İlker Başbuğ'dan Atatürk'e diktatör çıkışı
Muğla'nın Bodrum İlçesi'nde, yaz tatilini geçiren Genelkurmay Eski Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ, söyleşi ve imza gününe katıldı. İlker Başbuğ, 'Atatürk'e diktatör demek ayıptır, tarihi hata olur' dedi.
11 Yıl Önce Güncellendi
2014-07-05 23:48:08
Ajanslarda yer alan habere göre; Genelkurmay eski başkanı ve emekli Orgeneral İlker Bağbuğ Bodrum’un Yaka Mahallesi’ndeki Dibeklihan Kültür ve Sanat Köyü’ndeki Orhan Kemal Meydanı’nda düzenlenen şiir, söyleşi ve imza günü etkinliğine katıldı. Emekli albay ve şair Zübeyir Batur, İlker Başbuğ’un yazdığı ve kendisine ait şiirlerini okudu. Ardından Sanat Köyü’nün yöneticisi mimar Cenap Tezer’in moderatörlüğünde düzenlenen söyleşiye eski gazeteci Nükhet Anadol Tatari ve İlker Başbuğ katıldı. Etkinliği aralarında eski Muğla Valisi Cemil Serhatlı, eski Bakan İmren Aykut’un da bulunduğu yaklaşık 500 kişi izledi.
Vatandaşların ’Atatürk gerçekten diktatör müydü?’ sorusuna İlker Başbuğ şu şekilde cevap verdi: "Kesinlikle hayır, peki o zaman Atatürk’ü siyasi çerçevede nereye koyacağız, Atatürk ülkesinin demokrasiye taşıyan bir lider olarak çıkıyor. Diktatör olarak yakıştırmalar tamamen yanlış, 19 Mayıs 1919 da Samsun’a çıktıktan sonra aramızdan ayrıldığı 10 Kasım 1938’e kadar sadece halka inanıyor, güveniyordu. Bir tarafından savaş veriyorsunuz, kurtuluş savaşını, birçok sıkıntı ve sorunlar ve ilk meclis gerçekten muhalif seslerin olduğu bir yerdi. Atatürk gerektiği zaman cephedeki savaşı bırakıp meclise gelip meclise hesap veriyordu. Savaş zamanında bile meclisine hesap veren bir kişiye nasıl diktatör diyebilirsiniz."
İzleyicilerden ’Ordunun sivil siyaset karşısında durumu ne olmalıdır?’ sorusu üzerine ise Başbuğ, "1982 Anayasasının başkomutanlık ile ilgili 1924 Anayasasından alınmıştır. 112 madde başkomutanlık TBMM manevi şahsiyetinden ayrılmaz der, Cumhurbaşkanı tarafından temsil edilir. Bu yoruma ve tartışmaya açık, başkomutanlık dediğiniz zaman silahlı kuvvetlere emir verecek durumda olması lazım. Temsil ayrı, emir komuta olayı ayrıdır. O maddede Genelkurmay başkanı silahlı kuvvetlerin komutanıdır, genelkurmay başkanı savaşta başkomutanlık görevini Cumhurbaşkanını namına yürütür, der. Benim görüşüm, başkomutanlık savaş halindedir barışta başkomutanlık olmaz, o halde başkomutanlık savaş hali ile ilgilidir. Anayasanın son maddesinde derki; Genelkurmay başkanı görev ve yetkilerinden dolayı başbakana sorumludur. Bu da emir ve direktif verme yetkisi başbakandadır. Genelkurmay başkanı olduğumun ikinci günü dedim ki: Ben her hafta nasıl cumhurbaşkanı ile görüşüyorsam başbakan ile de görüşmem lazım dedim ve her hafta görüşmeye başladım. Parlamenter sistem ile yürütülen bir devlet yapısına sahibiz, bu nedenle tüm sorumluluk hükümettedir" diye yanıtladı.
