Fitneye karşı sağduyu
Saad bin Ebi Vakkas hazretlerinden aktarılan bir hadise göre Peygamber (sav) efendimiz, bugün İcabe Mescidi olarak bilinen yerde secdeye kapanmış ve uzun süre öylece kalmış. Secdede uzun süre kalması, sahabeyi meraklı bir endişeye sevk etmiş. Başını secdeden kaldırır kaldırmaz, sahabeden biri 'Anam babam sana feda olsun ya Rasulallah ne oldu. Niye bu kadar uzun süre secdede kaldın?' diye sormuş.
13 Yıl Önce Güncellendi
2014-02-20 11:14:51
Peygamber efendimiz, Rabbinden ümmeti hakkında niyazda bulunduğunu, üç talebinden ikisinin kabul gördüğünü ama ötekine icabet edilmediğini ferman etmiş.
Efendimizin cevabı şöyledir:
"Rabbimden üç şey istedim. Bana ikisini verdi, birini vermedi. Rabbimden ümmetimi kıtlıkla helak etmemesini istedim, onu bana verdi. Ondan ümmetimi suda boğarak helak etmemesini diledim, onu da verdi. Felaketlerini kendi aralarında vermemesini (tefrikaya, fitneye düşmemelerini) diledim, bunu bana vermedi" (Müslim, "Fiten", 20).
O, Rabbinden, ümmetinin suya gark edilmemesini istemiş, duası kabul edilmişti; ümmetinin kıtlıkla ve açlıkla helak edilmemesini istemiş, o da kabul görmüş. Ancak ümmetinin fitneye düşmemesi talebine, yazık ki ilahi cenaptan icabet edilmemiş…
Fitne imtihan demektir. Anarşi, terör, bozgunculuk, şirk, belâ ve daha başka anlamları olsa da genel olarak bölücülük ve bozgunculuk anlamında kullanılır.
Fitne; Müslümanlar arasında bölücülük yapmak, onları sıkıntıya, zarara ve günaha sokmak, insanları isyana kışkırtmak demektir
Hz Muhammed (sav) ümmetinin imtihanının tefrika ve fitne ile olacağı anlaşılmıştır. "Kendi aralarından" kastını ise bugün islam ülkelerinde açıkça görebiliyoruz.
Efendimizin ahirete intikalinin hemen akabinde başlamış ümmet-i Muhammedin fitne ile olan imtihanı. Peygamber ümmetini şii ve sünni şeklinde bölen ve bunu günümüze kadar getiren müslümanların fitneye karşı zafiyetlerinin bir neticesidir.
Fitne çıkartmak haramdır. Kur’an-ı Kerîm’de dinden saptırmak için fitne çıkaranların cehenneme atılacağı ve fitne çıkartmanın adam öldürmekten daha kötü olduğu ve Hadîs-i Şerîflerde de fitne çıkarana Allah’ın lânet edeceği bildirilmektedir.
Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır;
“Fitne çıkartmak, adam öldürmekten daha kötüdür.” (Bakara Sûresi 191. Ayet).
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v) de;
“Fitne uykudadır. Fitneyi uyandırana Allah lânet etsin”
“Din, dünya menfaatine alet edilince, fitneler zuhur eder, ortaya çıkar.” buyurmuşlardır.
Müslüman, İslâm’ın güzel ahlâkıyla süslenmeli, kimseye zarar vermemeli, isyankâr olmamalı, karışıklık, anarşi/terör çıkarmamalı, kötü niyetli kimselere aldanmamalı, başkalarına kendisini kullandırtmamalı ve aklını kiraya vermemelidir. Kısaca, başkalarına zarar vermekten ve Allah’a karşı günah işlemekten uzak durmalıdır.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimiz fitne konusunda defalarca ümmetini uyarmıştır. İşte o uyarılardan bir kaçı;
“Malı ve canıyla mücadele eden, ortamın karışmış olduğu bir zamanda bir kenara çekilip ibadetini yapan ve kimseye zarar vermeyen Müslüman; mü’mini kâmildir.”
