Altan Tan: Ulusalcı solun hakkı yok
HDP’li Altan Tan, “Laikçi, Kemalizm’in tesirinde kalmış Türk solunu”, “acemi nalbant” olarak tanımlıyor. Tan’a göre geçmişten kaynaklanan nedenlerle bu tanıma giren ulusalcı Türk solunun Kürtlerden bir talepte bulunma hakkı yok.
11 Yıl Önce Güncellendi
2014-11-15 11:03:57
Çözüm sürecinde taraflar yeniden masaya döndü. Ancak sürecin askıda kaldığı dönemin bundan sonraki gidişat üzerinde etkileri olacağı kesin. HDP’li Altan Tan’a göre, bundan sonra her iki tarafın da dikkat etmesi gereken başlıklar var. Al Jazeera’nin sorularını yanıtlayan Altan Tan, “Devletin artık paradigmasını değiştirerek, bu Kemalist, ulusalcı Cumhuriyet’i, demokratik vatandaşlığı esas alan bir cumhuriyete evirmesi lazım. Kürt siyasetinin de Türkiye içinde demokratik siyaseti öncelemesi lazım” dedi. Bazı sol kesimlerden gelen, “Kürtler giderek otoriterleşen bir iktidarla masaya oturmamalı” tepkilerine de yanıt veren Tan, “Laikçi, Kemalizm’in tesirinde kalmış ulusalcı Türk solu; Sinop’ta, Çanakkale’de, Lüleburgaz’da, Kırklareli’nde, Çanakkale’de, Antalya’da devrimi deneyeceklerine, Kürtler ve Kürdistan üzerinden bu hayallerini gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Böyle bir hakları yok” diye konuştu.
Yaptığınız bir basın toplantısında Yüksekova’da öldürülen 60 yaşındaki Hacı İrfan Atsız ismini gündeme getirdiniz. Özel bir nedeni var mı bunun?
6-7 Ekim olaylarından sonra Yüksekova’da üç sivil asker öldürüldü. Sonra Diyarbakır’da eşiyle birlikte çarşı pazar alışverişine çıkmış bir başçavuş öldürüldü, son olarak da Yüksekova’da 60 yaşlarında sakallı, Hacı İrfan Atsız isminde, İslami kimliğiyle bilinen bir Müslüman Kürt gündüz vakti öldürüldü.
Bir siyasi yapının mı üyesiydi?
Bildiğimiz kadarıyla hayır. Bizim Hakkari Milletvekili Esat Canan’ın da kendi aşiretinden, herhangi bir siyasi partinin üyesi değildi. Şimdi şöyle bir hava verilmeye başlandı; birincisi bölgede faili meçhul cinayetler yeniden başlıyor, ikincisi de bölgede İslami kimliği öne çıkmış kişiler öldürülerek İslami çevreler sindirilmek isteniyor. Bunu kim yapıyor? Bu da belli değil ama bu konuda iki yorum var. Bunlardan biri karanlık güçler. Bir Ak Parti milletvekili diyor ki "İran istihbaratı", Sayın Cumhurbaşkanı “Bir üst akıl” diyor. Belli bir kesim de bunları PKK’nin gençlik örgütlenmesinin yaptığını söylüyor. Gerçek failler ortaya çıkmadıkça, bunların hepsi olabilir.
Nasıl ortaya çıkacak?
Bunu devletin ortaya çıkarması lazım. Devlet bu kadar istihbarat örgütüyle, “Bunları ben ortaya çıkaramadım, bilmiyorum” diyemez. Derse, devlet olma iddiasını kaybeder.
Devlet PKK’yı işaret ediyor…
Bu işte zanlı olarak gösterilen PKK’nin de açık ve net bir tavır ortaya koyması lazım. “Bu bir merkezi karar değildir” deyip, yerel güçlerin eylemi olabilir yorumlarına yol açabilecek açıklamalar bu işi çözmez. Üstlendiği olayları üstlenmeli, üstlenmediklerini açık ve net bir şekilde deklare edip ilgili birimlerine bunu bildirmelidir. Bunu da kamuoyu önünde yapmalıdır. PKK bu olayları ortaya çıkarmadığı sürece bu olaylar PKK’nin üstünde kalacaktır. Devlet de ortaya çıkarmadıkça zanlı durumunda kalacaktır. Devlet de PKK da isterlerse bu konuyla ilgili sanıkları deşifre edip ortaya çıkarabilirler.
