Gece olunca yatılı yurdun koğuşunda hava bile ağlıyor; dikenli tellerin gölgesi duvara düşüyor, kırmızı ışıklı kameralar göz kırpıyor, küçücük bir çocuk battaniyeye sarılıp annesinin adını fısıldıyor ama duvar yutuyor sesi—işte Çin devletinin çocuklara karşı işlediği soykırım böyle işliyor: ninniyi keserek, dili susturarak, kokuyu silerek, kalbi yalnız bırakarak. Sabah alarmı çalıyor; tek tip sıraya diziliyor çocuklar, “yanlış kelime” korkusuyla dudaklarını ısırıp gözlerini yere indiriyorlar. Teneffüste oyun yok; fısıltılar bile sayılıyor. Akşam yemekte tabakta bir kimlik dayatması; mideleri düğüm, boğazlarından annelerinin mutfağı değil, resmî bir hayat geçiyor. Haftada bir “görüntülü görüşme” var; ekrandaki anne bulanık, arka planda nöbetçi net; çocuk, ağlamamayı öğreniyor çünkü gözyaşı puan kırıyor. Bu bir “eğitim” değil, çocukluk imhası; bu bir “güvenlik” değil, çocuk kalbinin sistematik söndürülmesi; adı nettir: soykırım. Saçları aynı uzunlukta, sesleri aynı tonda, bakışları aynı korkuda; “öğretmen-anne” dedirtilen bir yabancıya iyi çocuk olmak için kendisini inkâr etmeyi öğreniyorlar. Geceleri yastık ıslak; gündüzleri eller masanın kenarında titriyor. Bir çocuğun annesiz bırakıldığı, anadilinin yasaklandığı, şarkısının tel örgüye takıldığı her gün insanlık eksiliyor; bu dünyada çocuk ağlaması duvara çarpıp geri dönüyorsa, suç yalnız o duvarı örenlerde değil, susan herkestedir. Çin devletinin bu karanlık düzenini reddediyoruz: Çocukların ninnisini geri istiyoruz, dillerini, isimlerini, oyunlarını, kokularını geri istiyoruz. Her buğulu cam, her küçük parmak izi, her titrek fısıltı bize aynı şeyi söylüyor: “Beni duy.” Duyuyoruz. Duymakla kalmıyor, söylüyoruz: Çocukların üzerinde yükselen hiçbir düzen meşru değildir; soykırım, ister mermiyle ister ninniyi susturarak işlensin, asla normalleşmeyecek. Bu çocuklar bizim vicdanımızdır; vicdan susmaz.
Hafızanın Açılış Mührü
Bir halkın yarınını öldürmek için silaha ihtiyaç yok; anneden koparılmış bir çocuk yeter. Doğu Türkistan'da yürütülen şey tam da bu: kök koparma teknolojisi. Adına “eğitim” dedikleri şey, aslında bir hafıza mühendisliği: dili budamak, oyunu susturmak, ninniyi yasaklamak, evin kokusunu devletin kireç kokusuna boğmak. Totaliter akıl fırsatı görünce hep aynı oyunu oynar: önce aileyi dağıtır, sonra dili değiştirir, ardından yüzleri birbirine benzeten bir kalıp döker. Ve “istikrar” diye alkış ister.
Buradan sesleniyorum: “Çocuk” yalnız biyoloji değil, gelecekten geriye doğru yazılan bir mektup. O mektubu yırtmaya kalkan her iktidar, önce kendi insanlığını yırtar. Çin devlet aklı bugün bunu yapıyor. Biz ise heterobilim terazisine koyup ağırlığını söyleyeceğiz: Bu, mermi atmadan işleyen bir soykırım makinesidir; dişlileri yatılı yurtlar, yağlayıcısı propaganda, çıktısı köksüz nesiller. Dünyanın vicdanı için sınav basit: Ya bu dişlileri durduracağız ya da “hiçbir şey yapmayanların ortaklığı” sayfasına adımız yazılacak.
Yorum Yap