1950’li Yıllarda Seyyid Kutub’un temel görüşleri
Asım Öz, Seyyid Kutub'un İhvan’a katıldığı yıllarda kaleme aldığı “Yahudi İle Savaşımız” kitabını değerlendirdi.
12 Yıl Önce Güncellendi
2013-07-19 13:30:25
Müslüman Kardeşler hareketi tartışılırken Seyyid Kutub adı önemli bir yere sahiptir. Kutub'un düşünce süreçlerindeki aşamaların farkında olmayanlar veya bunu yeterince önemsemeyenler onun bu hareket içindeki konumunu tekil bir varoluş olarak değerlendirme eğilimindedirler. Oysa Kutub, 1962 yılından itibaren iklimini teneffüs ettiği İhvan içerisinde özerk hâle gelmeye başlamış kendi görüşlerini geliştirmeye ve yaygınlaştırmaya çalışmıştır. Aslında uyumsal erekliliği parçalayan yanı vardır onun. Bununla birlikte yanlış anlamaları ortadan kaldırmak için belli metinleri dönemleri içinde "tarihselleştirerek" anlamaya çalışmak faydalı olacaktır. Bu aynı zamanda Kutub'un metinlerinin faal bir biçimde takibini sağlayacak, gerektiğinde onlardan yararlanmayı gerektiğinde onları eleştirmeyi mümkün kılacaktır. Yoksa onun akarılageldiği hâliyle kavranmaya devam edilmesi en iyi ihtimalle düşüncenin embriyon evresinden öteye geçememesini süreklileştirecek; bu da kültürel düzeyde güç durumda kalmak anlamına gelecektir.
Bugün Seyyid Kutub dediğimizde aklımıza gelen portrenin oluşum sürecini anlamayı sağlayan yazılardan oluşan bir kitap Yahudi ile Savaşımız. Kitap, ağırlıklı olarak Kutub'un İhvan'a katıldığı yıllarda kaleme alınan yazılardan oluşuyor. Yazılar 1978 yılında Beyrut'ta Zeynelâbidin Rikabi tarafından derlenmiş. Kitabın giriş bölümünde yazıları derleyen Rikabi, Kutub'un kişiliği, cihad ruhu ve kaleme almış olduğu yazıların değeri hakkında bilgiler veriyor.
MÜSLÜMAN KARDEŞLERE KATILIŞI, DAVA DERGİSİ VE ANTİ-SEMİTİZM SUÇLAMASI
Bilindiği üzere Kutub, Amerika'dan dönüşünden sonra İhvan'a katılmış, ve kendi deyimiyle "yeniden doğmuş"tur. Buna mukabil bu yeniden doğuş beraberinde uzun sürecek hapis hayatını getirmiş ve 1954 yılında İhvan'dan bazı kişilerle birlikte gizli örgüt kurmak suçlamasıyla tutuklanmıştır. İhvan'a katılmasından sonra Kutub İhvan'ın yayın dairesi başkanlığını da sürdürüyordu. Teşkilatın "Dava ve İrşad" bölümünde hem yazılar kaleme alıyor hem de Açıkhava toplantıları tertip ederek Müslümanları uyanmaya ve Kuranı Kerim etrafında toplanmaya davet ediyordu. Dava adlı yayın organındaki yazarlığı devam ederken tutuklanan Kutub'un tutukluluk süresi 1954'ten 1964'e kadar devam etti.
Yazıların bir diğer özelliği de İhvan'ın 1954'te yediği darbeden önce kaleme alınmış olması. Nasır rejiminin Kutub'u fark etme sürecinin yarattığı tedirginliğin boyutları ve sarsıcılığı üzerinde ise ayrıca durulmalıdır. Yazıların yayımlandığı Dava dergisi Hasan El-Benna'nın Müslüman Kardeşlerin çalışma programını anlattığı Hatıralarında söz ettiği çeşitli yayın ve risalelerin yayınlanması düşüncesinin bir tezahürüdür aynı zamanda. İhvan, 1946'da günlük bir gazete çıkarmış fakat bununla yetinmemiştir. Hasan El Benna'nın damadı Said Ramazan (Tarık Ramazan'ın babası) 1950'de El Müslimin adında bir aylık dergi yayınlamıştır. Dava ellili yıllardaki İslâmî hareketlilikten ve düşünüş biçimlerinden söz ettiği için kaynak yönünden büyük bir önem taşımaktadır. İhvan kanonunun temel yönelimleri yanında, Mısır'ın özgül şartlarının ele alındığı, tahlil edildiği yazılar yer almıştır dergide. Arap dünyasının toplumsal, siyasal ve stratejik karakterinin kökten dönüşüme uğradığı yılların nabzını tutan dergi bu yüzden olsa gerek 1954 yılında kapatılmıştır.
