Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Belge aramaya vakumla gittiler

Emniyet İstihbarat Dairesi Eski Başkanı Sabri Uzun, Balyoz kapsamında Gölcük’te arama yapan Savcı Fikret Seçen'in aramaya vakum cihazıyla geldiğini belirterek 'Savcı bu dokümanı çıkarmak için cihaza ihtiyacı olacağını önceden biliyordu' şeklinde konuştu.

11 Yıl Önce Güncellendi

2015-01-15 05:19:16

Belge aramaya vakumla gittiler

Emniyet İstihbarat Dairesi Eski Başkanı Sabri Uzun ‘İn’ kitabında Paralel Yapı’ya ilişkin çok önemli bilgiler paylaşıyor. Paralel Yapı’nın emniyet içindeki yapılanması, devlet daireleri ve bürokraside etkin oluş süreçleri, siyaset kurumuna geçmiş yıllarda çektikleri operasyonlar, kaset oluşturma süreçleri, dinleme yöntemleri ve yürüttükleri operasyonlara dair bir çok bilgi kitapta mevcut. Sabri Uzun’la kitapta değindiği konuları ve değinmediği başlıkları konuştuk. Sabri Uzun’un dikkat çekici açıklamaları Paralel Yapı ile ilgili bilinenleri bir adım daha ileriye taşıyor.

Siz bu yapının farkına ne zaman ve nasıl vardınız?

2006 yılının başında Sayın Yaşar Büyükanıt aleyhine Kara Kuvvetleri Komutanı olduğu dönemde bir internet sitesinde haber çıktı. Haberde dedesinin Yahudi olduğu yazıyordu. Bu haber üzerine çok yoğunlaştım ve kişisel gayretimle öğrendim ki Büyükanıt’ın dedesi, Arabistan çöllerinde Osmanlı Devleti için savaşmaya gidiyor, savaşıyor ve Filistin’de de şehit düşüyor. Şehit düşmüş birisine ‘Yahudi’ deniliyor ve bu yaralayıcı bir şeydir. Kaldı ki Yahudi olması bir suç değildir. Ben bu girişimin, Büyükanıt’ın terfisini önlemek için olduğunu düşündüm ve bunu ilgili yerlere de bunu yapan ‘Cemaat’ diye rapor ettim.

BÜYÜKANIT’TAN RÖVANŞ ALDILAR
Yaşar Büyükanıt’a bu hamleyi neden yaptılar?
1984 senesinde Yaşar Büyükanıt Kuleli Askeri Lisesi’nde 80 tane cemaatçi öğrenciyi atmış. Onun intikamını almışlar Yaşar Büyükanıt’tan.

Kitapta birçok bilgi paylaşıyorsunuz Paralel Yapı ile ilgili. Bu bilgileri nasıl edindiniz?
Ben Yaşar Büyükanıt olayını gördükten sonra teşkilat mensuplarıyla tek tek konuşmaya başladım. Bu sefer aynı şeyi emniyet teşkilatına da yapmaya başladılar. Örnek vereyim 2009 yılında Emniyet Genel Müdürü Emin Arslan’ı baron, kaçakçı yapıp hapse attılar. Baktım bunlar bir bütünlük arz ediyor. Geriye doğru bu bilgileri biriktirmeye başladım. Herkes kendilerine geçmişte yapılanları anlatmaya başladı. Hele ki kitap yayınlandıktan sonra çok sayıda kişi yaşadıklarını, bildiklerini anlatmaya başladı.

ARAMA YAPMADAN NE BULACAĞINI BİLİYORDU
Hala kamuoyuna yansımayan mağduriyetler mi var?
Çok sayıda var. Bir olayı daha anlatmak istiyorum, Deniz Kuvvetleri’nin Gölcük Donanma Komutanlığı’nda Savcı Fikret Seçen gidip arama yaptı. Zeminin altında dokümanlar bulduğunu söyledi. Ve arama yapmaya giderken yanında vakum cihazı götürdü. Ben 42 sene bu işi yaptım ve meslek hayatım boyunca yanında vakum cihazı götüren savcı, polis görmedim. Savcı bu dokümanı çıkarmak için vakum cihazına ihtiyacı olacağını önceden biliyor. Hatta savcı oraya gittiğinde mahkeme kararı henüz çıkmamıştı, oraya gittikten sonra kendisine ulaştırılıyor bu belge. Çok acayip bir örgütlenme var işin içinde.

