Türkiye, Filipinler'de silah bıraktırıyor
Kardeşlik ve barış sürecini tamamlamak üzere önemli adımlar atan Türkiye, sadece kendi iç barışıyla ilgili değil, bu yöndeki katkılarını uzak coğrafyalar için de sürdürüyor. Bu çerçevede, 2011 yılından itibaren Filipinler’de barış sürecinin gerçekleşmesi için emek veriyor.
11 Yıl Önce Güncellendi
2015-03-15 12:52:29
Sivil kuruluş olarak İHH ilk önce ‘gözlem’ heyetinin 5 üyesinden biri olarak süreçte görev aldı. 2014 yılında ise Türkiye hükümeti, silahların bırakılması için kurulan heyetin başına getirildi. Barış süreci 2016’da yapılacak seçimlerle nihayet bulacak.
Gözlem heyetinde yer alan İHH Başkan Vekili Hüseyin Oruç, Türkiye’nin kendi barışını gerçekleştirirse, Mescid-i Aksa’ya umut olacağını söylüyor. Süreçte en zor aşamanın silahların bırakılması olduğuna dikkat çeken Oruç, umudunu da şu sözlerle aktarıyor: “Artık sürecin sahibi ne hükümet ne PKK, yalnızca halk.”
Diriliş Postası Gazetesi Genel Yayın Koordinatörü Emine Dolmacı, Hüseyin Oruç ile Filipinler-Moro deneyiminden yola çıkarak Türkiye’nin çözüm sürecini konuştu. Diriliş Postası’nın bugünkü nüshasında yer alan röportajın satırbaşları şöyle:
İHH'nın bir aktör olarak Filipinler Moro'daki barış süreciyle ilgilenmesi ne zaman başladı?
İHH olarak biz ilk kurulduğumuz günlerden yani Bosna’da yaşanan korkunç savaştan itibaren üç ana alanda çalışmalarımızı sürdürdük. Bunlar; insani yardım, insan hakları ve insani diplomasi oldu. 1996 yılında dünyanın birçok mazlum coğrafyasında olduğu gibi Moro’ya da arkadaşlarımız gelmiş, Anadolu insanının hem hediyelerini hem de içten desteklerini paylaşmıştı. Moro’dan bazı önemli isimlerle tanışıklığımız daha da eskilere dayanıyordu, Pakistan’da okuyup vakfımızın kuruluşunda yer alan kardeşlerimiz İslami Hareketin kurucu lideri olan Selamet Haşimi ile oradan tanışıyorlardı. Bosna’da biz savaşın ne olduğunu, insanların nasıl zorluklarla karşılaştıklarını çok yakından gördük. O gün karar verdiğimiz en önemli noktalardan birisi de; ne olursa olsun savaşın çocuklarının yanında duracağız olmuştu. Bu kararı verenler olarak yaklaşık 400 yıldır mücadelenin devam ettiği Moro’ya kayıtsız kalamazdık.
İNSANİ YARDIM VE İNSANİ DİPLOMASİ
-Bunun bir hikayesi var mı? İHH doğrudan davet mi edildi yoksa, insani yardım için bölgede çalışırken kendini sürecin içinde mi buldu?
Moro mücadelesinin 70’lerin başından beri devam eden son 45 yılı savaş ve görüşmenin birlikte olduğu bir süreçtir. Nur Misvari’nin liderliğini yaptığı Moro Milli Kurtuluş Cephesi (MMKC) 1976 ve 1996 yıllarında Filipinler devletiyle iki kere kapsamlı anlaşmalar imzalamış, ama verilen sözler yerine getirilmeyince mücadele devam etmiş. 80’lerin başında Selamet Haşimi liderliğinde sadece bir askeri cephe olarak değil bir ıslah hareketi olarak kurulan Moro İslami Kurtuluş Cephesi toplumdan kısa sürede büyük destek bulmuş, Müslümanların en güçlü temsilcisi haline gelmişti. Biz de IHH olarak çalışmalarımızı hep ıslah hareketine yakın STK’larla sürdürdük ve bölgeden hiç ayrılmadık. 11 Eylül sonrası tüm Arap kurumları bölgeyi terk etmek zorunda kaldıklarında biz hep kardeşlerimizin yanında durmaya devam ettik. MİKC cephesi lideri Hacı Murad İbrahim ve diğer yöneticileri, IHH’nın sadece insani yardımda değil, insani diplomasi alanında da çalıştığını biliyordu. 2011 yılında devlet başkanı Aqunio ile Hacı Murad’ın görüşmesiyle başlayan barış görüşmelerinde biz de IHH olarak danışman konumunda olduk. Malezya arabuluculuğunda Kuala Lumpur’da yapılan 57 tur görüşme sonrası Çerçeve Anlaşması ve hemen arkasında da Bangsamoro Kapsamlı Anlaşması imzalandı. Bu anlaşmayla oluşturulan 5 kişilik Bağımsız Gözlem ve Denetim Heyeti’ne IHH seçildi ve anlaşmaya IHH’nın ismi dahil edildi. Sizin sorduğunuz soruyu ben de bu görevlendirme sonrası Hacı Murad’a sormuştum. Cevabı hepimizi çok duygulandırmıştı; ‘Çünkü IHH’nın buna ihtiyacı vardı, Dünyanın her yerinde Müslümanların yanındasınız, böylesi üst düzey resmi bir diplomatik sorumluluğun size gerekli olduğunu gördük’ Hemen arkasında da ‘zaten IHH’dan başka bu işi yapacak hiç bir kurum yoktu diyerek gülümsemişti.
