Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Türkiye İsrail ilişkilerinde suçlamalar ve cevaplar

Başbakanlık Kamu Diplomasi Kurumu Türkiye -İsrail ilişkilerinin merak edilenler üzerine bir bilgi notu yayımladı

11 Yıl Önce Güncellendi

2014-07-23 18:33:18

Türkiye İsrail ilişkilerinde suçlamalar ve cevaplar


TIMETURK / HABER MERKEZİ

Kamu Diplomasi Kurumu tarafından hazırlanan bilgi notu:

Türkiye-İsrail ilişkilerine ilişkin bilgi notu Türkiye-İsrail ilişkilerine ilişkin bilgi notu İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırısıyla beraber, kamuoyunda Türkiye-İsrail ilişkilerine dair yoğun bir dezenformasyon kampanyası başlatılmıştır. İlgili kurumların açıklamalarına rağmen, Türkiye-İsrail ilişkilerine dair gerçekler sistematik bir şekilde çarpıtılmakta ve bir algı operasyonu yürütülmek istenmektedir. Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü olarak, Türkiye-İsrail ilişkilerine dair tarihsel çerçeveyi ve asılsız iddialarla ilgili gerçekleri içeren aşağıdaki bilgi notunu kamuoyunun takdirine sunarız.


TÜRKİYE-İSRAİL İLİŞKİLERİNE DAİR NOT

Genel Çerçeve

Geçmişten bugüne bütün Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri, İsrail ile ilişkilerde ilkeli bir tutum izlemiştir. Türkiye, İsrail’e yönelik politikalarını, İsrail’in Filistin halkına, barış sürecine ve uluslararası hukuka karşı aldığı tavırları dikkate alarak belirlemiştir.

Türkiye, İsrail Devleti’ni 1949’da tanımış, 1950 yılında Elçilik olarak açılan temsilciliğimiz, Süveyş Kanalı savaşı sonrasında 26 Kasım 1956 tarihinde maslahatgüzarlık seviyesine indirilmiş, bilahare ilişkilerde yaşanan olumlu gelişmelere paralel olarak 1963 Temmuz ayında yeniden Elçilik, 1 Ocak 1980 itibariyle Büyükelçilik seviyesine yükseltilmiştir. Ancak 1980 yılında İsrail’in Doğu Kudüs’ü ilhak ve Kudüs’ü ebedi başkent ilan etmesi üzerine, 30 Kasım 1980 tarihinde temsil seviyesi bu defa İkinci Katip seviyesine düşürülmüştür.

1990’lı yıllarda ilişkilerinin gelişmesi, 1992’de başlayan Oslo Barış Süreci bağlamında olmuştur. Bütün dünya gibi Türkiye de bu süreci olumlamış ve Filistin halkının özgürlük mücadelesini desteklemiştir.

Ortadoğu’da barış sürecine yönelik bölgesel ve küresel düzeyde umut ve beklentilerin yükseldiği, İsrail’deki hükümetlerin bu süreçlere katkıda bulunduğu dönemlerde ilişkiler normalleşmiştir. İsrail’in işgal politikalarına geri döndüğü ve Filistin halkını katlettiği dönemlerde ise ülkemiz, uygulanan politikaları lanetlemiş ve gerekli tüm adımları atmıştır.

Yakın dönemden merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal, merhum Başbakan Bülent Ecevit, merhum Başbakan Prof. Dr. Necmettin Erbakan dönemlerinde ve dış politikamızdaki birçok dönemde de bu tutumun örnekleri defalarca görülmüştür. Örneğin, merhum Başbakan Ecevit, 3 Nisan 2002’de İsrail’in Cenin mülteci kampında 1300 Filistinliyi katletmesi üzerine ‘İsrail soykırım yapıyor’ açıklamasını yapmıştır.

Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki hükümetler döneminde bu ilkeli duruş, kararlı bir siyasal perspektife kavuşmuş ve etkili bir küresel siyasi vizyona dönüşmüştür.

