Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Türkiye Solu, Twitter ve Özgürlükler

Bu yeni post-modern uyuşturmanın en etkili yöntemlerinden birisidir sosyal medya. Size kusursuz bir özgürlük yanılsaması verir ama aslında orada bulunan herkesle birlikte mahkûm olduğunuz kocaman bir matrikstir bu

12 Yıl Önce Güncellendi

2014-03-28 00:59:54

Türkiye Solu, Twitter ve Özgürlükler

Türkiye Solu, Twitter ve Özgürlükler... Saçmalardan Seçmeler

ENVER GÜLŞEN-TİMETURK
Türkiye solunun şampiyon demokratları, Gezi olaylarından 17 Aralık darbe girişimine gelen süreçte çok önemli bir ifşa faaliyeti ile meşguller, kendi ciğerlerini ifşa ediyorlar… Darbeler arasındaki “ıssız” dönemlerde, ellerinde tuttukları zengin propaganda araçlarını da kullanarak, demokrasi şampiyonu maskesi takan Türkiye’nin solcu / liberal aydınının, darbelerin ucu gözüktüğünde “özüne döndüğünü” bir kez daha deneyimlediğimiz dönemler geçiriyoruz.

27 Mayıs darbesini “halk devrimi”, 12 Mart muhtırasının 9 Mart cuntası “bölümünü” kahraman, mazlum solcuların devrim girişimi, 28 Şubat’ı “gericilere karşı ilericilerin devrimi” olarak tanımlayan, ama darbe dönemlerinin arasında, “kimse kızmasın kendimi yazdım” diyerek nedamet getirir gibi yapan en kahraman solcularımızın, ontolojik çıkış noktalarına dönmelerini izlemek epey eğlenceli aslında. Yıllardır bu ülkenin “sol demokratlığının” beşiği kabul edilen Birikim Dergisi’nin kontenjanlı baş yöneticisi Ömer Laçiner’in, “AKP seçimlerde yüzde kırktan fazla alırsa demokrasi dışı yollar kullanmaktan başka çaremiz kalmıyor” türü cümleler kullanabildiği, Hasan Cemal’in İttihatçı büyük dedesini hatırlayıp, tekrar “kimse kızmasın kendimi yazdım” diyeceği bir sonraki döneme kadar özüne döndüğü ve solcu / liberal “aydınların” kahir ekseriyetinin “yüzde elliden fazla bile alsa AKP bu ülkeyi yönetme hakkına sahip değildir” diyebildiği garip dönemler yaşıyoruz. Demokrasi kelimesini en çok kullananların, bu ülkede demokrasiden en az nasibin almış kesim olduğunu; başkasına faşist, diktatör diyenlerin, bu ülkenin en faşist ve diktatör-sevici grupları olduğunu hiç şüpheye yer bırakmayacak şekilde anladığımız bu son darbe girişimi, aslında bu ülkenin “aydın” malzemesini çok net şekilde ifşa ediyor. Yıllarca Müslüman kesim tarafından dahi çokça sevilen, saygı gösterilen birçok “solcu” veya “liberal” aydının, adeta uyutulmuş da birden gelen bir sinyalle uyandırılmış gibi, tekrar darbeci özlerine dönmesini görmek, Batı ile ontolojik ilişkisi olan, fikrini, zikrini Batı içinde üretilmiş ideolojilerden devşirenlerin, Batı’nın ontolojik ikiyüzlülüğünden muzdarip olduğunu anlayabileceğimiz kesin deliller sunuyor.