-Bir sivil toplum örgütü olarak siz ve sizin içinde bulunduğunuz organizasyon barış sürecine nasıl destek oluyor?
Filipinler devletiyle Moro arasında birçok kere görüşmeler ve sonucunda anlaşmalar yapıldı. Maalesef Moro Müslümanları devletin verdiği sözleri yerine getirmediğini, devletse getirdiğini iddia etti. Bu son anlaşmada MİKC anlaşmaların uygulanıp, uygulanmadığını denetlemek üzere bağımsız bir heyet kurulmasını istedi. Böylece 5 kişiden oluşan Bağımsız Gözlem ve Denetim Heyeti oluşturuldu. 5 üyenin 2 tanesi Filipin vatandaşı, 3 tanesi yurtdışından. Başkanlığını Avrupa Birliği Emekli Filipinler Büyükelçisi yapıyor. Diğer yabancı ABD’nin Asya Pasifik bölgesinde çok aktif olan Asya Vakfı’nın Filipinler başkanı ve IHH adına da ben. Aslında bizim süreçte çok konuşulan 3. Göz bizi tam tarif ediyor. İki ayda bir Filipinlerde toplanıp, 15 gün boyunca barış sürecinin taraflarıyla, STK’larla, halkla, siyasetçilerle görüşmeler yaparak, anlaşmaların nasıl gittiğini denetliyoruz. Her toplantı sonrası ve 3 ayda bir iki tarafın barış panellerine rapor veriyoruz. Yılda bir kere de halka açık rapor yayınlıyoruz. Heyetimizin her yere girme herkese her soruyu sorma ve rapor alma yetkisi var. 2013 Temmuz ayından beri bu göreve devam ediyoruz. Eğer planlandığı gibi olursa 2016 Mayıs ayında yapılacak seçimler sonrası oluşacak Bangsamoro Meclisi göreve başlayıncaya kadar devam edeceğiz. Elbette şunu unutmamak gerekiyor, barış görüşmeleri MİCK ile Filipinler Devleti arasında oluyor, bizler kolaylaştırıcılarız.
-Bundan kısa bir süre önce Başbakan Ahmet Davutoğlu Filipinler'i ziyaret etti ve devlet olarak da artık Türkiye’nin ülkedeki sürece destek olacağını açıkladı. Bunun arkaplanı nedir?
Türkiye, Malezya arabuluculuğunda yapılan Kuala Lumpur görüşmelerinde çok aktif katılmasa da kontak ülkelerden birisiydi. Şimdi MİCK’nin yoğun talepleriyle yeni bir sorumluluk daha aldı. Barış sürecinde silahları alıp muhafaza edip, süreç tamamlanınca Bangsamoro Devletine, eğer tamamlanamazsa MİCK e iade edecek bir komisyon kuruldu, bunun tam adı Uluslar arası Silahları bırakma Komisyonu (IDB), başkanlığını da Türkiye üstlendi. Bu komisyonun masraflarının da bir kısmı Türkiye tarafından karşılanacak.
-Türkiye kendi çözüm sürecini devam ettirirken, dünya üzerindeki ülkelerle de ilgileniyor. Bölgesinde ve dünya üzerinde lider ülke olma iddiasındaki Türkiye için bunun önemi nedir?
Benim birçok ülkeden bildiğim bir gerçek var. Nerede Müslümanların bir problemi olsa yüzünü çevirdikleri ilk yön Anadolu coğrafyası oluyor. Anadolu’da olanların da görevi kendinden yardım isteyenlerin yardımına koşmaktır. Türkiye son yıllarda devletiyle de , STK’larıyla da bu görevi yerine getiriyor. Lider ülke olma için bunlar yapılmaz ama hakkıyla bu görevi yerine getirirseniz lider ülke olursunuz.
-Çözüm süreci size göre beklenen hızda ve içeriği de doldurularak ilerliyor mu?
