TIMETURK | ANALİZ
"İran'da neler oluyor?" diye sormadan önce "Bugüne kadar neler olmuştu?" sorusu, konuyu daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra nasıl ki imparatorluklar yıkıldı, aynı şekilde geleneksel toplumların da neredeyse tümü ya kendi istekleri ile ya doğrudan modernleşmeye maruz kalmışlardır. Ön Asya'daki Müslüman ülkeler, hem güçlü devletlerin varisi olması hem de daha erken modernleşmeye başlamalarından dolayı 20. yüzyılın ilk çeyreğinde bağımsızlıklarını kazanmaya başladılar. Öte yandan Batı ile de coğrafya bakımından yakın olmaları ve aydınlarının eğitimini Avrupa'da görmelerinden dolayı modernleşme süreçleri Batılılaşma şekline dönüşüp parçalı toplumlar haline geldiler.
'MİLLET' KELİMESİNİN YERİNİ 'KAVİM' ALMIŞTIR
Batı taraftarlarınca, sekülerleşme silahıyla dini ve geleneksel değerler ile kişiler devlet ve toplum düzeyinden tasfiye edilirken, ulusallık yeni din olarak halka tüm yerel politikalar ve uygulamalarla benimsetilmeye çalışılmıştır. Bunun açık göstergesi, millet kelimesini yüzyıllar boyunca dini tanımlamak için kullanılırken; bu kelimenin artık kavim, ulus kavramları yerine indirgenmesidir.
KIRILGAN FAYLARIN ÜLKELERİ: TÜRKİYE ve İRAN
Siyasi ve kültürel devrimleri barındıran bu tarihi süreçler, Türkiye ve İran'da çok açık bir şekilde yaşanmıştır. Türkiye'de, seküler olan ulusalcılar, dinden söylemsel olarak da olsa ayrılamayan milliyetçiler, İslamcılar ve dinin yaşatılmasına çalışan cemaat ve tarikatler gibi parçalı bir toplum yapısı oluşmuştur. İran'da ise Şiiliğin ruhbanlık ve protestocu özelliğinden dolayı seküler milliyetçi ve mezhepçiler şeklinde toplum, ikiye ayrılmış durumdaydı. Yine, her iki toplum çok uluslu olmalarına rağmen milliyetçi politikalarından dolayı kırılgan faylar her zaman varlığını korumuştur. Nitekim, seküler Fars milliyetçisi olan Şah'a, Türkler, Kürtler, Türkmenler doğrudan isyan etmiş ve devrimden sonra da Mollalar, potansiyel güçlerini ortadan kaldırmıştır. Öte yandan İslam adını taşıyan devrim, zamanla Şiileşmiş ve en nihayetinde de Farslaşmıştır.
İRAN RESMİ TARİHİNDE 'MASALLAR' VARDIR
Bugün İran'da yaşanan olaylar, kırk yıllık tüm hayal kırıklıkların tepkisel olarak ortaya çıkmasıdır. Dini ve örfi kısıtlamalar yapan tekçi Şah yönetimine isyan edenler, zamanla aynı sıkıntıları Molla yönetiminde de yaşamışlardır. Halk masallarından derlenen Şehname efsaneleri, bugün hala resmi tarihin ana kaynağıdır. Dolayısıyla Şehname'de geçtiği üzere Arap ve Türkler, milli düşman olarak çocukların zihnine kodlanır. İran Türkleri, Şii olmasından dolayı yine toplumda ikinci dereceyi alsalar da hem Kürt, Arap, Türkmen, Beluc olan hem de Sünni olanlar fırsat eşitsizliğine doğrudan maruz kalmaları bu zihniyetin açık göstergesidir.
TÜRKİYE ve İRAN ARASINDAKİ FARK
Türkiye ile İran arasındaki en temel farklardan biri İran'da şekle hoşgörü ile bakılırken; Türkiye'de bir kişi kökenini ve dilini belli etmeden her seviyeye çıkabilir. Örneğin, İran'da bir meydanın ismi Azerbeycan, bir caddenin ismi Kürdistan olabilir ve her topluluk kendi dilini konuşabilir ve yerel kıyafetini giyebilir ama devlet görevinde hak kazanmaya gelince ya da durum yatırım imkânlarına bakınca; dile getirilmeden bir Türkmen, bir Arap ve bir Kürt ayrımcılığa maruz bırakabiliyor. Yabancı olarak da gitseniz resmi daireler ile üniversitelerde 'Ötekileştirmeyi' -kesinlikle- bir şekilde siz de hissedersiniz ve bir başvuru formunda dininizi Hıristiyan, Yahudi, Şia ve Sünni olarak işaretlemek zorunda kalabilirsiniz. Türkiye'de ise tam tersi bir durum vardır. Diliniz, giyiminiz ve tavrınız resmi ideolojinin dışındaki ölçülerden farklı olmadığı sürece kolay kolay ayrımcılık yaşanılmamaktadır. İran'daki şekilsel özgürlük, kültürel ve geleneksel bir zenginliğe sebep olmakta ama ırk ve mezhep bazındaki ayrımcılıklar da ciddi toplumsal kırılmalar ve çoklu ötekileştirmelere neden olabilmektedir.