Gezi ve 17 Aralık uluslararası darbe girişimleri öncesinde, birbirlerinden nefret eden Gülen cemaati ile Türkiye’deki sol kesimlerin ve özellikle CHP çevresinin, birbirlerine ilk görüşte âşık olmuş gibi davranmaya başladıkları, STV ile Ulusal TV, Halk TV, Zaman, Bugün ile Cumhuriyet ve Sözcü arasında karşılıklı âşık göz kırpmalarına şahit olduğumuz, izlemesi oldukça eğlenceli bir karakter sınavı veriyor Türkiye aydını. Bir sonraki “sorumsuz nedamete” ve şampiyon demokratlık maskesi takılacak çağa kadar, hiç saklamaya gerek duymadan “demokrasi dışı” yolları çağıran Murat Belge, Hasan Cemal ve Ömer Laçiner gibi “solcu aydınların” pek çoğunun bu karakter sınavını en düşük puanlarla kaybettiklerini görmek, Türkiye’de bir sol muhalefet arayanların oldu olası düştüğü Sisiphos çukurunu ifşa ediyor. Darbe aralarında şampiyonluğu kimseye bırakmadıkları demokratlık kayasını, başkasının sırtına yükleyip, tepenin üstüne kadar hiç sorumluluk taşımadan taşıtıp, sonra o kayayı halkın tepesine düşürmekten zerre sıkıntı duymayan bir karaktersizlik görünümü bu! AK Parti’nin yaptıklarından kendine rant devşiren ve ilk uluslararası “darbe sinyalinde” uyanmış vampirler gibi… Son altı yedi ayda tutarsızlığın da, darbeciliğin de dibini bulan bu kesimlerin, hiç utanmadan “özgürlükler elden gidiyor” diye çığırması ve kendisine günde beş öğün sövdükleri Başbakan’ı, bunca küfür karşısında hiçbir yaptırıma maruz kalmadıkları halde “diktatör” olarak tanımlamaktan zerre utanmayan “ar damarı çatlamış” bir solculuk Türkiye solculuğu. Evrensel sol ile zerre kadar ilgisi olmayan, her şehrin en “Cihangir semtlerinde” yaşayan burjuvatik solculuk… Utanması kalmamış Türkiye solunun ve Batıcı aydınının, Twitter karşısındaki tutumu da elbet farklı olmayacaktı. Yirmi dakikada beş yüzün üzerinde İhvan üyesinin idama mahkûm edildiği Mısır’a, her gün yüzlerce masumun şehit edildiği Suriye’ye tek laf etmeden, Esed’in huzurunda yorumlu konserler verebilen, “darbe Müslümanlara yapılıyorsa bunun adı halk devrimidir” temcit pilavını bin defa hiç utanma sıkılma olmadan piyasaya sürebilen bu sol kesimin, Twitter’a da en az Twitter’ın kendisi kadar yüzeysel bakacağını tahmin etmek elbette zor değildir.

Twitter’ın ne olduğunu ve “özgürlük” denen şeyin bunun tam neresinde olduğunu anlamak için bir örnek vermek faydalı olacaktır. Birkaç yıl önce bir televizyon programında moda konuşuluyor ve sokaktaki insanlara moda ve giyim hakkında ne düşündükleri soruluyordu. İstiklal Caddesi’nde bir grup üniversite öğrencisi kıza yaklaşıyordu kamera. Kızlara tek tek, nasıl giyindikleri, modaya önem verip vermedikleri soruluyordu. Kızların hepsinin cevabı “ben kendime yakışanı giyiyorum. Moda ile çok fazla ilgim yok aslında” oluyordu. Kamera biraz geri çekilip kızların ne giydikleri görülünce, hepsinin pantolondan bota tişörte kadar küçük renk tonları hariç tümüyle aynı şeyleri giydikleri görülüyordu.

Modernite ve onun ucu uyuşturulmuş versiyonu post-modernite, özellikle sosyal bilimler ve reklamcılık aracılığıyla, kapitalizmin göz boyayıcılığı eşliğinde, insana seri büyüleme seansları uygularlar. Önemli olan, insana dayatılan ve modadan sanata sinemaya kadar hiçbir alanı eksik bırakmayan “global standardizasyon enstitüsü üretimlerinin” içinden “satın aldığınız” bir şeyin, tam da kendi isteğiniz/seçtiğiniz şey olduğunu hissetmenizdir. Bunun araçlarını üreten mekanizmanın ve sürekli bir uyuşturmanın adıdır global liberalizm / kapitalizm. Neo-liberal diktatorya, hayatın her alanında, insana çukurun içinde debeleneceği renkli, ışıklı “seçimler” üretir. Ancak bu üretimler öyle kapsamlı bir sosyal bilim / reklam / teknoloji / bilim paketi ile birlikte gelir ki, size, kendi isteğiniz ve seçiminizin ne olabileceği üzerine tefekkür edebileceğiniz bir boşluk bile bırakmaz. Dünyanın beş milyarına “seçtirilen” şeyin bizatihi sizin kendi iradenizle yapmış olduğunuz bir seçim olduğunun hissettirilmesi / dayatılması, bir bataklık zombisi olarak kalabilmeniz için hayati önemdedir. Derya içre yaşayıp da deryayı bilmeyen balıkların yurdudur global neo-liberal dünya…

