Başına gelen musibet, Rabb’inden değil, belki nefsindendir
İnsanoğlu başına bir hastalık ya da musibet geldiğinde hemen ‘Niye ben?’ ya da ‘Yine mi ben?’ der. Başına gelenlerin Rabb’inden değil, belki nefsinden geldiğini unutuverir. O halde bir hastalık ve musibet karşısında kulun duruşunun nasıl olması gerektiğine bakmakta fayda var.
12 Yıl Önce Güncellendi
2013-07-12 09:30:27
Hayatı bütün güzelliği ve neşesiyle yaşarken, acaba huzur ve sağlığının bir gün elinden gideceğini hiç düşünmüş müydü? Kendisine bir ömür biçildiğinin, nefes aldığı sürece başına bir takım olumsuzluklar da geleceğinin farkında mıydı? Kim bilir! Derken kadın bir gün hiç beklemediği bir zamanda ve üstelik her şey yolundayken çok sevdiği eşinin hasta olduğunu öğrendi. Eşinin kanser olabileceğini söylemişti doktor. O anda adeta dünya başına yıkılmıştı. Bir yandan detaylı tetkikler yapılırken, bir yandan, eşindeki belirtileri düşünüyordu. İnternetten hastalığa dair bir şeyler öğrenmeye çalışıyor, okudukça ağlıyor, ağladıkça daha da derin bir boşluk onu içine çekiyordu. Detaylı tetkiklerin ardından küçük şeyler dışında eşinin sağlıklı olduğu teşhisi konuldu. Sonuç tam tersi de olabilirdi. Bu misalde değişmeyen şey ise hasta olabileceğimiz gerçeği ile çoğumuzun yakasını kurtaramadığı perişan olma ve ‘Niye biz?’ hali. Öyleyse bir insanın başına musibet, bela ya da hastalık geldiğinde tavrının nasıl olması gerektiği üzerinde durmak gerekiyor.
Bir yaprağın dalından düşmesine varıncaya kadar kainatta cereyan eden bütün hadiseler gibi musibet, afet, hastalık ve belâ gibi maruz kaldığımız sıkıntıların arkasında Müsebbibü’l-Esbab olan Cenab-ı Allah’ın kudret elinin olduğu âşikar. Çünkü cüz’î-küllî hiçbir hadise, Rabbin izni ve emri dışında meydana gelmiyor. İlahiyatçı-yazar Mustafa Yılmaz, başımıza gelenlerin feraset ve metanetle değerlendirilememesini hadiselere dar bir perspektiften bakılmasına bağlıyor. Oysa Cenab-ı Hak hadiselerin evveline, âhirine, iç ve dış yüzlerine birden bakıp birden görüyor. Ona göre musibet zannettiğimiz nice şeyler haddizâtında bizim için birer belâ değil, belki birer lütuf hükmünde.
‘Size bir musibet geldiyse bilin ki bu nefsinizdendir’
Başımıza gelen üzücü hadiselerin ilk olarak kendi günahlarımız sebebiyle geldiğini düşünmenin önemine dikkat çekiyor Dr. Mustafa Yılmaz. Cenâb-ı Hakk’ın Kur’an-ı Kerim’de yer alan, “Eğer size bir musibet geldiyse bilin ki bu nefsinizdendir. Eğer bir hayır isabet ettiyse bilin ki bu da Allah’tandır.” beyanını hatırlatıyor. Yılmaz, insanın bu doğrultuda nefis muhasebesi yapması gerektiğini söylüyor. Bir de başına gelen musibetlerin sebebini dışarıda arayan ya da bir başkasına bağlayanlar var ki bu tamamen bir aldanma olmalı. Bu tutum problemlere çözüm olmak bir yana, çözümü geciktirmekten başka bir işe de yaramaz. Hz. Ömer’in işaret buyurduğu gibi her fert kendini kontrol etmeli ve ‘‘Başıma gelen bu belâ, acaba hangi günahım sebebiyle geldi?’’ demeyi öğrenmeli.
