Dolar

42,5302

Euro

49,5508

Altın

5.749,66

Bist

11.007,37

6-7 Eylül: 'Ödüllü Provokasyon'

3 Ay Önce Güncellendi

2025-09-07 17:06:00

Ahmet Köprülü

“Provocation”, Fransızca'dan dilimize geçmiş bir sözcüktür. Türkçe'de de aynen Fransızca'da olduğu gibi telaffuz edilir. Öztürkçesi “kışkırtma”dır. Son yıllarda “provokasyon” sözcüğünü fonetiği az değişmiş olarak yerel siyasetçilerin dilinden çok sık duymaktayız; “Toplantıyı provoke etmeyin kardeşim, oturun yerinize!...”.

Elbette ki “provokasyon” bu kadar basit değil, çok tehlikeli sonuçları olan bir anlam taşır. “Provokasyon” denince akla önce “kitle psikolojisi” gelir. Provokasyonda kitleleri harekete geçirmek için de “sinerji”ye ihtiyaç vardır. Bir araya geldiklerinde, tek tek unsurların, katkıların vb. toplamından daha büyük bir toplam etki üreten unsurların etkileşimi anlamına gelen “sinerji”, “provokasyon”un da yakıtıdır. Provokasyon öncesinde kitleye, aylar belki de yıllar öncesinden “passaparola” (kulaktan kulağa), ya da çağın iletişim araçları ile “sinerji” yüklenir, argo anlamı ile kitleler “dolduruşa” getirilir. Bu anlamda halkın içinde kulağı olan, kitle iletişim araçlarını iyi takip eden bir istihbarat örgütünün yaklaşan provokasyonun sinyallerini almaması imkansızdır.

Dünyada da bazı savaşların altyapısında, gerekçelerinde provokasyonları görebiliriz. Nitekim 1 ve 2. Dünya savaşlarının öncesinde de provokasyonları görmekteyiz. Ülkemiz de yoğun olarak provokasyonlara maruz kalmış bir coğrafyada bulunmaktadır. Türkiye'de gerçekleştirilen provokasyonlarda iç etkinin yanısıra dış etkinin de amaçlandığı görülmüştür. Yabancı istihbarat servislerinin Türkiye'de cirit attığı dönemlerde, ülkemiz yaşatılan provokasyonlarla kaos üstüne kaos yaşamıştır. Bu anlamda maalesef “Provokasyonlar Tarihi” yazılabilecek ciltler dolusu bilgi ve belgeye sahip bir siyasi kültürden gelmekteyiz.

İşte 6-7 Eylül 1955 tarihinde İstanbul'da yaşanan ve gayri müslim vatandaşlarımızın, canlarının, namuslarının ve mallarının hedef alındığı “6-7 Eylül provokasyonu” bu anlamda hem iç hem dış etkileri hedeflenerek planlanmış utanç verici bir organizasyondur. 6-7 Eylül olayları, 1955 yılında Anadolu Ajansı'nın teyide muhtaç “Atatürk'ün Selanik'te doğduğu eve bomba atıldı” şeklindeki bir yalan haberi ile başlamıştır. Akşam baskısı yaparak olayı ilk duyuran DP Milletvekili Mithat Perin'e ait İstanbul Ekspres Gazetesi'nde manşetten verilen bu haber üzerine İstanbul'un Beyoğlu semtinde gösteri için toplanan küçük bir kalabalık sloganlar atmaya başlamış fakat bir anda bu kalabalığın artması üzerine olaylar önlenmesi güç bir hale dönmüştü. İlk saldırı saat 19.00 sıralarında Şişli'deki Haylayf Pastanesi'ne yapıldı. Ardından büyüyen kalabalık Kumkapı, Samatya, Yedikule ve Beyoğlu'na geçerek gayrimüslimlerin toplu olarak yaşadığı birçok semtte önce Rumların, ardından da Ermeni, Yahudi ve hatta yanlışlıkla bazı Türklerin dükkanlarına saldırarak yağmaya başladı. Dükkânlara saldıranlar önce vitrinleri taşlayarak kırdılar ya da demir parmaklıkları kaynak makineleri ve tel makasları yardımıyla açtılar, ardından içerideki alet ve makineleri dışarı çıkararak paramparça ettiler. Rum vatandaşların adresleri hakkında önceden bilgi sahibi olan, yirmi-otuz kişilik organize birliklerin kent içindeki ulaşımı özel arabalar, taksi ve kamyonların yanı sıra otobüs, vapur gibi araçlar yardımıyla sağlanmıştı.