Bu yeni post-modern uyuşturmanın en etkili yöntemlerinden birisidir sosyal medya. Size kusursuz bir özgürlük yanılsaması verir ama aslında orada bulunan herkesle birlikte mahkûm olduğunuz kocaman bir matrikstir bu. Toplu uyuşturma seansları, Twitter gibi devasa kapitalizm / uyuşturma / global darbecilik merkezleri tarafından özenle imal edilir. Yüz binlerce takipçisi “üretilen” ama kuş kadar aklı olmayan bir sürü truva atının ardından uyuşturulmuş gibi gitmenin adı sosyal medya özgürlüğüdür. Bütün neo-liberal “özgürlük” iddiaları gibi, burada da birkaç katmanlı bir mekanizma vardır. Twitter türü yerlerin “son kullanıcıya” görünen tarafı, kendi özgürlüğünü “dizginsiz” şekilde yaşayabileceği bir yer olduğu yanılsamasıdır. Bir sonraki katman, günceli tümüyle o katmanları yönetenlerin belirlediği bir makine ara birimidir. Son kullanıcı katmanı ile makine arabirimi arasındaki bağlar, günceli belirlemenin bir numaralı etkileşim gücü haline dönüştürür sosyal medyayı. Ancak son kullanıcının “özgürlüğünün” sınırlandığı yerdir makine arabirimi. Zira o arabirim, Big Brother’ın “istemediği” hiçbir şeyi orada konuşturmaz, tartıştırmaz, etkili hâle getirmez. Mesela Türkiye Başbakan’ına ölmüş anasından eşine kadar fütursuzca küfrederseniz, sizin “özgürlüğünüz” makine arabirimi ve onun da derinindeki “asıl Big Brother merkezi” tarafından sonuna kadar korunur! Ama benzer bir şeyi “merkezi belirleyen” yerde yaparsanız, o zaman bir günlük ömrü bile kalmaz o devasa şirketlerin… Bu yüzden Almanya’da, İngiltere’de ve hele Amerika’da, İsrail’de asla olamayacak olan “özgürlükler”, birden Türkiye gibi “özgürce programlanacak / zombileştirilecek kullanışlı devrimcilerin” olduğu ülkelerde, kendi ülkelerine ihanetin bile bir özgürlük sorunu olarak tanımlanacağı şekilde korunur.

Daha önce yazdığım bir yazıda (https://www.timeturk.com/tr/makale/enver-gulsen/bir-fetisizm-olarak-ozgurluk.html) belirttiğim gibi özgürlük denen şeyin modern ve post-modern dönemlerdeki mahiyeti ile Twitter meselesi arasından son derece derin ilişki vardır. Özgürlük, modern düşünce, insanın “akletme yetilerini” iğdiş etmeden önce, insanda mündemiç olan “yükselme” imkânlarının keşfedilmesinin adıydı. Evet, bazen günah da vardı bu yolda; ama tövbe imkânları ile birlikte “günahtan kurtulma” özgürlüğü de bu günahlara eşlik ediyordu. Aşağı çeken her ipe karşılık, yukarıya çeken çok daha güçlü bir ip görünür hâldeydi. Özgürleşme, insanın, balçığın, yani “maddi olanın” tutsağı olmaktan kurtulup, ruha yelken açmaya uğraşmasının adıydı. Bu yüzden külfetli ve zor bir yolculuk olduğu inkâr edilemezdi.