İsrail’in barış sürecine katkı verdiği dönemlerde bu tavrı teşvik edilmiş, fakat işgal ve katliam politikalarına döndüğü dönemlerde ilişkiler askıya alınmıştır. Bu çerçevede örneğin, Suriye ile İsrail arasında arabuluculuk yapan Türkiye, İsrail’in 2008 sonunda Gazze’ye saldırması üzerine ilişkilerini askıya almış, 2010 yılında uluslararası insani yardım konvoyuna düzenlediği saldırıdan sonra ise Büyükelçisini geri çekmiştir.

İsrail’in 2013’te özür dilemesinden ve tazminat ödemeyi kabul etmesinden sonra ilişkilerin normalleşmesi için bir fırsat doğmuştur. Fakat İsrail’in 8 Temmuz 2014’te başlattığı ve 23 Temmuz itibariyle 162’si çocuk, 78’i kadın olmak üzere 635 sivilin katledildiği, 4 binden fazla sivilin yaralandığı Gazze’ye yönelik saldırısıyla beraber normalleşme süreci askıya alınmıştır.

Filistin halkının özgürlüğünü ve güvenli bir Ortadoğu’yu, bölgesel barış ve küresel istikrarın temini için bir zorunluluk olarak gören Türkiye, Ortadoğu barışı konusumda yapıcı ve ilkeli tutumunu sürdürmeye devam edecektir.

TÜRKİYE-İSRAİL İLİŞKİLERİNE DAİR ASILSIZ İDDİALAR


Türkiye İsrail’e askeri jet yakıtı sağlıyor mu?
Hayır. Hükümetimiz İsrail’e askeri jet yakıtı satmamıştır. Bu iddialar tümüyle asılsızdır ve dezenformasyon amacı taşımaktadır. Türkiye’nin İsrail’le bu türden bir enerji ya da savunma anlaşması yoktur. Sivil havacılık anlaşması çerçevesinde Türk ve İsrail yolcu uçakları karşılıklı yakıt ikmali yapabilmektedir. Bunun Filistin halkını vuran İsrail jetlerinde kullanıldığını iddia etmek, açık bir çarpıtma ve saptırmadır.

Türkiye, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) petrolünü İsrail’e satıyor mu?
Hayır. Enerji ve petrol alanlarında Türkiye ve İsrail arasında herhangi bir anlaşma veya işbirliği mevcut değildir. Kısıtlı miktardaki Irak petrolü Türkiye üzerinden uluslararası piyasalara ulaştırılmaktadır. Uluslararası piyasalara arz edilen petrolün satış yetki ve tasarrufu IKBY’ye aittir.

İsrail’le dış ticaretin artması bir tutarsızlık değil midir?
Hayır. Küresel ekonomideki etki ve rolünü giderek artıran Türkiye’nin, dış ticarette istisnasız her alanda bir atılım içinde olduğu bilinen bir gerçektir. Bu çerçevede İsrail ile olan ticarette de son yıllarda bir artış olduğu bilinmektedir. Fakat bu artışta İsrail’e yönelik olarak hükümetin ve devletin resmi anlaşmalar yoluyla herhangi bir katkısı yoktur.

Ticaret artışının büyük bir kısmı özel firmaların serbest piyasa çerçevesinde yaptıkları ticaret, bir kısmı Filistin’e ambargo sebebiyle İsrail üzerinden yürütülmek zorunda kalınan ticareti, bir kısmı da vergi anlaşmaları sebebiyle, üçüncü ülkelerle yapılan ticaretin İsrail üzerinden yürüten firmaların çalışmaları sebebiyledir.

Kürecik radar üssünden elde edilen istihbarat İsrail’le paylaşılıyor mu?
Hayır. NATO füze savunma sistemi ve bunun bir unsuru olan Kürecik’teki radar, NATO üyesi ülkelerin korunmasını amaçlamaktadır. Sistemin NATO üyesi olmayan bir ülkeye koruma sağlaması mümkün olmadığı gibi, radar bilgilerinin İsrail gibi NATO müttefiki olmayan ülkelerle paylaşımı da söz konusu değildir. Bu husus, 2012 Şubat ayında ülkemizi ziyaret eden NATO Genel Sekreteri tarafından da açık bir biçimde kamuoyuna duyurulmuştur.

