Seçim sürecinde o tweet çok tartışılmıştı.
“Bugün Türkiye'de iki ittifak karşı karşıyadır” cümlesinden sonra biri kırmızı diğeri siyah iki kutu içerisinde “Cumhur İttifakı” ve “Millet İttifakı” başlıkları atılıyor altına da “Millet İttifakı'nın Pensilvanya ve Kandil'den yönetildiği” yazılıyordu. İmza Cumhurbaşkanı ve Ak Parti Genel Başkanı Tayyip Erdoğan'a aitti.
Tartışılmıştı, çünkü sandıkta her halükarda “Millet İttifakı” bünyesindeki adaylara da “Millet”ten oy gelmesi ihtimali vardı. O oylar da “Kara İttifak”a verilmiş oylar mı olacaktı?
Mesele, özellikle Cumhurbaşkanı'nın konumu açısından tartışılmıştı, çünkü o makamın, toplumun bir kesiminin temsilcisi değil, 82 milyonu kucaklayan bir nitelik arz etmesi gerekiyordu.
Seçimlerin “Beka” meselesi üzerine kurulması ve karşı ittifakın kazanmasının ülke bekası için tehdit olacağı tezi de propaganda süreci boyunca Cumhur İttifakı sözcülerinin ve daha ajitatif söylemle o alana destek veren medyanın dili idi.
Bundan öte zaten Cumhur İttifakı'nın karşı ittifaka yönelik söylemi “Zillet - İllet” kelimeleri ile ifade ediliyordu.
Seçimler oldu, İstanbul, Ankara başta olmak üzere Antalya, Adana, Mersin gibi iller Ak Parti ve MHP'den karşı ittifaka geçti. İzmir ve Diyarbakır gibi iller de eski kadroların elinde kaldı.
Bu sonuçlar, özellikle Cumhur İttifakı kadroları tarafından bekleniyor muydu? Belki. Muhtemel ki anketler böyle bir sonucu haber veriyor, o sebeple de anketler hiç olmadığı kadar hedef alınıyordu.
Ama olan oldu. Sandıklar açıldı ve ortaya bu “Türkiye fotoğrafı” çıktı.
Bir yanda Cumhur İttifakı'nın yüzde 52'si var diğer yanda yüzde 48 ve daha ötesi sembol şehirlerin diğer İttifak'ın eline geçmesi var. Artık hala o “Zillet - İllet” söylemini sürdürmek olmaz.
Bu noktada Cumhurbaşkanı Erdoğan önce Memur-Sen Genel Kurulu'nda, ardından yine bir twitter mesajı ile manşetlere çekilen sözleri söyledi:
“Ülkemizin önünde 4.5 yıllık kesintisiz bir icraat dönemi bulunuyor. Seçim tartışmalarını geride bırakarak, ekonomi ve güvenlik başta olmak üzere asıl gündemimize odaklanmamız şarttır. Dönem, kızgın demiri soğutma, musafahalaşma, kucaklaşma, birlik ve beraberliğimizi perçinleme dönemidir. Gayemiz, milletimizin refahını artırmak, güvenlik ve özgürlük dengesini koruyarak devletimizin bekasına yönelik tehditleri bertaraf ederek, Türkiye'yi 2023 hedeflerine ulaştırmaktır.
“Ülkemizin bekasını ilgilendiren meselelerde, siyasi görüş ayrılıklarımızı bir tarafa koyarak, 82 milyon hep birlikte TÜRKİYE İTTİFAKI olarak hareket etmeliyiz.”
- Seçim tartışmalarını geride bırakarak…
- Asıl gündeme odaklanmak…
- Kızgın demiri soğutmak…
- Musafahalaşmak, kucaklaşmak….
Ülkemizin bekasını ilgilendiren meselelerde siyasi görüş ayrılıklarımızı bir kenara bırakmak…
- 82 milyon hep birlikte TÜRKİYE İTTİFAKI olarak hareket etmek…
Ne diyorsunuz? “İşte bu” değil mi?
Şimdi, seçim sürecinde siyasi taraf konumundaki vatandaşlar olarak, siyasi angajman içine giren medya mensupları olarak, her söyleme yönelik “hınk deyiciliğimiz” üzerinde kafa yormamız gerekmiyor mu?
Ve siyasetçilerimiz… Beka meselesinin 82 milyonun ortak meselesi olduğunu, insanların şu veya bu partiye oy vermekle ülkenin bekasından vaz geçmiş olmayacağını, siyasi tartışmaları bir gün 82 milyonu ortak cepheye çağıracakları zamanları düşünerek yapmaları gerekmiyor mu?
ABD ile farklı dil
Dış politikada farklı dilden söz ediyorum. Malum, Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak ABD Başkanı Trump'a Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan mesaj götürdüğünü açıkladı. Albayrak'ın gezisi ABD'li iş adamlarını ikna etme ve aradaki ticareti 75 milyar dolara çıkarma amacı taşıyordu. Bunun için ABD ile genel iklimin düzelmesi gerekiyordu.
Acaba Albayrak Erdoğan'dan Trump'a nasıl bir mesaj götürdü?
ABD ile en büyük gerilim S-400'ler konusunda. Hem S-400'lerden vazgeçmemek, hem de Amerika ile ilişkileri sürdürmek nasıl olur, cevabı aranan soru bu.
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ilk defa “NATO'nun S-400 konusunda endişelerini dikkate almamız lazım.” dedi. Bu konu, ABD'nin ısrarla gündeme getirdiği şeydi. Demek S-400'ler konusunda “farklı” bir arayış sürecine girildi.