Bu kitapta okur, Kutub'un İhvan'a dahil olduğu yıllardaki tartışma gündemini bulacak ve onun düşünsel oluşumunun aşamalarından birinin farklı veçhelerini farklı bağlam ve konularla işlediği yazılar sayesinde vakıf olacaktır. Zira bence bu yazılar sadece Kutub'un anlayışından parçalar sunmakla kalmaz aynı zamanda dönemin İhvan'ın belli meselelere yaklaşımının nasıl olduğunu da gösterir. Burada kastettiğim çifte bir ayna işlevidir. Dört bölümden oluşan kitapta cihad, kimlik, İslam toplumu kavramı, uyanış, gerçek köleler, Filistin, sosyal düzen, kahramanlık ve fedakârlık gibi konular işlenmektedir.
Önce bir parantez açıp kitabın bu adla yayımlanmış olmasının bahtsız bir tercih olduğunu söylemeliyim. Neden diye sorulacak olursa cevabım bu ada konu olan yazıların kitabın üçte biri oranında olmasından dolayı olacak. Kitabın ikinci bölümünde yer alan "Yahudi... Yahudi!" başlıklı dışında Filistin meselesine Mısır siyaseti üzerinden değinen yazılar da var. Üstelik bu yazının Dava dergisinde yayımlanıp yayımlanmadığı da belli değil. Yazılardaki düzensizlik veya tercümeye dahil edilen birtakım "eklemeler" göze çarpmaktadır. Sözgelimi Osmanlı ve Sultan Abdülhamit hakkındaki cümleler muhtemelen mütercimin tasarruflarıdır. Bu bahsi kapatırken kitabın başına konulan uzun yazıya değinelim. Bu yazı şu cümlelerle sonlanmaktadır: "(...) bu kitap; Seyyid Kutub'un çeşitli zamanlarda kaleme aldığı ve Müslümanları 'Siyonizm' tehlikesine karşı uyardığı değerli makalelerinden meydana gelmektedir. Bu makaleler, bir tek esasta birleşmektedir: İman ve İslâm noktasında birleşmek ve İslâm'ın düşmanı Yahudi'ye karşı gerekli savaşı birlik içinde vermek! İşte bu yüzden kitaba 'Yahudi ile Savaşımız' adını verdik.
İslâm ümmetinin bu konuya en çok muhtaç olduğu bir zamanda şehîdin bu eserini sizlere sunmaktan dolayı sevinçliyiz. Bu eserdeki makaleler doğruluk, kahramanlık, gerçekçilik, cesaret ve imanla doludur. Yüce Allah'tan bu eseri etkili ve uyandırıcı kılmasını dilerim."
Yazıların yazıldığı yıllar 1950'li yıllardır. Dava dergisinde yayımlanan bu yazıların ve diğer yazılarının Kutub'un düşünce dünyasındakini yerini burada bütün boyutlarıyla ele almak tabii imkansız. Ben burada bu yazılarda ortaya çıkan bakış açısını, çok temel meseleler düzleminde göstermeye çalışacağım. Önce kitaba da ad olan Yahudilik meselesine bakmamız gerekecek. Bu yazılarda en merkezi olarak somutlaşan özgül bir Yahudi imgesi çizmek için büyük bir çaba harcandığı görülmektedir. Seyyid Kutub'u anmak için düzenlenen bir sempozyumda sunulan "Seyyid Kutub Gözüyle Yahudiler" başlıklı bildirinin bile tartışmalara yol açtığı düşünülürse mesele üzerinde biraz daha durulmasında fayda olacaktır. Kitabın Türkçe tercümesi için kaleme alınan yayınevi sunuşunda geçen Siyonizm kavramının orijinal kısmında yazıları derleyen kişinin kaleme aldığı giriş dahil olmak üzere Yahudi kavramı kadar sık zikredilmeyişi dikkat çekmektedir.