İstememe ihtimalleri mi var?
İstemezlerse işte o zaman, onlar da bu işlerden yarar bekliyor anlamı çıkar. "İstemem yan cebime koy" meselesi ortaya çıkar. Bu konuyla ilgili iki görüş var, "Müslümanlar karanlık güçler tarafından öldürülüyor ve bölgedeki İslami güçlerin PKK’ye karşı tavır almaları isteniyor" İkinci görüş ise, "Müslüman kimlikli şahıslar sindiriliyor ve bölgede bir egemenlik kurulmak isteniyor." Devleti hedef gösterenler birincisini, PKK’yi hedef gösterenler ikincisini söylüyor. Ben bu iki yolun da çok tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Bu iki gücün çatışması Türkiye’nin Irak ve Suriye’ye dönüşmesi anlamına geliyor. Bundan da en büyük zararı Kürtler görecek. Bu aşamada daha fazlasını da söylemek istemiyorum.
Aysel Tuğluk, “Çözüm sürecine inancım yok. Seküler güçler harekete geçmeli” dedi. Sizin inancınız var mı sürece?
Hükümet, AKP, Kürt sorununun çözümünden şunu anlıyor; "PKK silah bıraksın, tabutlar gelmesin, birbirimizi öpelim, Kürtler de başka bir şey istemesin." Biz de diyoruz ki, bu çözüm değil. Bu sorun çözülemediği için Kürt gençleri dağa çıkmak zorunda kaldı, köyler boşaltıldı, Kürtler işkenceden geçti. Kürtlerin en temel hakları olan kimlik hakları, insani ve milli hakları başka bir şey, Kürt siyasetinde silahların susması başka bir şey.
Özellikle de şunu söylüyoruz: Kürtlerin insani, vicdani ve İslami hakları tanınırsa zaten silahlar kendiliğinden susar. Silahlar susmasa da bu haklar silahlara rehin tutulamaz. PKK dağdan inmedi, diye Kürtçe anadil eğitim olmaz, cemevleri açılmaz; tarikatlar, tekkeler açılmaz diye bir mantık kabul edilemez. Demokratik haklar ipoteksiz, hacizsiz en kestirme biçimde tanınır. PKK’nin dağdan inmesi için diyalog devreye sokulur.
Bu söz ettiğiniz haklar başlığı, sürece zarar gelmemesi için şu aşamada açıkça konuşulmuyor olabilir mi?
Peki bunu ne zaman konuşacağız? 10 bin sene sonra mı konuşacağız? Ne zaman? Toplumun ikna edilmesi lazım. Bana göre bugün Türkiye toplumu, barış ve kardeşlik karşılığında Kürtlere temel haklarının verilmesini kabul etmiş durumda. Onun için şu ana kadarki pratiğini göz önünde bulundurursak hükümetin karnesi iyi değil, ama umut ederiz bugünden sonra değişir. Kürt sorununun çözümünde sekülerler iyi-İslamcılar kötü, bence böyle bir ayrım yanlış. İslamcıların içinde de, sekülerlerin içinde de doğrular var, yanlışlar var. Sahtekârlar, dürüstler, adil olarak yaklaşanlar var, inkârcı ve zalimler var. Bizim görevimiz İslamcıların, sekülerlerin, solcuların, liberallerin iyilerini, dürüstlerini, adillerini, hak tanıyanlarını yan yana getirmek, bunlarla yeni bir Türkiye inşa etmeye çalışmak.
Bu tartışmanın kaynağı bazı sol kesimlerin 'Ak Parti gibi otoriterleşen bir iktidarla Kürtlerin masaya oturması'nı eleştirmesiydi.