MEZHEBİN DİNİN YERİNE İKAME EDEBİLMESİ
İran'ın en baskın özelliklerinden biri de, mezhebin dinin yerine ikame edilmesidir. Mezhebin ritüellerinin dinin ibadetlerinin önüne geçtiğinden dolayı, bireysel mezhepçi uygulamalar toplum ve devlet nezdindeki kabulü artırmaktadır. Öte yandan da ibadetin bireysel boyutu ıskalandığından dinin bir tür kendi içinde sekülerleşmesi gerçekleşmekte ve burum insanların dinin manevi ve gönüllü yapısından uzak kalmasına neden olmaktadır. Devletle bütünleşen bir mezhep inanışının dünya ve ahiret saadeti vaadinden ötürü, mezhepçiler tutucu olabilmekte ve dünyevi bir şekilde yaşamak isteyen kişiler de mezhebin şekilsel davetlerinden sıyrılmaya çalışırken tümden dine mesafe koyabilmektedirler. Çünkü mezhep, din olmuş durumdadır. En büyük övünçleri olan Pers İmparatorluğu'nu yıkan Müslüman Araplar'dan dolayı nefretlerini doğrudan İslam'a yöneltemeseler de Araplar'a karşı dillendirebilmektedirler. Bu bakış açısı da dine karşı bir ukde olarak kalabilmektedir. Toplum, mezhepçiler ve sekülerciler olmak üzere ikiye ayrılmış durumdadır. Devlet politikaları, mezhep ruhunun ve ritüellerinin ülke içinde capcanlı tutulması ve yurtdışına aktarılması noktasında olabildiğince emek ve bütçe harcamaktadır. Seküler yaşamı arzulayanlar da İslami usullerin dayatılmasına karşı çıkmaktadırlar. Aynı zamanda sıradan halktan insanlardan da ciddi eleştiriler gelebilmektedir. İşsizlik, alım gücünün düşüklüğü, devletin içte ve dıştaki sürekli kontrolü gibi etkenler birçok sosyal soruna sebep olmaktadır. Örnek olarak, İran'daki televizyon kanalları resmi söylemle haber ve yayın yaptığından dolayı yasak olmasına rağmen halk Türkiye ve Batı'daki kanalları izlemektedir. İdealize edilmiş dizi ve sinema filmleri karşısında İranlılar arayış içerisine girmektedirler. Bunun için tanıştığımız bir gencin ikinci sorusu, Türkiye'de iş bulunup bulunamayacağı olabilmektedir. Yine tüketim araçlarının artması ve ev ekonomisinin bunları karşılama konusunda yetersiz kalması nedeniyle, insanlar eski dönem olan Şah zamanını çok dile getirmektedir. Hatta bu durumu anlatan bir fıkra mevcuttur: Her dilde temelde üç zaman vardır, geçmiş, gelecek ve şimdiki zaman ama Farsçada dört zaman vardır, geçmiş, gelecek, şimdiki ve Şah zamanı.
İRAN'DAKİ ARAP DÜŞMANLIĞI
İçsel bir Arap düşmanlığı olmasına rağmen, yönetimin rejim ihracı için Arap ülkelerinde kendi vatandaşlarını savaş sahasına sürmesi ve ciddi masraflar harcaması, dışsal tepkilere sebep olmakta. Yine, Pehlevi yönetimiyle başlayan seküler milliyetçi politikalar diğer unsurları rahatsız ettiği gibi devrime de neden olmuştu. Molla yönetiminde de bu sefer örtük milliyetçilik devam etmiş ve buna bir de mezhepçilik eklendiğinden dolayı İran'ın tüm sınır bölgeleri kırılmaya ve patlamaya hazır dinamikleri taşımaktadır. İranlıların neredeyse çoğunda görülen yaşam memnuniyetsizliği psikolojisi, insanları kaybedecek bir şeyi kalmamış kitlelere dönüştürmüş durumdadır. İran yönetimiyle emperyalist güçler, aynı hedeflere talip olmalarından dolayı bir rekabet içerisinde oldukları aşikârdır ama kendi içinde bile bir gelecek vaat etmeyen tekçi politikalar, bölgeye ateş taşımıştır. Rakip güçlerin çok arzuladığı bölgenin tümüyle istikrarsızlaşması, yeni nesil sömürgecilik politikalarının uygulanması için gerekli. Bu bağlamda, olayların İran için en kutsal şehir olarak kabul edilen Meşhed'de başlamasının, manevi bakımından çökmelerini sağlamak hedefiyle tertip edilmiş olabileceği düşünülebilir. İran rejiminin resmi ve sivil güvenlik güçlerinin sayıca çok olmaları çıkan ateşi söndüremeyeceği gibi rüzgâr işlevi görüp ateşin yükselmesine de neden olabilir. Nitekim Şah'ın devrilişinde aynı durum gerçekleşmişti.
BU SÜREÇ NORMAL ATLATILABİLİR Mİ?
Sonuç olarak, gösterilerin barışçıl olarak gerçekleşmesi, güvenlik güçlerinin de şiddet kullanmadan gösterileri kontrol etmesi ve rejimin iç ve dış siyaset için gereken mesajları alıp onları uygulaması temennimiz. Diğer taraftan da kanın bu kadar yüceltildiği bir toplumda, bu sürecin normal atlatılması pek mümkün görünmemektedir. Coğrafyamızda yaşanılan her sıkıntı ise komşu toplumları da etkileyebilmektedir. Çünkü ateş, sadece düştüğü yeri yakmaz.
* Makalede yer alan ara başlıklar editör tarafından eklenmiştir.