Birikim dergisinde "1930'larda Kudüs başmüftüsü Hacı Emin el Hüseyni'nin başlattığı ve tilmizlerinden Seyyid Kutub'un biçimlendirdiği Ortadoğu anti semitizmi 1980'lerden itibaren bölge ile yakın ilişki içine giren "soykırım inkarcıları" tarafından yeni malzemeler ile donatılan Ortadoğu anti-semitizminin esin kaynağı Nazizm ama, enerjisini İsrail-Filistin ilişkilerinin yarattığı gerilimden alıyor" cümlelerinin yazılmış olması bu konudaki yorumların farklılaştığını gösterir. Gelgelelim Kutub'u sadece Yahudi düşmanlığı ile anmak yanlıştır. Yahudilikle ilgili eleştirilerinin Nazizm'den esinlendiğinin doğrudan bir kanıtı da yoktur. Bu yaklaşımın yeterince iyi bir çerçeve sunmaktan uzak olduğunun altını çizmek gerekir. Yazıların yazıldığı ve hâlen değişmemiş olan tarihsel bağlam dikkate alındığında Kutub'un Yahudi düşmanlığından ziyade İsrail eleştirisinden söz edilebilir. İsrail'in gerek Mısır gerekse Filistin topraklarıyla olan hasmane ilişkisi bu yazıları işgal olgusunu dikkate almaksızın anlamanın mümkün olmadığını gösterecektir. Dolayısıyla anti-semitizmden değil, Filistinli Arapların hak arama mücadeleleri bağlamında özel bir kaygıdan türeyen bir tepkiden söz edebiliriz. Şunu da hatırlatmak gerekir; Komünist Enternasyonal'ın Arap halkları üzerindeki İngiliz boyunduruğunu ve zulmünü kınayan " Doğu Halklarına Manifestosu"nda yer alan "İngiliz-Yahudi kapitalistlerin hesabından" söz eden ifadelerde de anti-semitizm aranması ne kadar tuhafsa, Kutub'ta da bunu aramak en az bu kadar tuhaftır.. Bu yazılar yazıldığı ana, bağlama göre düşünülmelidir. İsrail'in yeni kurulduğu, Mısır ordusunun Filistin topraklarında İsrail'le çarpıştığı fakat İngilizlerin baskısıyla geri çekildiği bir tarihsel durum göz önünde bulundurulmadığında yazılardaki hava anlaşılamayacaktır.
Bu bağlamda Yahudi ile Savaşımız kitabının ikinci yazısı "Filistin Kahramanları İçin Ne Yaptınız?" başlıklı yazının giriş bölümü okunabilir. Filistin dolayısıyla İsrail konusunda suskun kalan veya beklendiği kadar tepki vermeyen yönetimler ve yazarlar karşısında meseleyi öne çıkarmak için böyle bir yola başvurulmuş olabileceği düşünülebilir. Savaşın varoluşun neredeyse tek mümkün yolu olarak görüldüğü siyasal değerlendirmelerde kahramanlık ve cihad ruhuna dikkat çekilmesi ama aynı zamanda "milli vazife"den söz edilmesi son derece önemlidir. Diğer yandan Yahudilerin dünyayı ele geçirme planları olduğunu düşünmenin anti-semitik bir tema olarak algılanması ve eleştirilmesi düşündürücü.
