'AİHM'in Şırnak olayı kararı emsal teşkil etmez'
TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Üstün, AİHM'in, Şırnak’ta1994'te 38 kişinin öldüğü olayda Türkiye’yi mahkum etmesinin, Uludere olayına emsal teşkil etmeyeceğini kaydetti
12 Yıl Önce Güncellendi
2013-11-16 12:19:35
TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Ayhan Sefer Üstün, "Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi"nin (AİHM), Şırnak’ta 26 Mart 1994 tarihinde savaş uçaklarının bombalaması sonucu 38 kişinin öldüğü olaylarla ilgili açılan davada verdiği kararda Türkiye’yi 2 milyon 305 bin Avro tazminat ödemeye mahkum etmesini" değerlendirdi.
AİHM'in kararına konu olan olayın yaşandığı 1994 yılında, Türkiye'de o tarihlerde olağanüstü halin uygulandığını ifade eden Üstün, "O zaman dava dahi açılamamış. Soruşturma yapılmış güya ama takipsizlik kararı verilmiş. Takipsizlik kararı verildikten sonra bu karara itiraz edilmiş ancak bir sonuç alınamamış. Dolayısıyla Türkiye'deki iç hukuk yolları tükenmiş. Olay da AİHM'in önüne gidecek yasal hakkı kazanmış. Nitekim aileler de AİHM'e gitmişler" diye konuştu.
Üstün, AİHM'in 2006 yılından beri devam eden davada, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 2. 3. ve 38. maddelerinin ihlal edildiğine dair karar verdiğini hatırlatarak, "Kararda; yaşam hakkının ihlal edildiğinden, etkin soruşturma yapılmadığından bahsedilmiş; insani olmayan, aşağılayıcı muamele yapıldığı belirtilmiş. Olaydan sonra vatandaşlara sahip çıkılmadığı, cenazelerin defnedilmesi için yardımcı olunmadığı gibi birtakım gerekçeler ortaya konulmuş. Bir devletin yapması gereken uygulamaların yapılmadığı söylenmiş" dedi.
"Vicdani karar"
Komisyon Başkanı Üstün, şunları kaydetti:
"Oradaki olaylara baktığımızda AİHM'in verdiği kararın elbette vicdani olduğu kanısındayım. Peki bu karar bir emsal olur mu? Burada emsaliyetten bahsetmek mümkün değildir. Ancak şunu söyleyebiliriz: Bir devlet aynı olayı yaptığında, muhatap olacağı karar veya maddeler bunun gibidir, böyle bir sonuçla karşı karşıya kalır. Ancak bu, kararın emsalliğinden değildir, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) getirdiği bir sonuçtur. Dolayısıyla bu olayı alıp, günümüzde yaşanan Uludere olayı ile emsal gibi göstermek yanlış olur. Emsal göstermeye gerek olmadan, kanunlar zaten bu sistemi kurmuştur orada. Mahkemenin yapısı, insan hakları sözleşmesinin hükümleri zaten böyle bir kararı gerektirir. O bakımdan Uludere olayına geldiğimizde; Uludere olayında şu anda bir soruşturma yürüyor. Soruşturmanın nasıl sonuçlanacağı bilinmiyor. Soruşturma sonucunda, iç hukuk yolları tükenir, Anayasa Mahkemesi'ne gidilir; Yüksek Mahkeme de adil bir karar vermez ise ondan sonra ancak AİHM'e gidilir. O bakımdan her iki olayı birbirinin aynısı gibi göstermek mümkün değildir. Ama Uludere'de elbette etkin bir soruşturma yapılmaz, Anayasa Mahkemesi de adil bir karar vermez ise o zaman ancak AİHM yolu açılır.
Tazminat konusuna gelince. Türkiye Cumhuriyeti, Uludere'de bir hata olduğu düşüncesiyle, vatandaşların bir nebze de olsa acısını ortadan kaldıracak tazminatı olaydan sonra gönüllü olarak vermiştir. AİHM bunu da dikkate alacaktır. AİHM'in mevcut kararında 'insani olmayan ve aşağılayıcı muamele yapılmıştır' deniliyor. Uludere olayında ise böyle bir durum yoktur. Olaydan sonra Meclis'te komisyon kurulmuştur, olay incelenmiştir. Komisyon raporunda da olayla ilgili hatalar sıralanmıştır. Bakanlar, Başbakanımızın eşi oraya gitmiştir. Orada yaraları sarmak için adımlar atılmıştır. Hükümet, kamu kurumları her aşamada mağdurların yanında yer almıştır. Dolayısıyla orada, olaydan sonra insani olmayan bir muameleden bahsedilemez. 'Bunlar birbirinin aynısıdır" demek yanlış olur. O bakımdan olayı böyle değerlendirelim. Zaten Türkiye bu meseleyi AİHM'e bırakmadan kendi içerisinde çözecektir, çözmelidir. Hangi mekanizmayla çözecektir? Yargı ve Anayasa Mahkemesi mekanizmalarıyla bunu çözecek ve aydınlığa kavuşturacaktır, kavuşturmalıdır."
(AA)
Haber Ara