ABD Başkanı'nın “Suudi Arabistan olmasaydı İsrail'in başı dertte olurdu” sözü deprem etkisine yol açması gerekirken henüz İslam dünyasından gelen herhangi bir tepki yok.
Sosyal medyayı aktif bir şekilde kullanan ABD Başkanı Donald Trump, geçen gün Twitter hesabında şöyle bir paylaşımda bulundu:
“Petrol fiyatları düşüyor. Bu, ABD ve dünya için büyük bir vergi indirimi gibi ve harika. Tadını çıkarın. Kısa süre önce 82 dolardı, şimdi 54 dolar. Teşekkürler Suudi Arabistan. Ama haydi daha aşağı çekelim.”
Petrol fiyatlarındaki düşüşün gazeteci-yazar Cemal Kaşıkçı'nın vahşi bir şekilde katledilmesi olayında Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman'ı koruyup kollamanın mükâfatı olduğunu herkes biliyor.
Nitekim ABD Başkanı'nın tweeti üzerine, “Bir gazeteci daha öldürseler acaba petrol fiyatları daha çok düşer mi?” şeklinde yorumlar yapıldı.
İstanbul'daki Suudi Arabistan Başkonsolosluğu'nda öldürülerek cesedi parçalanan ve asitle eritilerek ortadan kaldırılan kişi Suudi Arabistan vatandaşı Müslüman bir yazar değil de örneğin Trump'ın “çok iyi Hıristiyan” diye nitelediği bir Amerikan vatandaşı olsaydı, Beyaz Saray aynı cılız tepkiyi gösterir miydi?
Daha doğrusu Kaşıkçı'yı pervasızca katledenler böyle bir şeye cesaret edebilirler miydi?
Asla!
Bu bizim ayıbımız.
Trump klasik Amerikalı kafasıyla vatandaşlarının otomobillerine koyacağı benzinin fiyatını düşürme derdinde.
Kaşıkçı'nın öldürülmesi onu hiç ilgilendirmiyor.
Canilerin peşine düşmek öncelikle bizim görevimiz.
Fakat ayıbın daha da büyüğü Trump'ın bir başka açıklamasında gizli.
ABD Başkanı'nın “Suudi Arabistan olmasaydı İsrail'in başı dertte olurdu” sözü deprem etkisine yol açması gerekirken henüz İslam dünyasından gelen herhangi bir tepki yok.
“Mekke ve Medine'nin hizmetkârları olduklarını öne sürenlerin gerçek misyonlarını biz zaten biliyorduk” diyenler çıkabilir.
Fakat bilmek bu büyük ayıbı ortadan kaldırmıyor.
Geçen ay Körfez ülkelerinden Umman'a sürpriz bir ziyaret gerçekleştiren İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun yakında Bahreyn'i ziyaret edeceği resmen açıklandı.
Umman gibi Bahreyn'in de görünürde İsrail'le “diplomatik ilişkileri” yok.
Filistin davasına gönül verenler Arap ülkeleri yöneticilerinin Netanyahu'nun peşinden koşmalarına tepkili.
Fakat o tepkilerin etkili olması beklenmemeli.
Çünkü söz konusu yönetimler halk iradesine dayanmıyor.
İsrail Başbakanlık sözcüsü Hâni Merzuk, Netanyahu'nun Bahreyn'e gerçekleştireceği ziyaretin "büyük bir durum" için hazırlık olduğuna dikkati çekti ve "Bu ziyaret başka bir Ortadoğu için büyük bir duruma hazırlıktır. Bu da yeni ilişkiler için sadece bir başlangıç ve aynı zamanda tarihin akışını düzeltmek için doğru yolda olduğumuzun delilidir" dedi.
İsrailli sözcünün bahsettiği şeyin “Yüzyılın Anlaşması” adıyla anılan proje olduğunu bölgeyi takip edenler bilir.
Netanyahu'nun Bahreyn ziyaretini Riyad'ın izniyle gerçekleştirdiği kesin.
Çünkü Bahreyn, Suudi Arabistan'ın onayı olmadan böyle bir adımı asla atamaz.
İsrail Başbakanı'nın Körfez'de en çok ziyaret etmek istediği başkentin Riyad olduğu ve bu rüyasını gerçekleştirebilmek için Veliaht Prens Muhammed Bin Selman'a arka çıktığı sır değil.
İslam dünyası maalesef öyle bir durumdaki, Netanyahu neredeyse “Hadimu'l-Harameyn” ilan edilecek.
Üzülmemek, kahrolmamak elde değil.
Bu ayıbı ancak Müslüman halkların özgür iradelerinin tecellisine yol açacak büyük bir devrim rüzgârı temizleyebilir.