“İman kalbi bir durumdur. Dokunulabilecek ya da herhangi bir müşterinin değer biçebileceği maddi bir eşya değildir. İmanın kıymetini ancak onu göğsünde taşıyan kişi takdir edebilir. Bazılarının nazarında bir lokma ekmeğe satılabilecek bir şeyken diğer bazılarının nazarında paha biçilemez bir değerdir. Onun pazarlığı ancak göklerin ve yerin rabbi ile yapılabilir…”
Ebul Ala Mevdudi
Evliliğinin ilk yıllarında hem ekonomik açıdan hem de asayiş bakımından çok sıkıntı yaşamayan Mevdudi’nin başlarda şoförü, aşçısı ve hizmetçisi vardır. Genellikle yemeklerde mercimek ve humus yediklerini söyleyen kızı Hamira Muhammed Esed ve ailesinin ziyaretinde annesinin çeyizlik mutfak eşyalarından oluşan bir sofra hazırladığını anlatır. Sonraları Manzur Numani ve Cafer Şah Pehlevari gibi tanınmış zevatların geldiğini, Mahmuda Hanım’ın benzer sofrayı bu zevatlara hazırlama isteğine babasının mercimek ve humus ikram edilmesinin yeterli olduğunu söyleyip sofra hazırlanmasına karşı gelmesi söz konusu olmuştur. Bu tepkiye rağmen annesinin ‘Böyle kıymetli insanlara sofra hazırlanmaz mı?’ diyerek sofra hazırladığını ama sonrasında bu zevatların ‘Mevdudi’nin din kisvesi giymiş dünya adamından başka bir şey olmadığını’ söyleyip lüks içinde yaşadığı yaygarası yapmaları sonucunda Cemaat-i İslam’dan ayrılmaların söz konusu olduğunu söyler. ‘Allah insanları boylarına göre sınıflandırır. Bunların mantığı bu mudur’ diyen annesinin bir daha babasının sözünden çıkmadığını söyler.
Dar-ul İslam’dan önce Tabankot’ a sonra Hadikat’ul İslamiye kampta geçirilen ceset görmeye alışmış çocuk gözleri ile geçen birkaç yıl. Ve “Erkekler kanları ile savaşın acılarını ekerler günlerce ve kadınlara bu acıları gözyaşları ile büyütmek düşer yıllarca” bilinciyle ve geleneğiyle direnen iki anne.”
Her türlü bozucu ve yıkıcı rüzgara karşı direnen Mevdudi’nin bu özelliğini kendisinde bulunduran anne Mahmuda’yı kızı Hamira şu cümlelerle anlatıyor;
“İnsanlar vardır gölgesi geniş, meyveli ağaçlar gibidirler. Uzak yakın, küçük büyük, kadın erkek herkes onlara sığınır. Gölgesinde dinlenir, meyvelerinden yerler. Gölgesi herkese yeter. Tek bir kişiyi bile meyvesinden mahrum bırakmaz. Annemiz dokuz çocuğu için hem anne hem babaydı.”
“Müminin izzeti ayakta kaldığı sürece hapishaneye aldırmam.” diyen Mevdudi ilk tutuklandığı zaman sekiz yaşında olan Hamira “Babam gitmeden önce neden bize bakmadı.?” sorusuna annesinin “Hacer’i ve oğlu İsmail’i çöle bırakan Hz. İbrahim’in sünneti olduğunu söylediğini ve çünkü arkaya bakmak erkeklerin endişelerini artırır ve azimlerini kırar.” Cümlesiyle cevap vermiştir.