“Fitne zamanında evinizde oturun, günahlarınıza tevbe edin, dilinizi tutun, kendi işinize bakın ve başkalarının işine karışmayın.”
“Ne mutlu! Fitne – fesada bulaşmayana. Ne mutlu fitneye maruz kalıp da sabredene.”
“Fitne zamanı evlerinizden ayrılmayın! Oklarınızı kırın, yaylarınızı kesin ve Adem Aleyhisselâm’ın oğlu (Hâbil) gibi olun.”
“Kıyamet kopmadan önce, her yeri fitneler kaplayacak. Fitnelerin zulmeti, ortalığı karanlık gece gibi yapacak. O zaman evinden mü’min olarak çıkan kimse, akşama kâfir olarak evine dönecek. Akşam mü’min olarak evine gelen, sabaha kâfir olarak çıkacak. O zaman oturmak, ayakta kalmaktan, yürümek koşmaktan daha hayırlıdır.”
Bütün bu Hadîs-i Şeriflerden anlaşılan o ki; fitne kötü bir şeydir. Fitne belasının başta gelen sebepleri arasında cehalet ve dînî hayatın zayıflaması vardır.
Şimdi bir de bölgesel ve küresel ölçekte fitnenin Müslümanlara nelere mal olduğuna bir bakalım. Bakalım ki, tarih bir daha tekerrür etmesin. Eğer ibret almayı bilebilirsek !..
Fitne çıkartılmamış olsaydı eğer;
Peygamberimiz, Mescid-i Dırarı elleriyle yıkmazdı.
Fitne çıkartılmamış olsaydı eğer;
Hz. Ali ile Hz. Âişe’yi karşı karşıya getiren Cemel Vak’ası meydana gelmez ve Müslümanlar birbirlerini öldürmezdi.
Fitne çıkartılmamış olsaydı eğer;
Hz. Ali ve Muâviye Sıffîn’de karşı karşıya gelmez ve binlerle ifade edilen Müslümanların kanları oluk gibi akmazdı.
Fitne çıkartılmamış olsaydı eğer;
Hz. Peygamberin, Cennetin gençleri diyerek bağrına bastığı torunlarından Hz. Hasan zehirlettirilerek öldürülmez, Kerbelâ’da Hz. Hüseyin’in Müslüman kimlikli kişiler tarafından mübarek başı gövdesinden ayrılmazdı.
“Yezide zulüm, yiğide ölüm gerek” sözü ağıtlara konu olmazdı.
Fitne çıkartılmamış olsaydı eğer;
Dünyadayken Resûlüllah tarafından cennetle müjdelenen ve damatları olan Hz. Osman ve Hz. Ali hunharca şehit edilmezdi.
Fitne çıkartılmamış olsaydı eğer;
Sekiz yüz küsur yıl dünyaya medeniyet öğretmiş olan Endülüs Emevî devleti çökmezdi. Neticesinde yüz binlerce Müslüman İberya yarımadasında kütükte et doğranır gibi doğranmazdı.
Fitne çıkartılmamış olsaydı eğer;
Altı yüz küsur yıl dünyaya nizâmât vermiş, hak ve adâlet getirmiş olan ve onaltı milyon kilometre kare topraklar üzerinde hüküm süren koca Osmanlı Devleti yıkılmazdı.
Fitne çıkartılmamış olsaydı eğer;
Afganistan karmaşası meydana gelmez, Şah Mesut ve Burhaneddin Rabbânî, kendilerine hürmetlerini(!) sunmaya gelen kötü niyetli kişilerce menfur sûikasta kurban gitmezlerdi.
Fitne çıkartılmamış olsaydı eğer;
Çeçenistan direnişini ve dirilişini başlatan Cahar Dudayev ve ondan sonraki Çeçen lider Aslan Mashadov kendi yakınlarının ihbarı sonucu güdümlü bombalarla paramparça edilip şehit olmazlardı.