ARAP DÜNYASININ STRATEJİK KARAKTERİNİN DÖNÜŞÜMÜ
Kitabın ilk yazısı "Ey Fedailer Topluluğu Yolunuza Devam Edin!" başlığını taşıyan bir yazı. Fedailer Topluluğu adlı derneğin gizli/yasadışı faaliyetler yürüttüğü için kapatılması gündeme gelmiş, Kutub bunu eleştirmiştir. Derneğin kapatılma girişiminin tekrar düşünülmesi gerektiğinin altını çizen Kutub, kapatma kararının "vatanın geleceği için hayırlı" olması durumunda uygulanabileceğini aksi takdirde, yani "vatanın geleceği için zararlı" ise bu işten hemen vazgeçilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Kutub, Mısır hükümetinin İngiliz'lerin siyasi baskısı altında olduğundan dolayı aldığı bütün kararlarda İngilizlerin etkili olduğunu düşünmektedir. Yoğun olarak emperyalizm eleştirisinin yapıldığı yazıda Kral Faruk yönetimi işbirlikçilikle suçlanmakta, yönetimin halkın özgürlük ve bağımsızlık için başlatacağı savaşın önünde durmaması, Fedailer Topluluğunun kapatılmaması gerektiği vurgulanmaktadır. Mısır siyaseti okunurken ortaya konan analizler post-kolonyal sürecin eleştirilerini hatırlatmaktadır. Sözgelimi "Beyaz İngilizler" "Esmer İngilizler" ayırımı bu bağlamda okunabilir. Yazıda, İslami hareketle özdeş görülen derneklerin kapatılmasının bir işe yaramayacağı ülkede isim ve adresleri bilinmeyen pek çok gerçek fedainin bulunduğu da ifade edilir. Diğer taraftan hükümetin kapatması gereken derneklerin meydan ve sokaklarda çılgınca dans partileri düzenleyen kişilerin açmış oldukları dernekler hedef gösterilerek hükümete yapması gerekenler hatırlatılmaktadır. Bakanlar Kuruluna bir yazar olarak tavsiyede bulunduğunu ifade ettiği satırlar aynı zamanda İhvan içindeki Kutub'un vatan/memleket meselelerine bakışının büyük ölçüde Hasan El-Benna'ya yakın olduğunu anlamamızı da sağlamaktadır. Şu satırların havası Yoldaki İşaretler'den büyük ölçüde farklıdır: "Bu vatanın bir evlâdı olarak, ileride vahim neticeler doğuracak her hangi bir yanlış karan almamak için hükümeti, uyarıyor ve bakanlar kuruluna öğütte bulunuyorum. Bir yazar olarak bu, benim birinci vazifemdir. Bunu yazmak zorundayım. Eğer ben bunu yazmaz ve bu hükümeti bu hususta uyarmaz isem, yarın Allah katında sorumlu olurum. Bu milletin ve bu vatanın geleceği için hayırlı olanı yazmaya devam edeceğim. Bu ülkenin evlâtlarının boş yere birbirleriyle savaşmalarını, kanlarını dökmelerini ve düşmanlarını sevindirmelerini asla istemiyoruz. Düşman bizi içten bölmeye, parçalamaya çalışmaktadır. Bu sinsi plâna karşı uyanık Olalım ve düşmanın oyununa gelmeyelim. Düzen ve kanunu korumak amacı ile, bu ülkenin evlâtlarını baskı ve işkencenin altına atmayın ve halkı kendinize düşman yapmayın. Bu zararlı karar ve yanlışlıklarınızdan vazgeçin! Halkın, haklı isteklerine kulak verin."
Müslüman Kardeşler gençliğinin "millet ve vatan için" hayırlı ve yararlı çalışmalar içinde olduğuna değinilen "Kahramanlık ve Fedakârlık alanında Yarışma" başlıklı yazıda, Mısır siyasetindeki partiler arası çekişmeler zararlı ve tehlikeli bulunmaktadır. Bunun sebebi, bu çekişme ve tartışmaların maddi çıkar temelli olmasıdır. Burada da millet ve vatan yararı öne çıkarılır. Mısır'da, şahsiyeti, inancı ve milli duyguları inkar etmenin kendi varlığını inkar etmek olduğu söylenmekte. Kutub, milletin özündeki kahramanlık ruhuna dikkat çekse de, emperyalizme karşı verilen savaşta deniz köpüğü gibi kabaran ve etrafa zarar verdikten sonra tekrar kabuğuna çekilen dalgalara benzettiği hamasi milliyetçilik hareketlerini de eleştirildiğini atlamamak gerekir.
Yazılarda, Mısır'da Müslüman Kardeşler sayesinde cihad ruhunun tekrar boy gösterdiğini bunun sonucunda İngiltere'nin Mısır için öngördüğü siyasal ve toplumsal düzenin tehlikeye girdiğine dair güçlü bir retorik göze çarpar. Kutub'un Cemal Abdunnasır'ın baskı altına aldığı Müslüman Kardeşleri yüceltirken tarihsel arka plana müracaat etmesi, emperyalizm kavramından söz etmesi, ahlaki yozlaşmayı eleştirmesi, yerli iş birlikçilerden dem vurması, askerlik ve cihad ruhuna, fedakarlığa, kahramanlığa değinmesi 1950 sonrası İslâmi hareketlerin "küresel" dilini veya söz siyasetini anlamak bakımından da okunup incelenmelidir. Şu satırlar Müslüman Kardeşlerin sindirilmeye çalışıldığı yılların ruh hâlini gözler önüne sermektedir: "İngilizler yerli işbirlikçileri vasıtasıyla en sonunda (...) Müslüman Kardeşler Teşkilâtı'na karşı amansız mücadeleye giriştiler, dernek ve lokallerini kapattılar, üyelerini cezalandırdılar, onları dağıtmak için gerekli her türlü çareye başvurdular. Gerçeği gösteren ve kurtuluş yolunu aydınlatan ışığı söndürmeye, imanın alevlendirdiği meş'aleyi ortadan kaldırmaya çalıştılar. Tekrar Müslüman Mısır halkını, küfrün ve inançsızlığın karanlığına, emperyalizmin baskısı altında ezilen o korkunç günlere döndürmeyi istediler. Ümitsizliğin yüreklere çöreklendiği ve adeta cehennem hayatını andıran o korkunç günlere..."
