Dolar

32,4781

Euro

34,7528

Altın

2.439,37

Bist

9.915,62

Derviş Baba Deliler ve Veliler Kahvehanesi'ndeki intiharın perde arkası

Bir süredir deşifre ettiğimiz Derviş Baba Deliler ve Veliler Kahvehanesi'ndeki gerçekleri günyüzüne çıkarmaya devam ediyoruz. Bu röportaj dizisinde Derviş Baba Deliler ve Veliler Kahvehanesi'ndeki intihar olayının arkasındaki sır perdesini aralıyoruz.

3 Yıl Önce Güncellendi

2021-02-25 18:40:02

Derviş Baba Deliler ve Veliler Kahvehanesi'ndeki intiharın perde arkası

Röportaj: Sevgi Arık

Daha önce Derviş Baba Deliler ve Veliler Kahvehanesi ile ilgili yapmış olduğumuz haberler sonrasında bir çok okuyucumuz bizlere ulaşarak kendilerininde bu konuyla alakalı konuşmak istediklerini belirtti. Konuşmak isteyenlerden birtanesi de intihar eden Süleyman'ın annesi Öznur hanım oldu.

İşte intihar eden Süleyman'ın annesi Öznür hanımla yaptığımız o röportaj;

Süleyman Neden Öldü?

Bir oluşum düşünün. Bir ayağı Tayyar Baba (Deniztoker) ismiyle bilinen tarikat şeyhi ve onun vekillerinden oluşmuş bir yapı. İstanbul başta olmak üzere farklı illerde dergâhları, çiftlik evi, meşk yapılan evleri, Amerika'da da bilinen en az bir dergâhı var. Oluşumun diğer ayağında ise yardım derneği görüntüsüyle kurulmuş başında Ali Denizci ve Musa Dede'nin bulunduğu Derviş Baba Deliler ve Veliler Kahvehanesi isimli diğer bir yapılanma. Bu ikinci ayakta da yine İstanbul'da birden fazla şube; Edirne, İzmir ve Eskişehir gibi illerde başka başka şubeler var. Ali Denizci ve Musa  Dede, Tayyar Baba'ya ustam diyor ve her ikisi de Ayşe Arman röportajları başta olmak üzere birçok yerde ustalarını öve öve bitiremiyorlar. Her ikisi de yakınındaki bazı gönüllüler ile birlikte sık sık Tayyar Baba'yı ziyaret ediyor, meşk alemlerine katılıyorlar. Ve Derviş Baba Deliler ve Veliler Kahvehanesi denilen oluşumu Tayyar Baba'nın söylemesiyle kurduklarını açıkça beyan ediyorlar. Bu iki kişiden en azından Ali Denizci'nin, Tayyar Baba'nın özel işleri ile ilgilendiği ve maddi konularda paslaştığı da aşikâr. 2017 senesine kadar bu iki yapı kendini gizlemeden paralel olarak yürüyor.

Ancak 2017'de bir olay oluyor. Deprem gibi bir olay. Bir gencin intiharı ile birlikte hızla Tayyar Baba'nın emri altındaki dergâhlar kapatılıyor, tasfiye ediliyor. Ona bağlı dedeler, halifeliklerini fırlatıyor ve dergâhları sırlıyor. Tayyar Baba çok kısa bir süre içerisinde ortadan yok oluyor. Ali Denizci'ye bağlı yapılar hızla isim değişikliğine gidiyor ve Tayyar Baba ile ilgili her türlü fotoğraf, belge ortadan kaldırılıyor. Ve bütün bu depreme sebep olan şey Süleyman isimli bir gencin intiharı... Eğer bu bir depresyon sonrası gelişmiş bir intihar vakıası olsaydı bütün bunlara hiç gerek olmazdı. Ama değil. Süleyman'ın intiharının arkasındaki bir çok şey gizemini koruyor.  Buna rağmen Süleyman'ın ölümü ile başlayan süreç bu depremin ipuçları hakkında bize çok da bilgi veriyor. Burada yüzlerce müridi, gönüllüsü olan bir yapıdan bahsediyoruz. Ve bu yapı halen canlı, halen başka isimler altında bağlılarından para topluyor, sahibi oldukları işletmeleri yürütüyor.

Bu yazı dizisi ile Tayyar Baba ve Süleyman olayından başlayarak bu kördüğümü çözmek için bir adım atıyoruz. Ve intihar eden Süleyman'ın annesi Öznur B. hanımla ilk röportajımızı gerçekleştiriyoruz. Süleyman, Öznur hanımla eşi Ömer beyin tek evladı. İntihar ettiği günden itibaren kendi deyişleriyle bir an Süleyman'ı akıllarından çıkaramamışlar. Olayın çözülebilmesi için mütevazi imkânları ile gitmedikleri yer, başvurmadıkları insan ve makam kalmamış. Fiziksel ve duygusal olarak gelişen süreçte çok yıpranmışlar. Konuşmamızın bazı bölümlerinde bazen Öznur hanım bazen Ömer bey gözyaşlarına boğulup, fenalaştılar. O yüzden Süleyman'ın vefat ettiği ilk günlerle ilgili detaylara çok fazla girmemeye çalıştık.

"Süleyman bana Allah'ın bir hediyesi idi "

- Öncelikle kısa bir hayat hikâyenizle başlayalım. Sizi tanıyalım.

Ö.B:  Ben 1967 'de İzmir'de doğdum. Annemi çok küçük yaşlarda, üç buçuk yaşında kaybettim. Teyzem on bir yaşıma kadar büyüttü. On bir yaşında öz amcam ve yengem evlatlık aldı. Daha sonra yine beni büyüten teyzemin yanına Manisa'ya geldim. Ve 16-17 yaşlarında şu anda evli olduğum eşimle tanıştık. Yirmi yaşıma girmiştim, evlendik. Ve ardından çok güzel bir evliliğim oldu. Eşimle birbirimizi sevdik. Bir iki yıl sonra da Süleyman'ımı kucağıma aldım. Ve kendim görmediğim anne sevgisini, şefkatini ona verdim. Süleyman bana Allah'ın bir hediyesi gibi gelmişti.  Çok güzel bir evlat yetiştirmeye gayret ettim. Tabi ki hiçbir anne mükemmel olamaz ama mükemmel olmaya çalıştım. Gerçekten de güzel bir evlat yetiştirdiğimi zannediyorum.

