Gezi olaylarından ve 17 Aralık operasyonundan bu yana Türkiye’de yargı, yürütme ve denetim dışında kalan polis birimleri arasında devam eden ciddi bir gerginlik ve karşıtlık yaşandı. Biz Müslümanlar bu çatışmaya ümmet coğrafyasının geleceği, insanlığın ve İslami kazanımlarımızın maslahatı açısından baktık.
Bu süreçte yolsuzluk iddiaları da, içinde yüzlerce yakınımızın olduğu binlerce insanın şaibeli şekilde dinlenmesi ve Başbakan Erdoğan’ın itibarsızlaştırılması konusu da ilgisiz kalamayacağımız meseleler olarak öne çıktı. Bu konuları önemsiz göremeyeceğimiz gibi Türkiye’de ve tüm coğrafyamızda insani ve İslami kazanımlarımızın önünü açan süreçlere de ilgisiz kalamayız.
Gezi olayları, hatta 17 Aralık Operasyonu ile Mısır’daki Sisi darbesine zemin oluşturan Temerrüd Hareketi’nin muhalif yapısı arasında sürekli irtibatlar kuruldu. Ümmet coğrafyası arasında fıtri, siyasi ve ekonomik irtibatları artıran ve içinde yaşadığımız ülkede inanç ve düşünce özgürlüğü konusunda ciddi çabaları olan Başbakan Erdoğan niçin diktatör olarak takdim edilmeye çalışılıyordu. Ayrıca niçin“verili siyaset” içinde “muhafazakar demokrat” kimlikli olan AK Parti İslamcı ve Erdoğan terörist olarak gösterilmek için medyada veya dijital dinleme operasyonlarıyla gayret sarfediliyordu.
Verili siyaset ve ekonomi içinde, laik ve Batıcı değerlerle oluşan anayasal bir kurum olan AK Parti, insanlıktan, Müslümanlardan ve ümmet coğrafyasından yana açılım kaydetmesine; yerel ve küresel istikbarın vesayetinden ayrışma eğilimine rağmen“tüzel kişiliği” itibariyle İslami değildir. Yani AK Parti tüzel kişilik olarak laiktir.
İlk önce Erdoğan’a daha sonra da AK Parti’ye tavır alan ve güçlü bir muhalefet geliştiren Fethullah Gülen cemaati ise, yaygın gözlemlerimize göre aidiyeti ed-Din konusunda taşıdığı zaaflar ve farklı siyasi tutumların içinde de olsa İslami’dir. YaniGülen Cemaati’nin tüzel kişiliği laik değildir.
Biz Müslümanlar dostluğumuzu ancak İslami aidiyetler nedeniyle geliştirir ve değerlendiririz. Bu çerçevede bireysel olarak mü’mim ve mü’mineler birbirlerinin velisidir (9/71). Ayrıca inkar edenlerin velisi “tağut”, iman edenlerin velisi de “Allah”tır (2/257). Ama ister “hükümet” ister “cemaat” formunda olsun, ortak bir toplumsal iradeyi yansıtan tüzel kişileri “İslami mi değil mi?” diye ayrıştırırız. İslami olan tüzel kişilerden beklediğimiz vahyi ölçülere göre düşünme ve tavır alma sorumluluğunu, tabii ki İslami olmayan tüzel kişilerden bekleyemeyiz. Ama öteki tüzel kişileri de ikiye ayırırız (30/2-4; 60/8-9). Müslümanlar için tehlike oluşturmayan yapılar bizlerde sevinç oluşturur; veya Müslümanlara düşmanlık yapmayanlara adil yaklaşırız, düşmanlık yapanları ise asla veli tutmayız.
