Çözüm Sürecine Yönelik Öneriler
Türkiye gibi uzun yıllar çatışma yaşamış ülke deneyimlerine bakıldığında, genel-geçer bir çatışma çözüm yönteminin olmadığı görülür. Çatışma çözümünde elverişli olan yöntem, toplumun verili koşullarına, çatışmanın nedenlerine ve özelliklerine göre belirlenir. Çatışma çözümünde standart bir yöntem olmamakla birlikte, birçok ülke deneyiminde, çatışmaya yol açan sorun alanının ana- yasal ve yasal temellerinin ele alındığı ve kalıcı bir barışın tesis edilebilmesi amacıyla kapsamlı bir hukuk reformunun hayata geçirildiği görülür. Bir başka ifadeyle, çatışmalı süreç yaşamış birçok ülke örneğinde, çatışmayı sonlandırma ve çatışmanın yarattığı toplumsal bölünmeleri gidererek toplumsal bütünlüğü sağlamak amacıyla, yeni bir toplumsal sözleşme niteliğine sahip bir anaya- sanın yapıldığı bilinmektedir.
Dinsel, dilsel, etnik veya kültürel farklılıklardan kaynaklanan kimlik sorunlarının yaşandığı Türkiye’de, sadece Kürt meselesinin değil, bütün kültürel kimlikler alanında yaşanan sorunların kalıcı çözümünün gereklerinden biri, ortak bir kimlik belgesi niteliğinde yeni bir anayasa yapmaktır. Yürürlükte bulunan 1982 Anayasasının, farklılıkları ve çoğulculuğu dışlayan “tekçi” niteliğinin, “kimlikler/renkler” alanında yaşanan sorunlara “temel norm” olarak kaynaklık teşkil etmesi ve Kürt meselesi eksenindeki çatışmayı derinleştirici bir işlev görmesi, barış ve çözüm sürecinde mevcut anayasayı yenilemenin ne denli acil bir ihtiyaç olduğunu ortaya koymaktadır.
Ancak Türkiye gibi, etnik, dilsel, dinsel ya da kültürel kimlikler ekseninde sancılar yaşamış toplumlarda, toplumsal mutabakat temelinde yeni bir anayasa yapabilmenin güçlüğü de açıktır. Toplumun farklı kesimlerinin birbirlerine karşı güvensizlik duygusu içinde bulunduğu, toplumsal gerilimin ve bunun siyasetteki uzantısı olan siyasi kamplaşma ve kutuplaşmanın mevcut olduğu toplumlarda, temel siyasi-hukuki ilkeler üzerinde uzlaşmaya varmak gerçekten çok güçtür. Nite- kim Türkiye’de yaklaşık iki yıldan beri devam eden yeni anayasa yapım çalışmalarında bir neticeye varılamamış olması da bu güçlüğü ortaya koymaktadır.
Bu güçlük nedeniyledir ki, Türkiye ve benzeri toplumlar için “tedrici/aşamalı” anayasa yapma yöntemi önerilmektedir. Buna göre, mutabakata varılamayan hususları dışarıda tutan, bunlarla ilgili düzenlemeleri zaman içerisinde oluşabilecek uzlaşmalara bırakan ve genel olarak hak ve özgürlükler temelli bir anayasal düzen üzerinde ortak mutabakatı sağlayan bir anayasa yapımı yoluna gidilebilir.
Türkiye gibi kimlikler alanında kırılgan bir yapının var olduğu ve siyasetin de belli ölçüde bu kırılgan zemin üzerinden yürütüldüğü toplumlarda, bir yandan kalıcı anayasa yapımı için gerekli olan güven esasına dayalı toplumsal ve siyasal iklimi oluşturabilmek, diğer yandan da çatışmalı ortamı soğutmak ve barış sürecini pekiştirebilmek amacıyla, “yol temizliği” ya da “güven arttırıcı tedbirler” olarak değerlendirilebilecek köklü yasal reformlar ile buna eşlik edecek idari pratik ve düzenlemelere yer verilmektedir.
