TIMETURK / HABER MERKEZİ
Uğur Süleyman Söylemez 1963 yılında Ankara’da doğdu. Serbest meslek mensubu olan Söylemez, 2010 yılının Mayıs ayında Gazze’ye insani yardım götüren filodaydı. Mavi Marmara saldırısının hemen ardından Uğur Süleyman Söylemez’in ismi gemide hayatını kaybedenler arasında geçti ancak daha sonra yaralılar arasında olduğu ve başından aldığı en az bir kurşunla ağır yaralandığı tespit edildi. 4 yıldır Ankara'da komada olan Uğur Süleyman Söylemez ağabey bugün Ankara'daki evinden şehitler kervanına katıldı.
Uğur Süleyman Söylemez ağabeyi komşusu olan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'da fırsat buldukça ziyaret eder ve durumunu sorardı.
Timetürk olarak İHH camiasının, ümmetin başı sağolsun diyoruz. Allah Uğur Süleyman Söylemez ağabeyin şehadetini kabul eylesin, mekanını cennet eylesin. Bu şehid bereketini mazlum Filistin halkının kurtuluşuna vesile kılsın. Allah ailesine ve sevenlerine sabırlar versin.
Uğur Süleyman Söylemez’in yaralandığı anlar bir filo katılımcısının dilinden şöyle aktarılıyor:
Yaşananlar inanılmazdı… Her şey çok sarsıcıydı ama en sarsıcı olanı alt güvertede yaşadım. Yaralılara yardım ediyordum. Başının ön tarafından vurulan ve vurulduktan sonra sırt üstü yere düşüp kafasının arka tarafı yarılan Süleyman isminde bir kardeşimiz vardı. Yerde yan yatmış vaziyetteydi; bir kişi onu destekliyordu. Doktorlar eğer sırt üstü uzanırsa kanın akciğerine dolabileceğini ve hemen öleceğini söylemişti. Biz onu hayatta tutmaya çalışırken birkaç kardeşimiz mukavvadan yaptıkları yelpazelerle onu serinletmeye çalışıyordu. Ağzından sürekli kan geliyordu. Ben bir yandan ağzını silip elini tutuyor, diğer yandan yaraları üzerindeki kanlı havluları değiştiriyor ve onunla konuşmaya çalışıyordum. Kanamasını durdurmaya çalışırken on beş dakika içinde düzinelerce havlu kullandık. Allah’a şükür ilk tehlikeyi atlattı. İsrailliler onu ve diğer yaralıları helikopterlere tam anlamıyla barbarca naklettiler. Süleyman kardeşimiz şu anda Ankara’da ailesinin yanında komada. Onu asla unutmayacağım. Fatima Mohamadi (Avukat/ABD)
Türkiye’ye getirildikten sonra diğer iki ağır yaralı ile birlikte Ankara Atatürk Araştırma Hastanesi’ne sevk edilen Uğur Süleyman Söylemez, burada sekiz ay boyunca yoğun bakımda tedavi gördü. Tedavisinde gelişme sağlanamayan Söylemez, sekiz ayın sonunda evde bakılmak üzere hastaneden çıkarıldı.
Ticaretle uğraşan Uğur Süleyman Söylemez, Tuğba Söylemez ile evli ve Ahmet (1988), Zeynep Kübra, (1991) ve Fatma (1997) adlarında üç çocuk babası. Organize ettiği çeşitli sosyal etkinliklerle ihtiyaç sahipleri için insani yardım çalışmalarında bulunan Söylemez, verdiği sözde duran, güvenilir ve insani konularda hassas biri olarak tanınıyor. Tuğba Hanım eşinden bahsederken, “Onun her zaman Filistin’e yönelik özel bir ilgisi vardı.” diyor.
EŞİNİN DİLİNDEN UĞUR SÜLEYMAN SÖYLEMEZ
Tuğba Hanım, bize Süleyman Bey’in yardım faaliyetlerinden, dünyadaki mazlumlara ve Filistin’e olan ilgisinden bahseder misiniz?
Uğur Bey zulüm altındaki bütün insanlara karşı çok duyarlıydı, yardım etmeyi çok seviyordu. Yardım vakıflarına da elinden geldiği kadar, gücünün yettiği ölçüde yardım ediyordu. En hassas noktası ise Filistin’di.
Süleyman Bey’in profesyonel iş hayatı devam ediyordu. İşini gücünü bırakarak bir gemiye atlayıp Gazze’ye gitmeyi göze alabilecek kadar kararlıydı. Nasıl yetişiyordu bunca şeye?
Kendini mazlumların yerine koyup aynı acıyı hissediyordu. Maddi şeyleri gözü görmüyordu. Çocuklarını mesela, onları dahi gözü görmedi. “Gidip onlara yardımcı olmam gerekiyor.” diyerek gemiye binip gitti. Zaten her zaman öyleydi. Birine yardım edilecek dendiği an herkesten önce koşardı.
