Benden sonra peygamber gelseydi, Ömer peygamber olurdu, buyuruyor Peygamber Efendimiz onun hakkında. Hz. Ömer adaleti, cesareti, sadakati ve sarsılmaz imanı hürmetine kainatın efendisinin dilinde en değerli övgülerden birine mazhar oluyordu. Öyle bir adalet ki, “Dicle kenarında bir kurt bir kuzuyu kapsa, ilahi adalet Ömer'den sorar” diyebilecek kadar mesuliyet duygusu ile yoğrulmuş, en aciz insanın dahi sığınabileceği sahil-i selamet hükmünde.
Dönemi hem fetihler, hem de icraatlar bakımından İslam tarihinin köşe taşlarından biriydi. O, yaşadığı devre şekil vermiş, aldığı kararlarla İslam dünyasının geleceğini biçimlendirmiş örnek bir idareciydi. Yöneticiliği bir yük olarak görüyor ve ruh dünyasında, icraatlarından dolayı hesap veremeyecek olmanın korku ve sıkıntılarını taşıyordu. Bunun sancılarını, yerden bir saman çöpü alarak “Keşke bu çöp olsaydım! Keşke yaratılmamış olsaydım! Keşke annem beni doğurmasaydı! Keşke bir hiç olsaydım! Keşke unutulup gitmiş olsaydım!” diyecek kadar derinden hissedecekti.
Kılı kırk yaran hassasiyeti sebebiyle ne kendisine, ne ailesine, ne de akrabalarına bir imtiyaz sağladı Hz. Ömer. Aksine onlara, harcamaları ve davranışları konusunda daha dikkatli olmaları gerektiğini hatırlatırdı sık sık. Bir kıtlık döneminde et ve hayvansal yağ yiyemeyen insanlar olduğu için gıda maddeleri bollaşıncaya kadar ağzına bu yiyeceklerden koymadığı, bu yüzden renginin değişmeye başlayıp sağlığının bozulduğu rivayet edilir.
Halifelik makamı için kendisine neyin helal olacağını soran bir sahabiye verdiği cevap, dengeye ve adalete ne denli önem verdiğini açıkça gösterir:
“Allah'ın malından [hazineden] kendime helal saydığım şeyleri ben size söyleyeyim: 'Birini kışın, birini de yazın sıcağında giyeceğim iki hulle (uzun giysi); üzerine binerek hac ve umre görevini eda edeceğim bir binek hayvanı; Kureyş'ten ne zengin ne de fakir, orta halli bir adamın zaruri gıdası kadar benim ve ailemin gıda ihtiyacı.' Sonra ben Müslümanlardan biriyim. Onlara [hayırdan veya şerden, ya da zenginlikten veya fakirlikten] isabet eden şey bana da isabet eder” (İbn Sa'd, III, 256).
Bu konuda Hz. Ömer'e dair nakledilen bir başka ifade de şudur: “Ben istifade etmem açısından Allah'ın malını yetim malı konumuna koydum. İhtiyacı olmayan [veli] yetim malına tenezzül etmesin. Muhtaç olansa meşru surette, ihtiyaç ve emeğine uygun olarak yararlansın” (İbn Sa'd, III, 256).
“Peygambere yakınlık esastır”
Devlet gelirlerinin Müslümanlar arasında sistemli şekilde dağıtılması için divan teşkilatını Hz. Ömer oluşturmuştu. Divana kayıtlı olanların önemli bir kısmı askerlik hizmetini de ifa ediyordu. Onun bu alandaki uygulamaları bir standart oluşturarak asırlarca devam etti. Hatta ünlü tarihçi Muhammed b. Sa'd, 2 asır sonra Kitâbü't- Tabakâti'l-kebîr adlı değerli eserini yazarken ele aldığı kişilerin tasnifinde onun divan tasnifini esas alacaktı.
Hz. Ömer'in divanların oluşturulması konusunda Müslümanlarla istişare ettiği de bilinir. Bu konuda Hz. Ali “Her sene sende toplanan malı dağıtıyorsun ve ondan hiçbir şeyi saklamıyorsun”, Hz. Osman “İnsanlara bolca yetecek çok mal görüyorum. Şayet insanların sayımı yapılmazsa -ki o takdirde malı alanla almayanı birbirinden ayırt edemezsin- işin dağılmasından endişe ediyorum” şeklinde yorumda bulunmuştu.
El-Velîd b. Hişâm b. el-Muğîre'nin “Ey Müminlerin Emiri! Ben Şam bölgesine vardım. Oranın idarecilerinin nüfus kütüğü oluşturduklarını ve asker topladıklarını gördüm. Sen de nüfus kütüğünü oluştur ve asker topla!” sözleri üzerine Hz. Ömer, Akîl b. Ebû Tâlib, Mahreme b. Nevfel ve Cübeyr b. Mut'im'i çağırdı. Bunlar nesep bilgisine sahip kimselerdi. Onlara, “İnsanları derecelerine göre yazın” dedi. Hâşimoğullarıyla başlayarak listeleri hazırladılar. Arkasından hilafet sırasına göre Ebubekir ve kabilesi Teymoğullarını, akabinde Ömer ve kabilesi Adîoğullarını yazdılar.