Yaklaşık otuz yıllık çatışmalı süreci sonlandırma, bir asırlık sorunu çözme ve kalıcı bir barışı tesis etme amacıyla başlatılan “çözüm süreci”nin, karşılıklı güven ilişkisi temelinde gelişebilmesi, sürecin derinleşerek devam edebilmesi ve kalıcı bir barışın inşa edilebilmesi için, aşağıda sıralanmış olan uluslararası hukuk, anayasa ve yasa önerileri ile uygulamaya yönelik önerilerin tedrici olarak hayata geçirilmesi büyük önem arz etmektedir:
6.1. Uluslararası İnsan Hakları Hukukuna Dair Öneriler
6.1.1. Türkiye, bugüne kadar taraf olmaktan kaçındığı aşağıda adı geçen insan haklarına ilişkin uluslararası belgeleri bir an önce imzalamalı ve/veya onaylamalıdır:
a) Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Statüsü,
b) Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıkların Korunmasına Dair Çerçeve Sözleşme, c) Avrupa Konseyi Avrupa Bölgesel ve Azınlık Dilleri Şartı,
d) Yerel Yönetimlerin Faaliyetlerine Katılım Hakkına Dair Avrupa Yerel Yönetimler
Özerklik Şartı Ek Protokolü,
e) Avrupa Konseyi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 12 No’lu Ek Protokol, (onaylanmamış),
f ) Avrupa Konseyi Avrupa Vatandaşlık Sözleşmesi.
6.1.2. Aşağıdaki insan haklarına ilişkin uluslararası belgelere konulan çekinceler bir an önce kaldırılmalıdır:
a) BM Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme (m.27),
b) BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme (m.13), c) BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme (m.17, 29 ve 30),
d) Avrupa Konseyi Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı (m.1, 4/6, 6/1, 7/3, 8/3, 9/4,6, 7, 10/2, 3 ve 11),
e) Avrupa Konseyi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 1 No’lu Ek Protokol (m. 2).
6.2. Anayasal Öneriler
6.2.1. Anayasada herhangi bir etnik, dini ya da ideolojik referansa ve tanımlamaya yer veril- memelidir. Bu çerçevede, Anayasa’nın Başlangıç Kısmı kaldırılmalıdır.
6.2.2. Vatandaşlığa ilişkin düzenlemede iki seçenekten biri tercih edilebilir:
a) Vatandaşlık tanımına hiç yer vermemek,
b) Vatandaşlığı herhangi bir etnik, dini ya da kültürel kimliğe referansla değil, toplum- daki bütün farklılıkları kapsayacak ve kuşatacak bir kavramla tanımlamak.
6.2.3. Kültürel kimlik haklarına ilişkin olarak azami düzeyden asgari düzeye doğru sıralanan
aşağıdaki seçeneklerden biri kabul edilebilir:
a) Kültürel kimliklerin kendilerini ifade, koruma, geliştirme ve yayma hakkını genel bir koruyucu düzenlemeyle güvence altına almak ve buna ilave olarak, kültürel kimlik haklarının önemli bir parçasını teşkil eden “dil haklarını” bütün unsurlarıyla (başta anadilde eğitim hakkı olmak üzere) birlikte düzenlemek,
b) Kültürel kimlik haklarına ilişkin genel koruyucu düzenleme ile dil haklarını güven- ce altına alan hükümden yalnızca birine yer vermek,
c) Kültürel kimlik haklarının kullanımını yasaklayan bir hükme (Anayasa m.42/10’da olduğu gibi) anayasada yer vermemek.
6.2.4. Adem-i merkeziyetçi yönetim tarzına ilişkin aşağıda belirtilen minimal talebin kısa veya orta vadede, maksimal talebin ise uzun vadede gerçekleştirilmesi yoluna gidilebilir:
a) Minimal talep: Mevcut yerel yönetimlerin özerkliğini güçlendirecek, idari vesayeti hukuka uygunluk denetimiyle sınırlayacak, ilerleyen dönem içerisinde daha güçlü bir yerel yönetim reformunun yapılmasını kanuni düzenlemelerle mümkün kılacak ucu açık bir düzenleme yapmak,
b) Maksimal talep: Üniter devlet yapısına bağlı kalarak “bölgesel yönetim” modelini kabul etmek ve bölgesel yönetimleri idari ve siyasi özerklikle donatmak.