Yazılardaki karşı çıkış söylemini ve önerilen eylem felsefesini şu satırlar biraz daha iyi anlatmaktadır: "Bugün İslâm ümmetine düşen görev şudur: Üzerindeki uyuşukluğu ve ölüm uykusunu atmak, oynanan bütün irkin oyunları bozmak, çevrilen bütün siyasî dolapları durdurmak ve bu hususta yapılan plânları yırtıp atmaktır. Her yerde varlığını yeniden ispat etmeye kalkışmak ve hiçbir insanın söndürmeye güç yetiremeyeceği mukaddes ve yüce iman meş'alesini yeniden alevlendirmektedir(...)
Ey Müslüman millet! Bu dönemdeki uyanışın daha dikkatli, daha güvenilir ve daha kahramanca olsun! Kesin olarak bil ki sana va'dedilen gün pek yakındır ve o gün mutlaka gelecektir! Fırsatları değerlendir ve inandığın yolda cesaretle yürü!"
Bu yaklaşım tarzından hareketle şunu söyleyebiliriz: 1950'li yıllarda Mısır'ın kurtuluşunu toplumsal arınmada gören Kutub'un bu yaklaşımları 1960'lı yıllarda daha da belirgin hâle gelmiş uzun vadeli bir toplumsal değişim siyaseti önerilmiştir. Kutub, emperyalizme karşı savaşın öyle sanıldığı gibi tek yönlü ve kolay bir savaş olmadığını aksine çok yönlü bir savaş olduğu düşüncesindedir: "Emperyalist düşmanla savaşmadan önce, nefsî arzu ve isteklere karşı savaşmak gerekir. Nefsini düzeltmeyen ve iç dünyasını her türlü kötü ve çirkin duygulardan arındırmayan ve inancını sağlamlaştırmayan kişi, gerçek anlamda din ve vatan uğrunda savaşamaz." Bu satırlar sömürge karşıtı anti-emperyalist mücadelenin kuvvetlendiği vasatı yani Nasırcılık tipi komünist olmayan milliyetçi sosyalist grupların eleştirisidir. Şunu da hatırlatalım ki; bu tür gruplar ortaya koymuş oldukları sosyalizm anlayışı bakımından Arap komünistlerince, ortaya koymuş oldukları İslam anlayışı bakımından Müslüman Kardeşlerin eleştirisiyle karşılaşmışlardır.
