Ya devlet başa ya kuzgun leşe (mi)?
Yazar Enver Gülşen'den 'öğrenci evi' meselesine bir kakış
12 Yıl Önce Güncellendi
2013-11-07 16:42:43
TIMETURK / HABER MERKEZİ
Başbakan Erdoğan’ın öğrenci evleriyle ilgili açıklamaları gündemimizi meşgul ediyor. Öğrenci evlerinde kızlı erkekli kalmaya yönelik eleştirilerin, devlet eliyle yapılacak araştırma ve yaptırımlara dönüşebileceği yönünde, gerek Başbakan’ın, gerekse de “Başbakan’ın sözünü emir telakki eden kimi devlet görevlilerinin” sözleri kimi endişeleri de gündeme getirdi. Başbakan, Ak Parti hükümetlerinin yaptığına şimdiye kadar pek şahit olmadığımız türden bir “özel hayata müdahale” tutumu gösterebilecek bir “devlet gücünü” mü ima ediyordu acaba?
Öncelikle Başbakan Erdoğan’ın açıklamalarının ve sonrasında o açıklamaları yorumlayan / tevil eden ek açıklamaların her birinin kendi başına ciddi sorunlar barındırdığını ifade etmemiz gerekiyor. Peki, öğrenci evleri meselesine nasıl bakacağız? Öncelikle asıl meselemizin, devletin, insanların özel hayatı dâhil nelere müdahil olabileceği ve “meşru hayat” ve “meşru olmayan hayat” arasında özel hayatı içine alan bir seçim yapıp yapamayacağı meselesi olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Ancak bu meseleye verilecek cevapların bizi liberal devlet kavramının tuzaklarına da çekmemesi gerekiyor. Yani, basitçe “devlet, mümkün hayatlar arasında bir seçim yapamaz ve bireyin her türlü tasarrufu kutsaldır” şeklinde özetlenebilecek liberal tavır bize bu konuda herhangi bir şey söylemez. Soruna bir “Müslüman” olarak bizlerin nasıl bakacağı sorusu benim için asıl üzerinde durulması gereken şey.
Öncelikle devletin “meşru hayat” ile “gayrı meşru hayat” arasında yapacağı ayrımın kriterlerini neye göre belirleyeceğiz? Bir Müslüman için meşruiyetin hangi sınırlar içinde olduğu meselesi çok da gizli değil. Bu konuda, en azından çerçeveyi belirlemek açısından hemen her Müslüman benzer şeyler söyleyecektir muhtemelen. Ancak, bu çerçeve içinde kalmayanların ne olacağı meselesi, Allah’ın insanları “imtihan” için yarattığı bir ortama nasıl müdahil olunacağı meselesidir. “Günah” işleyen Müslümanların ya da Müslüman olmayanların hayatlarına müdahalenin kriterleri nelerdir? Bir liberal devlet için bu soruya cevap vermek tartıştığımız konuyu ters yüz etmek anlamına gelir. Liberal devlet, dindarın haklarına kısıtlama ve müdahale getirirken, dindar olmayan liberal / modern bireyin hayatına “birey özgürlüğü” diye sonsuz bir “özgürlük” alanı açar. Bu özgürlük içinde insanın kendisini rezil etme özgürlüğü varken, kâmil insan olma yolunda ilerleme özgürlüğü yoktur! Peki, Müslüman anlayışı, liberal anlayışın ayna görüntüsünü sunmak anlamına mı gelecektir? “Gerici dindarlığı” toplumsalın yararı için yasaklayan ya da gayrı-meşru ilan eden liberalizmin karşısına, “günahkârlığı” devlet zoruyla yasaklayan bir ters-liberal anlayış mı olmalıdır bizim tutumumuz? Devletin “günahkârı” engellemek gibi bir yükümlülüğü var mıdır ve bunu yapacaksa hangi kriterler üzerinden hareket edecektir?
Öncelikle bu tartışmanın tam da göbeğinde olması gereken, ama her tartışma ülkemizde belirli bir yandaşlık üzerinden yürüdüğü için, genellikle görmezden gelinen bir durum var. AK Parti, özellikle basında liberallerle en başından beri çok ciddi bir dirsek teması içinde olan bir parti ve yaptığı birçok şeyde “Müslüman” anlayıştan çok liberal bir anlayışın görünür olduğu da muhakkak. Gerek “ilerlemeciliği”, gerek “modernitenin” tüm araçlarını dönüştürerek kullanması ile on bir yıldır liberallerin memnun olduğu icraatlar yapıyor. Basında ve kültür-sanat camiasında AK Parti ve hükümet kontrolünde olan kuruluşlarda dahi liberal, hatta sol hâkimiyetinin olduğunu görmemek için kör olmak gerekiyor. Şimdi asıl sorunumuza gelelim. Başbakan, ailenin korunması ve gençlerin ahlâkının korunmasının devletin görevleri içinde olduğunu söylüyor. Bir Müslüman bakışı olarak doğru bir cümle bu evet… Ama bunu devlet nasıl yapacak?