6.2.5. Çoğulcu demokratik siyasetin vazgeçilmez unsurları olan siyasi partiler anayasal güvenceye kavuşturulmalı; siyasi partilerin kapatılması müeyyidesi iptal edilmeli; siyasi partilerin kapatılması rejimine yer verilmesi halinde ise, kapatma kararında, AİHM ile Venedik Komisyonunun geliştirdiği kriterler esas alınmalıdır. Öte yandan, ayrılıkçılık dâhil her türlü düşüncenin siyasi parti şeklinde örgütlenebilmesinin önü açık tutulmalı- dır. Ayrıca siyasi partilere, genel seçimlerde aldıkları oy oranında hazine yardımı yapıl- ması esası benimsenmelidir.
6.3. Yasal Değişiklik ve Yeni Yasa Önerileri
1. 2923 sayılı Yabancı Dil Eğitimi ve Öğretimi Kanunu’nun 2. maddesinin (a) bendinin 1. cümlesinde yer alan, “Eğitim ve öğretim kurumlarında, Türk vatandaşlarına Türkçeden başka hiçbir dil, ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez” ifadesi, madde metninden çıkarılmalı; resmi dil olan Türkçenin yanı sıra yerel dillerden biriyle de anadilde eğitim yapılabilmesine (çift dilli eğitime) imkân tanıyan bir dü- zenleme yapılmalıdır.
2. 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nda değişiklik yapılarak, anadili Türkçe ol- mayan çocukların anadillerinde eğitim görecekleri okul öncesi eğitim kurumlarının açılabilmesi mümkün kılınmalıdır.
3. Türkçe dışında farklı yerel dilleri konuşan vatandaşların anadillerinde kamu hizmetlerinden faydalanmalarına imkân sağlayacak bir kanuni düzenleme yapılmalıdır.
4. Türkiye genelinde binlerce köy isminin değiştirilmesine yasal dayanak teşkil eden 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 2. maddesinin (d) bendinin 2. alt bendi kaldırılmalı; bu Kanuna eklenecek geçici bir maddeyle, isimleri değiştirilen yerleşim birimleri ile coğrafi yerlerin eski isimlerinin iadesi sağlanmalıdır.
5. Türkçe dışındaki soyadların alınmasında engelleyici yoruma açık olan 2525 sayı- lı Soyadı Kanunu’nun 3. maddesi ile bu konuda idareyi yetkili kılan 6. maddesi kaldırılmalıdır.
6. 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’na eklenecek geçici bir maddeyle, bir defaya mahsus olmak ve bir yıl içerisinde müracaat edilmesi kaydıyla, vatandaşların, nüfus cüzdanlarında kayıtlı olan ad ve/veya soyadlarını diledikleri bir ad ve/veya soyadıyla değiştirebilecekleri öngörülmelidir.
7. Alfabede yer almayan bazı harflerin kullanımını yasaklayan 1353 sayılı Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun’un 2. ve 4. maddeleri yürürlükten kaldırılmalıdır.
8. Türk tabiiyetindeki şirket ve kurumların her türlü işlem, sözleşme ve yazışmalarını Türkçe yapma zorunluluğunu getiren İktisadi Müesseselerde Mecburi Türkçe Kullanılması Hakkında Kanun’un 1. maddesi değiştirilerek, Türkçenin yanı sıra diğer dillerin de kullanılabileceği ifade edilmelidir.
9. 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun; aday adaylarının Türkçeden başka dil ve yazı kullanmalarını yasaklayan 43. maddesindeki ibare madde metninden çıkarılmalı; Türkiye’de azınlıkların var olduğunu ileri sürmeyi, Türk dili ve kültüründen başka dil ve kültürleri koruyup geliştirme amacını gütmeyi, siyasi iletişim aracı olarak Türkçeden başka bir dil kullanmayı yasaklayan 81. maddesi ile çoğulcu demokratik siyasetin aleyhine kullanılmaya açık olan 78 ve 80. maddesi yürürlükten kaldırılmalıdır. Esas itibariyle, bu Kanun ilga edilip, özgürlükçü ve çoğulcu demokrasinin gereklerine uygun yeni bir siyasi partiler kanunu hazırlanmalıdır.
