Görmez’den Muharrem ayında önemli mesajlar!
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, bu yıl ikincisinin düzenlendiği “Ümmetin Vahdeti için Hz. Hüseyin Sevgisi” adlı uluslararası sempozyumun açılış programına katıldı.
12 Yıl Önce Güncellendi
2013-11-12 15:23:47
Alulbeyt Vakfı’nın İstanbul Fatih’te Ali Emiri Kültür Merkezi’nde düzenlediği sempozyumun açılışında konuşan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, “Bu mübarek günlerin yüzü suyu hürmetine bize bir kıyım tarihi değil, bir kıyam tarihi, bir nahoşluk edebiyatı değil bir şeref tarihi bırakanları saygıyla sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum. Aşure gününün bir milat, bir başlangıç, bir toparlanma tarihi olduğunu biliyorum. Buradan bu duygu seli içinde Kerbela’yı selamlıyorum, Kerbela sahrasını, Kerbela şehitlerini hadikatü’ş-şüheda’yı selamlıyorum.” dedi.
Hicri yılbaşı olarak kabul edilen Muharrem ayının ilk gününün önemine değinen Başkan Görmez, “Yeni hicri yılınızı tebrik ediyorum. Hicretin tıpkı 14 asır önce hüzünleri ortadan kaldırıp daveti ümmete dönüştürdüğü gibi, bugün de tüm insanlığa yeniden hayat vermesini Rabbimden niyaz ediyorum. Hicrî 1435 senesinin ülkemiz, milletimiz, yurt dışındaki millet varlığımız, gönül coğrafyamız, İslâm âlemi ve tüm insanlık için barış, huzur, mutluluk ve bereket dolu bir yıl olmasını Rabbimden niyaz ediyorum.” diye konuştu.
Başkan Görmez’in konuşmasından önemli başlıklar şunlar;
“Ortak hüzünler, kederler bizi birbirimize kardeş eder, birbirimize kapılar açar…”
Her yıl Muharrem’in 10’u, aşûrâ geldiğinde kalbinde iman taşıyan her kardeşimizi bir acı, bir hüzün, bir elem, bir keder kaplar. Zira Hicrî 61. yılın 10 Muharrem’inde, Hz. İmam Hüseyin Efendimizin ve pek çoğu ehl-i beytten olan 70 kişinin Kerbelâ çölünde şehadete ulaştıkları tarihtir. Yürekleri dilhûn eden bu acı, bu elem, bu hüzün, bu keder, dünyanın neresinde olursa olsun, mezhebi, meşrebi, kültürü, coğrafyası ne olursa olsun, kalbinde iman taşıyan, Resûl-i Ekrem’e, ashâbına ve ehl-i beyt-i Mustafa’ya zerre kadar muhabbet besleyen her müminin ortak acısı, ortak elemi, ortak hüznü, ortak kederidir. Hele hele neredeyse her evde bir Hasan, bir Hüseyin, bir Fatıma, bir Cafer, bir Zeynelabidin bulunduran bu topraklarda, bu acıyı yüreklerinin ta derinliklerinde hissetmeyen hiç bir insan gösteremezsiniz. Bizim mersiyelerimiz, muharremiyelerimiz, münacatlarımız, niyazlarımız, kasidelerimiz, ilahilerimiz, nefeslerimiz topyekûn edebiyatımız bunun ölmez şahitleridir. Ortak hüzünler, kederler bizi birbirimize kardeş eder, birbirimize kapılar açar.
Geçtiğimiz yıl birincisi düzenlenen sempozyumun açılışında yaptığı konuşmasına da atıfta bulunan Başkan Görmez, şöyle devam etti;
“Hz. Hüseyin’i anmak onun mirasını sağlam ve muteber bir bilgi düzleminde ele almayı gerekli kılmaktadır…”
Esasen Hüseyin Efendimizin manevi mirası üzerinden yer yer gelgitlere yol açan soruları iç dünyamda tartışırken en çok cevabını aradığım soru onun bize bugün ne sunabileceği oldu. İçimde çoğalan sorular şunlardı: Bugün Hüseyin’in dillere destan mirası kimleri birleştiriyor, kimleri ayrıştırıyor? Bugün onun mirasına her fırsatta saygı duyan çevrelerin arasındaki bilinen soğukluk, mesafe ve kırgınlık nasıl giderilebilir? Onun adını her zaman hürmetle telaffuz eden biz Müslümanlar nezdinde bugün Hz. Hüseyin adını yeniden ihya edecek bir okuma, bir tefekkür, bir öze dönüş nasıl gerçekleşebilir? Hz. Hüseyin’i anmak onun mirasını sağlam ve muteber bir bilgi düzleminde ele almayı gerekli kılmaktadır. Bugün mazlum zalim saflaşmasında, Hak Batıl ayrışmasında kurucu bir figür olarak adına başvurduğumuz Hz. Hüseyin, tarihsel süreç içinde sembolik bir değere dönüşmüştür. Buna karşılık Yezid, tarihsel bir figür olmanın ötesine giderek her türlü kötülüğün timsali olarak yeni bir anlam bileşkesine sahip olmuştur.
