Dolar

32,4375

Euro

34,7411

Altın

2.439,70

Bist

9.915,62

İstanbul ne zaman İstanbul olmaktan çıkmaya başladı

İstanbul, yabancı plancı ve mimarlara yaptırılan imar planları ile değişim süreci 1940'lı yıllarda başlamış ve günümüz İstanbul topoğrafyası “eski İstanbul” yapısından çıkarak şekillenmeye ve ne yazık ki tarihinden kopmaya başlamıştır. 1940 yılı itibariyle imar faaliyetleri başlamışsa da köklü değişiklikler 1950’lerde Adnan Menderes döneminde yaşanmıştır.

4 Ay Önce Güncellendi

2024-01-01 22:02:59

Mehmet KARAKUYU(1), Saadet Tuğçe TEZER(2) ve Hatice BALIK(3) imzasıyla İstanbul'un Tarihsel Topoğrafyası ve Literatür Değerlendirmesi başlığı altında Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi'nde yayımlanan (2010) çalışmada, geçen yüzyılın ortalarında İstanbul'un durumu şöyle özetleniyor:

"Kurtuluş Savaşı'nın ardından yaşanan sosyal, ekonomik ve politik gelişmeler sonucunda ülke genelinde fiziki mekanda değişimler yaşansa da, bu durumdan en çok İstanbul etkilenmiştir. Zaman içerisinde kentin yapısında, büyüklüğünde ve üçüncü boyutta öngörülemeyen değişimler yaşanmıştır. İstanbul'un değişim süreci başkentlik işlevini yitirmesiyle başlamıştır.

Ankara'nın başkent ilan edilmesiyle yurdun mali kaynakları Ankara üzerinde yoğunlaştırılmış; şehircilik anlamında halihazırda yoksullaşmış olan İstanbul ihmal edilmiştir. Bu da İstanbul'un daha yoksul bir görüntüye sahip olmasına neden olmuştur. 1930'lara gelindiğinde İstanbul için şehircilik adına girişimlerde bulunmaya başlanmıştır. Yabancı plancı ve mimarlara yaptırılan imar planları ile değişim süreci devam etmiş ve günümüz İstanbul topoğrafyası “eski İstanbul” yapısından çıkarak şekillenmeye ve ne yazık ki tarihinden kopmaya başlamıştır. 1940 yılı itibariyle imar faaliyetleri başlamışsa da köklü değişiklikler 1950'lerde Adnan Menderes döneminde yaşanmıştır.

İstanbul'da 1950'li yıllarda başlayan kentsel nüfus artışı, günümüzde İstanbul'un doğal eşiklerin zorlanmasına sebep olan nüfus büyüklüğüne kavuşmasına yol açmıştır. Bu bağlamda, mevcudiyetinin her döneminde doğal ve mimari değerleriyle öne çıkan İstanbul'un topoğrafyası ve imajı değişmeye başlamıştır. Bu değişim özellikle 1960'lardan sonra gerek gecekondularla ve sanayi tesisleriyle çeperlere doğru yayılarak, gerekse tarihi kent merkezi içerisinde ölçeği, mimari anlayışı, büyüklüğü, imajı kentsel dokuya uymayan yapı lar eklemlenerek yaşanmıştır. 1973'te Boğaziçi, 1988'de Fatih Sultan Mehmet köprüleri ise kentin geleceğini etkileyen en önemli yapılar olarak tarihsel topoğrafyanın şekillenmesine katkıda bulunmuşlardır. Konumu, güzergâhı, gerekliliği, sayısı, ulaşım modu ile hâlâ tartışma konusu olan Boğaz köprülerinin yol açtığı kuzeye doğru gelişme eğilimi, kentin kuzey ormanlarına zarar vermiştir.

1950'lerden sonra başlayan değişim süreci, kente beraberinde farklı kategorilerde problemler getirmiştir. Kentin doğu-batı ve kuzey yönündeki kontrolsüz gelişimi doğal ortama zarar vermeye başlamış ve kentin ekolojik koridorları, su kaynakları yoğun tahribata maruz bırakılmıştır. Tarihî kent merkezi kimliksiz, alanın imajına uymayan yabancı yapılar arkasında kaybolmuştur.

Dünyanın herhangi bir kentinde karşılaşılabilecek modern mimari olarak lanse edilen yapılarla dünyanın hiç bir şehrinde olmayan tarihî İstanbul silüeti yok olmaya mahkûm bırakılmıştır. Kentin sivil mimari örnekleri, anıt eserleri, kültürü ve tarihiyle belleğinde yer etmiş Süleymaniye, Zeyrek, Fener gibi alanlar köhneme sürecine terk edilmiştir. Kentin çok hızlı bir şekilde nüfus alması, altyapı sorunlarının doğmasına ve hizmet sunumunun eksikliğine ve kalitesizliğine neden olmuştur ve olmaya da devam etmektedir.

Cumhuriyet döneminde topoğrafyayı etkileyen en önemli gelişmeler Tarihî Yarımada'da Vatan ve Millet caddelerinin ve sahil yolunun açılması, Dolmabahçe-Karaköy arasının ve Bağdat caddesinin genişletilmesidir. Bir dünya kenti olarak gelişen ve günümüzde dünyanın önemli metropollerinden biri olan İstanbul için bu çalışmalar hayati önem taşısa da yolların genişletilmesi sırasında tarihî birçok yapının yıkılması büyük bir kayıp olarak değerlendirilmektedir. Bu yıkımların İstanbul ve İstanbullu kent bilincine vermiş olduğu bir diğer zarar da tarihî yıkımların modernleşme yolunda tarihî eserlerin yıkılmasının meşru olduğu düşüncesidir. Bu algı günümüze kadar yerleşmiştir ve İstanbul bu doğrultuda geliştirilmeye, “modernleştirilmeye(!)” çalışılmaktadır."

Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, Cilt 8, Sayı 16, 2010, 33-60

(1)-Doç. Dr., Fatih Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü
(2)- Yüksek Lisans Öğrencisi, Yıldız Teknik Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü
(3)- Yüksek Lisans Öğrencisi, Fatih Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Coğrafya Bölümü

 

Haber Ara