“Acemi nalbant, nalbantlığı Kürt’ün eşeğinde öğrenir” diye bir atasözü vardır. Türk solu da maalesef, ulusalcı Türk solu, çok dürüst sosyalist, Marksist arkadaşlarımız da var, onları kastetmiyorum. Laikçi, Kemalizmin tesirinde kalmış ulusalcı Türk solunu kastediyorum. Acemi nalbanttan kastettiğim bunlardır. Bunlar Sinop’ta, Çanakkale’de, Lüleburgaz’da, Kırklareli’nde, Antalya’da devrimi deneyeceklerine, sosyalist fantezilerini hayata geçirmeye çalışacaklarına; gelip, Kürtler ve Kürdistan üzerinde bu hayallerini gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Ben bunu Türkiye’deki radikal İslamcılara da söylüyorum, Türkiye Cumhuriyeti’nin toprakları 15-20 ilden ibaret değildir. Şeriatçı İslamcı örgütler de, sol, sosyalist, ulusalcı Türk solu da biraz bu illerde çalışmalı. Özellikle bu ulusalcı Türk solu, “Ak Parti yıkılsın, gerekirse iç savaş çıksın, gerekirse Türkiye yansın” mantığını ortaya koyuyorlar. Biz, “Ak Parti iktidarı gitsin, demokratik bir iktidar gelsin ama iç savaş çıkmadan, Türkiye de yanmadan, hele de öncelikle bu ateş Kürdistan’ı tutuşturmadan” diyoruz.
Ulusalcı Türk solunun Kürt hareketinden böyle bir talepte bulunma hakkı var mı sizce?
Hakkı yok, işte onu diyorum. Yok. Geçmişte ulusalcı Türk solu, kendi siyasi parti ve örgütleri içinde Kürtlerin tüm taleplerini ırkçılık, bölücülük ve en hafifinden feodal düşünceler olarak tanımladı.
Bu hafta başında çözüm sürecinin kaldığı yerden devam etmesi kararı alındı. Taraflar masaya tam olarak geri döndü mü sizce?
Türkiye Cumhuriyeti devleti, askeri istihbaratından Milli Güvenlik Kurulu’na kadar tüm kurum ve kuruluşları ve onun bugünkü sahibi olduğunu zanneden AKP Hükümeti; Kürtleri yeni Türkiye’de eşit ortak olarak görmeye, anadilde eğitimden Kürtçenin resmi olarak, parantez içinde ikinci anadil olarak kullanılmasından yerel yönetimlerin güçlendirilmesine kadar bir çözüme hazır değil. Geçici, palyatif, günü kurtarmaya çalışan tedbirlerle geçiştirmeye çalışıyor, Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus devlet paradigmasını değiştirmeden, yeni demokratik bir cumhuriyet inşa edilmeden bu iş mümkün değil.
Onun için biz "Acele edin, bu iş enfeksiyona açık, bu işler böyle 15-20 yıla yayılamaz" dedikçe; bunlar da, “100 yıllık mesele bir günde çözülmez” dediler. Biz de cevap veriyoruz, “Peki kaç günde çözülür?”. Devletin artık paradigmasını değiştirerek; bu Kemalist, ulusalcı Cumhuriyet’i, demokratik vatandaşlığı esas alan bir cumhuriyete evirmesi lazım. Kürt siyasetinin de Türkiye içinde demokratik siyaseti öncelemesi lazım.
AKP çözümü ne kadar geciktirirse geciktirsin, bunun cevabı Türkiye’yi Irak’laştırmak, Suriyelileştirmek olmamalıdır. Kürt siyaseti Ortadoğu’nun bu karışıklığında, Suriye’deki BAAS rejimiyle, Irak’taki Şii yönetimle, İran ile, ABD ile veya Almanya ile ilişkiler geliştirerek Ortadoğu’da statü sahibi olabilirim umuduna kapılırsa bu da bir neticeye ulaşmaz. Çünkü bizim hafızamızda 1975 Molla Mustafa deneyimi var, Kürt siyasetinde onlarca böyle acı olay var. Onun için en kestirme yol Türkiye’nin demokratikleşmesi ve siyasi mücadeledir. 6-7 Ekim olayları gösterdi ki; bu işleri oyalamanın da, adım at diye zorlamak için yapılan eylemlerin bıçak sırtında gittiğini gördü millet. Oyun oynanacak bir şey değil.
GONCA ŞENAY / Al Jazeera
SON VİDEO HABER
Haber Ara