“Kerbela, bizler için ayrılığın ve kavganın kaynağı olmamalıdır…”
Kategorize etme çabası içinde Hüseyin’le Yezid arasında oluşturulan ayrışma tarih boyunca varlığını sürdürmüştür. Doğrudan isimlere atıfla gerçekleşen tarih algısı giderek bu kavramların, bu sembollerin gerçek ağırlığının sıradanlaşması tehlikesini doğurmaya başlamıştır. Bugün kuru bir atıf zinciri içinde tekrarlanan cümlelerin manevi dünyamızda oluşturduğu fukaralık üzerinde düşünmek gerekir. Hz. Hüseyin’in hepimizi besleyen, zenginleştiren ismi etrafında derinlikli, entelektüel cehd ve gayretlere ihtiyacımız söz konusudur. Hz. Peygamberin (sav) Risaleti’nin bitiminden sonra İslam dünyasını en çok etkileyen olayların başında gelen Kerbela, bizler için ayrılığın ve kavganın kaynağı olmamalıdır. Kerbela olayı rahmet olarak görülmesi gereken mezhebi farklılıkların bir ölçütü değildir. Ne Kerbela’da şehit olanlar, sadece Şiiliğin temsilcisidir, ne de Kerbela faciasını yaşatan zalimler Sünniliğin referansını temsil ederler. Zalimin de mazlumunda ne mezhebine ne meşrebine bakılır.
“Bugün bize düşen Kerbelâ’yı doğru okumak ve doğru anlamaktır…”
Kerbelâ’da olup bitenleri bütün çıplaklığıyla biliyoruz. Bugün bize düşen Kerbelâ’yı doğru okumak, doğru anlamaktır. Onu tarihte yaşanmış bir kıssaya, tarihsel bir hadiseye, bir mitolojiye, bir efsaneye dönüştürmeye hakkımız yok. Ondan dersler ve ibretler çıkarmaya ihtiyacımız var. Herseyden önce bu hadise, bize gücü ve iktidarı elinde bulunduranların imandan, ahlâktan, faziletten ve insanlıktan uzaklaştıkları zaman güç ve iktidar uğruna, hiçbir değer tanımaksızın orantısız bir güç kullanarak nasıl zalimleşebildiğini göstermektedir. Biz Müslümanlar için bu hadisenin en acı yönü, Sevgili Peygamberimizin ahlâkî öğretisine tanık olanların henüz hayatta yaşıyor olduğu bir dönemde cereyan etmesidir.
“Kerbela, zulme, zâlime, haksızlığa, adaletsizliğe, sömürüye, dayatmaya, gaddarlığa karşı çıkmaktır…”
Hz. İmam Hüseyin’in ve arkadaşlarının, uğruna canlarını verdikleri yolu bilmeden, kendilerini feda ettikleri yüce değerleri anlamadan, idrak etmeden, yaşamadan Kerbelâ’yı anlamak mümkün müdür? Hz. İmam Hüseyin gibi zulme, zâlime, haksızlığa, adaletsizliğe, sömürüye, dayatmaya, gaddarlığa karşı çıkmadan Kerbelâ’yı anlamak mümkün müdür? Kerbelâ’yı anlamak, Kerbelâ’yı yaşamak, hakka, hakikate, hürriyete, adalete, ahlâka, erdeme, fazilete, izzete, onura, şerefe sevdalı olmak demektir. Kerbelâ’da can verenlerin yolu, canlarını uğruna feda ettikleri Hz. Muhammed Mustafa’nın, Hz. Aliyyü’l-Murtaza’nın, Hz. Fatımatü’z-Zehra’nın yolundan başka bir yol olabilir mi?