Türkiye’deki son tartışmalarda mevcut Hükümet’i ve gündemde olan Cemaat’i değerlendirirken, verili siyasetin içinde de olunsa yorum ve değerlendirmelerimizi bu ölçüleri unutmadan biçimlendirmeliyiz. Ayrıca verili laik sistem içinde ve kurumlarında memur, işçi, esnaf, öğrenci, iş adamı veya siyasetçi olarak rol alan her Müslüman gücü oranında ifsad, tugyan ve müdahane şartlarını aşmaya çalışmalı, kimliğini gizlememeli, herkes için adaleti ön plana çıkartmalıdır. Çünkü “Firavunun ailesinde imanını gizleyen adam” (40/28) örneğinde hatırlatıldığı gibi gizlilik veya takiyye şartlar gereği istisnai bir durumdur. Ayrıca “Gönlü iman dolu olduğu halde zor altında kalan hariç, inandıktan sonra gönlünü küfre açan”ları Rabbimiz büyük bir azapla uyarmaktadır (16/106). Çünkü tüm Rasullerin ortak vasfı vahye tanıklık anlamında şahidlik ve şehidliktir. Rabbimiz bizlerden de vasat bir ümmet olarak şehidler (şüheda) olmamızı (2/143) istemektedir.
Gülen Cemaati taban olarak AK Parti bileşenlerinden birisiydi. Ama reel siyaset ve ekonomi bağlamında Cemaat üyeleri ile AK Parti Yönetimi arasında, partiye açılan2007 kapatma davasından bu yana gittikçe büyüyen ihtilaflar vukuu buldu. Ve bugün Gülen Cemaati ile AK Parti karşı karşıya gelmiş durumda. Tabii ki içinde bulunduğumuz toplumun en önemli gündem maddelerine ilgi duymamız, Kur’an’ın gösterdiği “vahyin ilgi alanları” kapsamında bir sorumluluktur. Çünkü AK Parti bütünlüğünün bozulması veya bozulmaya çalışılmasının kamusal alanda kazandığımız başörtülü kimliğimizden İmam Hatip Okulları kazanımımıza, çevrenin fikri ve ekonomik olarak önünün açılmasından, ümmet coğrafyasında yaşanan sorunların sözcüsü olunmasına kadar alakalı olduğu ortadadır.
Muhalif cephenin batıcı, laikçi, ulusalcı ve “şeriat” karşıtı tavrına bakıldığında AK Parti’nin Türkiye yönetiminden düşmesi ümmet coğrafyası ile bağımızın yeniden kopması, Çevre’nin Merkez lehine ezilmesi, fitri ve İslami kazanımlarımızın 28 Şubat zulmüyle benzeşen bir baskıyla karşı karşıya gelmesi anlamına gelecektir. AK Parti’nin kimliğine ve reel siyaset ve ekonomi alanında yaptığı yanlış ve zaaflara eleştiri getirebiliriz. Tüzel kişiliği İslami olmayan bir kurumun bu tür hatalarla malül olmasına da fazla şaşırmamak gerekir. Çünkü o İslam’ı temsil etmiyor.
Biz AK Parti tüzel kişiliğini öncelikle, muhafazakar-demokrat seküler yapısına rağmen Müslümanlara ve İslami değerlere düşmanlık yapıp yapmadığınoktasından bakabiliriz. Bu konuda Müslümanların büyük kesiminde ve tüm ümmet coğrafyasında olumlulukla karşılanması adillik gereğidir; ama bu adillikle olumlu görülen yön bazıların duygusallık içinde ifade ettiği -ya da küresel güçlerin itham aracı olarak kullandığı- gibi AK Parti’nin İslamcı veya İslamî olduğunu göstermez. AK Parti tüzel kişiliği insanlıktan yani fıtrattan ve Müslümanlardan yana bir iş yaptığında tabii ki takdir ederiz, 1 Mart Tezkeresi’nde olduğu gibi yanlış yaptığında da uyarır-eleştiririz, karşı çıkarız. Ancak bu ilişki karşılıklı bir “velilik ilişkisi değil, adalet ilişkisi”dir.
Gülen Cemaati ise şaz olarak karşılanacak tüm yaklaşımlarına rağmen kendini İslami referanslarla izah etmektedir. Dolayısıyla bu Cemaat ile kardeşliğimizi derinleştirmek için aramızda Allah ve Rasulü’nü (s) hakem kabul ederiz. Gülen Cemaati eğer İslami bir cemaat ise aramızda tabii ki velilik ilişkisi kurmaya çalışır, sevgimizi veya eleştirimizi nass üzerinden yaparız.