Türkiye Gazze’ye yapılan saldırılara rağmen İsrail’le diplomatik ilişkilerini üst düzeyde devam ettiriyor mu?
Hayır. Türkiye, 2010 yılında uluslararası insani yardım konvoyuna İsrail’in saldırısıyla 10 vatandaşımızın katledilmesi üzerine İsrail’le diplomatik ilişkilerini askıya almış, Büyükelçisini geri çekmiş ve İsrail Büyükelçisini de ülkesine geri göndermiştir. Mevcut durum değişmediği gibi, mevcut koşullar altında ilişkilerimizin normalleşmesi ve diplomatik ilişkilerin tesisi mümkün değildir. İlişkilerin normalleşmesi için her şeyden önce İsrail hukuka ve insan haklarına saygılı normal bir ülke gibi davranmalıdır.

İsrail’in Uluslararası Atom Enerjisi Ajansında (UAEA) “Batı Grubu”na üyeliğine ülkemizce onay verildiği iddiası doğru mudur?
Hayır. İsrail 1957’den bu yana UAEA üyesi olup, UAEA nezdinde herhangi bir coğrafi grup içerisinde yer almamaktadır. İsrail, “Batı Avrupa Grubu” üyesi ülkeler nezdinde girişimde bulunarak, Ortadoğu ve Güney Asya Grubu’na giremedikleri cihetle, “Batı Avrupa Grubu’”nda (sırf adaylık konuları ele alınmaktadır) temsil edilmeyi arzu ettiklerini ifadeyle destek talep etmiştir. Ülkemiz İsrail’in girişimine olumlu yaklaşmamaktadır. “Batı Avrupa Grubu” bünyesinde bu konuda bir uzlaşma oluşmadığından konu Ekim 2014’e ertelenmiştir.

İsrail’in OECD üyeliği, Türkiye tarafından teşvik edilip onaylanmış mıdır?
Hayır. İsrail’in üyeliği, 31 Mayıs 2010 Mavi Marmara saldırısından önce, ülkemizin İsrail’den beklenti ve talepleri kayda geçirilmek suretiyle gerçekleşmiştir. OECD Bakanlar Konseyi’nin 15-16 Mayıs 2007 tarihli toplantısında Estonya, İsrail, Rusya Federasyonu, Slovenya ve Şili ile üyelik müzakereleri başlatılması kararı alınmıştır.

Türkiye, OECD’nin yeniden yapılandırılmasını ve genişlemesini, örgütün küresel ekonomik yapıdaki yerini güçlendireceği inancıyla desteklemektedir. Bu çerçevede, diğer aday ülkeler gibi İsrail’in de üyeliğine o dönemin koşulları çerçevesinde ülkemizce olumlu bakılmıştır. OECD tarafından yürütülen teknik inceleme ve siyasi kriterleri yerine getirme durumunun değerlendirilmesini takiben, Estonya ve Slovenya ile birlikte İsrail, OECD Konseyi’nin 10 Mayıs 2010 tarihli toplantısında birlikte üyeliğe davet edilmiştir.

Bu toplantıda ülkemizce yapılan ulusal beyanda, OECD’nin Orta Doğu bölgesine genişlemesinin, örgütün çeşitli üyelerin mevcudiyetiyle pekişen küresel ekonomik aktör olma rolünü teyit ettiği; Türkiye’nin İsrail’in OECD’ye üyeliğini bu çerçevede değerlendirdiği; ancak OECD’nin hukukun üstünlüğü, demokrasi, insan haklarına saygı ve uluslararası hukukun temel ilkeleri üzerinde ortak bir anlayışa sahip benzer görüşlü ülkelerin teşkil ettiği bir forum olduğu; dolayısıyla katılan tüm ülkelerin, örgütteki üyelikleri süresince bu açık ve net vecibeleri yerine getirmesini beklediğimiz kayda geçirilmiştir.