Süleyman ortaokulu bitirdi, okumak istemedi. Meslek sahibi olmak istedi. Aşçılığı seviyordu. Aşçılığa gitti. Askere gidene kadar Manisa'da bir ustanın yanında eğitim gördü. Bir yandan da çıraklık eğitimine devam etti sertifika almak için.

2005-2006 yılları, eşimin ablasının oğlu tarafından Manisa'da bir dergâhın uyanacağını (açılacağını) duyduk, ve görümcemin oğlu ve geliniyle beraber biz de  tarikatın dergâhına gittik. Duvarlarda Tayyar Deniztoker'in resimleri vardı. Fotoğraflara bakınca iyi bir his uyandırıyordu. Ve Manisa'daki dergâh açılacağı zaman Tayyar Deniztoker bizi kabul etti, yanına gittik. Süleyman o sıralar 17 yaşındaydı.

- Sizi oraya gittiğinizde etkileyen neydi? Sadece Tayyar Deniztoker'in resimleri mi?

Ö.B:  Hayır hayır oraya ilk gittiğim zaman o enerjiyi ben de hissettim. Elhamdülillah hepimiz müslümanız ama bunu bir adım öteye taşımak, pekiştirmek istiyorduk. Girdiğinizde bir güzellik vardı. Bunu Manisa dergâhı adına söylüyorum. Ve sonra İstanbul Kasımpaşa dergâhında da bulundum. 2010- 2012'ye kadar diyeyim çok güzel bir ortam vardı.

-Tayyar'ı dergâhta ilk gördüğünüzde nasıl bir izlenim yarattı, nasıl bir duygu verdi bu kişi size?

Ö.B:  Ben ilk başta ifade ettiğim gibi anne ve baba ortamı görmediğim için bir eksikliğin orada tamamlandığını hissettim. Gerçekten bir baba şefkati gibi gördüm onun hallerini. Kendi adıma söylüyorum. Bunu hep de böyle içimde tutmak istiyordum.

- İlk tanıştığınızda Tayyar size nasıl davrandı? Süleyman'a size, eşinize ne dedi?

Ö.B: Biz onu o gün yarım saat, kırk beş dakika gördük. Hal hatır sordu. Daha sonra da buradaki vekiller uyanıyor ya. Onlarla devam ettik.

- Uyanmak ne demektir?

Ö.B:  O gece orada bir uyanış olur. Zikir yapılır. Meydan uyanır. Postekiler seriliyor, oranın vekili baş oluyor, ilk önce sohbet veriliyor, ondan sonra zikire geçiliyor. Şehirlere göre günleri vardır bunların, mesela Manisa cuma günleri uyanıyordu. Perşembe Kasımpaşa uyanıyordu. Salı günü de İstanbul Eyüp'te meşk yapıyorlardı.

- Tayyar Deniztoker'le daha sonra ne zaman daha sık görüşmeye başladınız?

 Ö.B: Manisa'daki yer yapıldıktan sonra Tayyar ben bir emekli arıyorum dedi. Ailecek gelecek, bir yer yaptıracağım orada çalışacak. Eşim de emekliydi. Ailece kalktık Kırklareli, Pınarhisar, Yeniceköy'e gittik.  Dört duvar bir ev vardı orada. Arabalarda yattık kalktık. Taşıma suyla, jeneratörle tripleks bir ev yapıldı. yapımında çok çalıştık. Ve bu esnada Süleyman askere gitti, geldi. 2010'da Tayyar köye gelmeye başlayınca onu daha fazla görmeye başladık. Oraya genç kızlar, erkekler gelip çalışıyor duvar örüyorlardı. Hafta sonu bir gelirlerdi, yerde gökte, 30-35 kişi yatak sererdim ben. Aş yapardım, yedirirdim, içirirdim. Ben mutfak tarafıyla ilgilenirdim. Eşim de erkeklerin tarafında hizmet ederdi.

- O çiftliğin yapımında maddi ihtiyaçlar nasıl karşılanıyordu?

Ö.B: Biz Kabak Ali diye biliyoruz bankacı Ali. İşin maddi yardım tarafıyla o ilgileniyordu. O mesaj atardı, lâminat gelecek, malzeme gelecek. O ilgileniyordu. Artı Ali Denizci de bunlarla ilgileniyordu. Bir ihtiyaç olduğunda bu ikisine mesaj atılırdı. Gereken neyse onlar sağlardı. Bu ev o şekilde çıktı meydana.

- Ali Denizci'nin buraya malzeme sağladığından emin misiniz? Nerden biliyorsunuz?

Ö.B: Tabi. Eşim ve Süleyman bu yerin yapımında birebir çok çalıştı. Onlardan ve diğer çalışanlardan bildiğim şeyler. Malzeme gerektiğinde, bir şey gerektiğinde Kabak Ali ve Ali Denizci'den isteniyordu. Onlara mesaj atılıyordu. Lâminatından tutun su, çeşme vs. bir evin kurulumunda ne gerekiyorsa yardımları toplayarak inşa edildi. Kendi ceplerinden bir kuruş ödemediler. O zamanlarda bu düzen böyle gidiyor diye hiçbir art niyet aramadım. Bana garip gelmiyordu.

- Yani Kırklareli'ndeki evin inşaatında Ali Denizci birebir rol aldı. Peki bu ev bir yardım derneği miydi? Ne amaçla inşa edildi. Dergâh da değil sanırım.

Ö.B:  Bu ev Tayyar'ın dinlenme yeriydi. Hafta sonları gelir dinlenirdi. Yazlığı gibi düşünün. Orada hayvancılık yapmayı da amaçlamışlardı. Ancak alınan hayvanlar hastalıklı çıktı. 2011'de ben, Süleyman'nın babası ve Süleyman brucella olduk. Babamız çok ağır geçirdi hastalığı, aylarca tedavi görüp hastanede yattık. O dönem biz Manisa'da tedavi olduk. Süleyman İstanbul'da, Süleyman'ı hiç göremedim bir süre.

- Size nasıl davranıyorlardı o dönem? O tarikatın büyükleri, Tayyar, dedeler, Ali Denizci vs. bu insanlar?