İSLAM SOSYALİZMİ TARTIŞMALARININ ÖNCESİ
Mısır başta olmak üzere pek çok Arap ülkesindeki komünist partiler Komintern'in himayesinde kurulmuş, siyasal/ideolojik önderlik ve ekonomik destek için Sovyetler Birliği Komünist Partisi egemenliğindeki dünya komünist hareketine bel bağlamışlardır. Arap komünist partileri Stalinist şablonlardan kurtulabildikleri ölçüde kendilerini yerel şartlara ve hassasiyetlere uydurmaya gayret etmişlerdir. Bağımlılık ve uyarlanma güçleri arasındaki etkileşim İslam ve komünizm tartışmalarını/ilişkiselliğini gündeme getirmiş ve bu süreç "özgün bir Arap komünist söyleminin" doğuşunu sağlamıştır. Arap dünyasında komünizm Tarık Y. İsmail'in Arap Dünyasında Komünist Hareket kitabında ifade ettiği üzere post-kolonyal kurtuluşa giden süreçte yerel sorunların teorik bir bakış açısıyla ele alınmasını sağlamasına yapmış olduğu katkılardan dolayı da ele alınıp irdelenmelidir. Komünist hareketin oluşturduğu etki bölgedeki bütün siyasal söylemler üzerinde derin bir etkiye sebep olmuş bundan dolayı İhvan zaviyesinden, bu meselelerin mahiyetini anlamaya dönük olduğu kadar karşı koyuşu da gündemleştiren metinler ve kitaplar kaleme alınmıştır. İşte böylesi bir vasatta, İslam ve komünizm arasında varolduğu düşünülen yakınlığa dair fikirlerin Kutub tarafından eleştirilmesi dikkat çekmektedir. Hatta Kutub'ta emperyalizm kavramının İhvan'a dahil olduktan sonra da başat yerini koruyor olması üzerinde de durulabilir. Post-kolonyal dünyada emperyalist egemenliğin doğasını izah sadedinde pek çok yazısı bulunan Kutub, alışık olduğu kavramsal modelleri yeni şartları izah etmek amacıyla da kullanmıştır. İslâm ve komünizmin yakın olduğu şeklindeki taktik ittifak yaklaşımını eleştiren Kutub şöyle devam eder: "İslâm dini inanç düzeyinde komünizm tehlikesini önleyecek güçtedir. Belki de İslâm dini dünya çapında bu kızıl tehlikenin önüne geçebilecek tek güç ve düzendir. Çünkü komünizm tehlikesini önlemek için bütün dünyada alınan önlemler zayıf ve geçicidir. Bunlar zora ve baskıya dayanan ve sağlam hiçbir esasa dayanmayan güçsüz ve sönük tedbirlerdir." Onun bu yaklaşımı 1940'lı ve 1950'li yıllar boyunca Arap milliyetçisi motifli partileri derinden etkileyen Lenin'in "düşmanlar arasındaki en ufak çatlağı, ayrı ayrı ülkelerin burjuvazileri arasındaki ve ayrı ayrı burjuva grupları veya tipleriyle ayrı ayrı ülkeler arasındaki çıkar çatışmalarını kullanmak ve geçici, ikircikli, kaypak, güvenilmez ve şartlı da olsa kitlesel ittifak elde edebilmenin en ufak fırsatını bile elinin tersiyle itmemek şarttır" şeklindeki taktik yaklaşımın eleştirisi olarak değerlendirmeye müsaittir.
İslâm'ın sosyal ve ahlak düzeni olarak okunması aynı zamanda bu yıllardan itibaren güçlenecek olan üçüncü yol arayışlarını da hatırlatmaktadır. Yani İslam nizamının kapitalizm ve komünizm dışında bir düzen olduğuna dair söylemleri. Kutub'un 15 Nisan 1952'de yayımlanan "İslâm ve Tavizsiz Sosyal Bir Düzendir!" adıyla yayımlanan yazısı kırklı yılların sonundaki Kutub'tan farklılaşmayı ama aynı zamanda 1960'lı yıllardaki Kutub'u anlamayı sağlaması bakımından oldukça önemli bir yazıdır. Kutub, İslâm'ın sadece bireysel ibadetlerden oluşmadığını bunun böyle olduğunu savunmanın yanlış ve emperyalistlerin işine gelen bir düşünce olduğunu ifade ettikten sonra şunları yazar: "Komünizm'e karşı duran İslâm düzeni, her türlü yabancı ve emperyalist düzenlere karşı duran ve cihad emri ile sosyal hayatın bütün yabancı düzen ve kültür akımları karşısında kendini koruyan yüce bir düzendir. İslâm'ın sosyal düzeninin egemen olduğu bir yerde emperyalist düzene yer yoktur. İslâm gerek batı ve gerekse doğu emperyalizmine karşı aynı şiddet ve oranda direnme gücü gösterir. Temiz, yüce ve mukaddes topraklarını, bu gibi düzenlerin savunucularından korumak için cihâdı farz olarak ilân eder." İşte bu fark vurgusunu öne çıkaran Kutub, Ortadoğu'daki komünist yazarların İslâm'dan söz etmelerini ve İslâm'dan yana görünmeye çalışmalarını eleştiri konusu eder. Çünkü onların nihai amacı kendi emellerini gerçekleştirmek ve bu uğurda İslam'a araçsallaştırmaktır. Fakat şu var ki, onlar hayal ettikler, neticeyi asla elde edemeyeceklerdir. Kutub'un bu eminliğinin altında yatan sebep, Müslümanların dost ve düşmanlarını ayırabilecek derecede uyanmış, hak ve doğru yolu seçmiş olmalarıdır. Artık kendi yollarında yürüyen Müslümanlar kendi hedeflerini ve davalarını gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar. Ona göre, er yada geç mutlaka hedefine ulaşacak olan İslami uyanışın komünizmle savaşı bir başka kampın kollanmasından değil, sadece kendi adına ve hesabınadır. Bu yüzden komünizm yolunu Müslümanlar için geçerli olmayan bir yol olarak görürken, Amerikan politikalarını onaylayan bir tutum ve tavır içinde olmaz.