 İnsanı, “görünürdeki” en “kolaya” mahkûm eden modernite ise, insanın insan olmasını sağlayan “iplerin” salıverilmesini buyuruyordu tüm insanlığa. İpleri salınca, “bağlarından” kurtulacak” ve “özgür” olacaktı insan! Twitter, Facebook gibi sosyal medya araçları, “özgürlüğün fetişleştirilmesinin” birer aracı olarak neo-liberal diktatörlüğün bir aracı olarak kullanıma açılacaktı böylece. Big Brother, neyin “görünüp” neyin gündemden kaybedileceğinin de kararını, aynen giysisini kendisinin seçtiğini düşünen o genç kızlara yaptığı gibi milyonlarca sosyal medya kullanıcısına da, kusursuz bir uyuşturucu zerk ederek verecekti. “Bağlarından” kurtulacağı iddia edilen modern / ultra-modern insan bambaşka bağların esiri olacaktı. Ontolojik güvenini kaybetmiş insan, epistemolojik güvenlik alanlarını çoğaltmakta bulacaktı çözümü. Sosyal medya, neo-liberal soysuzluk adına zerk ettiği kuvvetli uyuşturucularla epistemolojik güvenlik alanlarını hem geliştirecek hem de sonsuzca dağıtacaktı. Böylece salt bir “kontrolsüzlüğün” nihilist / hedonist hegemonyası hâkim olacaktı. Böylece insan bataklığı “işgal etmeye” koyulacaktı hızla. Twitter bataklığını işgal etmek, çok takip edilmenin kodlarını “anlayıp” yürürlüğe sokmakla eşdeğerdi elbette. Ne kadar utanmaz, ne kadar şahsiyetsiz olursanız ve “Big Brother merkezi” ile ne kadar derin bağlarınız varsa o derece makbul bir bataklık yaratığı olursunuz buralarda!

Bilim ve teknolojinin ve bilişim çağı adını verdiğimiz çağın sosyal medya dâhil türlü araçlarının tarihin hiçbir döneminde ve medeniyetinde olmadığı kadar “çarpık” gelişmesinin sebebi, epistemolojik güvenlik alanlarına duyulan trajik ihtiyaçtır. Ama insan, “fethetmeye çalıştığı” balçığın içinde bir bataklık yaratığına dönüşüyordu hızla! Bataklığa saplandıkça, kendini daha “özgür” olarak sunuyor ve bataklığın mahiyetini kutsar hâle geliyordu. Arzu politikaları, haz politikaları, nihilizm saplantıları ve tüm “değerlerin değersizleşmesi” çağımızın korkunç çölünün vahaları olarak kutsanır hâle geliyordu. Böylece modern düşünceye bir “eleştiri” olarak doğmuş olan post-modern düşüncelerin, sorun tespitleri bazı zamanlar doğru olsa da, çözümleri modern çölün korkunçluğunu beslemekten başka bir hayat alanı üretemiyordu. “Teslim olun; teslim olun ki yaşadığınız bataklıktan ‘haz alın’. Bu bataklıktan başka bir imkânı yok insanın!” mottosu post-modern düşüncenin ana itici gücü hâline dönüşüyordu.     Evet, insan özgür bir varlıktır. İnsanı meleklerden üstün yapan da bu özelliğidir. İnsan, seçim yapar; ama seçim yapabileceği iki uç da en açık şekilde ortada olursa, ancak o zaman o seçim insanın “özgürlüğünün” bir çıktısı olur. Ancak modern düşüncenin yaptığı gibi, insanın önce “yükselme” imkânlarına mündemiç olan fıtratına darbe vurarak ve iki uçtan birisini tümüyle görünmez kılarak yaptırılan seçimin adı “özgürlük” değildir. Eğer özgürlük olarak adlandırılacaksa da, bunun adı bataklıkta debelenme özgürlüğü ya da köleleşme özgürlüğüdür. Twitter’ın özgürlükle ilişkisi de gönüllü zombiler olma özgürlüğünden fazla bir anlam ifade etmez. Zira tüm kodları ve derinliğine hâkim olmadığınız / olamayacağınız bir makinenin çarkı olmak ve o makineyi hep daha hızlı döndürerek bir patlama noktasına kadar sürüklemeye katkı vermek değildir özgürleşmek. Siz dayatılan bir fetişizmin adı da değildir… Özgürlük, önce ne ile muhatap olduğunuzu anlamaktan başlar. Twitter gibi devasa şirketlerin neo-liberal hegemonyanın neresinde olduğunu anlayamadan ve bu tespit üzerinden bir düşünce ve eylem geliştirmeden, salt yüzeysel bir evet ya da hayır noktasından hareket etmek, bizi en az Hasan Cemal, Ömer Laçiner ya da Murat Belge kadar içi boş Batıcılar haline getirir.                

Haber Ara