İNANÇLARINI MASKE OLARAK KULLANDILAR
O halde paralel Yapı’nın hakkını da teslim etmek gerekir, bu çeteleşme ve örgütlenme işini epey başarıyla yürütmüşler diyebilir miyiz?
Devlet hiç kimseyi inancına göre tasnif edip belli inançları cezalandırma bazılarını da mükafatlandırma yönüne gitmemiştir. Devlet, devlet gibi olmuştur. Ama bunlar inancı bir maske olarak kullandılar. Bunlar Valiliği, Emniyet Müdürlüğü’nü, hâkimliği ve girdikleri bütün devlet kurumlarındaki görevlerini bir maske olarak kullanıyorlar.

İŞ ADAMLARINDAN TAHSİLÂT YAPIYORLAR
İş adamlarına yönelik şantaj tavırları bilinen bir durum. Siz de kitapta Ankaralı bir işadamından bahsediyorsunuz. Ne yapıyorlar bu işadamına?
Adamın anasından emdiği sütü burnundan getirmişler, ben daha sonra duydum olayı. Gelip işadamından yardım istiyorlar. Adam da 60 kadar hemşerisini okuttuğunu buna rağmen kendilerine de bin lira yardım yapabileceğini söylüyor. Bunların mütevelli heyet başkanı da ‘Ne bin lirası kardeşim, biz senden 40-50 bin almaya geldik’ diyor. Hatta ‘Senin muhasebecin kim’ diye üstü kapalı tehdit ediyorlar. Bu senin ticari hayatını bitiririz anlamına gelir. Adam da öyle kül yutacak biri değil, milliyetçi cenahın önde gelen isimlerinden birisi. Küfrederek bunları kovuyor. Bundan birkaç gün sonra emniyete bir mail geliyor ve bu adamın tefecilik yaptığı ihbarı yapılıyor. Ve tüm bilgilerini ortaya çıkartıp alacak-verecek ilişkisi olduğu herkesi ifadeye çağırıyorlar. İfade veren herkes de bu kişinin beş vakit namazında ve dürüst bir ticaret insanı olduğunu söylüyorlar. Adam bu hadiseden bir yara almadan kurtuldu ama bunların tahsilât usulü bu.

YAPMAYACAKLARI BİR ŞEY YOK
Kitapta kasetlemek istedikleri kişileri kadınlarla tuzağa gönderdiklerini de yazıyorsunuz. Nasıl yöntem izliyorlardı?
Bunların uygulamayacağı hiçbir yöntem yoktur. Bir kadının peşine erkek de gönderdiler. Zengin bir iş kadınıydı. Kadını şahsen tanımıyorum ama bir sivil toplum aracılığıyla kadına yönelik bir komplo olacağını ve kadını uyarmalarını söyledim. Yani bunlar erkeğe kadın, kadına da erkek buluyorlar. Bunların yapamayacağı bir şey yok.

Korku imparatorluğu inşa ettiler

Bunlar nerede operasyon yapmaya başladılar ve hangi operasyonları yaptılar?
Bunların ilk operasyonları 1998’de Sayın Mesut Yılmaz hükümetine karşı yapılmış Türkbank olayıydı. İkinci büyük olayları Nuh Mete Yüksel’e yapılandı. MİT Eski Müsteşar Yardımcısı Muhammet Dervişoğlu’na yaptıkları geldi. Daha sonra da Ergenekon, Balyoz, Oda Tv, Şike Davası, Erzincan Davası ve Casusluk Davası geldi ve bunların hepsi bir bütün.

Nasıl bir yol izlediler bunları yaparken?
Bunların esas yaptığı istihbaratı tasfiye ederek devletin gözünü kör kulağını sağır yapmaktı. İkinci aşama olarak devletin eli-kolu olan operasyonel faaliyetler içinde bulanabilecek ve geçmişte de bulunmuş kişileri cezaevine attılar. Devletin önümüzdeki 30 senesinde mülkiyede, emniyette, adliyede, askeriyede görev alabilecek kişilerini bertaraf ettiler. Böylelikle hem kendi adamlarının terfi etmesinin yolunu açtılar, hem de diğerlerini tasfiye ettiler. Böylece bir korku imparatorluğu inşa ettiler.

Bir dönem yapılan çok önemli isimlere suikastlar olacak haberleri de bu gayenin bir parçası mıydı?
Bana Erdoğan’a suikast yapılacak haberi geldiğinde çok üzüldüm. Hiç kimseyle bunu paylaşamadım, günlerce kara kara ‘Bu ne olabilir, hangi güç bunu yapabilir’ diye düşündüm. Ama sonra sonra olaylar yaşandıkça bu komplonun tamamının bunlar tarafından üretildiğini ve o makamlara ‘Gelin bize güvenin, sizin görev başında tuttuğunuz adamlar sizi koruyamazlar, bize tabi olun ’ mesajı veriliyordu. Amaç buymuş daha sonra anladık.