Burada iki anlayışı gözden geçirmemiz gerekiyor. İlkinde, “dışarıdan içeriye” ya da tümdengelimci olarak nitelendirilebilecek ve genellikle devletin ya da gücü elinde tutan erkin, toplumu ve bireyleri dönüştürebilme hakkını kendinde gördüğü türlü cinslerden totaliter liberalizmler var! İster sosyalizm, ister liberalizm, ister İran İslam cumhuriyeti tarzı anlayışlar bu totaliter liberalizmler içine dâhil edilebilirler. Batı’da bu totalitarizm, ekonominin, reklamcılığın ve büyük şirketlerin hegemonyasında sosyal veya bireysel alanın neredeyse görünmez araçlarla kontrolü şeklinde olurken; sosyalist ülkelerde veya İran, Suudi Arabistan gibi ülkelerde devletin güç araçlarının “görünürlüğünün” baskın olduğu bir “dönüştürme” mekanizması mevcuttur. Ama her iki tür de son tahlilde devlet veya gücü elinde bulunduran aracılığıyla totaliter ya da liberal-totaliter dönüştürmeyi amaçlar. Burada devlet, ya liberal devlette olduğu gibi, “insan hakları” ve “özgürlüklerde” her şeyi bilen ve bu bilgiyi hayata enjekte etmeye çalışan görünmez-totaliter bir tutum izler; ya da ikinci tür örneklerde olduğu gibi kendi belirlediği ideoloji, din ya ahlâk anlayışı üzerinden direk olarak “meşru” ve “meşru olmayanın” ayrımı üzerinden bir ava soyunur. Her iki türde de bir av söz konusudur. Liberal devlet, türlü ekonomik ve siyasal güçleri seferber ederek Allah’ı (c.c.) ve Allah’a inanan dindarı hayattan atmayı amaçlar; sosyalist ya da İran veya Suudi Arabistan örneklerinde olduğu türden ters(ten)-liberal devletler ise, “günahı” avlamaya çalışır. Her iki durum da bir ahlâkçılık üzerinden ahlâkın yitimi anlamına gelir.
İnsanın ahlâkiliği onun iyi ile kötü, günah ile sevap arasındaki seçim yapma yeteneğinden kaynaklanır. Meşru olanın devlet ya da ekonomik veya siyasal güçlerle belirlendiği ortamlarda ise “seçim” ortadan kalkar ve ahlâkilik değil avcı bir ahlakçılık ortaya çıkar. “Dışarıdan içeriye” türlü biçimlerdeki güçler yoluyla dönüştürme, sahte, içeriksiz ve kalıcı olmayan bir dönüştürmedir. Zira “dışarıya” ya da “siyasal olana” bakarken, içerisini unut(tur)ur.
Mesela AK Parti yanlısı “İslamî” ya da “muhafazakâr” basının veya TV’lerin serencamına bir bakalım. Başbakan’ın “gençlerin ahlâkını korumak” görevi olan devlet işleviyle ne kadar uyuşuyor? Kendimizi kandırmayalım, ister “öteki” türden kanallarda, isterse de “muhafazakâr” kanallarda gördüğümüz şeyler, reklamından, türlü tiplerde programlarda gördüğümüz değişik türlerden pornografilerine kadar tümüyle aynıdır. TRT’den ATV’ye, TMSF yönetimindeki Show TV’ye, hatta STV veya Kanal7’ye hemen hemen tüm “AK Parti veya devlete yakın kanallar”da gördüğümüz, liberal / kapitalist satış pazarlamanın vahşi pornografisinden başka bir şey değil. “Örnek olacak” şeyi ortaya koymak ve buradan hareketle her gence / insana kendi yolunu çizme ve kendi hakikat yolunda yürüme hakkı vermek yerine; örneklerin / örnekliğimizin pespayeliğine bakmadan, “dışarıdan içeriye” dönüştürme niyeti taşıdığımız zaman, bunun zorba bir tutumdan başka bir şey olmadığını tespit etmemiz gerekiyor.