Olaylarda 4.214 ev, 1.004 işyeri, 73 kilise, bir sinagog, iki manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar gibi yerlerin bulunduğu 5.317 mekân saldırıya uğradı. 6-7 Eylül'deki olaylardan kiliseler ve mezarlıklar da payını aldı: Kiliselerin içindeki kutsal resimler, haçlar, ikonalar ve diğer kutsal eşyalar da tahrip edildiği gibi, İstanbul'da bulunan 73 Rum Ortodoks kilisesinin tamamı ateşe verildi. 6 Eylül'ü 7 Eylül'e bağlayan gece İstanbul'da çıkan olayların iyice büyümesi üzerine İzmir ve İstanbul'da 6 Eylül'de; Ankara'da ise 9 Eylül'de sıkıyönetim ilan edildi. Sıkıyönetim ilan edildiği sırada Cumhurbaşkanı Celal Bayar 6-7 Eylül'de İstanbul'da meydana gelen hadiselerin çok üzücü olduğu açıklamasını yaptı.

Olayların öncesinde kitleleri provokasyona hazırlama görevi, sahibi Yahudi kökenli olan Hürriyet Gazetesi'ne verilmişti. Sedat Simavi'nin sahibi olduğu Hürriyet Gazetesi'nin Kıbrıs Türklerinin yaşadığı sıkıntıları “proaktif” bir şekilde aylarca yayın yapması provokasyonun sinerjisi için gerekli olan “milliyetçi” duyguları harekete geçirmeye yeterli olmuştu. 1955 yılında gazetelerde İstanbul'da yaşayan Rum halkına karşı nefret söylemi içeren haberler yazılıyor; İstanbullu Rumların nasıl refah içinde yaşadıkları ve mutlu oldukları, Batı Trakyalı Türk azınlıklarla karşılaştırılıyordu. Bu da iki halk arasında tansiyonun giderek yükselmesini körüklüyordu.

İstanbul'da başlayan ve Türkiye'ye yayılan olayların durdurulmasına yönelik dönemin Demokrat Parti iktidarı olayları engellemek için hiçbir güç kullanmamıştı. Olaylar tıpkı yanacak orman kalmayınca orman yangınlarının sönümlenmesi gibi yağmalanacak işyeri ve ev kalmayınca da kendiliğinden sona ermişti.

Olaylar sırasında gayrimüslimlerden 11 kişi, bazı Yunan kaynaklarına göre 15 kişi öldürülmüştü. Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Dilek Güven'in Sabah gazetesine verdiği röportaja göre ölü sayısının az oluşu gruplara "ölü olmasın" emri verilmesi sebebiyleydi. Resmî rakamlara göre ise 30 kişi, gayriresmî rakamlara göre de 300 kişi yaralanmıştı. Güven'e göre resmi rakamlara göre 60 olan tecavüze uğrayan ve utanmalarından veya korkmalarından dolayı şikayette bulunamayan kadın sayısının çok daha fazla olduğu tahmin edilmekteydi.

Büyük halk kitlelerinin ayaklanma sebebi Kıbrıs sorunu olarak gösterilmişti. Meclisin olağanüstü toplanarak görüştüğü ayaklanmalarda Başbakan Menderes, emniyeti sorumlu tutmuştu. Olayların nedeni İngiliz belgelerine göre Kıbrıs'ın Türk toprağı olarak görülmesi ve Milli Öğrenci Federasyonunun ve Kıbrıs Türktür Derneği Genel Sekreteri Kamil Önal'ın açıklamaları gösterilmişti. Hikmet Bil de kısmi olarak bu olaylardan sorumlu tutulmuştu. Sonradan yakalanan bir Türk konsolosluk yetkilisi, bombayı olayları kışkırtmak için kurguladıklarını itiraf etti ancak Türk basını bunu görmezden gelerek bombanın Yunanlar tarafından atıldığını iddia etti. DP iktidarı bu olayda Türkiye'de zaten az sayıdaki komünist aydını şüpheli olarak gösterdi. Fakat ilerleyen süreçte bu iddialarla ilgili yapılan yargılamada herhangi bir somut belgeye rastlanamadı. Demokrat Parti'nin “hafif şiddette” planladığı 6-7 Eylül olayları, 27 Mayıs darbesi sonrası başlayan Yassıada duruşmalarında Başbakan Adnan Menderes'i fazlasıyla sıkıntıya sokan bir mahkeme sürecinin de başlamasına sebep oldu.