“Kerbelâ’nın hikmetini, hakikatini, adaletini, zulme karşı duruşunu evrenselleştirmemiz gerekirken onun kerbu belasını çağımıza kadar taşıdık…”
Kerbelâ’yı doğru anlamak için bize düşen vazifelerden biri de Kerbelâ’dan bir ayrılık-gayrılık değil bir birlik-beraberlik çıkarmaktır. Bir sevgi, bir muhabbet devşirmektir. Hz. Hüseyin’in en büyük gayesi, kendisinden sonra yeni Kerbelalar yaşanmaması idi. Kerbela’yı anlamak Hüseyin’ce yaşamaktır. Şimdi ben sadece ülkemizde, Anadolumuzda değil, İran’da, Irak’ta, Suriye’de, Lübnan’da, Afganistan’da, Pakistan’da Şii’siyle, Sünni’siyle, Alevi’siyle, Caferi’siyle, Hanefi’siyle, Şafi’siyle, Kadiri’siyle, Mevlevi’siyle mezhebi-meşrebi ne olursa olsun bütün Müslüman kardeşlerime seslenmek istiyorum. Kerbelâ’nın kerbu belâsını bugüne taşımak Kerbelâ’yı anlamak mıdır? Maalesef bizim Kerbelâ’nın hikmetini, hakikatini, adaletini, zulme karşı duruşunu evrenselleştirmemiz gerekirken onun kerbu belasını çağımıza kadar taşıdık. Taşıdık ki kardeş kanı akmaya devam ediyor.
“Kerbela, Hüseyin’ce yaşamaktır…
Kerbela kendi varlığını hemen her ortamda, hemen her mecrada sürdürsün ama yeni Kerbela’lardan beri olmanın yolları nasıl inşa edilecek? Biraz da bu soruları karşılayacak, cevaplandıracak bir arayış içine girmek gerekiyor. Şimdi etrafımızda, yanı başımızda, onlarca yüzlerce Kerbela figürü yeniden canlanıyor, hayata geçiriliyor. Bunlara nasıl dur denecek, kim dur diyecek? Fasılasız bir saygı ve enerjiyle tarihte olup bitenlere ah ederken vah ederken şimdi etrafımız kan gölüne dönmüş durumda. İslam dünyasının üç büyük başkentinden ateşler yükseliyor. Bir mümin olarak ben her yere Kerbela olarak bakmalıyım her güne aşure olarak bakmalı, dikkat kesilmeliyim. Beni Hz. Hüseyin’in yanında tutacak bir öz bilince sahip olmalıyım. Beni mazlumdam yana olmaya zorlayan bir ahlak ve siyaset kültürüne dahil olmalıyım.
“Bizi birbirimize yaklaştıracak, adalet sevdalılarını yan yana getirecek bir dil oluşturamadık…”
Kerbela’nın evlatları bugün yeni bir çatışmanın eşiğinde hatta içinde. Beklerdik ki Kerbela bu ümmete bir ayar versin, bir ölçü versin. Bir ahenk ve bilinç kazandırsın. Bir hüseyni bilinç kazandırsın. Zorbalıkla adalet arayışı arasında, ırkçılıkla insaniyet mektebi arasında bizlere bir miyar kazandırsın. Evet, şükürler olsun ki pek çok Müslüman tarihte Kerbela’dan ders alarak ondan birtakım mesajlar alarak hayatlarını hak ve adalet üzere sürdürdüler. Hz. Hüseyin’e tabi olanlar Hz. Hüseyin gibi yaşadılar. Ancak şimdi açık seçik görülüyor ki ortalık yine karışmış durumdadır. Bir farkla ki Kerbela’da birbirlerine karşı saf tutanlar neyi istediklerini biliyorlardı, kimin yanında olduklarını biliyorlardı. Hz. Hüseyin’le olmanın bedeli de onun karşısında saf tutan Yezid’le birlikte olmanın da anlamı belliydi. Ne yazık ki şimdi müminler saf saf birbirlerini incitiyor, saf saf birbirlerine kıyıyorlar. Neyi istediklerini bilmiyorlar, neyi yıktıklarını bilmiyorlar. Neye kastettiklerini bilmiyorlar. Bu aymazlık, bu cehalet gözümüzün önünde her daim bize tarihi fısıldayan Kerbela’yı anlamadığımızı, onun mesajlarını sindiremediğimizi gösteriyor. Törenlere, ritüellere, ağıtlara gereken önemi verdik ama ne yazık ki bizi birbirimize yaklaştıracak, adalet sevdalılarını yan yana getirecek bir dili oluşturamadık. Kerbela içimizde bir kordur yanar durur. Ama inanın ki şimdi yaşadıklarımız da en az onun kadar acıtıcı ve hüzün vericidir.