Ö.B:  2010 yılında Eyüp'te bir buçuk ay kaldım. Ben Ali Denizci'yi oraya gelir giderken karşıdan görürdüm. Bir tek kişisel sohbetim yok kendisiyle.  İşin mutfak tarafında bulunduğum için servis için yanlarına gitmiyordum. Onlar Tayyar ile muhabbet ediyorlardı geldiklerinde.

" Silindirleyeceğim Süleyman'ı!"

- Peki Tayyar ile ilgili gözlemleriniz neler? Sizinle muhabbet eder miydi, neyini severdiniz?

Ö.B: Bize dergâha girdiğimiz zaman bazı şeyler öğretilmişti. Büyükler ile çok laubali olunmaz. O sorarsa cevap verilir. Senin gönlünden geçenleri o biliyor zaten. Çok büyük bir zat ya. Efendi Baba pehpehlenmez, rencide edilmez, kötü davranılmaz. Toplu konuşulurken bunlar anlatılır. Herkes önünde el pençe divan duruyordu. O yüzden çok laubali bir iletişimimiz olmazdı.

Eyüp'te çatı katı gibi bir yer vardı. Oraya sofra kurulur. İhvanlar geliyor ya bilmiyorum duymuş musunuzdur? İhvanları dağıttıktan sonra bazen hadi yakın birer sigara der ya da dondurma dağıttırır. Bazen böyle yakın davranma şekilleri vardı.

- Süleyman 17 yaşında Tayyar ile tanıştı, peki onun etkisi altına en çok ne zaman girdi?

 Ö.B: Dedelerden birinin çocuğunun sünnetine gitmiştik. Oradan Eyüp'teki eve gittik. Süleyman'ın askere gitmesine çok az bir zaman kalmıştı. O gün elinde laptop vardı. "Bak ihvan kardeşlerinizi göstereyim size. Amerika'da dergah uyanıyor" (açılıyor) dedi. Sonra "Öznuuur" dedi. "Süleyman'ın askerden sonra silindirlenmesine var mısın?"  Ben de gayrı ihtiyarî durdum, "efendim... silindir?" dedim. " Haaa anlamadın" dedi. "Asfalt yapılırken kaba taş üstüne zift dökülür, onun üstünden de silindir geçer, büyük bir makinedir" dedi. "Silindirleyeceğim işte öyle Süleyman'ı."  " Eyvallah efendim" dedim ben. " Ooo gönülden değil bu eyvallah. Gönülden eyvallah var mı gönülden" dedi kızgın kızgın bana. "Eyvallah" dedim ben. Ama şimdi düşünüyorum da o eyvallahın anlamı büyükmüş. Güzel silindirlendi Süleyman. Ezdi geçti. Her biçimde halletti yani.

WhatsApp Image 2021-02-25 at 14.27.09 (1)

- Süleyman da sizin gibi hep böyle hizmet mi ediyordu?

Ö.B:  Hem de ne hizmet öyle böyle değil! Süleyman diye bağırdığı zaman merdivenleri üçer üçer atlayıp yanında olurdu. Sesine o kadar şartlanmış ki ben hiç duymadığım zamanlarda o sesini algılayıp "efendim çağırıyor" diye şimşek gibi giderdi. Aşırı derecede bağlıydı Tayyar'a.

-  Süleyman'la çok ayrı kaldığınız zamanlar oluyor muydu?

Ö.B: Çok uzun ayrılıklarımız olmadı. Bir ara beş altı ay ayrı kaldık. Ama biz köydeyiz Süleyman hafta sonları, hafta araları İstanbul'a gidip gelirdi. O tarafın işleri, bu tarafın işleri koşturup dururdu Süleyman. Gece gündüz Tayyar'ın hizmetindeydi. Bir sözünün üstüne bir söz koymadan koşup durmuştur. Süleyman için Tayyar apayrı bir kişiydi. Katıksız şerhsiz onun dediği yapılacak. Gece saat üçte köye malzeme gelecek bir telefon. Süleyman hiç uyumadan o gece o malzemeyi indirir, o arabayı gönderir.

-  Peki Tayyar Süleyman'a nasıl davranıyordu?

Ö.B.   Tayyar'ın yanına kapıyı çalmadan giren bir tek Süleyman'dı. Hiçbirimiz kapıyı çalmadan giremezdik. Bir tek o girerdi. Ona oğlum derdi.

- Bu Tayyar yurtdışına filan da çıkarmış. Böyle yerlere götürdü mü Süleyman'ı da?

Ö.B:  2010'da Mısır'a götürdü. Hindistan'a da gitti Tayyar'la.

-  Köyden başka bir yerde hizmet verdiniz mi?

Ö.B:  Süleyman askerden yeni gelmişti. Üç gün bizim yanımızda kalmadan efendi babadan bir haber geldi. Anında Bozcaada'ya gitti. Orada bir pansiyon açıyorlarmış. Süleyman'ın aşçılığından yararlanacaklar. Aradıysan bul bir daha Süleyman'ı. Orada takma adını hatırlayamadığım birisi vardı. Güzelce vekili Ahmet İ. Biz gerçek isimleri hep Süleyman'dan sonra öğrendik. Takma isimler kullanırlardı.

-  Nasıl yani? Burayı geçmeyelim. Takma isimler mi kullanırdı bazı vekiller?

Ö.B:  Yunus Emre ama Yunus Emre değil. Mesela Ş.Ö. Bunlar Edirne'nin vekili, Güzelce vekili. Bizler ihvan olduğumuz halde bunların gerçek ismini bilmezdik.

- Peki bir şey soracağım. Bu Hindistan'da Tayyar'ın şiş sokmalı ayin görüntüleri var. Siz böyle şeyler gördünüz mü? Süleyman'a da şiş saplar mıydı?

Ö.B:  Biz onları Konya'da canlı canlı gördük zaten. Manisa'da da bir kere şiş olayına şahit oldum. Buna burhan denir. Süleyman şişleri bileyliyordu. Onun görevi buydu. Ona bire bir yapıldığını görmedim ama belki yapmıştır. Manisa'da tanıdığım başka bir gence yaptıklarını gördüm. Bunun gizlisi saklısı yok. Hindistan'da, Mısır'da görüntüleri var.