Süleyman Bey gemiye Antalya’dan bindi sanırım. Antalya’da üç dört gün Kepez Spor Salonu’nda kaldılar. Kepez’de farklı din, ırk, dil ve siyasi görüşten insanlar vardı. Hiç konuşuyor muydunuz Antalya’dayken, mesela ortamla ilgili neler anlattı size?
Çok sık telefon görüşmesi yapıyorduk. Orada yaşadığı her şeyi anlatıyordu. Sanırım bir İngiliz Müslüman olmuştu. Ondan bahsetti. Ortamı anlatıyordu. “Kimileri Kur’an okuyor, kimi müzik dinliyor… Herkes kendi inancına göre hareket ediyor; çok farklı, çok değişik bir ortam.” diyordu. “Aslında senin de burada bulunmanı çok isterdim ama şimdi ben gideceğim.” demişti.
Son konuşmanız ne zaman oldu?
En son gemiye bindiğinde aradı. “Hareket ediyoruz, belki bir daha görüşemeyiz, hakkını helal et.” dedi. Son konuşmamız bu oldu.
Menfur saldırı yaşandıktan sonra eşinizden haber alabildiniz mi? Nasıl bir süreç yaşadınız?
Eşimden üç buçuk dört gün boyunca haber alamadık. Tüm yolcular ve yaralılar döndükten sonra İsrail’de bir ağır yaralının kaldığını, durumunun çok ciddi olduğunu ve bu nedenle Türkiye’ye getirilemediğini öğrendik. Başbakan’ın talimatıyla o yaralının fotoğrafı geldi. Fotoğraftaki kişi eşimdi.
Saldırıyı nasıl öğrendiniz? Sonrasında neler yaşadınız?
Oğlumla birlikte İHH’nın internet sitesinden yolculuğu sürekli takip ediyorduk. 30 Mayıs akşamı saat 10-11 arasıydı, karartmaların başladığı söylenmişti. Oğlum, “Anne gel, İsrail Büyükelçiliği’ne gidelim.” dedi. Ben de “Hele bir sabahı bekleyelim.” dedim. Sabah namazına kalktığımızda hemen interneti açtık ve geminin vurulduğunu; ağır yaralılar, şehitler olduğunu öğrendik. Namazı kılar kılmaz soluğu İsrail Büyükelçiliği’nin önünde aldık. Elçilik önünde sadece iki kişi vardı o an, sonradan insanlar toplanmaya başladı. Önce şehit sayısı beş deniyor, sonra başka bir haber geliyor ve şehit sayısının 20 olduğu söyleniyordu. Oğlum ve ben, babamızın onlardan biri olduğunu biliyorduk. Çünkü eşim kendini hiçbir şeyden sakınmayan çok cesur biriydi. Çok farklı biriydi... Canını feda edebilecek bir insandı ki, bunu da yaptı zaten…
Eşinizi almak için ambulans uçakla İsrail’e gittiniz. İsrailli yetkililerle muhatap oldunuz mu? Orada neler yaşadınız?
Bizi elçilik görevlileri karşıladı. Bize refakat eden Türk doktorlarla birlikte Uğur Bey’in olduğu hastaneye gittik. Doktorlar, “Önce biz göreceğiz. Uğur Bey’in durumu hakkında bilgi alacağız. Sonra sizi görüştüreceğiz.” dediler. Sonra oğlumla birlikte eşimin yanına girdik. Uğur Bey’in durumunun çok ağır olduğunu, her an için kaybedilebilecek bir hasta olduğunu ve bu nedenle Türkiye’ye götürülmesinin çok riskli olduğunu söylüyorlardı. Eşimin orada İsraillilerin elinde kalmasından çok rahatsız oldum. Oğlumla istişare ettik ve ne olursa olsun eşimi Türkiye’ye getirmeye karar verdik. Bize nakil için bazı kâğıtlar imzalattılar ve hiçbir mesuliyet kabul etmediklerini söylediler. Ben de, “Söyler misiniz vururken mesuliyet kabul ediyordunuz da şimdi mi kabul etmiyorsunuz?” dedim.
Diyelim ki yarın sabah Süleyman Bey ayağa kalktı, sizce ilk yapacağı şey ne olur, hiç düşündünüz mü?
Bazen konuşuyoruz da şu an ayağa kalksa eminim tekrar yine Filistin’e gitmek isteyecektir. Hiç tereddüt etmeden gidecektir.
Tuba Hanım, son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Bu yaşadığımız olaylar bizi olgunlaştırdı. Birçok şeyin farkında değilmişiz önceden. İnsan kendisi bazı şeyleri birebir yaşayınca Filistin’de yaşananları daha iyi anlıyor. Oradaki şehit ailelerini, yaralı ailelerini daha iyi anlıyor. Mavi Marmara şehitlerinin, yaralılarının aileleri unutulmamalı. Bütün Müslümanlar onlara gerçek manada kalben yardımlarda bulunmalı.