Fitne çıkartılmamış olsaydı eğer;
Osmanlı Devleti yıkılmaz ve Filistin, Irak, Yemen, Suriye, Mısır, Libya, Tunus…vb. Bu günkü kaos ortamına sürüklenmezdi.
Fitne çıkartılmasaydı eğer; Evet… fitne çıkmasaydı;
Ailelerde çözülmeler baş göstermez ve boşanmalar rekor seviyesinde olmazdı. Kocasına itaat etmeyen hanımlar, Anne – Babasına âsî olan evlâtlar meydana gelmez ve yuvalar dağılmazdı.
Fitne çıkartılmamış olsaydı eğer;
İslâm Toplumlarına karmaşa, kaos, anarşi ve terör belası bulaşmazdı.
…ve fitne olmasaydı eğer;
Müslümanlar yüz yıldır başsız, başıboş, halifeden mahrum kalmazdı. (hayatonline.eu/dr-yusuf-isik/uyandirana-lanet-olsun/)
Bu gün müslümanlar arasında bilhassa 17 Aralık 2013 ten itibaren ülkemizde hiç olmadığı kadar fitne tohumları ekilmeye başlamıştır .Daha düne kadar zaman kardeşlik zamanı denilirken ve uzun zamandır var olma mücadelesi ile kenetlenmiş birbirinin kusurunu görmeyerek kardeşlik içerisinde aynı amaç ve maksada birlikte yürüyen insanlar arasında bu gün farklı fitneler yeşertilmeye çalışılmaktadır.
Fitne İslam düşmanlarının ümmet üzerinde oynadıkları soğuk savaş biçimidir ki; ne zaman birliğimize, bütünlüğümüze sahip çıkamadıysak ve ne zaman tehlikeleri görmezden geldiysek veya gaflete düşüp tehlikeleri görmedi isek işte o zaman fitne çukurlarında çok ağır bedeller ödedik, çok büyük acılar çektik. Kimler kurban edilmedi ki fitne belası ile. Halifeler sahabeler şehit edildi … Şu günlerde yaşadığımız fitnenin çirkin kokusu her yanı sarmış durumda. Yaşanan olaylara her geçen gün bir yenisi eklendiğinin artık hepimiz farkındayız “Her duyduğunu başkasına söylemesi kişiye günah olarak yeter” hadisi şerifinden yola çıkarak kesin bilmediğimiz konularda hüküm vermek, yorum yapmak, yazılan, konuşulan her şeyi ağzımızda sakız gibi çiğneyerek fitneye katkıda bulunmayalım. Unutmayalım tarih tekerrürden ibarettir. Hz. Ömer zamanında başlayan fitne hareketi sürekli tekrar ederek günümüze kadar birçok acı örnekleri ile gelmiştir. Amaç hep aynı Müslümanı, Müslümana kırdırmak, kardeş katili yapmak, İslam’ın olduğu her yerde, her ülkede iç savaşlar kaoslar oluşturarak emellerine ulaşmak. Seçtikleri yol hep aynı çünkü sinsi İslam düşmanlarının karşımıza mertçe çıkmaya cesaretleri yok ve hiçbir zamanda olmayacak. Ancak böyle sinsi oyunlarla bizi parçalara bölerek, gücümüzü zayıflatma neticesinde bizi alt edebilirler. Oyuna gelmeyelim, fitnelerine alet olmayalım, bölücülük, ayrımcılık yapmayalım. Ne olur uyanık olalım. Birbirimize beddua değil dua edelim. Biz beddua etmeyen bir peygamberin ümmetiyiz. Alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmetiyiz. “Allah’ım kavmimi hidayete erdir, çünkü onlar yaptıklarını bilmiyorlar” diye dua eden bir peygamberin ümmetiyiz. Fitne belasında ümmetin birbirine düşmemesi için şer odaklarının oyununa gelmemiz için, kurtuluşa selamete ermek için izleyeceğimiz tek bir yolumuz var. Kur’an ve sünnet. Hadiste buyrulduğu gibi “Haklı bile olsa çekişip didişmeyen kimseye cennetin kenarından bir köşk verileceğine ben kefilim”diyor Kainatı Efendisi (sav) …
