Dolar

34,9530

Euro

36,6557

Altın

3.012,94

Bist

10.058,63

Gülen Cemaati, mağdur ettiklerinden özür dilemelidir

Hükümetin, Basın özgürlüğünü ortadan kaldırdığı iddiasıyla kampanya başlatan Gülen Cemaatine cevap Ruşen Çakır'dan geldi.

12 Yıl Önce Güncellendi

2014-02-12 16:22:08

Gülen Cemaati, mağdur ettiklerinden özür dilemelidir

Vatan gazetesi yazarı Çakır geçmişte yaşadıklarını ortaya koyarak cemaatin basın özgürlüğü konusundaki adeta kirli çamaşırlarını döktü ve yazısının sonunda özür dilemeye çağırdı.

Çakır, Yazı İşleri programı yaptığı dönemde Hanefi Avcı'yı programa çıkardıklarını ancak sonradan öğrendiklerine göre Avcı'ya cemaat tarafından ambargo uygulandığını anlattı ve kendilerinin de Avcı'yı ekrana çıkarmalarının bedelini ödediklerini ilk kez açıkladı.

Gülen cemaatinin inandırıcılık sorunu: Kayıtlara geçsin diye...

Ruşen Çakır/Vatan


2010 yılının Ağustos ayında Eskişehir Emniyet Müdürü Hanefi Avcı’nın "Haliç’te Yaşayan Simonlar: Dün Devlet, Bugün Cemaat" adlı kitabı piyasaya çıktı. Görevdeki ve epey ünlü bir polis şefinin doğrudan Fethullah Gülen cemaatini hedef alan bu kitabı nedense ilk günlerde medyada fazla ilgi uyandırmadı. Kısa zamanda, Cemaat’in kitabı "ademe mahkum etme" stratejisi uyguladığını, Cemaat temsilcilerinin önde gelen medya sahiplerini ve yöneticilerini arayarak kitap yokmuş gibi davranmalarını "rica ettiğini" ve epey de başarılı olduklarını öğrendik.

Ama bu tür durumlarda sıklıkla olduğu gibi bu sefer de tesadüfi bir sızıntı yaşandı; NTV’de Mirgün Cabas ile yaptığımız Yazı İşleri programına Avcı’yı çıkarttık, kendisini canlı yayında 90 dakika konuk ettik ve kitap üzerindeki medya ablukasını da farkında olmadan kırmış olduk.

Esas olarak Avcı’ya, kısmen de bana ve Mirgün’e belli bir bedele mal olan o yayının da ayrı bir öyküsü var: Avcı’nın Susurluk sürecinde, yine görevdeyken 32. Gün’e çıkmış olduğunu hatırlayıp Mirgün’le “neden olmasın?” demiş ve hızla kanaldaki sorumlu arkadaşların onayını almıştık. Ardından Avcı’yı aradım ama "maalesef" cevabını aldım: çok önceden CNN Türk’teki bir programa söz vermiş. Televizyon haberciliğinde az rastlanan türden bir fırsatı kaçırmış olduğumuz için üzüldük ve tabii ki rakiplerimizi kıskandık.

Fakat ertesi gün Hanefi Avcı aradı ve rakiplerimizin yayından vazgeçtiğini söyledi. (Avcı’yı o yayına çıkartması gereken gazeteci bu konuda tatminkâr bir açıklama yaptıysa kaçırmış olmalıyım. Eğer yapmadıysa, şu günlerde basın özgürlüğü konusuyla hayli ilgili olduğu için yapmasını bekleyebiliriz.) Aslında "neden?" diye sormaya hiç gerek yoktu. Her şey belliydi. Tabii ki sevindik ve iki gün sonra, 26 Ağustos Perşembe günü saat 11.10’da NTV’de Yazı İşleri için sözleştik. O iki gün sahiden geçmek bilmedi. Ama nasıl olduysa oldu o gerçekten "tarihi" sıfatını hak eden yaklaşık 90 dakikalık yayını gerçekleştirdik.

Neyin miladı?

Bütün bunları kayıtlara geçsin diye anlatıyorum. Çünkü başta Gülen cemaati mensupları olmak üzere çok kişi Türkiye’de birçok şeyin, örneğin yolsuzlukla mücadelenin, demokrasinin, düşünce, ifade ve basın özgürlüğünün miladı olarak 17 Aralık 2013 gününü benimsemiş durumdalar. Bu doğru değil. 17 Aralık olsa olsa Cemaat ile AKP hükümeti arasında ne zamandır alttan alta süregelen iktidar savaşlarının alenileşmesi anlamında bir milat olabilir.

Cemaat, hükümeti, ama esas olarak Başbakan Erdoğan’ı alt etmek için elindeki imkanları ve devlet içindeki kadrolarını sonuna kadar kullanıyor. Başarıya ulaşmak içinse hükümeti en zayıf yerinden, yolsuzluklardan vuruyor. Siyasi iktidarın kendini savunma refleksiyle temel hak ve özgürlükleri ihlal etmesinden, hukuk devletinden iyice taviz vermesinden de alabildiğine istifade ediyor.

Samimiyet sınavı

Gülen cemaatinin bugün örneğin basın özgürlüğünü savunması, Başbakan’ın medyaya doğrudan müdahale ettiğinin tartışmaya yer bırakmayacak şekilde kanıtlanmasına ciddi olarak katkıda bulunması tabii ki olumlu gelişmeler ve umarım bu çizgide devam ederler. Ancak aynı Cemaat’in 17 Aralık öncesinde basın özgürlüğü sicilinin hiç de parlak olmadığını akıldan çıkarmamamız gerekiyor. Zira Gülen cemaati AKP hükümetiyle sorunsuz olarak ittifak yaptığı, yani çok güçlü olduğu günlerde Türkiye’de temel hak ve özgürlüklerin, demokrasinin gelişmesi için pek bir şey yapmamış, kendi çıkar ve beklentilerini her şeyin önüne koymuş, örneğin basında kendisine engel gördüklerini emniyet ve yargıdaki kadroları, kendi medyası ve diğer basın kuruluşlarına iliştirilmiş işbirlikçileri aracılığıyla sindirmiş, tasfiye etmiş, hatta bazılarının özgürlüklerini gasp etmiştir. (Bu tür durumlarda hep olduğu gibi "nerde kanıtın?" diye soracak olan Cemaat mensuplarına o sihirli kelimeyi söylemek yeterli olabilir: Google!)

Eğer Cemaat demokrasi, temel hak ve özgürlükler konusunda samimi olduğuna inanmamızı istiyorsa bu geçmişiyle inandırıcı bir şekilde yüzleşmeli, hatalarını kabul etmeli ve mağdur ettiklerinden samimi olarak özür dilemelidir.

Çünkü, daha önceki bir yazımızda da başlığa çıkarttığımız gibi, "dün" aynı zamanda "bugün", hatta "yarın"dır.
SON VİDEO HABER

Polis memuru, ölümüne neden olduğu gencin ailesinden af diledi

Haber Ara