Direnme ve acziyete düşmeme ahlakını oğluna, gelinine ve torunlarına öğreten Babaannenin anneye verdiği öğütlerden biri şudur;
“Çocuklarını şımartma onları hayatın gerçeklerine uygun yetiştir. Zorluğu da kolaylığa da alıştır. Bazen onlara altından, inci mercandan yemekler ver. Bazen de sadece ekmek ve mercimek ya da ekmek ve süt. Tek bir tarzda eğitme. İstedikleri her şeyi yapma. Anne babalar rahat ve lüksle çocuklarının fıtratlarını bozarken, zamanın acımasız olduğunu unutuyorlar. Zamanın terbiyesiyle büyüyen nice büyük âlimler ve edipler vardır. Ben çocuklarımı böyle yetiştirdim. Bazen en lezzetli yemekler yaptım bazense önlerine sadece mercimek, ekmek ve süt koydum.”
Böyle bir edeple yetişen baba ne hayatın sıcağından kavrulur ne soğuğundan donardı. En büyük sıkıntılar karşısında bile adeta sinirleri çelikten yaratılmış gibiydi. Elbiselerini yamar, kopuk düğmelerini dikerdi. İlk tutuklanışından sonra daima hazır tuttuğu çantasında iğne, iplik ve birkaç düğme vardı.
Nitekim bir hapishane müdürü Mevdudi’ye “senin ailen gibi hapishaneye sevinç dolu gelen aile görmedim özellikle yaşlı ve güçsüz olmasına rağmen annen.” İltifatında bulunur. Bu iltifata Mevdudi “Biz çocuklarımızı onlara hayatın acılarına sabretmeyi, Allahın kaderine rıza göstermeyi öğreterek yetiştiririz. Beni bu şekilde yetiştiren annem işte şimdi de aynı yolla torunlarını yetiştiriyor.” Cümlesiyle cevap verir. Önce çocuklar küçük diye hapishaneye gelmesini istemeyen Mevdudi gerçeği ve acıyı yaşasınlar diye yaşları 10 yaşında olan çocuklarını sonraları hapishaneye ziyaretine getirtmiştir. “Ben çocuklarımı rahat, sevinç ve yaşam sevgisiyle eğitmek istemiyorum. Kötülükler karşısında sapasağlam dağlar gibi hak ve hayrın sadık hizmetçileri olmasını istiyorum.” diyerek bir insanın nasıl eğitileceğinin iyi örneklerinden birini gösterir.
Hamira Mevdudi’nin anlatımına göre Allah dostlarından olan Babaanne hasta olduğunda samimiyetle Farsça “Ben hastayım doktorum sensin” der ve hemen iyileşirdi. Sadece annelik basireti olmayan aynı zamanda tefsir, fıkıh ve hadis dersleri veren Arapça ve Farsça bilen babaanneyi gelini şu cümlelerle anlatıyor;
“Hitabeti güçlü söylemleri kayalara yazılmış kitaplar gibi yüreklere işlerdi. Hayatımda babaanneniz gibi bir kadın daha tanımadım. Sanki yaratılmış da içine nefis konulmamış. Asla kendisi için bir şey istediğini görmedim.” “ Bir şeyi yasaklamamak, bir şeye tamah etmemek, bir şey toplamamak ariflerin sıfatlarındandır.” diyen babaanneden hayatı öğrenen gelin ile kaynana olmalarına rağmen daima aynı fikride olmaları çok ilginçti.
Bayramlık alamayan aileleri düşünerek bayramlık alma gibi bir alışkanlığı adet edinmeyen bir aile inşa eden Mevdudi’nin hapishane yıllarında olduğu sırada çok sıkıntılar çekmelerine rağmen -aileye gönüllü hizmetçilik yapan- hizmetçinin komşudan ödünç aldığı una hapishanede olan “Mevdudi’nin ailesi dilencilik yapıyor” dedikodusu olabileceği için tepki gösterilmiş ve bir daha böyle bir şey yapmama konusunda uyarılmıştır. 19 ay süren 1950’ de biten bu mahkûmiyetten sonra 1953’ te “Kadiyanilik Sorunu” kitabından dolayı tekrar tutuklanan Mevdudi idama mahkûm edilmiş tepkiler üzerine ve bir eşin samimi duası vesilesiyle bu karardan vazgeçilmiş, 21 yıllık hapse karar verilmiş ve bu karara bile aile ve ülkedeki Müslümanlar sevinmiştir.