Sorun, kız erkek karışık yurtlara ya da öğrenci evlerine karşı olup olmamak sorunu değildir. Türkiye’deki çoğu ailenin, kızının ya da oğlunun, yurtlarda ya da evlerde karışık olarak kalmasını istemediğini bilmek çok zor değil. Ama sorun bunun “tespiti” meselesi. Devletin evlerin içine uzanan bir “göz” olmaya hakkı var mıdır? Üstelik “yandaşı” olan TV’lerde hemen her türden pornografi tüm ülkedeki gençlere “örnek” olarak sunulurken… Müslüman olarak eğer toplumu dönüştürmek” gibi bir yükümlülüğümüz varsa, öncelikle “içeriden dışarıya” ya da tümevarım diye adlandırılabilecek bir tutum izlememiz gerekiyor. Basınımızdan tutun da, TV’lere, kurumlarımıza her şeyimiz liberal pespayeliğin bütün unsurlarını üzerinde barındırırken, hiçbir alanda “örneklik” olarak kaba bir “bayındırlaşmadan” başka bir şey sunamazken, “dışarıdan içeriye” dönüştürmeye çalışmak başarısız bir çalışma olacaktır olsa olsa… Üstelik Ak Parti’nin şimdiye kadar yapmış olduğu olumlu birçok şeyin unutulmasına yol açacak büyük bir hatadır bu!
Müslüman’ın elbette toplumun ve devletin işleyişine yönelik fikir ve davranışlarını siyasi alan içinde ifade etme, temsil etme hakkı vardır. Zaten görevimizdir de bu... Ancak, biz Müslümanların unutmaması gereken asıl şey, içeriden dışarıya dönüştürme / dönüşme meselesinde öncelikle kendi dairemizden başlayarak genişleyerek “büyüme” yönteminin “başarı” şansının diğerine göre çok daha yüksek olduğu gerçeğidir. Zor yoluyla ayakta tutulmaya çalışılan hiçbir şeyin başarı şansı yoktur. Kendi dairemizde (kendimizden başlayarak basın, TV, kurumlarda vs.) liberal pornografinin her türden temsillerine para veya güç uğruna izin verirken, “dış daireleri” değiştiremezsiniz. Örnek değilseniz, kimse sizi örnek olacak ahlâkta, duruşta görmezse size veya sizin hayat biçiminize özenmez.
Günahı bilmek, göstermek, karşılığında doğruyu, güzeli “yaşayarak önermekle”; günahı yasaklamak aynı şeyler değildir. Allah’ın bile yapmadığı bir şeyi, kulun, ister devlet adına, ister yüce bir amaç uğruna bir başkası için yapması zorbalıktan başka bir şey değildir. Bataklık dururken ve bataklığı kurutmaya çalışacak önlemleri almak bir yana, bu bataklığı daha da büyütecek her şeyi bilinçli ya da bilinçsiz yaparken, tek tek sivrisineklerle uğraşmaktır bunun adı. Açık söyleyelim; biz Müslümanlar dünyaya yeni (eskimeyen yeni) bir şey söylemeyi ve bunu yaşamayı beceremediğimiz için, günahın bizatihi kendisine olan “özenmeyi” ortadan kaldıracak fikir ve yöntemler geliştirmeyi düşünmek yerine, günahkârlarla (hem de kendimizi ve günahkârlığımızı çoğu zaman unutarak) uğraşmayı yeğlersek tersten-liberalizmin bir başka versiyonu olan totaliter bir anlayışı yeniden görünür hâle getiriyoruz demektir.
Örnekliğimiz, kendimizden, oluşturduğumuz ilişkilerle kurumlardan veya kendi kontrolümüzdeki basından başlayarak olur. Toplumsal alanın düzenlenmesinde, öncelikle “insana” kendi yolunu yürüme hakkı ve imkânı vermeniz gerekiyor. Kendi yolunu yürümek isteyen insana, eğer bir örneklik oluşturmak istiyorsanız örnek olacak insanları yetiştirecek kurumları ortaya koymanız gerekir. Yani “hadi bakın bir de böyle bir şey var, bakın ve beğenirseniz gelin” demek… Ancak dost acı söyler. Ben “Müslüman” ya da “muhafazakâr” olarak adlandırılabilecek olan basında ve TV’lerde bir örneklik göremiyorum. Sayılamayacak kadar “pornografik” örneği her gün basınında gençlere örneklik olarak sunduktan sonra “biz gençleri korumak zorundayız” demek pek tutarlı bir davranış olmuyor.
SON VİDEO HABER
Haber Ara