“Bugün bizler Kerbelanın anlam dünyasına nüfuz etmeye her zamankinden daha fazla muhtacız…”
Bugün bizler Kerbelanın anlam dünyasına nüfuz etmeye her zamankinden daha fazla muhtacız. Bugün bize oradan düşen sadece ritüel midir, aşure midir? Müslümanların izzet ve onuru tarihte hiç olmadığı şekliyle bugün bizzat birbirleri eliyle yok ediliyor. Başkalarını suçladık, başkalarının sinsi emellerine sık sık atıf yaptık. Bunu unutacak bunu ihmal edecek değiliz. Ama bir kere de ne olur kendimize bakalım. Nerede hata yaptığımızı sorgulayalım. İnsan yetiştirme düzenimizi gözden geçirelim. Ehli kıble tekfir edilmez diyen kuşatıcı bir ilke, kapsayıcı bir akide kontratıyla bugünlere erişmiş Müslümanlar bugün nasıl oluyor da dini mekânlara saldırıyorlar, birbirlerine kastediyorlar? Bütün bunları yaparken de o muazzam tekbiri getirmeyi ihmal etmiyorlar. Bugün bu mülevves çatışma ortamında şaşırtıcı bir şekilde herkes hak diyor, herkes hakikat diyor, sonuçta binlerce Müslüman bu yeni Kerbelalar içinde anlamsız bir şekilde kim vurduya gidecek şekilde hayatlarını kaybediyorlar.
“Bütün dünyadaki Müslümanların yeni Kerbelaların yaşanmaması için ortak bir dil, kültür ve düşünce geliştirmesi gerektiğine inanıyorum…”
Şii geleneği içinden gelerek Hz. Âli’ye yaran olanlar, Sünni geleneği içinden gelerek ehl-i beyte ihtiram gösterenler bu gidişe dur demek zorundayız. Ümmetin enerjisi heba oluyor, binlerce Müslüman acımasız kör kurşunlara, acımasız hile ve desiselere kurban gidiyor. Din adına cehalet, mezhep adına şekavet karşısında bize düşen bir şeyler olmalı. Farklılıkları hoş görmek için böyle bir bilgi dünyasına, böyle bir kavrayışa, böyle bir mentaliteye ihtiyaç var. Bugün Kerbela’nın ruhunu kavrayanlar, yanı başımızda, burnumuzun dibinde olup bitenler konusunda, her yanımızı saran bu fitneler hakkında bir şeyler yapmıyorsa bunu da sorgulamak gerekir. Tarihte ümmet içindeki en önemli savrulmaların en başta Kerbela’da yaşandığını biliyoruz. Aşure hatırası eşliğinde Kerbela’dan başlayarak Efendimiz aleyhisselatü vesselamın mirasına nasıl sahip çıkılacağı konusunda ehl-i beyt mensuplarının ortaya koyduğu tecrübe başlı başına değerlidir, başlı başına şerefli ve itibarlıdır. Sünni ve Şii Müslümanlar bu mirasa sahip çıkma hususunda adeta yarış içinde olmaları gerekir. Bütün dünyadaki Müslümanların yeni Kerbelaların yaşanmaması için ortak bir dil, kültür ve düşünce geliştirmesi gerektiğine inanıyorum. Bugün maalesef bütün İslam dünyasında çağdaş Kerbelalar yaşanıyor. Nice insanlar boş yere hayatlarını kaybediyorlar. Onun için bütün Müslümanların mezhebi, meşrebi, dili, kültürü, düşüncesi ne olursa olsun bir araya gelerek bir daha Kerbelaların yaşanmaması için ortak bir kültür, ortak bir düşünce, bir gönül birlikteliği geliştirmesi gerektiğini ifade etmek istiyorum.
Alülbeyt Vakfı’nın düzenlediği sempozyumun açılış programına katılanlar arasında Alulbeyt Vakfı Başkanı Prof. Dr. Hüseyin Hatemi, Ayetullah Sistani’nin temsilcileri, Alulbeyt Vakfı’nın yurtdışı temsilcileri ve çok sayıda davetli katıldı.
SON VİDEO HABER
Haber Ara