Dolar

32,4433

Euro

34,7635

Altın

2.440,99

Bist

9.915,62

Radikal örgütlerden ılımlı İslam'a Suudi Arabistan

Timetürk Yazarı Cuma Obuz, son zamanlarda çokça gündemde olan Suudi Arabistan’ın örgütlere verdiği desteği ve nedenlerini kaleme aldı.

6 Yıl Önce Güncellendi

2018-11-21 10:20:15

Radikal örgütlerden ılımlı İslam'a Suudi Arabistan

Cemal Kaşıkçı cinayetinin ardından birçok kesimden eleştiri alan Suudi Arabistan yönetiminin politikalarından biri de örgütlere destek vermek. Timetürk Yazarı Cuma Obuz konuyla ilgili yazısında, “Daha önce 11 Eylül saldırıları da dahil El Kaide'ye destek veren Suudi yönetimi Arap Baharı sürecinde de başta IŞİD olmak üzere yerel birçok örgüte destek vermekten geri durmadı” ifadelerini kullandı.

Timetürk Yazarı Cuma Obuz'un yazısının tamamı:

RADİKAL ÖRGÜTLERDEN ILIMLI İSLAM'A SUUDİ ARABİSTAN

2016 yılında Financial Times'te yayınlanan bir raporda dönemin ABD Dışişleri Bakanı John Kerry'nin itiraf niteliği taşıyan ifadeleri Suudi Arabistan'ın IŞİD ve El Kaide'yi nasıl desteklediğini ortaya koyuyordu.

Bu çıkarım çok garipsenmeyecektir. Çünkü Suudi Arabistan'ın Ortadoğu'da birçok örgütü desteklediği ve İran ile olan güç mücadelesinde kullandığı bilinen bir gerçek. Fakat özellikle Arap Baharı sürecinden sonra Suudi Arabistan'ın sürekli politika değiştirerek Ortadoğu'da daha aktif bir rol almaya başlamış olması analiz edilmesi gereken bir konu…

Tunus'ta başlayan ve bir süre sonra ucu bucağı görünmez hale gelen Arap Baharı sürecinde Ortadoğu'da kartlar yeniden dağıtılmış ve güç dengeleri yeniden şekillenmişti. Bu güç dengelerinde başta en popüler ülke Türkiye olsa da özellikle Suriye'de yaşanan süreç bu popülerliğe ket vurdu diyebiliriz.

Çünkü bölgede gerçekleşen hızlı değişimler hem İran'ı hem de küresel anlamda kontrolü elden kaybetmekten korkan ABD ve Rusya'yı da harekete geçirmişti. İran ve Rusya'nın Suriye üzerindeki geri adım atmayan tavrı sonuç olarak Türkiye'nin bugün masaya oturmasını sağladı. Tabi bu denklemde IŞİD ve bölgesel örgütlerinde ciddi anlamda payı bulunuyor.

ABD'nin Afganistan ve Irak işgallerinin ağır faturasından dolayı çekingen politikası da örgütler üzerinden ilerledi. Önce Rakka petrolleri IŞİD eli ile ABD ve Avrupa şirketlerine satıldı. Ardından terör bahanesi ile Rakka bir örgütten alınıp başka bir örgüt olan PYD'nin kontrolüne verildi. Nitekim gelinen süreçte ABD'nin Rakka petrollerinin kontrolünün sağlanması durumunda gerilimin tırmandırılmasını istemeyeceği açık bir gerçek…

Arap Baharı sürecinde en çok göze batan ülkelerden biri de hem Türkiye ile hem de İran ile ciddi bir rekabet halinde olan Suudi Arabistan oldu. Daha önce 11 Eylül saldırıları da dahil El Kaide'ye destek veren Suudi yönetimi Arap Baharı sürecinde de başta IŞİD olmak üzere yerel birçok örgüte destek vermekten geri durmadı.

