Limanda bekleyen son gemi : İSLAM
12 Yıl Önce Güncellendi
2014-03-22 15:38:21
Bugün olayları, şahısları, tarihi, kıtaları ve coğrafyaları, ekonomiyi, sosyal ve kültürel hayatı, geçmiş ve gelecek telakkisini ilmiyle, onuruyla, vakarıyla, edebi ve ahlakıyla hülasa olarak içinde hiçbir eksiklik ve kötülük bulundurmayan İslam’ca, Kuran’ca, Muhammedi bir duruşla değerlendirecek insanlara muhtacız. Hakka ve Hakkın savunucusuna ziyadesiyle sevgi ve merhamet içeren bir duruştur bu. Bâtıl ve bâtılı savunanlara karşı Hz. Ömer(r.a) timsali çetin mi çetin bir duruş, Bilal-i Habeşi, Habbab B. Eret gibi ehl-i dalaletin karşısında zerre kadar korku içermeyen bir duruştur bu.
İnsan hakkani duruşuyla İslam’dır. Müslüman fikri, ifadesi, hal ve hareketleri; dünü, bugünü ve yarınıyla adını çağlara İslam diye yazdırmıştır. Bakışı, görüşü, kelamı, selamı, sevdası, ikramı, davası ve mücadelesi ez cümle aldığı ve verdiği her nefesiyle İslam’dır o. O duruşta kin, nefret, bencillik, haset, gurur, kibir gibi kötü hasletler yerini sevgi ve merhamete bırakmıştır.
Allah-u Teâlâ Peygamber Efendimiz(s.a.v)’i 1400 yıl evvel bir önder, numune, kıyas menbağı olarak yarattı. Menbağın ne denli etkili olduğu ise hicretin 10.yılına rastlayan veda hutbesindeki emsalsiz 114 bin sahabe(r.a) ile anlaşılmaktadır. Hiç şüphemiz yok ki Fahr-i kâinat(s.a.v)’in hiçbir mucizesi olmasa dahi, cehaletin kol gezdiği cahiliye devri namıyla meşhur devrin insanlarını, bugün beşerin en efdali sayılacak hale getirmesi, O’nun peygamberliğine bir delildir.
Kâmil ve mükemmil olan Hülasa-i Kâinat(s.a.v)’in, İslâmi şahsiyetiyle yapmış olduğu bu tebliğler kararmış gönüllerin ilacı olmuş, sel olup taşmış ve ortaya sıddıkiyetiyle Ebû Bekir, adaletiyle Ömer El-Fâruk, Ümmül Hayr Osman-ı Zinnûreyn, Bâbül İlm Hz. Ali (r.anhüm) ve sayısı veda hutbesinde 114 bini, bugün ise yüz milyonları bulan Müslümanlar çıkmıştır.
Anam, babam, canım sana feda olsun ya Resulallah…
Onlar Allah Resulünün(s.a.v) terbiye ve talimi altında yetişip âdeta İslâmi şahsiyet ve vakarın sembolü hâline geldiler. Bu dinin bu zamana kadar yaşanmasına vesile oldular. Bundan sonra da onlardan aldığı sancağı, İslâmi duruşuyla, şahsiyet ve vakarıyla taşıyacak Müslümanlara, İslam olmuş şahsiyetlere ihtiyacımız vardır. İşte bu sancaktarlardan Mevlânâ Hazretleri ne güzel buyurmuş:
‘’Hal ile öğüt veren, kâl(söz) ile öğüt verenden iyidir.’’
Dini Yaşa Ki Tebliğin Yaşasın
Bu devirdeki fetihlerin silahla tüfekle yapılmayacağı kanaatindeyim. Elbette gerekirse dinimiz, vatanımız, nâmusumuz için silah, tüfek kullanacağız. Lâkin asıl fetih kalpler fethedildiğinde gerçekleşecektir. İslâm’da asıl olan istikamette yaşatmaktır, öldürmek değil. Yılmadan yıkılmadan hep güzellikle, ikramla, tevâzuyla yaklaşarak olaylara… Tabiri câizse taş atana gerekirse gül kokusu sunarak.