10. 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu’nun 33. maddesinin 1. fıkrasında yer alan ve temsilde adalet ilkesi ile yarışmacı demokrasi anlayışıyla bağdaşmayan %10’luk seçim barajı kaldırılmalı ya da makul bir düzeye çekilmelidir.
11. Olağanüstü Hal koşullarında hazırlanmış olan 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu yürürlükten kaldırılmalı; kaldırılmaması halinde ise, Kanunun ilk maddesindeki “terör tanımı” değiştirilerek, uluslararası normlara uygun bir terör tanımı geliştirilmelidir. Bu tanım değiştirilmeden TMK’da ve TCK’da yapılacak değişikliklerin çok fazla önem ve anlamı olmayacaktır.
12. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun; 220. maddesinin 6. ve 7. fıkrası ile, 301. ve 318. maddesi yürürlükten kaldırılmalıdır.
13. Nefret söylemiyle mücadele amacıyla, münhasıran nefret suçlarına ilişkin bir kanuni düzenleme gerçekleştirilmelidir. Bu kanun yapılıncaya kadar, nefret suçlarının önlenmesi amacıyla, Türk Ceza Kanunu’nun ilgili maddelerinde düzenlenen suç tiplerine, suçun nitelikli hali olarak “nefret saiki” eklenmelidir.
14. Cezaevlerinde tutuklu veya hükümlü olup ağır bir hastalığa yakalananlara ilişkin olarak, sübjektif değerlendirmelere ve tutuklu ve hükümlülerin aleyhlerine kullanılmaya açık olan 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 16. maddesinin 2. fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “kesin” sözcüğü ile aynı maddenin 6. fıkrasında yer alan “ve toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmayacağı değerlendirilen” ibaresi madde metninden çıkarılmalıdır. Öte yan- dan, aynı Kanunun 107. maddesinin 4. fıkrası, infaz eşitsizliği yarattığından dolayı kaldırılmalıdır.
15. 2009 “açılım süreci”nde hazırlatılan ve dört yıldan beri Başbakanlıkta bekletilen “Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Kurulu Kanun Tasarısı Taslağı”, gözden geçirilip yenilenerek kanunlaştırılmalıdır.
16. Geçici köy koruculuğu sisteminin kanuni dayanağını oluşturan 442 sayılı Köy Kanunu’nun 74. maddesinin 2. fıkrası, gerekli tedbirler alınarak, kaldırılmalıdır.
17. Son otuz yıllık çatışmalı süreç içerisinde bölgedeki bütün silahlı unsurlar tarafından işlenmiş ağır insan hakları ihlallerini, faili meçhul cinayetleri, kayıpları ve toplu mezarları araştırmak amacıyla özel yetkilerle donatılmış bir “Hakikat ve Adalet Komisyonu” oluşturulmalıdır. Komisyonun görev ve yetkileri ile çalışma esasları, çıkarılacak bir kanunla düzenlenmelidir.
18. Çözüm sürecinin son aşamasında, PKK tarafından, silahlı mücadeleye son verileceğinin açıklanması ve silahların terk edilmesinden sonra, PKK militanlarının ve cezaevlerindeki siyasi mahkûmların evlerine dönüp sosyal ve siyasal hayata katılabilmelerini ve rehabilite edilebilmelerini mümkün kılacak bir kanuni düzenleme gerçekleştirilmelidir.
6.4. Uygulamaya Yönelik Öneriler
1. Barış ve çözüm sürecinin başlamasıyla birlikte tarafların kullandığı dilde görülen yumuşama daha da geliştirilmeli; kalıcı barışın yolunun karşılıklı güven ilişkisinin tesisinden geçtiği gerçeğinden hareketle, barış dilinin kullanılmasına ilişkin olarak taraflar azami hassasiyet göstermelidir.
2. Barış sürecinde yazılı medyanın nispeten sorumlu bir dil kullandığı görülse de,
özellikle görsel medyada yer alan bazı dizilerde (Sakarya Fırat, Şefkat Tepe, Tek Tür- kiye ve Kurtlar Vadisi) farklı etnik ve dini kimliklerin aşağılandığı, nefret söylemi- nin, ayrımcı ve çatışmayı körükleyici bir dilin kullanıldığı görülmektedir. Bu tür yayınların gözden geçirilmesinin ve bu konuda dikkatli ve hassas davranılmasının, çözüm sürecinin selameti açısından büyük önem taşıdığı bilinmelidir.