Kürt meselesinin çok derin ve maalesef kanlı, gözyaşıyla dolu uzun bir tarihi bulunuyor. Dolayısıyla çözümü de uzun ve titiz bir onarma sürecini zorunlu kılmaktadır. Ayrıca Kürt Meselesi sadece Türkiye’yi ilgilendiren değil tüm bölgeyi, Ortadoğu’yu da etkileyen bir süreç. Haliyle oldukça zorlu bir süreç yürümektedir. Bugüne kadar çözüm sürecinde çok önemli adımlar atıldı. Bir çok defa riskli duraklamalar yaşansa da Türkiye halkının çözüm sürecini destekleme iradesi tarafları barışa ve çözüme zorlamaktadır. Gelinen noktada halk tarafından memnuniyetle karşılanmaktadır.
SÜRECİN SAHİBİ NE HÜKÜMET NE PKK ; SADECE HALK
-Çözüm sürecine olan toplumsal ilgi yeterli mi, bu sorunu çok yakınında hissetmemiş kesimler de dahil barış için yeterli talep var mı?
Doğu ve Güneydoğu illerindeki temaslarımızda, özellikle geçmişte yaşananlar, çözüm süreci ve çözüm sürecini riske atan son gelişmeler değerlendirildiğinde bölge halkı; “Barışın ve çözümün sahibi ve koruyucusu olacağız, kim barışı ve çözümü savunursa o kazanacak. Biz de bu süreci gözleyen, denetleyen, takip eden ve zorlayan olacağız!” mesajını vererek “üçüncü göz biziz” demiştir. Çözüm süreci Hükümeti, PKK’yı ve diğer herkesi aşmıştır. Süreç halkındır. Halk kendi meselesi olarak gördüğü Kürt meselesi ve etrafında oluşan sorunlar bütününün çözümü konusunda kararlılığını ortaya koymuştur. Bu kararlılığa, barışa, sürece kim nasıl katkı sunarsa halkın ona desteği tamdır. İnsanlar kanın dökülmediği, barışın hâkim olduğu bir hayatı istedikleri için çözüm sürecinden vazgeçmemiştir. Halk sokaklarında silah sesi değil mutlu mutlu koşuşturan çocukların sesini duymak istemektedir. Çocukları için kurdukları hayaller korkulardan uzak, onurlu ve haklarını elde etmiş, kimliğinden taviz vermeden herkesle barışık mutlu bir yaşamdır.
EN ZOR OLANI SİLAHLARIN BIRAKILMASI SÜRECİDİR
-Süreç çeşitli aşamalardan geçiyor. Müzakere, silahları bırakma, topluma adapte olma ve rehabilitasyon ve buna benzer süreçler var diğer örneklerde gördüğümüz. Türkiye için en zor olan süreç hangisi?
En zor olanı silahların bırakılması sürecidir. Silahın susması diğer bütün problemlerin çözümünü sağlar. Burada en fazla üzerinde durulması gereken ikinci mesele kimlik merkezli haklar ve özgürlükler problemlerinin çözümüdür.
-Psikolojik olarak aşılması gereken en önemli eşik hangisi. Öcalan'ın ev hapsi mi örneğin?
En önemli eşik Kürt Meselesinin her yönüyle konuşulabilmesiydi. Konuşabilme eşiğinin aşılması ile silahların susması süreci başladı.
TÜRKİYE MESCİD-İ AKSA’YA UMUT OLUR
-Çözüm sürecinin tamamlanması Türkiye için ne anlama geliyor, içte ve dışta barışı sağlamış bir Türkiye için ne söylenecek?
Türkiye aleyhine politika üretenlerin en önemsediği husus Kürt Meselesinin çözülmemesidir. Ortadoğu’daki genel çatışma ve huzursuzluğun farklı aktörlerden kaynaklandığı düşünülse de sorun aslında tek orijinlidir. Dolayısıyla Kürt meselesi, Mescid-i Aksa olayları, Suriye meselesi, Irak’ın istikrarsızlığı ve Kobani olayları tamamıyla birbiriyle ilintilidir. Küresel güçlerin bölgesel hegemonyasına, bölge halkının kanı üzerinden kurulan oyunlara dikkat çekmek gerekir. Ancak mazlum Kürt halkının ABD, İsrail ve işbirlikçilerinin oyunlarına karşı kendi kardeşlerinin, bölge halkının ve değerlerinin yanında, adaletin yanında yer alacağı, tarihî bir sürecin içinde olduğu da görülecektir. Türkiye’nin çözüm sürecini başarıyla tamamlaması demek güçlü Türkiye demek ve Müslümanların da önemli bir meselesini çözmüş olarak güçlenmesi demektir. Kendi problemini çözmeyi başaran Türkiye, Moro’da, Patani’de, Keşmir’de, Doğu Türkistan’da, Arakan’da ve belki de en önemlisi Mescid-i Aksa da Müslüman kardeşlerinin yanında daha sağlam durabilecek ve onların da problemlerinin çözülmesinde büyük katkılar sağlayacak.
SON VİDEO HABER
Haber Ara