- Burhan nasıl bir şeydir?

Ö.B:  Allah vekillerinin üstün vasıflarının delili olarak bilinir burhan. Konya'da Çeşme Otel diye bir yer vardı. Orası tıklım tıklım dolardı. Alt kat tamamen boşaltılıyor zikir alanı için. Ayılanlar bayılanlar. Ama bize bunlar çok normal geliyordu. Bunlar Allah tarafından oluyor diye düşünüyorduk. Kardeş kardeşine bağlı gibi hissediyorsun orada.

- Peki o şişler saplanırken canları yanmaz mı? Kan akmaz mı?

Ö.B:  Ben çok yakından görmedim saplandığı yerleri. Ama videoyu çekenler daha yakın olduğu için görmüşler, bir kan oluyormuş onu söylediler. Biz mucize gibi görüyorduk orada yapılan şeyi.

- Burhanı diğer dedeler de yapar mı? Sadece Tayyar mı yapıyordu?

Ö.B: Sadece Tayyar yapar. Böyle yukardan hışımla gelir meydana, rastgele kim olursa. Öyle ben yaptırmam diye bir lüksün yok. O seni çektiği anda sensin. Ama eşim söylüyor. Onun bir ilacı varmış. Çıkardığı zaman şişleri cebinden bir şey çıkarıp, dilinin ucuyla tükürükleyip oraya yapıştırıyormuş. Ama o yapışan madde orada görülmüyormuş. Erkekler daha yakından gördüğü için daha vakıf olaya. Burhan yapan Allah'ın üstün bir kulu olarak görülür. Bize öyle benimsetilmişti.

"Ayrılanlar, onlar için ya sapıktır ya da şizofren. Öldü onlar deniliyordu."

- Edirne'ye gidiş nasıl oldu?

Ö.B:  2016'da Edirne günleri başladı. Biz de oraya geçtik. Süleyman o sıralarda çorbahane açıyorum diyerek Tayyar'ın emriyle Edirne'ye gitti. Üç ay sonra bizi Çeşme'den alıp Edirne'ye götürdü. Dergâhtan üç ortak olarak dükkanı açtılar. Süleyman'ın aşçılık belgesi var. Bunu kullandılar. Her şeyi Süleyman'ın üzerine yaparak açtılar. Ama dükkânın geliri onlara gidiyordu. Tayyar o dönemde Edirne'ye sık sık geliyordu.

- Bundan bir kaç yıl önce, Tayyar hakkında nitelikli cinsel istismar vakası ile ilgili olarak savcılıkça başlatılmış bir soruşturma var.  Suç duyurusunda bulunan kişiye X. diyelim. Bu olayı ne zaman öğrendiniz?

Ö.B: Maalesef bu olayı ben Süleyman'ın ölümünden kırk gün kadar sonra öğrendim. Bunu duyanlar bazı  "dedeler". Onlar bu olayı duymuşlar ve dört yıl boyunca susmuşlar. O esnada yani bu olay olduğu sıralarda bazı dedeler aniden efendi oldu. Tayyar çok acilen onları İstanbul'a çağırıyor ve efendi yapıyor. X.  Tayyar'a "artık sen bu işi yapmayacaksın, şeyhliği bırakacaksın" demiş. O da 'dinlenmeye çekildi' o sıralar.

- Efendi olmak ne demek?

Ö.B:   Emekli nasıl oluyor biliyor musun? Yaşın gelince emekli olursun. Tayyar, ben artık çok yoruldum, vekillerime vericem bu işi diye onlara vekillik verdi. Efendi olmak vekillik demek. Artık meşk toplantılarını vekiller yürütüyordu. Tayyar inzivaya çekildi. Edirne'ye başladı. Büyükler yorulur. Bize böyle söyleniyor. O esnada Edirne dergâhı uyanmaya başladı. Yeni bir yapı, yeni bir zikir ortamı. Ve bunu dernek adı altında gerçekleştirdiler. Edirne dergâhının kapısında on iki tarikatın gülü vardır. Dernek adı altında dergâhtır orası. Ve orası kaçak olarak inşa edildi. Yapılırken mühür kırıldı.

- Süleyman'ın vefatını az sonra konuşacağız da önce şunu sorayım. Vefatından sonra Süleyman için şizofrendi demişler. Hiç Süleyman'ın geçmişinde böyle psikolojik bir problem, depresyon, madde kullanımı oldu mu?

Ö.B:   Hiç olmadı. Sigara bile içmezdi. Bebekken bir kere doktora götürmüştüm. Gerçekten çok neşeli, sakin bir çocuktu. Hiç agresif bir hareketi de olmadı. Ayrılanlar onlar için ya sapıktır ya da şizofrendir ya da çıkarcı. Buna mühür basarım. Çünkü bizden önce ayrılanlara da öyle damgalar vuruyorlardı. Öldü onlar deniliyordu. Öl-dü! Kadınsa Tayyar'a göz koydu denir. O yüzden Tayyar attı onları buradan. Erkekse ihvandan birine sarkıntılık yaptı denir. Ya da şizofrendir.

-  Öldü dediklerine ne yapılır?

Ö.B:  Telefonlardan o kişinin kayıtları sildiriliyor. Bir daha irtibata geçemezsin artık.

- Biri geçmeye kalksa ne yaparlar?

Ö.B: Öyle bir şeye hiç tanık olmadım. Olamazsın yani. Mümkün değil. Tayyar'ı ezemezsin. Hele Süleyman asla yapmazdı.

-  X'in olayından sonra Süleyman'a kadar ne oluyor deyip ayrılan dedelerden kimse olmadı mı?

Ö.B:  Hayır, Süleyman dedelerin ayrılış nedeni oldu. Sadece bir kişi ayrıldı. Bir de bir kaç tane bizim gibi ihvandan olan kişi ayrıldı. Çok hanımefendi, beyefendi insanlardı.

- Peki o ayrılanlara için de şizofren, sapık dendi mi?

Ö.B:  Onlara da paragöz damgası vuruldu. Paragöz bunlar, şımardılar dendi.

- İntiharına kadar hiç sizi şüphelendirecek olağanüstü bir şey görmediniz mi Süleyman'da?