3. Uludere/Roboski’de 34 yurttaşımızın katledildiği olaya ilişkin olarak, devletin gereken önem ve hassasiyeti göstermediğine ve olayı geçiştirmeye çalıştığına dair bölgede yaygın ve güçlü bir kanaat hâkimdir. Bu kanaat dikkate alınarak; mümkünse Başbakan ve devlet erkânı tarafından mağdur aileler ziyaret edilmeli, gönülleri alınmaya çalışılmalı, yakınlarından özür dilenmeli ve sorumluların tespit edilerek yargılanmaları sağlanmalıdır. Ayrıca, köylülerin yas halinin giderilmesi için sosyal, ekonomik ve psikolojik rehabilitasyon uygulanmalı ve Roboskili ailelere idare mahkemesi tarafından sınır ihlali yaptıkları gerekçesiyle verilen idari para cezaları kaldırılmalıdır.
4. Eğitim müfredatı ve ders kitapları barış sürecinin ruhuna uygun olarak yeniden hazırlanmalı; Anadolu’da yaşayan halkları ve kültürleri görmezden gelen, onları görünmez kılan ve hatta onları düşmanlaştıran ve ötekileştiren anlayıştan temizlenmeli ve bugüne kadar yok sayılan farklılıkların Türkiye toplumunun ve kimliğinin ana bileşenleri olduğu gerçeğine ders kitaplarında yer verilmelidir. Müfredat, insanı esas alan, özgürlükçü ve çoğulcu bir perspektifle hazırlanmalıdır.
5. İlkokullarda her gün öğrencilerin topluca “Öğrenci Andı” okumasını öngören Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Kurumları Yönetmeliği’nin 12. maddesi kaldırılmalıdır. Pedagojik açıdan sakıncalı olan ve çocuklarda travmalara yol açan bu uygula- maya son verilmelidir.
6. Önümüzdeki dönem içerisinde anadilde eğitim hakkının tanınmasıyla birlikte or- taya çıkacak öğretmen açığı dikkate alınarak, üniversitelerde Kürtçe lisans ve lisan- süstü eğitim veren bölümlerin açılması teşvik edilmeli ve var olanlar desteklenip güçlendirilmelidir. Bu bağlamda, Kürtçe öğretmenliği tezsiz yüksek lisans programı mezunu olan Kürtçe öğretmen adaylarının, öğretmen olarak atanmaları için gereken adımlar atılmalıdır.
7. Bölgeye sefer düzenleyen uçaklarda Türkçe ve İngilizce anonsun yanı sıra, Kürtçe anonsun yapılması, bölge insanının güveninin kazanılması ve somut bir ihtiyacın giderilmesi doğrultusunda bir insani adım olarak atılmalıdır.
8. Bölgedeki dağlara, tepelere ve şehir merkezlerine yazılmış olan “Ne Mutlu Türküm Diyene!” ve benzeri milliyetçi sloganlar bir an önce silinmelidir.
9. Bölgedeki kamu kurum ve kuruluşlarına yapılan atamalarda, bölgede konuşulan yerel dilleri bilen, nitelikli, tecrübeli, istekli ve bölge insanına karşı önyargısız kişiler tercih edilmelidir. Ayrıca bölgede görev yapacak olan üst düzey kamu görevlilerinin atanmasında azami özen gösterilmeli; bölgede görev yapan kimi mülki amirler ile emniyet görevlileri, barış süreciyle bağdaşmayan tutum ve davranışlarından dolayı uyarılmalı; süreçle doğrudan ilintili kamu görevlileri ile yargı mensuplarının barış sürecine adaptasyonu için hizmet içi eğitim çalışmaları yürütülmelidir.
10. Barış sürecine ve genel olarak bölge sorunlarına karşı kayıtsız kalan ve toplumdan izole bir biçimde yönetilen birçok bölge üniversitesi, barış süreciyle bağdaşmayan bu tür tutum ve davranışlarını gözden geçirmeli; süreci destekleyici nitelikte faaliyet ve çalışmalarda bulunmalıdırlar. Ayrıca bölgedeki üniversitelerde öğrenim gören gençlerin önemli bir kısmının Türkiye’nin batısıyla tanışma ve temas etme imkânına sahip olmadığı gerçekliği dikkate alınarak, bölgedeki üniversiteler, öğrenci değişim programını teşvik edici uygulamalara ağırlık vermelidirler.