6-7 Eylül olayları Rum vatandaşlarımızın kitlesel göçüne sebep olmakla birlikte Yahudi vatandaşlarımızın da zamanla İsrail'e göç etmelerine yol açacak “duygusal” yıkımı başlatmıştı. 6-7 Eylül olayları, Filistin'de işgal ettiği coğrafyalara yerleştirmek için Yahudi nüfus arayan İsrail'e, Yahudi göçünün haklı gerekçelerini sağlamıştır. Siyonistlerin Filistin çağrısını yıllardır reddeden İstanbul Yahudileri, önce Varlık vergisi, peşinden gelen 6-7 Eylül olayları sonrasında “güvenlik” endişeleri ağır basınca kitleler halinde İsrail'e göç etmek zorunda kalmışlardı.

6-7 Eylül provokasyonu ile ilgili ABD'nin Ankara'daki JUSMMAT kuruluşu ile aynı binada olan Seferberlik Tetkik Kurulu'nun 6-7 Eylül olaylarının altyapısının oluşmasında gerçek anlamda etkili olmuş muydu, bu kuşku ile ilgili sadece 1970'leri Özel Harp Dairesi Başkanı emekli orgeneral merhum Sabri Yirmibeşoğlu tarafından yapılan “6-7 Eylül muhteşem bir organizasyondu” açıklamasını biliyoruz. Yirmibeşoğlu'nun gururla anlattığı organizasyon Seferberlik Tetkik Kurulu'nu doğrudan adres gösteriyordu. Ancak devrik Başbakan Adnan Menderes'in Yassıada mahkemelerinde defalarca dinlenmesini istediği fakat mahkeme tarafından her seferinde reddedilen dönemin Milli Emniyet Hizmetleri Başkanı, Emniyet Genel Müdürü ve İstanbul Emniyet Müdürünü bu provokasyonun dışında tutmak da fazlasıyla saflık olacaktır. Londra'da gerçekleşen Kıbrıs konferansı sürerken yaşanan ve ülkemizdeki Rum azınlığı doğrudan hedef alan 6-7 Eylül olayları Kıbrıs davasında Türkiye'yi de zor durumda bırakmıştır. Olaylar İngiliz sömürge yönetiminin tezlerine büyük ölçüde destek sağlamıştır. Zaten Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Dilek Güven de 6-7 Eylül olayları adlı kitabında bu saldırıların arkasında İngiliz yetkililerin olduğuna dikkat çekmektedir.

Türkiye ile Yunanistan arasında Atatürk'le Venizelos döneminde kurulan dostluk köprüsü de 6-7 Eylül'le sarsılmış oldu. Bir diğer ilginç ayrıntı; 6-7 Eylül olaylarını ne Amerika, ne yeni kurulan İsrail ne de Avrupa ülkeleri kendilerine dert yapmamıştır.

6-7 Eylül olaylarının baş aktörü; İstanbul Ekspres Gazetesi'nde Yazı İşleri Müdürü olarak provokatif manşet haberi hazırlayan Gazeteci Gökşin Sipahioğlu ise 1960'lardan sonra Türkiye'yi terketmiş ve gazeteciliğe Fransa'da devam etmiştir. Fransa merkezli SIPA Press'in kurucusu olan Sipahioğlu, teyit edilmemiş, provokasyona tamamen açık bir haberi yayına hazırlayarak 6-7 olaylarının fitilini ateşlemiş olmanın ödülünü de Fransa'dan almıştır. Sipahioğlu'na ilerleyen yıllarda Fransa'nın en özel nişanı Ordre national de la Légion d'honneur ödülü verilmiştir. Sipahioğlu'na gazetecilik başarıları nedeniyle bu ödül verilirken, Sipahioğlu'nun bu mesleki başarıları arasında 6-7 Eylül provokasyonu da bulunmaktaydı. Dolayısıyla 6-7 Eylül provokasyonu da “Ödüllü provokasyon” olarak tarihe geçmiştir.

Tüm Yazıları

Haber Ara