'Taksim'deki çapulcu işgali ve bizim kör artistler'
'Emek Sineması’nı tarihi bir bina olduğu için koruma altına alan bu artist kütlesi, ne hikmetse Gezi Parkı olaylarında yağmalanan, üstleri sprey boya ile boyanan ve kırılan yüzlerce değil binlerce yıllık tarihi eserler karşısında bir anda gözleri görmez, kulakları duymaz, akılları işlemez oldu.'
12 Yıl Önce Güncellendi
2013-09-02 13:05:19
TAKSİM'DE ÇAPULCU İŞGALİ VE BİZİM KÖR ARTİSTLER
Ahmet Anapalı
Ülke olarak çok sancılı aylar geçirdik. Her haftanın gündemi bir diğerinden daha ateşli, daha yoğun ve daha sıkıntılı geçti. Önce, belediyenin sokaklara kadar taşan birahane ve meyhanelerin yollara attıkları masa ve sandalyeleri kaldırıp fiili işgal durumunu engelledikleri için yapılan sokak eylemleri gündemimizi sardı. Sonra, restorasyon çalışmasına alınan asırlık “Emek Sineması” düzeltilmesin o eski harabe hali ile kalsın diye günlerce süren ciddi eylemler yapıldı. En nihayet, Taksim’de birkaç ay evveline kadar adını İstanbul’da yaşayanların dahi bilmediği ve içinde yaşayan şarapçı, ayyaş, hapçı serserilerden dolayı geç vakitlerde kimsenin içinden geçmeye cesaret edemediği “GEZİ PARKI” olayları.
Tüm bu olaylarda dikkat çeken en önemli husus, yürüyüş yapan eylemcilerin en önünde sanata, sanatçıya ve sanat eserine saygı duyulması gerektiğini halka empoze etmeye çalışan ve ülke çapında da ciddi hayran kitlesine sahip ünlü insanların olmasıydı. Meselâ bu kişilerden bir kısmı “Emek Sineması” olaylarında şöyle söylediler;
“Yaklaşık yüz yıllık bir geçmişe sahip olan sinemamızı dozerlerle yıkmaya çalışan güçlere karşı direniyoruz.”
Gerçekte hadise böyle miydi? Yani Emek Sineması’nın tarihi o kadar eski mi? Cevabı evet. 1884 senesinde mimar Alexandre Vallaury tarafından inşa edilen bu tarihi binaya 1924 senesinde bir sinema salonu yapıldı. O zamanlar adı “Melek Sineması” olan bu sinema, 1940’larda İstanbul Belediyesi’ne, oradan da Emekli Sandığı’na geçti. Bu tarihte Emekli Sandığı, sinemanın işletmeciliğini de alarak adını “Emek” olarak değiştirdi.
İlgili birimler bu tarihi binayı neden yıktılar? Bina hakkındaki deprem raporu nasıldı? Güçlendirme çalışması yapılsaydı bina kurtarılabilir miydi? Asıl yazımıza muhatap olan konu bunlar olmadığı için bu sorular üzerinde durmayacağız.
Tüm Türkiye’ce tanınan ve belli bir hayran kitlesi olan bazı film artistleri eylemlerde kalabalık halk guruplarının önünde pankart açmış yürürken kendilerine uzatılan mikrofonlara da yorum olarak, yetkililerinin Emek Sineması’nın tarihi eser olma özelliği taşıması baz alınarak tarihi eserlere ve tarihe saygı duymadığı noktasında ağız birliği etmişçesine demeçler verdiler. Yani bu artistler için tarih ve tarihi eserler, uğrunda biber gazı yiyecek kadar, polis araçlarından sıkılan tazyikli su ile ıslanacak kadar önemliydi.
Fakat gelişen olaylar ve ülkeyi karıştırmaya, ülke çapında genel bir istikrarsızlık meydana getirmeye çalışanlar tarafından ortaya çıkartılan “Taksim Gezi Parkı” olaylarından sonra gördük ki, bizim bu tarihi değerlere çok önem veren, tarihi eserlere düşkünlüğü uğruna TOMA’ların önüne hedef olan artistlerimiz meğerse hiç de göründükleri gibi tarih ve tarihi eserler hayranı ve dostu değillermiş. Meğerse tarihi binaları koruma bahanesi sadece paravan, göstermelik bir sebepmiş.
Taksim’de başlayan Gezi Parkı olayları esnasında şirazesi kaymış, tüm dengesini kaybetmiş, saldırgan bir hayvan görüntüsü içerisinde kaldırım taşlarını bile söken, yeni dikilen çiçekleri ezmekten çekinmeyen, uluorta her yerde kadın erkek “komün hayatı” biçiminde karmakarışık yaşayan bu kalabalık kütle, gözünü kan bürümüşçesine önüne gelen her şeyi yıktı, yaktı ve parçaladı. Yani önündeki malzemenin ya da binanın ne olduğunu hiç düşünmedi. Bu kalabalık gözü dönmüşlerin en önünde yürüyen ve arkasındakilere mihmandarlık yapan, onlara varlıkları ile güç katan güya bu kendilerini sanatçı diye takdim eden artistler bu yıkıma, bu hakiki tarih kıyımına hiçbir şey demediler. Emek Sineması’nı tarihi bir bina olduğu için koruma altına alan bu artist kütlesi, ne hikmetse Gezi Parkı olaylarında yağmalanan, üstleri sprey boya ile boyanan ve kırılan yüzlerce değil binlerce yıllık tarihi eserler karşısında bir anda gözleri görmez, kulakları duymaz, akılları işlemez oldu. Bu çifte standartlı duruş, ayda 300 milyar-500 milyar kazanan bu artistlerin esasında niyetinin ne olduğunu bizlere ifşa etti. Beyoğlu ve onun üst tarafı olan Taksim, o artistlerin uğrunda eylemler yaptıkları Emek Sineması gibi yüz yıllık değil, yüzlerce yıllık geçmişe sahip yüzlerce bina ile süslenmiş bir bölgedir. Bunlardan biri yaklaşık üçyüz sene önce Sultan Birinci Mahmut Han tarafından yaptırılan ve bulunduğu semte de ismini veren Taksim Maksemi’dir. İstanbul’un suriçi dışındaki kuzey ve batı kısımları nüfusça kalabalıklaşmaya başlayınca Galata, Beşiktaş, Beyoğlu, Boğaz kıyıları ve Kasımpaşa’da su kıtlığı ortaya çıkmıştır. 16. yüzyıldan itibaren inşa edilen isale hatları da zamanla ihtiyacı karşılamamıştır. 1730 yılında tahta çıkan I. Mahmut bu işe el atarak, 1732’de 25 kilometre uzunluğunda bir isale hattı Taksim suyu ile bu suya ait depo, Maksem ve dağıtım şebekesini yaptırmıştır Üçyüz yıldır tahrip olmadan sapasağlam Taksim Meydanı’ndaki yerinde duran Taksim Maksemi ve su saklama sarnıcı ne yazık ki yapılmasından üçyüz sene sonra Gezi Parkı eşkıyaları tarafından yazı tahtasına çevrilmiştir.