Örgütlerin kontrolünü sağlayamadığı zamanlarda ise direkt müdahale edebilmek için önce göstermelik bir İslam Ordusu kuruldu. Ardından Koalisyon Güçleri adında kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden Mısır, BAE ve Ürdün gibi ülkelerle birlikte kurulan askeri oluşum ortaya çıktı.

Suudi Arabistan öncülüğünde hareket eden Koalisyon Güçleri, ABD ve NATO'nun da desteği ile "Ortadoğu'da ana aktör benim" demeye başladı. Bu durum ile birlikte belki de Suudi Arabistan'ın tarihinde ilk defa bu kadar açıktan güç dengesinde yer aldığına şahit olduk…

Suriye'de faaliyet gösteren Koalisyon Güçleri, Yemen'de de etkinliğini giderek artırdı ve ciddi katliamlara imza attı.

Bu yaşanan süreçte özellikle ABD'nin ekonomik desteğini alan Suudi Arabistan, Mısır ve BAE gibi ülkeleri de yanına alarak Katar'a ekonomik yaptırım uyguladı.

Ardından yaşanan rejimsel değişiklikler ile Suudi Arabistan, Ortadoğu'da tek güç olma hayalinin peşine düştü. Örgütlerle bağını koparmaya başlayan Suudiler Arap Baharının nişanesi olarak da kadınlara futbol maçına gitme izni gibi trajikomik kararlar almaya başladı. Politika hızlı bir şekilde değişmiş ve radikal örgütlerin desteklenmesinden ılımlı İslam'a doğru ilk adımlar atılmıştı.

Rüzgarın yönü belliydi ve Suudi Arabistan'da modernleşme adı altında güç dengesinin bir oyunu oynanıyordu. Aslında Kabe İmamı olan Sudeysi'nin “Dünyayı ABD ve Suudi Arabistan yönetiyor” açıklaması Müslümanların toplandığı merkez olan Kabe'den ilan edilen bir vizyondu. Suudi Arabistan'ın vizyonuydu... Dünyayı ABD yönetiyor, Ortadoğu'yu ise Suudiler yönetiyor fikrinin ilk ilanıydı bu…

Arap Baharı sürecinde yaşananlar Tunus, Mısır, Libya, Yemen ve Suriye gibi ülkelerde hiçbir zaman refah ve huzuru sağlayamazken Suudi Arabistan gibi bu zamana kadar sadece petrol ile var olan bir ülkeyi bölgesel güç olarak ortaya çıkardı. Kısacası Arap Baharı en çok Suudi Arabistan'a yaradı gibi gözüküyor… Arap Baharından önce ne küresel ne de bölgesel ölçekte hiçbir etkinliği olmayan Suudi Arabistan, Arap Baharı ve sonrasında ABD'nin en sağlam müttefiki oldu.

İşin tam da burasında kocaman bir ama demek gerekiyor. Çünkü Suudi Arabistan'ın özellikle Prens Selman ile başlayan içeride modernleşme dışarda tek güç olma ideali Cemal Kaşıkçı cinayeti ile ciddi bir yara aldı. Cemal Kaşıkçı olayı ile birlikte ABD de Suudi Arabistan üzerindeki kontrolün kaybedildiğini gördü. Nitekim hem ABD'nin hem de Avrupa devletlerinin Suudi Arabistan'a son zamanlarda uyguladığı baskı bunun en açık göstergesi.

Cinayetin işleniş biçiminden tutun da nedenine kadar her bir ayrıntısı Prens Selman'ı ve ülkesini zor duruma düşürüyor. ABD'in kolay kolay gözden çıkaramayacağı Selman için şu sıralar aklama çalışmaları sürerken arka planda kimlerle hangi pazarlıklar yapılıyor bilinmiyor...

Ama bilinen bir gerçek var ki Arap Baharı ile başlayan sürecin sonucunda prestij ve siyasi güç kazanan Suudilerin ve destekçisi olan ABD ve İsrail'in bir sonraki siyasi hedefi, Filistin ve Kudüs konusu olacaktır. Tabi Cemal Kaşıkçı olayının üzeri istenilen zaman ve zeminde örtülebilirse…

Haber Ara