Açılım PKK ve Hizbullah çatışmasına mı kurban edilmek isteniyor?
Çözüm sürecinin başarıya ulaşmasının temel yolu önce bölgenin normalleşmesine katkı sunmaktan geçmektedir. Geçmişin silahlı yapısıyla oluşan gücü aynı şekilde muhafaza etmenin yolu aynı baskıyı kurmak değil, çoğulcu yapının önünü açmak ve kendini ona göre konumlamaktan geçtiğini PKK'da görmelidir.
11 Yıl Önce Güncellendi
2014-05-29 10:50:56
TIMETURK / NEVZAT ÇİÇEK
Türkiye ve bölgede "Çözüm Süreci’"nin karşılaştığı en büyük engellerin “Güven” ve “Normalleşme” olduğunu, bu aşılmadan atılacak olan adımların zamana ihtiyacı olduğunu hep anlatmaya çalıştım.
Moro’da 40 yıllık savaş süreci sonlandırılırken maddeler arasında “Normalleşme” nin olduğunu ifade ederken ne yazık ki bu tanım Türkiye’de o dönem çok fazla konuşulmamıştı. Bugün ortaya çıkan durumlar ve bu tanımı getirdiği sonuçlar asında öncelikle güven ve normalleşme sürecini hala inşa edemediğimizi bize gösteriyor
Bölgede normalleşmenin ilk işaretleri Ak Parti iktidarı öncesi başlayan AB uyum paketleri ile devam etti ve özellikle AK Parti döneminin ilk yıllarında çıkarılan AB Uyum Paketleri bölgede sivilleşme olgusuna ciddi katkı verdi. PKK’nın ilan ettiği tek taraflı ateşkesin bozulması bile bölgede sivilleşmenin önünü kesmedi. Bölgede neredeyse Cumhuriyet tarihi kadar vakıf ve dernek kuruldu ve bunlar her alanda kendilerini ifade etmeye başladılar.
Bölgenin en etkin iki gücü olan PKK ve Hizbullah’ın silahlı mücadele yönteminden vazgeçmemesi buna rağmen bir yıldan fazla bir süredir cenazelerin gelmemesi ve Hizbullah’ın 14 yıla yakın bir zamanda silah kullanmaması ve camiasının önce Mustazaflar sonra da Hüda-Par üzerinden örgütlenmesi siyasal ve sivilleşme anlamında atılan en büyük adımlardan biriydi.
PKK ve Hizbullah’ın geçmiş yıllarda çok vahşi şekilde geçen savaşları, bölgede faili meçhullerin de, köy boşaltmaların da ve bölgede korkunun da en önemli argümanıydı. Bu bakımdan bölge sivilleşirken aslında bu iki tabanın sivilleşmeyi ne derece içine sindirebileceği ve bu sivilleşme ile birlikte ortaya çıkan çoğulculuğu ne kadar kabul edeceği merak edildi durdu. Kokru bu sivilleşmenin silahlı bir çatışma ile kesilip kesilmeyeceğiydi. Zaman zaman bölgede çok ciddi gerginlikler oluşsa da , vakıf ve dernekler bombalansa da geçmişin tablosu çok şükür karşımıza çıkmadı. Geçmişten karşımıza çıkan tablonun en belirgin özelliklerinden bir tanesi PKK'nın hala tek güç olduğunda ısrar etmesidir. Değişen şartlara rağmen PKK'nın bazı alışkanlıkları ne yazık ki hala değişmemiştir. Bu bakımdan PKK, Türkiye'de solculara gösterdiği töleransı ne yazık ki bölgede gösterme noktasında eksik kalmış ve buda ciddi anlamda rahatsızlık oluşturmuştur.
Bölgede bu iki hareket aslında bir birlerini ciddi şekilde etkiliyor. Biri seküler Kürtlerin diğeri dindar Kürtlerin tabanına oynarken aslında tabanların da iç içe girdiğini görmeye başlamaları ve buna göre geliştirmeye çalıştıkları politikalr sevindiricidir.. Öyle ki kurulan iftar çadırları, yardım organizasyonları, Kürdi değerlere daha fazla sahip çıkma, ve yapılan açıklamalar ve seçimlerdeki aday profilleri politikaların birbirini ne derece etkilediği gerçeğini ortaya koyuyo.
Geçmiş yıllarda oy kullanmayı haram sayan bir anlayışın siyasette kendini anlatma yolu seçmesi son derece önemlidir. Bölgede herkesin ısrarla istediği silahların bırakılması ve geçmiş acıların yaşanmaması noktasındaki adımlar son derece hayatidir ve bu noktada birinci öncelik silahı elinde tutanların fedakarlığıdır.
Bölge yavaş yavaş silahlı siyasetin önünü kapatırken, kimlik siyasetinin de farklı eklemlerle devam ettiği gerçeğini karşımıza çıkardı. Suriye ve Irak'ta yaşanan gelişmeler bunun tipik iki örneğini oluşturdu.
