Yetmez ama evet
Hükümet referandumun iki yıl ardından ardı ardına hazırladığı yargı paketleriyle, eski vesayetin tasfiyesiyle yerine yeni bir vesayetçi düzen kurmaya çalışmadığını, aksine yeni vesayetçi yapıyla da eskisiyle mücadele ettiği gibi mücadele edeceğini gösterdi. ÖYM'lerin kapatılmasından HSYK'nın yapısında yapılan düzenlemelere, devamı geleceği düşünülen yargı paketlerindeki pek çok değişim, hükümetin 'vesayete karşı da sıfır tolerans' dediğinin bir işareti.
12 Yıl Önce Güncellendi
2013-12-13 16:21:41
12 Eylül 2010'da halk oylamasına sunulan Anayasa Değişikliği Referandumu, üç temel konuda değişikliği içeriyordu. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) ve Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) yapısının değiştirilmesi ve darbecilerin yargılanması. Değişiklik paketi ile AYM ve HSYK'nın daha çoğulcu bir yapıya kavuşması öngörülüyordu. Vesayet rejiminin temel dayanaklarından biri olan yargıdaki bu kritik dönüşüm, Türkiye'nin yakın geçmişindeki en kritik reformlardan birini oluşturuyordu. Yargının vesayetçi bürokratik devlet yapısının merkezinde olması nedeniyle, yapılacak değişikliklerin yargıyı, dolayısıyla sistemi daha demokratik bir idari yapıya kavuşturacağına dair beklenti çok yüksekti. Yargı kurumlarının dönüşümünün, diğer devlet kurumlarının da çoğulcu dönüşümüne kapı aralayacağı tahmin ediliyordu. Tüm bu olumlu beklentiler ve oluşan algı, referanduma verilen yoğun kamuoyu desteğinin de kaynağını oluşturuyordu.
Anayasa Değişikliği Referandumu'na karşı çıkanların eleştirileri, genel olarak, değişikliklerin darbecilerin yargılanmasına olanak tanımayacağı ve yargıdaki vesayetin el değiştirecek olması üzerine kuruluydu. Haftalarca süren tartışmalarda, referandumda 'Evet'i savunan taraf vesayetçi yapıyla mücadele edileceği, 'Hayır'ı savunan taraf yeni bir vesayete zemin hazırlanacağı tezlerini kullandı. Sonuç itibarıyla, Türkiye söz konusu anayasa maddelerindeki değişikliğini %58 oranında 'Evet'le kabul etti.
'HAYIR' PASİF AGRESİF, 'EVET' RİSKLİ
Ben de referandumda 'Evet' diyenlerdendim. Sıkı bir 'Evet' destekçisi olmama rağmen, Anayasa değişikliği karşıtlarının 'Aslında darbecilerle hesaplaşılmayacak' veya 'Yeni bir vesayetçi yapı kuruluyor' argümanlarına da kulak vermiyor değildim. Objektif bakınca, darbecilerin yargılanmaması riski de vardı, yeni bir vesayetçi yapının kurulma ihtimali de. Darbecilerin yargılanmaması ihtimali, anayasa değişikliğine 'Evet' diyenler için şüphesiz bir hayal kırıklığı oluşturabilirdi ancak mevcut düzene oranla bir kayıp değildi. Yani 'Evet' demek 'Hayır'a oranla bir risk içermiyordu. Ama eski vesayetçi düzenin yerine yeni bir vesayetçi yapının kurulması iddialarının üzerinde düşünülmesi gerekiyordu.
Sonuç itibarıyla kullanılacak veya boykot edilecek oyun iki karşılığı vardı. 'Hayır' diyerek veya referandumu boykot ederek, isteyerek veya istemeyerek eski ve mevcut vesayetçi sistemin devamını kabul edecektik. Ya da 'Evet' diyerek, mevcut vesayetçi yapının devamına karşı çıkacak ancak yanı sıra yeni bir vesayetçi yapının kurulması riskini de alacaktık. Bir tarafta pasif agresif bir tutumla devam etmek ve eylem almamak vardı; bugüne kadar süregelen düzenden memnun olmayanlar, kendilerine haksızlık yapıldığını söyleyip hiçbir şey yapamamaya devam edeceklerdi. Öte taraftaysa bir mücadele içine girmek ve sonuçta kaybetsen de harekete geçmiş olmak, değişim için çaba göstermek vardı. Yani bürokrasinin derinlerine nüfuz etmiş, yıllar boyunca kök salmış bir vesayetle mücadele etmek ve onu yuvalandığı noktalardan çıkarmak için, sıfırdan bir vesayetin bu pozisyonlara yerleşmesine neden olma riskini alacaktık.
SESSİZ DEVRİM HAYALİ, SESSİZ DARBE RİSKİ
Sonuçta bir hayal kuruyorduk üç yıl önce 'Evet' demek için sandığa gittiğimizde. O yağmurlu 12 Eylül günü Kadıköy Anadolu Lisesi'nde oyumu kullandığımda, abartmıyorum ellerim titremişti, heyecandan ağlamıştım. Pusulayı işaretlerken aklımdan sadece şunlar geçiyordu: 'Evet, bu bir risk. Eski vesayetçi düzenin alaşağı edilmesi yeni bir vesayetçi düzene yer açabilir. Ama bu hiçbir şey yapmamaktan evladır. Köhnemiş ve derinleşmiş vesayet, bir kere alt edilirse, yerine gelen yenisiyle de mücadele edilebilir. Eski ve yaşlı dinozoru deviren yeni ve genç dinozor yavrusunu haydi haydi devirir.'