BİRKAÇ MESELE
Gerek Mısır'da gerekse diğer Müslüman ülkelerde tartışılan konular arasında din ve devlet ilişkilerinin mahiyeti her zaman öne çıkan bir boyuta sahiptir. Kutub, İslâm sözkonusu olduğunda din ve devletin birbirinden ayrılmasının mümkün olmadığını, bu sistem ve düzenin Batı'ya ait olduğunu söylemektedir. Esasında Kutub, bu yönüyle sonraki İslâmcılardan farklı değildir. Burada İslâm ülkeleri, halkı Müslüman ülkeler, Hıristiyanlık ve İslamiyet karşılaştırması yanında Müslüman toplumun dar ve sınırlı siyasi amaçlar için araçsallaştırılması konularına temas edilir. Dr. Ahmed Zeki'nin el- Ahram gazetesinde yayımlanan bir yazısı bu araçsallaştırma siyasetinden dolayı tenkit edilmektedir. Ahmed Zeki, İslâm'ı sadece emperyalizmle savaşma sürecinde, onun temsilcilerinin ülkeden kovulmasına yapacağı katkıdan dolayı önemsemektedir. Oysa Kutub'a göre emperyalizmle savaşın İslâm'ın amaçlarından biri olmanın dışında bir yeri yoktur. Müslümanların yeryüzünde yeni bir blok ve yeni bir birlik olarak bir araya gelmeleri ancak inançlarından kaynaklanan bir sosyal düzenle sağlanabilir. Bu ise Müslümanların geçmiş yüzyıllarda uygulayageldikleri esaslarla sağlanabilecektir. Bu konudaki fikirleri şurada daha sarih olarak görülmektedir: "İslâm adına birleşen bu yenik ülkelerin sadece emperyalizme karşı direnmek gayesi ile bir araya gelmeleri yeterli değildir. Asya ve Afrika kıtalarında bulunan bu İslâm ülkeleri, gerek sosyal ve gerekse devlet hayatlarında İslâm dininin temel esaslarını yaşamak, yaşatmak ve uygulamak üzere bir araya gelmeleri ve bu niyetle emperyalizme karşı direnmeleri gerekir." Kutub'un Doğu ve Batı bloklarına karşı çıkarken Malik Bin Nebi'nin de desteklediği Afro-Asya Birliği oluşumunu eleştirmesi iki düşünür arasındaki ihtilafın sadece medeniyet bahsinden kaynaklanmadığını düşündürtmektedir. Bilindiği üzere Malik Bin Nebi daima Müslüman Kardeşler hareketine mesafeli durmuş hatta onlara büyük baskılar uygulayan Nasır'ın Arap milliyetçiliğine dayalı çıkış yolu arayışını desteklemiştir. Kutub'un yaşadığı daha doğrusu İhvan'a katıldığı yıllardan sonraki mücadelesi ise büyük ölçüde Mısır başkanı Cemal Abdunnasır devrinin siyasi ve sosyal tartışmaları ile etkileşim içindedir.
Özetle söylemek istediğim şu, Seyyid Kutub, duygusal tonun aynı olmadığı Dava dergisi yazılarında, Mısır'da olsun başka ülkelerde olsun önce kimlik konusunda bir karara varılmadan hiçbir şey yapılamayacağının altını çiziyor. Doğru düzgün bir Kutub okumasının yapılabilmesi için göz önünde bulundurulması gereken tarihsel kırılma anlarına ve bu süreçte farklılaşan tecrübeler temelinde gerçekleşen düşünsel aşamalara dikkat kesilmeyi de unutmamak lazım. Öncelikle, Mısır gerçekliğini görmezden gelmenin tehlikenin en büyüğü olduğu şeklindeki uyarısı hatırlanmalıdır. Umarım bu tür tartışmalar boş ve yersiz tartışmalar olarak telakki edilmez.
Asım Öz / Dünya Bülteni
SON VİDEO HABER
Haber Ara