PKK ve Hüda-Par camiası arasında bölgede zaman zaman üniversiteler, zaman zaman vakıf ve dernekler üzerinden, zaman zaman da parti araçları üzerinden oluşan gerginlik bugün en tehlikeli halini almıştır. PKK, Hüda-Par üyelerini infaz etmekte ve kaçırmaktadır. Bu infazı yaparken geçmişte yapılan eylemlere PKK’nın atıf yapması aslında gerilimi tırmandırma ve siyaseti silahla dizayn etmeye devam ettirdiğini göstermesi bakımından önemliyken aynı zamanda tutarlı değildir. Bir taraftan PKK, geçmişte kendisiyle çarpışan aşiretlerle seçim ittifakları yapıp helalleşme sürecine giderken, geçmişte kendisine karşı savaşan koruculara siyasette yer verirken, bugün Hüda-Par mensubu bir başka korucuyu infaz etmesi hem bir güç gösterisi gibi algılanmakta hem de bir samimiyet sorunu oluşturmaktadır.
Çözüm sürecinin başarıya ulaşmasının temel yolu önce bölgenin normalleşmesine katkı sunmaktan geçmektedir. Geçmişin silahlı yapısıyla oluşan gücü aynı şekilde muhafaza etmenin yolu aynı baskıyı kurmak değil, çoğulcu yapının önünü açmak ve kendini ona göre konumlamaktan geçtiğini PKK'da görmelidir.
Bugün kabul edelim veya etmeyelim bölgede bir Hüda-Par gerçeği var…Bu gerçeği geçmişin kodları üzerinden hareketle düşman tanımı üzerinden okumak kimseye bir yarar sağlamaz. Aynı şekilde iki siyasi parti mensuplarının yaptıkları açıklamalarda, “Çete”, Hizbulkontra” gibi tanımlardan vazgeçmemekte 1990’lı yıllara atıf yapmaktır ki bu yıllar, mezar evlerle, faili meçhul cinayetlerle, köy yakmalarla Kürtlerin ve Türkiye’nin hafızasına kazınmıştır. Bu bakımdan dilin öncelikle normalleşmesi gerekmekte ve herkes herkesi oduğu gibi kabul etme önünde irade gösermelidir. Geçmişin kodları üzerinden hiç kimse temiz olduğunu iddia etmemeliidir.
Kısaca daha önce İŞİD-PYD çatışması üzerinden Türkiye’deki çözüm sürecine sekte vurulmaya çalışıldı ve bugün de çözüm süreci önündeki en büyük korku ve tehlikenin PKK ve Hizbullah çatışması olasılığı olduğu unutulmamalıdır. Bölgede sınırlar değişirken, ittifaklar değişirken elbette Kürtlerin rahat bırakılmayacağını ve sürecin sekteye uğratılmak istendiğini hepimiz biliyoruz. Bu sürece en büyük zarar PKK’nın son yaptığı eylemlerle ortaya konuyorsa bunun oluşturduğu zemn korkuları tekrar harekete geçiyorsa bunu PKK'nın tekrar düşünmesi gerekiyor.
Bugün ne yazık ki çözüm sürecinde yasal adımların atılmamasından dolayı oluşan çok büyük gerginlik ve güven bunalımı yaşıyoruz. Bunu aşmanın yolu bölgede eskinin kodları ile bir hesaplaşmaktan ziyade iş birlikleri ile barışa ve çözüme olan sesin daha gür çıkmasını sağlamak olduğu gibi çoğuculuğu da sağlamaktan geçiyor. Kürtler artık birbirlerinin kanını dökme korkusunu üzerlerinden atmalıdır, Kürtler kendileri üzerinden oynanan bütün oyunları artık ayakları altına almalı ve beraberce birbirini ötekileştirmeden yaşama iradesini ortaya koymalı ve bunun önündeki korkulardan arınmayı bilmelidir.Bu bakımdan görülmelidir ki, birileri bu çatışmalarla çözüm sürecini bitirtmek istiyor, Ne yazık ki sesi çıkması gereken aydınarımızın, kanaat önderlerimizin büyük bir kısmı da AK Parti gider mi derdinde oldukları için “Yiyin birbirinizi” diyor. Üzülerek ifade edeyim ki geçmişte PKK-Hizbullah çatışmasını görmeyenler, ses çıkarmayanlar, çabalamayanların (Allah korusun) böyle bir çatışmada rahat etme şansları yoktur.
Bugün bir Hizbullah-PKK çatışmasından ziyade PKK'nın saldırıs söz konusu ve bunun çatışmaya dönme ihtimalini gözden kaçırmamalıyız. Filmin mutlu sonla sonlanmasını istemeynlerin filmi tekrar başa sarmasına müsade etmemeliyiz bilmeliyiz ki, bölgede başlayacak olan bir kardeşkanının İstanbul’a, Ankara’ya, İzmir’e sıçramama ihtimalinden söz edenler fitneyi uyandırmak isteyenlerdir.
Fitne uykudadır, onu uyandırana Allah lanet etsin.
SON VİDEO HABER
Haber Ara