Ö.B: Sadece ve sadece 2017 Nisan ayı sonu, Mayıs başına kadar Manisa'ya geldi. O esnada Tayyar burada. Bize de haber verdi. Biz de oraya gittik. Efendiden habersiz geldim dedi. Normalde efendiden habersiz hiçbir yere adım atmaz. O gün çok yüzeysel, çok soğuk bir ortam vardı. Süleyman da çok donuktu. Bizi çabucak başından savmak ister gibiydi Tayyar. İkisi 15-20 dakika görüştüler. Bir gariplik hissedip bir şey mi oldu diye sordum. "Yok anne" dedi, "efendi baba ile konuşacaklarım vardı. Onları sordum." O Nisan ayında Süleyman pek iyi değildi. Tayyar'la aralarında bir şey geçmişti sanki. Ama biz bunları o zaman çok iyi idrak edemedik. Aradan zaman geçince, eşimle oturup geçmişi hatırladıkça idrak etmeye başladık.

"Biliyor musun Süleyman kendini asmadı. Beni astı!"

- Bir de şöyle bir şeyden bahsettiler. Süleyman'ın vefatından bir süre önce Edirne'de kavga gibi bir şey olmuş. Camlar çerçeveler inmiş. Böyle bir şeyden haberiniz var mı?

Ö.B:  Bunların hepsi uydurma! Süleyman'ı kötülercesine öldükten sonra eşime "biliyor musun, cam çerçeve indiriyormuş" diye şeyler anlatıyorlarmış. Tam orada bir taksi durağı vardı. Ulucami'nin taksi durağında en az sekiz, on taksici var. Onlara da sorduk. Mal sahibine sorduk, orada askeriye var onlara sorduk. Bir sürü insana sorduk. Hiç kimse böyle bir şeye şahit olmamış. Böyle bir şey olup da kimsenin görmemesi, mal sahibinin bilmemesi mümkün mü? Bunların hepsi Süleyman'ı kötü gösterip kendilerini aklamak için uydurulmuş şeyler.

Oraya gittiğimizde gördük;  daha hiç fişi takılmamış elektrikli bir ocak alınmış. Ramazan öncesiydi. Ramazan hazırlığı için bir çuval nohut, bir çuval pirinç, bir çuval mercimek almış. İftar menüsü kağıtları bastırmış. İntiharı düşünen bir insan bunları yapar mı? Salı akşamı babasıyla konuşup Turgutlu'dan kokoreç istiyor. Çarşamba günü de konuştuk. Her şey normaldi. Ses tonunda bile bir değişiklik yoktu. Bir tek perşembe günü konuşmadık. O perşembe gününde ne var? Ne oluyor bilmiyoruz.

Cuma günü hafif bir motosiklet kazası geçirmiş. Kız arkadaşıyla Edirne Devlet Hastanesi'ne gitmişler. Bacağında ufak bir sıyrık varmış. Pansuman yapmışlar. Hastaneden sonra Kırkağaç'ta kız arkadaşı ile ayrılıyorlar. Kız arkadaşı evine gitmiş. Süleyman da dükkâna gideceğini söylemiş. Bir süre sonra kız arkadaşı beş altı kere telefondan Süleyman'ı aramış. Süleyman cevap vermeyince dolmuşa binip dükkâna gelmiş. Dükkân kapalı. Ama dışı sırf camekânlı bir dükkân. Dışarıdan masanın üzerinde anahtarlarını, laptopunu, telefonunu görüyor. Ve Derviş Baba'dakilere haber veriyor. İçeri girip bakıyorlar telefona. Süleyman'ın adına 'İstanbul Yozgat seferi bileti tanımlanmıştır' diye bir mesaj gelmiş. Saat beşte bu mesajı görüyorlar. Ve bu sırada Tayyar Edirne'de. Bu mesajı hepsi görüyor, biliyor. Neden kimse merak edip bir şey yapmıyor dediğimde Süleyman'ın her zamanki hali dendi bize, çekmiş gitmiş. Bu çocuk Tayyar'dan habersiz tek bir adım atmaz. Yozgat ile hiçbir ilgisi yoktur. Bildiği, gittiği bir şehir değil. Dört gün ortadan kayboluyor, neden kimse bir şey söylemiyor, bize haber vermiyor, peşine düşmüyor? Hiç bilmediği bir şehirde ne işi var demiyorlar. Süleyman muhakkak ve muhakkak Tayyar'ın çok büyük bir yanlışını gördü. Hazmedemedi. Muhakkak ve muhakkak çok büyük bir yanlış var. Başka türlü asla bunu yapmazdı.

- Yani Süleyman'ın ortadan kayboluşu ile intiharı arasında dört günlük bir süreç var ve bu süreçte ihvan kardeşleri sessiz.

Ö.B: 26 Mayıs 2017 gecesi Süleyman bileti alıyor. Yozgat'a bir öğretmenevine gidiyor. 30 Mayıs gecesi ise o olay gerçekleşiyor. Bana çarşamba günü polis memuru telefon açtı. Dedi ki,  "Süleyman. B. Yozgat devlet hastanesinde, trafik kazası geçirdi yoğun bakımda."  İnanamadık. Yozgat diyorlar. Yozgat neresi diye soruyorum babasına. Bir anda bir telefon trafiğine girdik. Edirne'yi aradık. Orada bizi tarikatla tanıştıran akrabalarımız vardı, onlara sorduk. Yozgat'a gitti dediler. Tayyar'a telefon açtım. Efendim ne oldu dedim. Sadece "ah kızım ah" deyip kapattı telefonu. Duyup duyacağım en son sesi o oldu. Sonra ne bir daha sesini duydum, ne de gördüm.

- On iki yıl hizmet ettiğiniz, Tayyar'a delice bağlı bir genç vefat ediyor ve Tayyar ne bir taziyede bulunuyor, ne cenazeye geliyor öyle mi?

Ö:B: Hiç, hiçbir ses yok! Benim gonca gülüm vefat etmiş. En başta yanımda olması gereken kişi Tayyar'dır. Bir şehit veriliyor en başta o şehidin yanında kim olur; komutanı. Tabutunu kim omuzlar; komutanı. Tayyar bizim komutanımızdı. Benim komutanım nerde diyorum. Kalp krizi geçirdi diyorlar.