Türkiye’nin ateşkesin sağlanması için çaba göstermediği hatta girişimleri engellediği doğru mudur?
Hayır. İşgal ve katliam politikalarını sona erdirecek tüm süreçlere Türkiye’nin verdiği destek ve aldığı inisiyatifler net bir şekilde ortadadır. TBMM’de 18 Temmuz günü kabul edilen bildiri de Türk milletinin yekvücut olarak Filistin halkıyla dayanışma içinde olduğunu tüm dünyaya yeniden göstermiştir.

İsrail’in saldırılarının sona erdirilmesi ve taraflar arasında sürdürülebilir bir ateşkesin tesisi için yoğun bir temas trafiği yürütülmektedir. Sayın Başbakanımız, Mahmud Abbas ve Halit Meşal’le sürekli temas halinde olmuştur. Sayın Başbakanımız ayrıca, BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Fransa Cumhurbaşkanı F. Hollande ve Katar Emiri Şeyh Tamin Bin Hamad El Tani ile görüşmüştür.

Sayın Meclis Başkanımızın, İranlı muhatabı Sayın Laricani’yle gerçekleştirdiği telefon görüşmesinde İİT Parlamentolar Birliği Troykası’nın, İsrail’in saldırılarını ele almak üzere olağanüstü toplanmasında mutabık kalmışlardır. Sayın Dışişleri Bakanımız, Filistin’de yaşanan gelişmeler hakkında, krizin başlangıcından bu yana mevkidaşları, ilgili aktörler ve uluslararası kuruluş yöneticileriyle yoğun bir temas trafiği gerçekleştirmiştir.

Bütün bu görüşmelerde kalıcı ve etkili bir ateşkesin ilan edilmesi için Türkiye olarak her tür destek verilmiş ve inisiyatif alınmıştır. İsrail’in kara unsurlarını da dahil ederek saldırılarını genişlettiği bir aşamada Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ülkemize bir ziyaret gerçekleştirmiş ve görüşmelerde ateşkes ile bölgede sükûnet sağlanması çabaları ve Türkiye’nin bu süreçteki katkıları ele alınmıştır. Bu istişareler çerçevesinde Türkiye, Katar, Mısır ve ABD’nin dahil olduğu bir süreç başlatılmıştır. Ateşkesin sağlanmasını hedefleyen bu girişim halen devam etmektedir. Sürdürülen bu girişimlerde, Sayın Başbakanımızın liderliği ve ülkemizin sergilediği aktif tutuma, uluslararası örgütler tarafından da büyük önem verildiği defa’atle ifade edilmiştir.

Ateşkesin sağlanması için çalışmalarımız devam ederken, acil insani yardım için Filistinli kardeşlerimize yardım eli uzatılmış ve derhal harekete geçilmiştir. AFAD, TİKA ve Türk Kızılay’ı tarafından ilk aşamada gerekli tüm adımlar atılmıştır.

23 Temmuz tarihli Başbakanlık genelgesiyle Filistin için yardım kampanyası başlatılmıştır.

Başbakan Erdoğan, Yahudi kuruluşlar tarafından verilen Musevi nişanı ve üstün cesaret ödülünü iade etmemesi bir tutarsızlık göstergesi midir?
Hayır. Başbakan Erdoğan’a tevdi edilen ödüllerden biri, 2. Dünya Savaşında Hitler Almanya’sında soykırıma uğratılan Yahudileri kurtaran kahraman Türk diplomatların anısına Haziran 2005 yılında verilmiştir. Ödülle beraber, diplomatlarımızın adının yazılı olduğu bir plaket Başbakanımıza takdim edilmiştir. Diğer ödül ise, Kasım 2003´te İstanbul’da yabancı bir banka şubesine ve Musevi vatandaşlarımızın ibadetlerini yerine getirdiği iki sinagoga yapılan terör saldırılardan kısa bir süre sonra, Ocak 2004 tarihinde ülkemizin demokratik değerlere bağlılığı ve teröre karşı cesur mücadelesi nedeniyle verilmiştir.