Hükümet ve cemaat söylemine son vererek, biz demeliyiz. Bizim vazifemiz, evvela nefsimizi ıslah etmek, başkalarının da ıslahına çalışmak, belki de cehaletlerinden veya kötü niyetli insanların yönlendirmesiyle kendi fikri yapısı dışındakileri kafirlikle itham eden kardeşlerimizin de kurtuluşlarına dua etmeliyiz.Bütün Müslümanlar için çok önemli olan Peygamber Efendimizin(a.s.m.) şu hadisi şerifi bizlere rehber olsun.”Ebu Hureyre’den rivayetle; Resulullah’a(a.s.m.).Ey Allah’ın resulü! Müşriklere beddua et, onları lanetle! Efendimizin cevabı çok manidar,”Ben rahmet olarak gönderildim,lanetleyici olarak değil!...”
Yok ben haklıyım… Yok sen haklısın… diyerek her gün yeni deliller getirmeye gerek yok. Haklı da olsak artık bu çekişmeye, didişmeye, karşılıklı söz dalaşına son verilmelidir. Şer güçleri, zındıklar güçlü olmamızı, kardeş olmamızı istemiyorlar…Şer güçleri bayram yapıyorlar.buna izin vermeyelim. Bunu artık anlayalım… Fitne ateşini söndürelim. Söndüremezsek millet olarak, ümmet olarak bunun bedelini ağır öderiz..
Fitne ateşini söndürmeye yönelik gelişmelerinde olduğunu söyleyebiliriz. Fitne ateşini söndürmek, sağduyunun sesini yükseltmek için “Sağduyuya Dâvet” deklarasyonu yayınlandı.(Yeni Asya 12.02.2014)
İstanbul, Ankara, Diyarbakır, Mardin, Hakkâri, Van gibi illerden bazı aydın ve kanaat önderleri, çatışma yerine ortak duygu ve düşüncelerin seslendirileceği çözüm odaklı girişimlere ihtiyaç duyulduğunu belirterek, “Sağduyuya Dâvet” deklarasyonu yayımladı. Deklarasyonda, “Son 10 yıldır Türkiye’nin demokratikleşme ve kalkınmasında önemli katkıları bulunan AKP ve Fethullah Gülen Hareketi’nin, yaşanan çalkantılı atmosferde, üzerlerine önemli görevler düştüğü” belirtildi. Bu aktörlerin bugüne kadar sağduyulu olmaları ve itidalli davranmalarıyla bilindiklerine işaret edilen deklarasyonda, şu görüşlere yer verildi: “Ancak baş döndürücü bir hızla ilerleyen son süreç, bu hal ve tabiatla ilişkilendirilmesi güç gelişmelere de yol açıyor. Zaman zaman sağduyunun harekete geçtiği görülse de inisiyatif hem zayıf kalıyor hem de ‘yeni gündemler’ arasında unutuluyor. Şu halde sağduyunun sesini bulmalı ve yükseltmeliyiz. Bu dâveti gündemdeki gerilimden rahatsız olan ve demokratik kazanımların kaybından endişe duyan vatandaşlar adına yapıyoruz.”