- Peki kalp krizi mi geçirmiş gerçekten Tayyar?

Ö.B:  Hayır, hiç ilgisi yok. Bana S. (ayrılanlardan bir hanım)  anlattı: "Güya kalp krizi geçirmiş beş tane doktor gelmiş diyorlardı. Çağırdı, o gece ben Güzelce'ye gittim. Dibek gibi dimdik oturuyordu divanda." Tayyar ona: "S.biliyor musun? Süleyman kendini asmadı, beni astı!" demiş.

- Çok ilginç. Benim sonumu getirdi, benim işimi bitirdi demek istiyor galiba. Ya da duygu sömürüsü yapıyor. Vefatından sonraki süreçte tarikat ile neler yaşadınız?

Ö.B: Telefonları kapattılar, ulaşamaz oldum. Buzdolabımda, duvarımda Tayyar'ın fotoğrafları vardı. Bir anda benim evimde olan Tayyar'ın fotoğrafları yok olmaya başladı. Hayırdır niye alıyorsunuz Tayyar'ın resimlerini dedim. Gelen giden oluyor, sormasın dediler. Ve o sıra Manisa dergâhından Tayyar'ın bütün fotoğrafları kaldırıldı, dergâh kapatıldı.

- Süleyman intiharından önce kaç gün öğretmenevinde kaldı? Hiç dışarı çıkmış mı?

Ö.B:   Dört gün. Kamera kayıtlarını inceledik. Parayı peşin ödemiş. Bir gece öncesinde dışarı çıkmış, kız arkadaşını aramış. Kat görevlisinden rica etmiş. Odasındaki yangın alarmını söktürtmüş. Işığı gözlerini alıyor diye. Belki de orada bir zemin aradı ama zayıf geldi. Kapının arkasında tokmak var. Altında iki su vanası var... ( İntiharın ayrıntılarını anlatırken ağlamaya başlıyor. Bu kısmı anlatmıyoruz.)

- Kız arkadaşıyla ne konuşmuş o gece bilginiz var mı?

Ö.B:  Cebinde konturlu telefon kartı var. Bir gece öncesinde on bir buçuk  gibi kız arkadaşını aramış. Kız arkadaşı Süleyman'a buraya gel demiş. Süleyman gelmeyeceğim demiş. Kız arkadaşı o zaman ağbinlere (akraba olan ağabeyleri)  haber ver demiş. Süleyman, "eğer haber verirsem gelir beni alırlar, burada benim kalmama izin vermezler" demiş.

- Bu nokta da çok ilginç. Süleyman Edirne'ye geri dönmek istemiyor. Daha da ötesinde ihvanların haberi olursa gelip kendini alacaklarından, Edirne'ye götüreceklerinden endişeli.

Ö.B:  Ah hiç aklımızdan çıkmıyor. Bir mum ışığı arıyoruz. Biz ana baba olarak yandık. Başka anne babalar yanmasın. Bu işin sorumluları cezasını bulsun. Bizim başka hiçbir dileğimiz yok. Allahtan başka kimseden de artık korkumuz yok. Çünkü çok çok kötü bir şey...

( Röportajın burasında Süleyman'ın annesi ve babası ağlamaya başlıyor. Babası çok fenalaşınca ara vermek zorunda kalıyoruz.)

- Ölümü sırasındaki detayların üstünde çok durmayacağım. Fena oluyorsunuz. Ben özetleyeyim. Sonuç olarak Süleyman hiç bilmediği bir ile; Yozgat'a gidiyor. Bir öğretmen evine yerleşiyor ve dört gün sonra kendini kapıya asarak intihar ediyor. Sonrasında gelişen olaylar ne idi?

Ö.B:  Bunlar gerçekleştikten sonra polis Tayyar'ı arıyor, takma isimli Yunus Emre. 'yi arıyor, kız arkadaşı çağırılıyor. Tayyar bunun üzerine Yozgat'a iki kişiyi yolluyor. Bunlar yola çıktıktan sonra polis Süleyman'ın telefonunu da alıp gelin diyor. Kız arkadaşını da istiyorlar. Ben olayın trafik kazası olmadığını, oğlumun intihar ettiğinin 36. günü öğrendim. Babası Yozgat'ta iken öğrenmiş. Benim için bildiği gibi kalsın demişler.

( Konuşma anne ve babanın ağlamaları ile yeniden bölünüyor. Ara verme teklifini ısrarla ret ediyorlar. Ne olursa olsun konuşmak istiyorlar.)

 Ö.B: Hak etmediği bir ölüm. Kapı gibiydi zaten. Ben şu anda kapı görmek istemiyorum. Kapıya nasıl asar  bir insan kendini. Zincirle asılır mı insan ya zincirle... Polis memuru ablamın oğluna şunu demiş.  " Bak bu arkadaşlarımı görüyorsun. Bunlar toy daha. Ama ben kırk bahar otu yedim. İnsan canı tatlıdır. Bu olaylarda  en son dakikada bir geri dönüş, bir pişmanlık ifadesi çok gördüm. Süleyman hiç arkasına dönüp bakmak istememiş bir daha. Çok kararlı gitmiş ölüme."  Yüzündeki ifade var ya. Hani birisi gelmiş kafasına tabancayı dayamış, seni öldürecem demiş. O gülmüş.  Öldürürsen öldür demiş. Öyle bir tebessüm vardı. Banyodan çıkmış, kırmızı kırmızı yanakları. Gülüyor. Bir anlam veremiyorum...

Kolektif zalimliğin şifresi: Babam sağ olsun!?

- Bu bölümde tarikattan ve Tayyar'dan sizi şüphelendiren şeyleri biraz daha konuşalım mı? Neden Süleyman'ın intiharının ardında karanlık bir şeyler olduğunu düşünüyorsunuz? Sizi bu düşünceye sevk eden olaylar neydi?