Ömer bu listeye bakınca şöyle dedi: “Vallahi bu şekilde [Resûlullah'a yakınlığımın] olmasını çok arzu ederdim. Ancak Hz. Peygamber'e akrabalığı esas alarak başlayın. Önce en yakın akrabayı, ardından da onu takip eden yakın akrabayı yazın. Sonunda böylece Ömer'i, Allah'ın koyduğu sıraya koyarsınız.”
Adîoğulları'nın şu sözleri dönemin hakim bakış açısını gösteriyordu: “Sen Ebubekir'in halifesisin. O da Allah Resûlü'nün halifesidir. Durum böyle! Keşke kendini şu insanların koyduğu [sıradaki] yere koysan!” Ömer ise şu çarpıcı cevabı verecekti: “Sizler benim sırtımdan nemalanmak istiyorsunuz. Böylece yaptığım iyilikleri ziyan edeceksiniz! Hayır, vallahi defter sizinle kapansa bile atıyye (maaş) almak için çağrıdaki sıranızı bekleyeceksiniz. Benim, bir yol tutan iki arkadaşım vardı. Şayet onlara muhalefet edersem, bana da muhalefet edilir. Vallahi dünyada fazileti ve yaptıklarımıza karşılık ahirette Allah'ın sevabından umduğumuz şeyleri sadece Muhammed'in vasıtasıyla elde ettik. O bizim şerefimizdir. Onun aşireti Arapların en şereflisidir. Fazilet sırası, ona en yakın olan akrabası ve ardından onu takip edenindir. Şüphesiz Araplar Allah Resûlü ile şeref kazandılar.” (Hz. Ömer'in neseple ilgili bu tasnifi atıyye alma sırasını belirmek içindi. Yoksa kendisinin de ifade ettiği gibi “Ameli kendisini eksik bırakan kişiyi nesebi [Cennet yolunda] koşturmaz”.)
Hicrî 20. senenin Muharrem (Ocak 641) ayında Hz. Ömer divanın oluşturulmasına karar verdiğinde atıyye çağrı sırasına Hâşimoğullarıyla başladı. Sonra Allah Resûlü'ne en yakın olanı, ardından onu takip edeni sıraladı. Allah Resûlü'ne akrabalık yönüyle eşit olanlar arasındaysa İslam'da kıdemli olanlar öne geçirildi.
Ömer, divana kaydettiği kişilere maaş tayin ederek İslam'da kıdemli olanların ve seferlere katılanların paylarını artırdı. Halbuki Ebubekir Sıddık devlet gelirlerini insanlar arasında eşit dağıtıyordu. Bu durumun gündeme gelmesi üzerine Hz. Ömer uygulamaya “Allah Resûlü'ne karşı savaşanları, onunla beraber savaşanlarla bir tutmam!” sözleriyle açıklık getirdi. Şu örnek de dikkat değer: Hz. Ömer Üsâme b. Zeyd'e 4 bin dirhem takdir etmişti. Hz. Ömer'in oğlu Abdullah b. Ömer de bunun üzerine “Bana 3 bin dirhem, Üsâme'ye 4 bin dirhem takdir ettin. Halbuki ben Üsâme'nin katılmadığı savaşlara katıldım!” diyerek karşı çıktı. Hz. Ömer'in cevabı ise yine adaletten yanaydı: “Ona fazla verdim. Çünkü Allah Resûlü onu senden, onun babasını da senin babandan daha çok seviyordu!”
Hz. Ömer'in ibretlik uygulamalarından biri de her yeni doğan bebek için 100 dirhem gelir bağlamasıydı. Çocuk 10 yaş civarına gelince bu miktarı 200 dirheme çıkarıyor, ergenliğe girince daha da arttırıyordu. Kendisine [anne-babası bilinmeyen] buluntu çocuk getirildiğinde, ona 100 dirhem maaş bağlıyordu. Ayrıca velisinin her ay alacağı, onun durumunu iyileştirecek bir yiyecek de takdir ediyordu. Ayrıca onlara hayır tavsiye ediyor, emzirme giderlerini ve nafakalarını beytülmalden karşılıyordu. Ayrıca kişilerin yiyecekleri için de aynî ödemeler yapılıyordu.
Hz. Ömer, İslam'daki kıdemi ve hizmeti esas alarak yaptığı dağıtım sonucu zamanla zenginliğin ileri gelen bazı sahabiler arasında yoğunlaştığını görünce uygulamayı gözden geçirmeyi gerekli görerek vefatından önceki aylarda şöyle diyecekti: “Vallahi gelecek yıla kadar yaşarsam [gelir dağılımında] insanların en sonunu, mutlaka en baştakilere kavuşturacağım. Onları [gelir dağılımında] mutlaka eşitleyeceğim.” Ancak bir suikast sonucu şehit edilmesi bunu engelledi.
Kaynak: yenişafak