Bu yazıyla ilgili kısa bir süre önce okuduğum ve beni derin tefekküre sevk eden, Osman Nûri Topbaş hocamın BİR NASİHAT, BİNBİR İBRET adlı kitabındaki bir parçayı paylaşsam sanırım tam yeri olur:
‘’Gönlü İslâm’ın güzellikleriyle yoğrulmuş, kumaş ticareti yapan Müslüman bir tâcir, günün birinde mallarını gemiye yükleyerek ticâret için Endonezya’ya gider ve oraya yerleşerek ticâretine devam eder.
Getirdiği kaliteli kumaşlar tam da halkın aradığı cinsten kumaşlardır. Kendisi de kanaat sahibi bir Müslüman olduğundan; ’’Varsın kazancım az olsun, lâkin temiz ve helal olsun.’’ Düşüncesindedir. Bu yüzden bir malı değerinden yüksek fiyata satmaya hiç tenezzül etmezdi. Kısa zamanda zengin olma hayal ve hırsına kapılmazdı.
İşe geç geldiği bir gün, tezgâhtarın sattığı mallardan çok yüksek bir kâr elde ettiğini görür ve bunun üzerine tezgâhtara sorar:
‘’-Hangi kumaştan sattın?’’
‘’-Şu kumaştan efendim.’’
‘’-Kaça sattın?’’
‘’-On akçeye.’’
‘’-Nasıl olur? Beş akçelik kumaşı on akçeye nasıl satarsın? Adamcağızın bize hakkı geçmiş. Görsen tanır mısın?’’
‘’-Evet tanırım!’’
‘’-O halde hemen git ve o müşteriyi bana getir. Onunla vakit kaybetmeden helalleşmem lâzım.’’
Tezgâhtar gider, müşteriyi bulup getirir. Dükkan sahibi, kendisinden helallik ister ve alınan fazla parayı müşteriye uzatır. Müşteri ise daha evvel hiç karşılaşmadığı bu muâmele karşısında ziyadesiyle hayrete düşer. Kendi kendine hakkını helal et cümlesindeki derin manayı anlamaya çalışır.
Bu hâdise kısa sürede dilden dile dolaşır. Çok geçmeden de kralın kulağına ulaşır. Sonunda kral kumaş tüccarını saraya çağırır ve:
‘’-Sizin yaptığınız bu davranışı biz daha önce ne duyduk ne de gördük! Sizin bu hâliniz, bize bir muâmma oldu. Bunu izâh eder misiniz?’’ diye sorar.
Tüccar ise kemâl-i edeble:
‘’-Ben bir Müslüman’ım. İslâm’da ise mülk, Allah’ındır. Kul sadece bir emanetçidir. Ayrıca İslâm’da haksız menfaat, fâiz, istismar, gabn-i fahiş(kandırmak suretiyle değerinin üstünde satmak) ve toplumun zararına olan bütün satışlar yasaktır.
Bu alışverişte ise müşterinin bana hakkı geçmişti. Dolayısıyla kazancıma haram karıştı. Ben sadece bir yanlışı düzelttim.’’diyerek cevap verir.
Bunun üzerine kral:
‘’-İslâm nedir, Müslüman olmak neyi gerektirir?’’ gibi soruları peş peşe sıralamaya başlar.
Tüccar da soruları birer birer en güzel şekilde cevaplar.
Böyle bir dinin varlığını bu hâsbihal ile ilk kez duyan kral, fazla vâkit geçirmeden İslâm ile şereflenir. Daha sonra kısa bir müddet içinde halk da Müslüman olur’’
(Osman Nûri Topbaş-Bir nasihat, Bin bir ibret)
Evet, Müslüman tâcir İslam olmuş ve adeta tüm ülkeye İslâm’ı anlatmıştı. Halk bu güzel hali duydukça Müslümanlığa koşmuştu. Kardeşim her şey zıttı ile daha iyi anlaşılır. Beyaz siyahın varlığında daha belirgindir ve istenendir. Sen de zulüm dolmuş, karanlık dünyanın aydınlığı olmak ve gücünü arttırmak istiyorsan duruşunla, vakarınla aydınlık saç.
UNUTMA ASIL FETİH KALPLERİN FETHİDİR!
Ya Rabbi!
Bizleri İslam duruş ve vakârını en kâmil haliyle temsil ederek, hal ve hareketleriyle yeni doğuşlara, hidayetlere vesile olan aziz kullarından eyle.
Amîn.
Selametle…
Hakan İNCE
SON VİDEO HABER
Haber Ara