Yapılan kamuoyu araştırmasının, toplumun gerginliklerle ilgili genel bir rahatsızlığa sahip olduğunu ve çözümü arzuladığını ortaya koyduğu vurgulanan deklarasyonda, bu ortamda sağduyunun ve itidalin sesi olabilecek her kesimin önde gelenlerini bir araya getirmenin faydalı olacağı bildirildi. Deklarasyonda, şunlar kaydedildi: “Öncelikli hedef; basın ve sosyal medya üzerinden devam eden tartışma yerine, insanî haberleşme kanalları ve sağlıklı iletişim ortamları oluşturabilmektir. Bunu da ancak nefsimizi değil karşımızdakini dinleyerek, farklı düşündüğümüz konulardan çok, ortak yanlarımızı hatırlayarak yapabiliriz. Türkiye’nin kazanımlarına karşı risklerin arttığı, sosyal yapılar arasındaki gerilimlerin yükselme eğiliminde olduğu ve ekonomik göstergelerin sinyaller verdiği kritik bir zamanda, çatışma yerine ortak duygu ve düşüncelerin seslendirileceği çözüm odaklı girişimlere ihtiyacımız var. Demokratik reformlara hız verildiği zamanlarda sosyal barış ve ekonomik büyüme yolunda çok ciddî mesafeler kat ettiğimizin bilincinde olarak, ortak çözüm hafızamızı hatırlamamız gerekir.”
Türkiye’nin farklı bölgelerinde yaşayan ve güncel çatışmalarda kendini taraf hisseden ya da hissetmeyen vatandaşları, mevcut ya da kurulacak yeni platformlarda, ülkenin sorunlarını sağduyu ve itidalle ele almaya dâvet eden deklarasyonda, her toplantı sonrasında yayınlanacak duygu ve düşünce paylaşımlarıyla bu kaotik durumdan çıkılabileceği aktarıldı. “Cevat Öneş, Sacit Adalı, Suat Yıldırım, Musa Serdar Çelebi, Reşat Petek, Mustafa Akyol gibi isimlerin imza attığı deklarasyonda, “Bu deklarasyonu imzalayanlar olarak bizler bulunduğumuz yerlerde bir araya gelmeye ve mevcut gerilimlere acil çözüm önerileri geliştirmeye hazır olduğumuzu bildiriyoruz” ifadesine yer verildi.
Sağduyuya Dâvet” deklarasyonunu toplumun her kesimi destekleyerek, fitne ateşini söndürmeye yardımcı olmalıdır. Peygamberimiz (sav) in "İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe gerçekten iman etmiş olamazsınız" [Müslim, Ebu Davud, Tirmizi] hadisinin ışığında herkesi sağduyuya çağıralım.
Huzur ve mutluluğu sağlayacak reçeteyi “Kur’an’ın Eczahanesi”nde hazırlayarak insanlığa sunan, Bediüzzamanı dinleyerek yazıma son veriyorum.
Muhabbet, uhuvvet, sevmek, İslâmiyetin mizacıdır, rabıtasıdır.”(Hutbe-i Şamiye)
“Biz muhabbet fedaileriyiz; husumete vaktimiz yoktur.” (Divan-ı Harb-i Örfî)
“Asıl hüner, kardeşini fena gördüğü vakit onu terk etmek değil, belki daha ziyade uhuvvetini kuvvetleştirip ıslahına çalışmak, ehl-i sadâkatin şe’nidir.” (Şuâlar)
“Mâbeynimizdeki hakikî ve uhrevî uhuvvet, gücenmek ve tarafgirlik kaldırmaz.” (Şuâlar)
“Tesanüd bozulsa cemaatin tadı kaçar. Bilirsiniz ki, üç elif ayrı ayrı yazılsa kıymeti üçtür. Tesanüd-ü adedîyle içtima etse, yüz on bir kıymetinde olduğu gibi, sizin gibi üç-dört hâdim-i Hak, ayrı ayrı ve taksimü’l-a’mâl olmamak cihetiyle hareket etseler, kuvvetleri üç-dört adam kadardır. Eğer hakikî bir uhuvvetle, birbirinin faziletleriyle iftihar edecek bir tesanüdle, birbirinin aynı olmak derecede bir tefâni sırrıyla hareket etseler, o dört adam, dört yüz adam kuvvetinin kıymetindedirler.” (Barla Lâhikası)