Bir Kemalist değildim ama bir 'Erdoğancı' da değildim o sürece kadar. Siyaseti yakından izliyor olsam da AK Parti'ye hiç oy da vermemiştim daha önce. Mevcut sistem değişmeden kimin başbakan, hangi partinin iktidar olduğunun bir anlamı yoktu benim gözümde. Referandum, ilk defa sivil iradenin fonksiyon kazanması yönünde bir hayal kurdurduğu için önemliydi, gerçek olma ihtimalini taşıdığı için heyecan vericiydi. Topyekün bir Anayasa değişikliğinin habercisi olduğu için ciddiydi. Erdoğan bir hayal sunuyordu ama doğru söylüyorsa bu yaşananlar sessiz ve yavaş bir devrimin habercisiydi, yalan söylüyorsa o da geçmiştekilerden farklı değildi ve tarihte alacağı yer belliydi.
KEMALİST VESAYETE DE GÜLENİST VESAYETE DE HAYIR
Referandumun hemen ardından, yapılan Anayasa değişikliklerinin sonuçları kendini göstermeye başladı. Bu değişikliklerin ilki HSYK seçimleriydi. HSYK seçimleri, aslında vesayetçi yapının el değiştirdiğini, yargıdaki Kemalist vesayetin tasfiye edilip yerine Cemaat vesayetinin geldiğinin göstergesiydi. Devamındaki gelişmeleri yakından takip edenler için umutsuzluğa kapılacak çok şey vardı. Vesayetçi yapının tasfiye süreci, kurunun yanında yaşı da götürüyordu. Darbe ve darbe girişimlerine yönelik davalar, adalet arayışı ölçüsünü kaçırmış, bir 'cadı avı' gibi görünüyordu. Özellikle Özel Yetkili Mahkemeler'de (ÖYM) özel yetkili savcılarca yürütülen soruşturmalarda görülen hak ihlalleri, davalardaki usulsüzlükler endişe vericiydi. Bu endişeleri Başbakan Erdoğan da dile getirse de, Anayasa değişikliğinin mimarı olduğu için, muhalefet yaşanan gelişmelerin onun isteği paralelinde olduğunu iddia ediyordu. Aslında yeni vesayetin AK Parti'nin kendisini de hedef aldığı gerçeğinin ortaya çıkması uzun sürmedi.
Hükümet referandumun iki yıl ardından ardı ardına hazırladığı yargı paketleriyle, eski vesayetin tasfiyesiyle yerine yeni bir vesayetçi düzen kurmaya çalışmadığını, aksine yeni vesayetçi yapıyla da eskisiyle mücadele ettiği gibi mücadele edeceğini gösterdi. ÖYM'lerin kapatılmasından HSYK'nın yapısında yapılan düzenlemelere, devamı geleceği düşünülen yargı paketlerindeki pek çok değişim, hükümetin 'vesayete karşı da sıfır tolerans' dediğinin bir işareti.
Bir süredir Cemaat medyasının bazı isimleri tarafından dile getirilen 'Tasfiye ediliyoruz' iddiaları da, siyasal iradenin yargı ve emniyet gibi kurumlarda yeni bir vesayetçi yapıya geçit vermemesine yönelik yetki kullanımına karşılık yükselen isyan niteliğinde. Devlet mekanizmaları kendine aitmiş gibi davranmaya, bir kurumun bir camianın elinde bulunabileceğini pervasızca iddia edebilmeye varan bu refleksi tanıyoruz, eski vesayetin söylemlerini unutacak kadar uzun süre geçmedi aradan. Devletin belli organlarında bir Cemaat mensubunun, bir Kemalist'in, bir Müslüman'ın, bir Alevi'nin, bir x'in, bir y'nin çalışıyor olması elbette normal, hemen herkesin dahil olduğu, aidiyet hissettiği bir grup var; ancak bu organların Cemaat'in, Kemalist bir grubun, ya da başka bir ideolojik örgütün kontrolüne geçmesi kabul edilemez. 'Yetmez ama Evet' ifadesindeki 'yetmez' vurgusu, benim için sadece Kemalist ya da askeri vesayetçi yapıyla değil, tüm vesayetçi düzenlere karşı bir sembol niteliğindeydi. 'Yetmez', anlık bir değişimi değil, bir süreci ifade ediyordu. Gezi ile başlayan, yapay bir dershane polemiğiyle devam eden ve 2004 MGK Belgeleri'yle ayyuka çıkan Cemaat kalkışmasıyla, böyle bir süreci yaşıyoruz. Ve ben, referandumda 'Evet' diyenleri hayal kırıklığına uğratmayan, vesayet kimden gelirse gelsin karşısında duran seçilmiş iradeyi sonuna kadar destekliyorum.
MERVE ŞEBNEM ORUÇ / YENİ ŞAFAK
SON VİDEO HABER
Haber Ara