İslami kimlik ölçüsünden baktığımızda AK Parti veya yönetimi ile Gülen Cemaati karşı karşıya geldiğinde, kim yanlış yapıyor ise tüzel kişilikleri itibariyle yönelteceğimiz eleştiri tabii ki çoğu zaman aynı referanslarla olmayacaktır. Bir tarafta İslami aidiyetli tüzel kişilik, öbür tarafta seküler aidiyetli tüzel kişilik söz konusudur. Tabii ki Cemaat’i AK Parti’den daha sıkı ve vahyi ölçüleri sürekli hatırlatarak uyarmamız karşılıklı tavsiyeleşmemiz için ilahi bir emirdir de. Aynı sorumluluğumuz AK Parti bünyesinde Müslüman kimliğini önde tutanlar için de gereklidir.
Lakin Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti ile Gülen Cemaati ve özel görevlileri arasındayaşanan çatışmadan rahatsızlık duyanlar genellikle Türkiye’de Çevre’yi temsil edenler ve Müslümanlar ayrıca Müslüman dünyası iken; sevinenler İsrail başta olmak üzere islamofobi ile düşüp kalkanlar, Mısır darbesini destekleyenler, Türkiye’nin vesayetten kurtulma eğiliminden hoşlanmayan tüm küresel güçlerdir. Kendine göre hangi haklı argümanları kullanırsa kullansın bu çatışmada Cemaat, veya söz konusu operasyonu yapan Cemaat üyeleri veyahut söz konusu operasyonu yapan kişiler tağut’u dost edinen inkarcılar tarafından desteklenmektedir. Cemaat küresel kapitalizmle kurduğu ilişkilerle güç kazanmaya çalışırken, kapitalizmin vahşi mantığı ile ilgili hiçbir eleştiri getirmemekte; bazı AK Partili yetkililere yönelttiği eleştirileri sanki kendi elbisesi temizmiş gibi kapitalist sistemin çarklarından sızan bazı metaların paylaşımı üzerinden yapmaktadır.
11 yıl boyunca AK Parti faaliyetlerinde yer alan Cemaat’in, Müslümanlar olarak kapitalist vesayetten ve ihalecilik, komisyonculuk, kayırıcılık, rüşvet gibi kirli işlerden arınmak için ne gazetelerinde ne televizyonlarında uyarıcı çabalar gösterdiğine tanık olmadık. Hatta KPSS’den üniversite veya polis kolejlerine giriş sınavlarına kadar binlerce insanın emeğini ve alın terini çalma noktasında açık şaibe taşıyan ithamlardan arınmadan, kapitalist sistemin patronları arasında vakıayı adiyeden olan konuları senaryolaştırarak gündeme getirmek, maalesef ki Gülen Cemaati’nin üstüne komploculuk ithamını da çekmektedir.
Cemaat yolsuzlukların takibinde hukuki suistimal komplosuna, Suriye’ye giden tırlara operasyon komplosuna, Başbakan’ı dinleme ve montaj kaset üretme komplosuna, açığa çıkan 7 bir kişiyi dijital ortamda takip komplosuna sahip çıkmıyor veya sahip çıkmıyormuş gibi gözüküyor. Ama çok iyi eğitilmiş propagandistleri vasıtasıyla bu komplolarla ortaya çıkan ithamların arkasında duruyor, sol ve ulusalcı muhalefeti bu komplocu ithamlarla tahrik etmeye çalışıyor. Bazısı gazeteci, bazısı akademisyen, bazısı hukukçu olan Cemaat propagandistleri bu komplolarla ortaya dökülen verileri ve Fethullah Gülen’in tüm bu komplolardan ari olduğunu adanmış bir karalılıkla savunuyor. Ama “iyi polis kötü polis diyalektiği”nin de bir komplo tasarımı olduğu gerçeği gözden kaçmıyor.
Gelecek yazı da komploculuk konusunu ele alarak konuya devam edelim.
Hamza TÜRKMEN - Haksöz-Haber