hiç kimse, bir erkeğin sakalıyla bir kadının kıyafetinden, gücü ne olursa olsun belli bir partiye mensup olup olmadığını kesin olarak belirleyemez. Örneğin Suriye gibi bir ülkede her beş kadından dördü tesettürlüdür. Bu iddiaya göre en büyük parti Müslüman Kardeşler hareketi olmalıydı. Hâlbuki bu partiye mensup kişilerin idamını öngören kanun hala ayakta olup uygulanmaktadır. Hiç kimse Körfez ülkelerinde ve Mısır?daki tesettürlü bayanların, az bir kısmı hariç belli bir partiye mensup olduklarını iddia edemez. ?Muhafazakâr? olarak nitelendirilen birçok ülkede yapılan seçimlerde islami cemaatlerin oyların ancak beşte birini aldıklarını görüyoruz. Örneğin Tunus?ta dibe batmış İslami hareketten hiç kimse son yıllarda artan namaz, örtünme ve dindarlaşma belirtilerine bakarak Nahda hareketine büyük bir ilgi ve yöneliş olduğunu iddia edemez. Bunun bir kanıtı yoktur, bu genişleme ve çeşitlilik olayı herhangi bir siyasi partiye mal edilmesi mantıksızlıktır. Bu olay tamamen kendiliğinde gelişmekte olup ve farklılıklar arz etmektedir. Bunun başta gelen nedenleri arasında uydu üzerinden yayın yapan ve farklı yayın politikası olan kanalların İslam dünyasını kasıp kavuran farklı dini programlar vardır. Bu Namaz, oruç, hac, umre, giyim-kuşam ve ilişkilerde batılı yaşam tarzından kaçınma olarak kendini gösteren dindarlaşmanın arkasında tek bir siyasi parti vardır gibi komplocu yorumlara yer bırakmamaktadır.
Allah?ın kullarına musallat olmuş İslamofobia kâbusuyla yatıp kalkan diktatörlerin görmek istemedikleri gerçek şudur: onlar ister istesin ister istemesin İslam geri dönüyor. Ayrıca İslam tek bir partiye ya da devlete ait olmayacak kadar büyüktür, çünkü o Allah?ın dinidir. İslam tüm diktatörler ve tüm diktatörlük türlerine karşı kapsamlı bir kurtuluş devrimidir. Şunu haykırmak istiyorum: ?Dinde zorlama yoktur?. Hayatta en değerli şey olmasına ve İki cihanın saadetinin yolu olmasına rağmen İslam özgür iradeye saygısından dolayı dinde zorlamayı yasaklamıştır. Peki devletin kaba gücünü kullanarak laikliğe zorlamak caiz midir? Diktatörlerin özgürlüğe ve adalete savaş açması, İslam?a, insanlığın ulaştığı ve övündüğü özgürlük ve insan hakları gibi tüm değerlere karşı savaşması pahasına? Hayır! Tunus?ta sahte modernizm ve laik dinsiz rejimin yapmaya çalıştığı ve kamusal alanı çoktan aşan uygulama, seçimlerde hile yapmak, kamu mallarını yağmalamak, basını kontrol altına alıp sindirmek, özgürlükleri kırpmak, toplum kurumlarını parçalayıp kontrol altına almak, pis burnunu özel alana sokmak, erkeklerin sakal tıraşlarının derecesinden, kadının örtüsünün boynuna iğneli olup olmadığından rahatsız olacak kadar, kadınların başındaki örtünün izin verilen türden olup olmadığını kontrol edecek kadar ileri gittiler. Bu vatandaşın onurundan, başını örtmek isteyen kadının özgürlüğünden ve inancından önce kontrol eden devletin polisine hakarettir.
Başörtüsüne ve sakala karşı savaş diktatörlüğün bir parçası ve ne denli yayıldığının, iktidarın iflasın eşiğine geldiğinin, her geçen gün daha fazla kimliğine, özgürlüğüne, dini ve kültürel bir ifade olarak başörtüsüne sahip çıkan bir toplum karşısında verdiği savaşta ayakta kalmak için son bir koz olarak daha fazla zülme yöneldiğinin açık bir göstergesidir. Bu savaşta, bu İslam ve özgürlük savaşında zafere ulaşmanın yolu, sebat etmek, direnmek ve çıkış noktası ne olursa olsun kızlarına ve erkeklerine özgür vatanlar bırakmak isteyen özgürlükçülerin saflarını birleştirmesinden başka yol yoktur: ?Sabret, senin sabrın ancak Allah?la olur, onlar için üzülme, kurdukları tuzaklara karşı bir bir sıkıntıya girme, Allah korkup sakınanlar ve muhsinlerle birliktedir.? Nahl Sûresi.
Bu makale Mehmet S. Direk tarafından TIMETURK için tercüme edilmiştir.
İlgili haber için tıklayın:
Uluslararası ?Başörtüsü Kampanyası? başlatıldı