MİT İLE TSK ARASINDAKİ KÖPRÜ ZAYIFLADI, TSK BU HAİNCE PLANA HAZIRLIKSIZDI
İlker Başbuğ, bir okurun ’keşkeleriniz oldu mu?’ sorusuna şöyle cevap verdi: "Geriye dönüp baktığımızda olayları şimdi daha iyi görebiliyoruz. TSK bu sürece hazırlıklı mıydı, doğrusu hazırlıklı değildi. TSK kendisine yönelik haince bir planlama olabileceğini düşünemedi. Hazırlıksızdı. Asimetrik bir psikolojik hareket yürütüldü, bununla mücadele çok zordur. Aslında işin özüne bakarsanız bu bir istihbarat savaşıdır. Bu savaşta çok güçlü bir istihbarata sahip olmanız gerek, gerçeği söylemek gerek artık. İnsanların bunu bilmesi lazım. İstihbarat olarak zayıfsınız. MİT ile TSK arasındaki köprü zayıfladı. İç istihbaratta boşluk oldu. Bazı olayları belki zamanında doğru okuyamadık kabul etmek lazım. Askeri yargıda bu konuda tam hazırlıklı değildi. Askeri yargıda belirli kalıplar içindeydi birden bire bambaşka olaylar içinde buldu kendini, hazırlıksızdı. Medya ile yürütülen psikolojik savaşta medyada gücünüzün olmaması durumu vardı. Karşı taraf o kadar büyük güçlü bazı medya guruplarına bu misyon olarak verilmiş. Diğer medya bölümü de askeri vesayet diyor. Askeri vesayet diyenler siyasi otoriteye hakarettir farkında bile değiller, çok çirkin ve yanlış bir tabir. TSK’da tasfiye ile orduda çok ağır bir fatura çıkıyor karşınıza... Kara kuvvetleri büyük deniz kuvvetlerinde ciddi bir darbe var. Geleceğin en önemli personelinin tasfiye olduğunu görüyorsunuz, yazıktır. En büyük dava Balyoz’dur. Hepsi değerli arkadaşlarımızdı, ordunun bu açığı kapatması seneler alır. İnsan en önemli silahtır kolay yetişmiyor, yıllar alır. Bir deniz yüzbaşıyı alıp komodor yapamazsınız tecrübe ve yıllar lazım. Çok değerli kadroların tasfiye olduğunu görüyorsunuz. Yasalar ne diyorsa onunu içinde kalınması gerekir."
YAPILAN DARBE VE OPERASYON TSK’YA YÖNELİKTİ
Deniz kuvvetlerine vurulan darbenin nedeni nedir sorusu üzerine İlker Başbuğ, "Yapılan darbe ve operasyonun hedefi TSK’ya yönelikti. Özellikle Balyoz davasında yargılanan Deniz kuvvetleri personelinin oranının fazla olmasının nedeni. Üç tarafı denizle çevrili Osmanlı donanması İnebahtı’da yakıldı ve Akdeniz’deki hakimiyeti bitirildi. Deniz kuvvetlerinin yapısı daha farklı, üç tarafınız deniz ile çevrili ise daha da önemli. Karadeniz’de Türk donanması bayrak gösterecek, bir fırsatını bulsalar Montrö anlaşması ile oynamaya çalışacaklar. Ege’de ise Kardak krizi 24 saatte çıktı. Kardak krizi gibi bir sorunun çıkmayacağının garantisini kim verebilir. Deniz kuvvetleri teknoloji olarakta, Türk savunma sanayi son 20 yılda çağ atladı, inanılmaz bir noktaya geldi, hafife almayın kendi muhribimizi yapıyoruz, kendi tankımız yapacağız, mümkünse dışa bağımlılığı azaltmak gerekir, deniz kuvvetleri burada daha öndeydi. En iyi silaha ve gemiye sahip olabilirsiniz. Ama onu personel kullanacak, birikimli personel kullanacak. Casus soruşturmasında iddia edilen bilgi sızdırması da yalan, orada üsteğmen var, o üsteğmen ile konuştum. Niye seni buldular dedim, bana; ’Komutanım Savarona yatına yapılan baskında vardım’ dedi" diye konuştu.
MAHKEMEDE CEZALAR OKUNURKEN HEYECANLI DEĞİLDİM
İlker Başbuğ konuşmasını şöyle tamamladı: "TSK personeline yönelik çok haksızlık yapıldı kabul edilemez iddialar vardı, asıl acıyı cezaevinde olanlar bizler değil dışarıdaki aileler yaşadı. Dışardakilerin durumu çok daha zordu. Yaşanan travmayı cezaevinden çıktıktan sonra görüp anlıyorsunuz. 5 Ağustos 2013’te bu kararı bekliyorduk, belli şartlanılmış önceden karar verilmiş, kimse sizi dinlemiyor dikkate almıyor. O mahkemeden çok olumlu karar çıkacağını biliyorduk, ama gerçekleri bizim bilmemiz güç veriyordu. Mahkeme salonundaki tablo inanılmazdı. Cezalar okunurken heyecanlı değildim. Hakimler cezaları okuyorlar, ama sesleri çıkmıyordu. Bir insanlık suçu yaşanıyordu, rezalet bir durumdu. Mithat Paşa çadır tiyatrosunda yargılandı. Bizimki çadır tiyatrosundan da berbattı. Zaten baştan sona tiyatroydu, ben cezayı aldıktan sonra oturduk konuştuk. Yattık uyuduk. Müebbet hapis almışız, yasalar değişmese adam idamımızı isteyecekti. Huzurluyduk çünkü bir şey yapmamıştık. Ben rahat uyudum, ama hakimler rahat uyuyamadı. Burada biz Türkiye Cumhuriyeti’nin genelkurmay başkanını hapise tıkma cesaretini bulduk, demekti."
Yaklaşık Bir buçuk saatlik söyleşinin ardından İlker Başbuğ, ’Suçlamalara Karşı Gerçekler’, ’Terör Örgütlerinin Sonu ve 20. Yüzyılın En Büyük Lideri Atatürk’ isimli kitaplarını imzaladı.
SON VİDEO HABER
Haber Ara