Eski mavi gömleğini keserek kese yapan üzerine çocukları için “gözümün nuru, canım, ciğer parem” gibi ifadeler yazan içine ceviz, badem, kaysı ve fıstık koyan koca dağın içinde çarpan bir kalp, seven bir gönlü olan mahkûm bir baba. Ve 25 ay sonra tekrar yuvaya dönen babanın çocuk özlemi ve sevgisine karşın “çocuklarını senin kadar şımartan bir baba yok “diye yakaran anneye karşı Mevdudi “hapishanede çocuklarına özlem duyduğunu ve onlara kızamayacağını ve korkutamayacağını” söylüyordu. Ve eşine şu nasihatte bulunmuştur;
“Allah, hiç yalvarıp yakarmana gerek kalmadan sana kolayca bu çocukları bahşetti. Bunun için mi onlardan rahatsız oluyorsun, sıkıntıya giriyorsun? Çocuksuzların durumunu bilmiyorsun. Çocuğu olmayan bir kadının nelere katlandığını ne sıkıntılar çektiğini anlamıyorsun. Belki bir ümit çocuk sahibi olabilir diye çalmadık kapı bırakmıyorlar. Hatta hurafelere inanabiliyor, bidat ve şirke düşebiliyor, dinlerinden olabiliyorlar.”
“Rabbim benimle birlikte olduktan sonra tüm zalimler birleşse ne çıkar?” diyen Mevdudi hapishanede de rahat bırakılmamış kendisini huzursuz etmesi için yanına bir mahkûm verilmiş fakat mahkumun ilk görüşte gönlüne girmiştir ve mahkum bu vazifesini unutmuş Mevdudi’ye hizmetkar olmuştur. Amca Ebul Hayr Mevdudi’nin “ilimle meşgul olarak şimdiki ve gelecek nesillere daha çok hizmet edersin” baskısına rağmen aksiyoner olmayı tercih eden, çocuklarına “ sizin eğitiminize vakit ayırabilseydim sizi akranlarınız için örnek olacak şekilde yetiştirirdim. Size göstermem gereken ilgiyi gösteremiyorum. Kendimi dine ve Allah’ın kelamını yüceltmeye adamışken sizin sorumluluğunuzu alamıyorum. Sizin terbiyenizi Allah’ a bıraktım.” diyen Mevdudi’nin iç dünyasında yaşadığı sıkıntılar dışında dışarıda olan eleştiri ve dedikodularla uğraşmak zorunda kalmıştır.
Bir eleştiri olarak “Ayetullah Humeyni İran’da devrim yapmayı başardı. Sen neden Pakistan’da devrim yapmayı başaramadın?” sorusuna nazik bir edayla
“Ben Allah’ın indinde gündelik bir işçiyim. İşimin karşılığını da gündelik olarak yetirmem gereken işleri yapmak, karşılığında da malum karşılığını almak. Binanın inşasına, şeklinin nasıl olacağına, ne zaman tamamlanacağına karışmak benim üzerime vazifem değil. Ya da tamamlanacak mı tamamlanmayacak mı karışmam. O benden nerede, nasıl ve ne zaman çalışmamı isterse öyle ihlâsla görevimi yerine getiririm. Yoksa işin sonunun nereye varacağını benim görevim olmadığı gibi, beni ilgilendirmez de. Bu, davet sahibinin işidir., işçinin değil.”
Lügatinde ben, benim ihtiyaçlarım, benim çocuklarım, geleceğim gibi kelimelere yer olmayan Mevdudi’yi annesi şöyle tanımlar;
“Allah’tan başkası için sinirlenmeyen, kendisi için intikam almayan, küfretmez, içinde kötülük taşımaz, kin beslemez ve gıybet yapmaz, açlık ve susuzlukta dahi mağrurdur, Allah yolunda kınanmaktan ve ya zorluklarla karşılaşmaktan çekinmez. Geri adım atmaz.”
Yorum Yap