Ö.B: Kız arkadaşı cenazeden sonra bir günlüğüne Manisa'ya gelip bize misafir oldu. Zaten geliş o geliş. Bir daha da kendisinden haber alamadık. Bana gelir gelmez Süleyman'ın telefonu nerede diye sordu. Bilmiyorum dedim. Görenler söyledi. Bizde olduğu sırada durmadan kendi telefonundan mesajları siliyormuş. Süleyman'ın telefonunu sonra emniyet bize yolladı. Telefonun şifresini kırdırdık. Süleyman'ın telefonundan da Tayyar'ın mesajları ve fotoğrafları ne varsa  silinmişti. Telefonda hiçbir şey kalmamıştı. Emniyet siler mi? Silmez.  Savcılık siler mi, silmez. Muhakkak Edirne'den Yozgat'a giderken telefonu götürenler bir şekilde konuşmaları sildi.

Vefatından dört gün sonra Edirne dergâhının kameralarını takan arkadaşı çağırıyorlar. Kamera kayıtlarını soruyorlar. Kamera kayıtlarının üç gün içinde silinip yenilendiğini öğrenince oh elhamdülillah diyor soran. Orada rahatlıyorlar. (Kamera kayıtlarını soran kişi, Süleyman'ın telefonunu Yozgat'a götüren, Tayyar'ın gönderdiği iki kişiden birisi. ) Kameraları takan arkadaş bu hallerinden şüphelenip durumu bize haber verdi. Süleyman'ın telefonu kameralara bağlıydı. Dergâhın etrafını görüyordu. O görüntüler de silinmiş. Bunların hepsi çok büyük soru işareti.

-  Bu olayın ardından Manisa dergâhı kapatılıyor dediniz. Diğer dergâhlar da kapatılıyor mu?

Ö.B:  Evet bu olaydan sonra bütün dergâhlar kapatıldı. Tayyar'ın resimleri her yerden indirildi. Derviş Baba ismi değiştirildi. Bazı insanlar profillerinde "babam sağ olsun" resimleri (capsleri) paylaştı. Ohoo Süleyman'dan sonra geçiş var geçiş. Hani Osmanlı da geçişler var ya onun gibi bir devir değişti. Tayyar Deniztoker için de Ali Denizci için de Derviş Baba için de yeni bir arayış içine girdiler. Ve üstüne üstelik bütün ihvan kardeşlerine Süleyman'ı kaza olarak duyurdular.

- Bir de cenazeye gitmeyin diye bir emir verildiğini söylediler bu doğru mu?

Ö.B:  Maalesef. Doğru. Tayyar veriyor bu emri. İstanbul bir kaç otobüs cenazeye gelmek istiyor. Son anda Tayyar vazgeçirtiyor. Kalabalık nerde yatıp nerde kalkacak deyip,  gitmeme emri veriyor. İstanbul'dan gelen olmadı. Sadece bir kaç kişi geldi Manisa'ya cenazeye. Bazılarını da yola çıkmışken yarı yoldan Tayyar geri çeviriyor.

- Ve sonra Süleyman'ı kötüleyip, şizofren demeye başladılar...

Ö.B:  Beni bu olaydan sonra her yerden engellediler. Ali Denizci de dahil. Şu anda Tayyar'a bağlı kalanların hepsi bizimle irtibatı kesip, engelledi. Suçlu kaçar. Bunlar suçlu olmasalar bizim etrafımızdan niye kaçsınlar ki. Ben bugüne kadar hizmet vermişim. On iki yıl. On iki koca yıl! Bir de can vermişim. En acı zamanımda bana dirseği vurdular.

- Tayyar ne zaman yok oldu ortalıktan?

Ö.B:  On gün kadar bizi oyaladılar. N'oldu, niye böyle bir şey oldu diye bir cevap bekledik. Tayyar ile niye görüşemiyorum, niye sorularıma cevap vermiyor diyorum, "efendi baba kalp krizi geçirdi" diyorlar. Merak etme biz sana haber vereceğiz diyorlar. On gün sonra Tayyar'dan bize "mukadderat" diye tek kelimelik bir cevap geldi. O esnada zannediyorum bir kaç gün içerisinde yok oldu Tayyar. Bu bir zaman kazanma taktiğiydi.

- Bu arada diğer dedeler ne yaptı?

Ö.B: İki ay sonrasında ben dedeleri görüşmeye çağırdım. Onlar bana "Biz size vefa borcumuzu ödedik" dediler. Ne yaptınız peki dedim. "Biz hilafetleri gönderdik" dediler. Bunu Süleyman için yapmadınız dedim. X'in olayını bile bile dört yıl bizden gizlediniz. Şimdi benim yanımda olun. Gelin hep beraber bulunduğumuz illerden dava açalım. Bu olayın üstüne daha güçlü gidelim, bu olayı çözelim dedim. İtibarları zedelenir diye kabul etmediler.

-  Demek dedeler Süleyman'dan sonra rütbelerini atıp, dergâhla bağlarını kesiyorlar. Çok ilginç bir durum. Süleyman'ın ölümü sıradan bir intihar vakıası olsa neden böyle bir şey yapsınlar, neden Tayyar sırra kadem bassın ki?

Ö.B: Bizim Yozgat savcılığına verdiğimiz dilekçe ve X'in savcılığa verdiği dilekçe var. Bunların hepsi mevcut. Ama Tayyar yok ortada. Dilekçelerimiz uyumuş durumda.

- Süleyman'ın vefatından sonra bazı müritler 'babam sağ olsun' diye capsler paylaşıp profil yapmaya başlamışlar. Babam sağ olsun ne demek?

Ö.B:  Yani ne her ne olursa olsun, babamız sağ olsun demek istediler. Süleyman ölse de babaları sağ olsun. Öyle bir güzel zemin hazırlamışlar ki bunlar fakirin emeğiyle, zenginin malıyla. Hem şaşaa var. Hem para var. En güzel mesleği seçmişler. Kimini kendi üstüne, kimini başkasının üstüne, Tayyar öylece götürüyor işi.

"Süleyman Kilitti. Kilidi yok ettiler."

- Bu Tayyar zengin midir?