Bu tartışmayı, esası itibariyle ülkemizin ve Başbakanımızın ilkeli duruşunun bir teyidi olarak görüyoruz. Bu ödüller, Türkiye-İsrail ilişkilerinin farklı bir mahiyette olduğu dönemde arz edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti gerek, İslamofobi gibi ırkçılık olarak gördüğü antisemitizm konusunda gerekse teröre karşı mücadele konusunda pozisyonunu aynen korumaktadır.

Bu sebepten dolayı, Türkiye Cumhuriyeti İsrail’in devlet terörüne karşı çıkmaktadır. Bu iki konunun birbirine karıştırılması ve Sayın Başbakanımıza ve Hükümete karşı bir kara propaganda aracı haline getirilmek istenmesi kabul edilemez.

İsrail yönetimine Türkiye’nin gösterdiği tepki Musevi vatandaşlarımızı da kapsıyor mu?
Hayır. Gerek ülkemizin vatandaşı olan Musevileri, gerekse dünyanın dört bir yanındaki Musevileri, İsrail hükümetinin işgal ve şiddet politikalarından ayrı ele alıyoruz. Vatandaşımız olan Museviler, Hükümetimizin güvencesi altındadır. Hiçbir şekilde ayrımcılığa maruz kalmaları söz konusu değildir ve ayrımcılık hükümetimiz tarafından bir suç olarak görülmektedir. İsrail’in yanlış politikalarına karşı çıkan Musevilerin de protesto gösterilerine katıldığı zaten bilinen bir gerçektir. Savaşa ve işgale karşı çıkan Museviler, İsrail’in devlet teröründen elbette farklıdır ve ülkemizin gösterdiği tepki, İsrail devletinin politikalarınadır.

2009 yılında dönemin Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik tarafından okullara gönderilen bir genelgede İsrail mallarının boykot edilmemesi talimatı verildiği doğru mudur?
Hayır. Halkımızın sivil bir girişim olarak başlattığı kampanyayı, sivil zeminde kalındığı, uluslararası sermayeye karşı bağnaz ve ideolojik bir kör tutuma dönüşmediği müddetçe bir duyarlılık göstergesi olarak görüyoruz. Geçtiğimiz yıllarda sivil toplum kuruluşlarının ve duyarlılık sahibi gönüllülerin başlattığı kampanyaları da, bugünlerde dile getirilen kampanyaları da aynı zeminde değerlendiriyoruz.

Söz konusu genelgede, boykot çağrıları bağlamında, ekonomimize katkı sağlayan firmaların kasıtlı bir biçimde İsrail’le ilişkilendirilmesi, kamuoyu hassasiyetinin istismar edilmesi, haksız rekabet oluşturulması ve okulların buna alet edilmesine karşı uyarıda bulunulmuştur.

Türkiye, İsrail’in NATO tatbikatlarına vetosunu tamamen kaldırdığı ve İsrail’in NATO’nun askeri tatbikat ve faaliyetlerine katıldığı doğru mudur?
Hayır. NATO’nun Ortadoğu ve Kuzey Afrika´da istikrara katkıda bulunmak amacıyla 1994 yılında tesis ettiği Akdeniz Diyaloğu isimli ortaklık çerçevesine İsrail 1995 yılında katılmıştır. Bu çerçeveye halihazırda İsrail’le birlikte Fas, Cezayir, Mısır, Ürdün, Tunus ve Moritanya da dahildir. İsrail’in NATO’ya üye olarak alınması ise hiçbir zaman gündeme gelmemiştir.

İsrail´in Gazze’ye insani yardım konvoyuna 31 Mayıs 2010 tarihinde uluslararası sularda gerçekleştirdiği ve 10 vatandaşımızın hayatını kaybettiği saldırı üzerine, ülkemiz, Akdeniz Diyaloğu kapsamında NATO’nun münhasıran İsrail’le askeri işbirliği yürütmesine veya İsrail’in böyle bir NATO faaliyetine evsahipliği yapmasına onay vermemektedir.

Bu tutumumuzda bugüne kadar bir değişiklik olmamıştır. Bu yönde basında yer verilen iddialar asılsızdır.
SON VİDEO HABER

Uçakta olay çıkarıp, 'Türkiye'yi satın alırım' diye tehdit etti

Haber Ara