Her musibete karşı ‘İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn’diyebilmeli
Başımıza gelen musibet ya da hastalıklar hususunda bakış açımızı belirleyen bir diğer husus da Rabbimize gerektiği ölçüde teveccüh edemediğimiz gerçeği. Allah’ın bize verdiği her türlü nimetin, malın, mülkün, evladın ve bulundurduğu yerin hakkını veremeyip bir de üstüne şükürsüz davranınca musibetlerin üzerimize gelmesi kaçınılmaz oluyor. Başına musibet gelen insan bir an bile olsun isyana kapılmadan, salim bir düşünceyle, gelen her sıkıntının Rabbine karşı şikâyet değil aksine hamd ve minnet duygularıyla dopdolu olmalı. Mustafa Yılmaz bunu bir hadisle anlatıyor. Efendimizin sadık yârenlerinden Abdullah İbni Abbas Hazretleri şöyle bir hadis-i şerif nakleder: “Her kim bir musibete uğradığında istirca’da bulunur yani ‘İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn / Biz Allah’a aidiz ve ona döneceğiz’ demek suretiyle Rabbine yönelir ve sığınırsa Allah, o musibetten kaynaklanan yarayı sarıp sarmalar. O kişiye güzel bir akıbet hazırlar. O musibeti izale buyurup onun yerine çok uygun ve kulunun da hoşnut olacağı şartlar yaratır.” (Taberânî, Mu’cemü’l Kebir, 12/255) Hadiste nakledilen ifade, “Sabırlılar o kimselerdir ki başlarına musîbet geldiğinde, ‘Biz Allah’a âidiz ve vakti geldiğinde elbette O’na döneceğiz’ derler.” mealindeki Bakara Suresi’nin 156. ayetinde de zikrediliyor.
‘Sen benden razıysan çektiğim belalara hiç aldırmam’
Musibetler karşısında başta Nebiler Serveri (sas) olmak üzere birçok peygamber, sahabe ve veli zatların da duruşu biz kullara örnek olacak nitelikte. İnsanlığın İftihar Tablosu, bilhassa Mekke döneminde çok büyük musibetlerle karşı karşıya kalır. Kavmi tarafından yalanlanır, işkencelere maruz bırakılır, ölümle tehdit edilir ve hatta kendisine komplolar kurulur. Diğer taraftan, kendisinin, ailesinin güzîde fertlerinin ve ashab-ı kiramın esaretten işkenceye, hastalıktan ölüme kadar pek çok imtihanına şahit olur. Fakat Rehber-i Ekmel Efendimiz, hiçbir zaman kaderi tenkit manasına gelebilecek bir şikâyette bulunmaz. Belki çok incindiği anlarda Mevlâ-yı Müteâl’e hâlini arz ederek O’nun rahmetine sığınır. Bir ümitle gittiği Taif’ten taşlanarak kovulunca, Cenâb-ı Hakk’a el açarak söylediği sözler hem pek hazin hem de kulluk âdâbı adına ibret alınacak bir örnek: “Allah’ım, güçsüzlüğümü, zaafımı ve insanlar nazarında hakir görülmemi Sana şikâyet ediyorum. Ya Erhamerrahimîn! Sen hor ve hakir görülen biçarelerin Rabbisin; benim de Rabbimsin.. beni kime bırakıyorsun? Kötü sözlü, kötü yüzlü, uzak kimselere mi; yoksa işime müdahil düşmana mı? Eğer bana karşı gazabın yoksa Sen, benden razıysan, çektiğim belâ ve mihnetlere hiç aldırmam. Üzerime çöken bu musibet ve eziyet, şayet Senin gazabından ileri gelmiyorsa, buna gönülden tahammül ederim. Ancak afiyetin arzu edilecek şekilde daha ferah-feza ve daha geniştir.”
‘Vardır bunda da bir hayır’ demek en etkili çözüm
Burcu Almaz (Psikolog): İnsanoğlu genelde kaderci yaklaşım dediğimiz bir tarzda sorunlara yaklaşıyor. Yani ‘Ne yapayım başıma gelmiş çekmek zorundayım ama niye ben?’diyor. Biz bunun yerine ‘Her şerde bir iyilik-hayır vardır’ şeklinde düşünmeleri için telkinde bulunuyoruz. Yani insanın başına bir kötülük-felaket gelmiş olabilir, fakat bu son değil. Buradan da çıkarılması gereken bir ders olduğuna inanmak önemli. Çözüm sürecinde ise soruna odaklanmak kişiye olumsuz bakış açısı kazandırır. Bu sebeple sorunun çözümüne odaklanmayı başarmak kolay olmasa da, ilk etapta musibet olarak algılanan hadisenin üstesinden gelmeye yardımcı olur. Yani ‘Niye böyle oldu, benim başıma niye böyle şeyler geldi?’ yerine ‘Başıma böyle kötü bir durum gelmiş olabilir ama ben bundan en az zararla nasıl kurtulurum, nasıl çözüm yolları üretebilirim, belki de bu bana nasıl bir deneyim kazandırabilir?’ düşüncesi hakim olur. Kişinin zararını en aza indirgeyerek sorunu çözmesi çok önemli. Çünkü kişide zarar ne kadar fazla olursa sorunun yıpratıcılığı ve kalıcılığı o kadar fazla olur.
(Tuğba Kaplan / Zaman)
SON VİDEO HABER
Haber Ara