Ö.B:  Bedava para geliyor zenginlerden, fakirin de emeğini kullanıyor. Mesela sen zenginsin ve böyle bir yere bağlısın, şartsız koşulsuz veriyorsun. Bizim bildiklerimiz çok para verdi. Gözü kapalı verirlerdi. Buraya gelir mesela dergaha, bağlılar delirir, delirir. Bence insanlar da şımarttı. İlk önceleri böyle değildi. Sonra çok değişiklik oldu. Böyle güzel, pahalı markaların kıyafetleri hediye olarak yağardı. En güzel çikolatalar, en güzel yiyecekler. Buraya geldiği zaman hiç kıyafet taşımazdı. Manisa'ya geldiği zaman burası full dolu, marka kıyafetler, her şey yıkanmış ütülenmiş. Bütün dergahlar böyleydi. İhvanlara lokma (yemek) yapılıyor tamam yanlarına oturabilir, ama Tayyar sonra odasına çekilir, yemekleri oraya gider. Onun yiyecekleri özeldir. Evler yapılıyor, arabalar değişiyor, kıyafetler geliyor. Kızı yurtdışında okuyor. Bunlar hep gelen paralarla olan şeyler. Kendi parası değil ama. Dergâha gelen paralar.

-  Peki bu Tayyar cübbeyle dolaşan biri değil mi? Nasıl pahalı markaların elbiselerini giyiniyor?

Ö.B:   O Tayyar'ın zikir kıyafeti idi. Tayyar normal zamanda şık, marka dolaşırdı. Özellikle Süleyman'ın ölümünden önce son beş yılda böyleydi.

Eyüp'te kalan kızlara da çok acıyorum. Akılları yok muydu? Kimi öğretmen, kimi eczacı kimi başka bir şey. Orada hizmet ediyorlar. Sürekli 30 kişi, 40 kişi gelenlere sofralar kuruluyor. Zengin olanları torba torba taşıyıp getiriyordu her şeyi.

- Şu anda Eyüp'teki ev açık mı? Devam ediyor mu?

Ö.B: Yok şu anda kapanmış. Tamamen boşmuş.

- Süleyman'ın vefatından sonra hangi dergâhlar sırlandı (kapandı) ?

Ö.B:  Manisa Süleyman'ın vefatından sonra hemen o an kapandı. Bursa sırlandı. Kasımpaşa sırlandı. Eyüp kapandı. Bartın, Güzelce sırlandı. Edirne dernek olarak yürütülüyordu. Dergâh olarak henüz uyanış yapmamıştı. İzmir, Eskişehir, Edirne, İstanbul Derviş Babaların ismi değişti. (Küçük Mustafapaşa'dakinin ismi Deliler Kahvesi, Balat Kahve Bahçesi, Kadıköy'deki Gönüllüler Kahvesi, Edirne Dervişan Kafe, Eskişehir Keşkül-ü Fukara Gönüllüsü oldu, İzmir ikiye ayrıldı. Yol hikayeleri ve İzmir gönüllüleri...) Bence yeni kan arayışı peşindeler. Süleyman'dan sonra çok kan kaybettiler.

- İnsanlar şunu sorgulamıyorlar mı? Süleyman on iki yıl Tayyar'ın bilfiil yanında hizmet etmiş, kapısını çalmadan yanına girebilecek tek insanmış. Tayyar on iki yıl şizofren bir çocuğa mı emanet etmiş her şeyini?

Ö.B:  Bahane çok büyük olmalıydı. Ayrılan yaşayanlara öldü diyebilirler ama bu gerçek bir ölümdü. Tayyar'ı aklamak için bunun kılıfının çok büyük olması gerekiyordu. Bu ayrılıp gidenlerin ölümlerine benzemiyordu. Tayyar çanta dolusu para emanet ederdi Süleyman'a. Bak laf lafı açıyor. Güven konusunda mutlak güvenirdi. Alış veriş kartı vardı. Dergah'ın alışverişini o yapardı. Süleyman kilitti, kilit. Kilidi yok ettiler.

-Tayyar ile ilk tanıştığınız zamanlara dönseniz ne yapardınız? Bu kadar kolay inanır mıydınız iyi niyetlerine?

Ö.B: Tanıdığım güne lanet ediyorum. Başka da hiçbir şey diyemiyorum. Kalanlar kör ve sağır olmasınlar.

 Ne diyebilirim ki. Ben nasıl sene 2005-2006 kör dalış daldım insanlar da aynı kör dalışla dalıyorlar. Biz de Tayyar Baba'dan başka kimsenin sözüne inanmazdık.Vitrin çok güzeldi. Kristallerle dolu, bu cazibe yetmez mi insana? Vitrin, kristallerle dolu, elmaslarla altınlarla dolu. O güzel hitaplar, cezbedici sözler... Kapılıyorlar demek ki. Ama şimdi gerçek bir ölüm olmuş, bu kadar kör sağır olunur mu? Dergâhlar sırlanabilir ama dernek tarafından Tayyar'a ekmek gidiyor daha. Ali Denizci yardım topladığı sürece bu durmaz. Ne zaman derneğe yardımlar kesilecek, Tayyar'a giden paralar da kesilecek. Biz canlı bir örneğiz. Canlı olarak yanan bir anne baba var. Buna inanmazlarsa ben daha ne diyebilirim. Bu kadar kör kör gitmesinler bir yere. Süleyman bizim tek evladımızdı, bize Allahın bir lütfuydu. Biz yandık, başka anne babalar yanmasın. Her bir okuduğunu on kere yüz kere okuyup düşünsünler.

-  Süleyman'ın ölümü hakkında bilgi sahibi olabilecek insanlar var. Ayrılan dedeler var, akrabalarınız var, kız arkadaşı var onlara ne demek istersiniz? Bilip de susanlara bir şeyler söylemek isteseniz, ne derdiniz?

Ö.B:  Onları vicdanlarına bırakıyorum. Zannetmiyorum ki hiçbir gece rahat uyku uyusunlar. Süleyman'ın her birinde çok büyük hakkı var. Kız arkadaşı, akrabalarımız bizim gibi ayrılmış olsaydı belki bizim yanımızda olabilirlerdi. Belki o zaman konuşurlar, bildiklerini anlatırlardı. Ama onları tercih ettiler. Kandırıldılar...  

- Teşekkür ederim Öznur hanım. O babam sağ olsun diyenlere bir çift söz etmeden bitirmek istemiyorum röportajı. Hiçbir baba evladına bile isteye zarar vermez. Evladı için röportajımız boyunca sizinle birlikte ağlayan, yüreği yanan, hakkını aramak için çırpınan Ömer bey haza babadır. Sahte babalar olmaz olsun!

Haber Ara