Çapulcu tarih düşmanlarının harap ettiği bir diğer tarihi eser, İstiklal Caddesi’nin Odakule kısmında bulunan ve Mısır Hidivi Abbas Halim Paşa’ya ait olan, bundan daha önemlisi ise içinde 27 Aralık 1936’da millî marşımızın yazarı rahmetli Mehmet Akif Ersoy’un vefat ettiği “Mısır Apartmanı”dır. 1905 yılında, yıkılan Trocadero Tiyatrosu’nun yerine, Mısırlı Abbas Halim Paşa tarafından kışlık konak olarak yaptırılan bu binanın duvarları da çapulcu sürüleri tarafından kirletildi, perişan edildi. Emek Sineması kadar eski olan bu binanın duvarları şehir eşkıyaları tarafından kirletilirken bu bizim tarih sever artistlerimiz elbette o saldırganların içindeydi.
Hangi birini sayalım, hangi birini anlatalım? Her biri birbirinden muhteşem ve tarihi eser olma özelliğine sahip onlarca bina, bu şuursuz ve köksüz sürünün tecavüzüne maruz kaldı. Hangi biri için üzülelim? Camı çerçevesi kırılan ve en az Emek Sineması kadar yaşlı Elhamra Sineması için mi? En az 300 yıllık bir bina olan ve bizim artistlerin uğrunda eylem yapıp sokaklarda sürüklendikleri Emek Sineması’ndan 3 kat daha yaşlı olan ve şu an Fransız Kültür Merkezi olarak kullanılan Osmanlı’nın ilk yabancı elçilik binasına mı? Kabataş’taki alınlık mermerleri marjinal sol örgütlerin reklam panosuna çevrilen ve belediye tarafından gri bir boya ile örtülen yine 300 senelik Hekimoğlu Ali Paşa Sebili’ne mi? Eskiden Rus Konsolosluğu olarak kullanılan ve Tanzimat dönemini, Sultan Abdülmecit zamanını gören Narmanlı Han için mi? Galatasaray Lisesi’nin asırlık duvarları için mi? Yoksa yan tarafındaki sokakta bulunan ve Sultan Abdülhamit Han’ın tahta çıkışının 25. yıldönümü münasebeti için yaptırılan Hamidiye Çeşmesi için mi? Abdülhamit Han’ın paşalarından Küçük Said Paşa tarafından yaptırılan Çiçek Pasajı için mi? Yoksa, her biri yüz-yüzelli yıllık geçmişe sahip Rumeli Pasajı, Suriye Pasajı, Hozopulo Pasajı, Markiz Pastanesi ya da 1875 yılında dünyanın en eski ikinci metrosu olarak Sultan Abdülaziz tarafından yaptırılan Tünel binasına mı hangi bir tarihi eserimize ağlayalım? Hangi birinin üstüne kirli ellerinizle yazdığınız yazıları gözyaşlarımızla silelim? Size soruyorum…
Sinemaların, dizi filmlerin aranan elemanları olarak ortalıkta fink atan ve en ufak bahaneyi eylem yapmak için kullanan artist tayfası size soruyorum; sizlerden aldıkları gazla etraflarına vahşet saçan ve gözler önünde yüzlerce yıllık tarihi eserleri kirleten bu çapulcu sürülerinin açtığı hangi zararı telafi edelim?..
İşin en acı tarafı ise yaşanan vahşetin yürekleri burkan boyutuydu. Zira bu tarih katliamı, tarihi eser olarak gördükleri Emek Sineması için polisle karşı karşıya gelmekten çekinmeyen “şuurlu” artistlerimizin, sanatçılarımızın gözü önünde oldu. Üç ağaca ağıtlar yakanlar bu tarih kıyımını görmediler bile. TOMA suyunun rengini analiz eden, biber gazı açısını hesaplayan, ağaç reçinesine ağıt yakan özgür dünya, bu olaylarda sizin insanlığınız öldü, kahrolun. Yazık ki ne yazık… Binlerce kez yazık! Ama bu ülke, bu millet ne işgaller, ne taarruzlar gördü. Cengiz Han’ın çapulcu ordusunun açtığı yaraları tedavi eden bu yüce millet, elbette bu modern zamanların çapulcu yağmacılarının açtığı yarayı da tedavi edecek güçtedir vesselâm…
* Milli Gazete
SON VİDEO HABER
Haber Ara