“İki cihanın rahat ve selâmetini iki harf tefsir eder, kazandırır: Dostlarına karşı mürüvvetkârâne muaşeret ve düşmanlarına sulhkârâne muamele etmektir.” (Mektûbat)
Biz, değil onlar gibi ehl-i diyanet ve tarikata mensup Müslümanlar, şimdi bu acip zamanda, imanı bulunan ve hattâ fırak-ı dâlleden bile olsa onlarla uğraşmamak; ve Allah’ı tanıyan ve âhireti tasdik eden Hıristiyan bile olsa, onlarla medâr-ı nizâ noktaları medâr-ı münakaşa etmemeyi, hem bu acip zaman, hem mesleğimiz, hem kudsî hizmetimiz iktiza ediyor. Ve Risale-i Nur’un âlem-i İslâmda intişarına karşı hayat-ı içtimaiye ve siyasiye cihetinde mâniler çıkmamak için, Risale-i Nur şakirtleri musalâhakârâne vaziyeti almaya mükelleftirler.” (Kastamonu Lâhikası)
“Madem bu zamanda zındıka ve ehl-i dalâlet ihtilâfdan istifade edip, ehl-i imanı şaşırtıp ve şeâiri bozarak Kur’ân ve iman aleyhinde kuvvetli cereyanları var; elbette bu müthiş düşmana karşı cüz’î teferruata dair medar-ı ihtilâf münakaşaların kapısını açmamak gerektir.” (Emirdağ Lâhikası)
“Ey ehl-i hakikat ve tarikat! Hakka hizmet, büyük ve ağır bir defineyi taşımak ve muhafaza etmek gibidir. O defineyi omuzunda taşıyanlara ne kadar kuvvetli eller yardıma koşsalar daha ziyade sevinir, memnun olurlar. Kıskanmak şöyle dursun, gayet samimî bir muhabbetle o gelenlerin kendilerinden daha ziyade olan kuvvetlerini ve daha ziyade tesirlerini ve yardımlarını müftehirâne alkışlamak lâzım gelirken, nedendir ki rekabetkârâne o hakikî kardeşlere ve fedakâr yardımcılara bakılıyor ve o hal ile ihlâs kaçıyor?” (Lem’alar)
“Haricî düşmanın hücumunda dahilî münakaşâtı terk etmek ve ehl-i hakkı sukuttan ve zilletten kurtarmayı en birinci ve en mühim bir vazife-i uhreviye telâkki edip, yüzer âyât ve Ehâdis-i Nebeviyenin şiddetle emrettikleri uhuvvet, muhabbet ve teavünü yapıp, bütün hissiyatınızla, ehl-i dünyadan daha şiddetli bir surette meslektaşlarınızla ve dindaşlarınızla ittifak ediniz, yani, ihtilâfa düşmeyiniz.” (Lem’alar)
“İşte ey mü’minler! Ehl-i iman aşiretine karşı tecavüz vaziyetini almış ne kadar aşiret hükmünde düşmanlar olduğunu bilir misiniz? Birbiri içindeki daireler gibi yüz daireden fazla vardır. Her birisine karşı tesanüd ederek, el-ele verip müdafaa vaziyeti almaya mecbur iken; onların hücumunu teshil etmek, onların harîm-i İslâma girmeleri için kapıları açmak hükmünde olan garazkârane tarafgirlik ve adavetkârane inad; hiçbir cihetle ehl-i imana yakışır mı?” (Mektûbat)
Bize ezâ ve cefâ edenlere karşı hiçbir talebemin kalbinde zerre kadar intikam emeli beslememesini ve onlara mukabil Risale-i Nur’a sadakat ve sebat ile çalışmalarını tavsiye ederim.” (Emirdağ Lâhikası)
MEHMET ABİDİN KARTAL
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
SON VİDEO HABER
Haber Ara
Yorum Yap