Hablemitoğlu davasında hatalıyım

Hablemitoğlu cinayetini çözmeyi çok istemiştim diyorsunuz, neden çözemediniz?
O iş çözülürdü de benim hatam oldu.

Neydi hatanız?
Cemaatçi olduğunu bilmediğim adama bu işi aydınlatma görevini verdim. Üzerinde çok durmama rağmen sonuç alınamadı.

Bunun arkasında da mı parmakları var?
Afakî konuşmak istemiyorum.

Sizin şahsi kanaatinizi merak ediyorum…
Benim şahsi kanaatim öyle. Bu iş bir polis işi. Çünkü Hablemitoğlu’nun öldürülmesinde iki tane boş kovan elde edildi. Biri makine kimya menşeli, diğeri de Amerikan mermisi. Amerika menşeli bir mermiyi kim temin edebilir?

Kim temin edebilir?
Polis, asker temin eder. Polis mıntıkasında onu öldürüp rahatlıkla sallanıp gitmek polisle iş birliği yapılmadan olamaz.

Paralel yapıyı İlluminati'ye benzetiyorum

Emniyet içine sızmaları 1980 itibariyle oldu ve 1986 sonrasında da ‘Özel sınıf’ oluşturdular diyorsunuz. Nasıl bir sınıftı bu ve nasıl bir yapılanmaları vardı?
Bunlar emniyette kendilerine iş bulunduğunu, vazife verildiğini zannediyorlar. Onlar o zaman belli bir seviyeye gelene kadar masum. Bunlara emniyette ‘özel sınıf’ deniliyor ama ‘Özel sahtekârlar, komplocular da’ diyebilirsiniz bunlara. Tamamına demiyorum ama yüzde 99’u böyle. Üç-dört kişi bulundukları kurum içinde 'şura'yı oluşturuyorlarmış. Bu şuranın dışında kendilerinin de bilmediği iki-üç kişi ayrıca bir üst şuraya bağlıymış. Yani şura dışında şura oluşturuyorlar, buna örgüt içinde örgüt denilebilir. Ayrıca birbirlerine karşı da istihbarat örgütü kuruyorlar. Ben bu yapıyı İlluminati örgütüne benzetiyorum.

Futbolun rantını yemek istediler

Şike Davası’nın arkasında cemaat var diyorsunuz, bu davadan menfaatleri neydi, nasıl bir kazanç sağlayacaklardı?
8 buçuk milyar dolarlık futbol piyasasını ele geçirme peşindeydiler. Mecnun Otyakmaz, Aziz Yıldırım’a ‘Bir hemşerim var Futbol Federasyonu Tahkim Kurulu’nda görev alsın’ dedi. Aziz Yıldırım da bu şahsa destek verdi ve o kişi bu görevi aldı. O kişinin cemaatçi olduğunu ne Aziz Yıldırım da ne de Mecnun Otyakmaz biliyordu ama o kişi cemaatçiydi. Bu adam o göreve geldikten sonra futbol maçlarının gözlemcilerinin yüzde yetmişi cemaatin adamları oldu. Bugün bu federasyon tamamen olmasa da kısmen çeşitli adlar altında cemaatçilerin eline geçti.

Bildiklerimi mahkemede anlatacaktım

Kitabın aslında daha önceden hazır olduğu ama yayınlanmadığı söyleniyor, bu kitap geç mi kaldı ve neden daha önce değil de şimdi yayınlandı?
Beni Ergenekon, Balyoz, Oda TV, Devrimci Karargah, İrtica Eylem Planı gibi beş ayrı davada tutuklu avukatlar ve mahkumlar tanık gösterdiler. Sanki bu beş mahkemenin heyetleri bir üst şura tarafından yönetiliyormuş gibi beni hiç birisi tanık olarak çağırmadı.
Ve ben de beni çağıracaklar ve ben de daha bu kitapta yer almayanlarla birlikte gidip anlatacağım diye düşünüyordum. O esnada tanıklık yapacak olsaydım kitap yazdığım vakit bu tanıklığın hiçbir anlamı olmayacaktı. Onun için Hanefi Avcı cezaevinden çıkana kadar ben bu konuya girmedim. Çünkü bildiklerimi Hanefi Avcı’nın mahkemesinde anlatacaktım. Haziran ayında Hanefi Bey tahliye olunca ben de artık yazmaya başladım.

Yenişafak
SON VİDEO HABER

İstanbul2da 4 katlı otelde yangın

Haber Ara