11. Köylerinden zorla göç ettirilen vatandaşlardan köylerine dönmek isteyenler için kapsamlı ve uygulanabilir bir “köye dönüş projesi” hazırlanıp hayata geçirilmelidir.
12. Birleşmiş Milletler’e bağlı Mahmur Kampı ile diğer kamplarda yaşayan yaklaşık on beş bin kişiyle, yurt dışında mülteci sıfatıyla bulunan vatandaşlarımızın yurda dönmelerini sağlamak amacıyla gerekli girişimlerde bulunulmalıdır. Konuyla ilgili olarak sınır kapılarında yaşanacak sorunların önüne geçmek amacıyla, bu kişilerin önce bulundukları ülkedeki konsolosluklara başvurup, ülkeye dönmelerinde her- hangi bir engelin olup olmadığının tespit edilmesi ve ardından yurda girişlerinin sağlanması yoluna gidilmelidir.
13. Koruculuk sistemi, korucuları mağdur etmeyecek tedbirler alınmak suretiyle bütünüyle tasfiye edilmeli; korucuların ellerindeki silahlar geri alınmalı, yaşadıkları travmalar dikkate alınarak rehabilitasyonları sağlanmalı ve emeklilik yaşını doldurmamış olanlara alternatif istihdam imkânları yaratılmalıdır. Son aylarda, bölgedeki bazı valiliklerce boşalan korucu kadrolarına yeni atamalar yapılması, barış süreci açısından tedirginlik yarattığından, boş kadrolara yapılan atamalar durdurulmalıdır.
14. Bölgede gerek güvenlik güçleri ve gerekse PKK tarafından döşenmiş olan mayınlar ve çatışma/silah atıkları nedeniyle her yıl çok sayıda çocuk, asker ve sivilin yaşamını kaybettiği ve yaralandığı bilinmektedir. Köye dönüşler ile otlak ve meraların kullanımının önünde de birer engel oluşturan bölgedeki mayınlar ve silah atıklarının temizlenmesine bir an önce başlanmalıdır. Bu çerçevede bir “Mayın Eylem Merkezi” oluşturulması yararlı olacaktır. Mayın mağdurları özel engelli grubu olarak değerlendirilmeli; mağdurlara, istihdam, eğitim, konut ve sağlık gibi alanlarda öncelik ve ayrıcalık tanınmalıdır. Bunların yanı sıra, Hükümet, Ottowa Sözleşmesi çerçevesindeki yükümlülüklerini yerine getirmelidir.
15. 1980 askeri darbesi sonrasında tutuklulara yönelik insanlık dışı muamelenin ve zulmün simgesi haline gelmiş olan Diyarbakır Cezaevi, bir insan hakları müzesine dönüştürülmelidir.
16. Cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülere yönelik hak ihlallerinin ortadan kaldırılması için çaba harcanmalı; özellikle çocuk cezaevlerindeki taciz, tecavüz, işkence ve kötü muamele iddiaları ciddi bir şekilde soruşturulmalı ve suçlular hakkında gerekli işlemler hızla başlatılıp sonuçlandırılmalıdır.
17. Cezaevlerindeki ağır hasta tutuklu veya hükümlülerin gelecekleri açısından önemli bir kurum olan Adli Tıp Kurumu’nun bugüne kadar izlediği engelleyici, geciktirici ve menfi tutumun iyileştirilmesi için gereken çaba harcanmalıdır
18. Son yıllarda hız verilen “karakol” ve “HES” yapımı bölgede kaygıyla karşılanmaktadır. Yeni karakol ve HES yapımına son verilmelidir. Özellikle Hasankeyf ’in dünya tarih mirasına eklenmesi halinde baraj gelirini aşan ekonomik gelir elde edileceği dikkate alınarak, en azından su tutma kodu düşürülmek suretiyle Hasankeyf ve Dicle nehrindeki tarihi ve doğal zenginliklerin kurtarılması düşünülmelidir.
19. Bölgenin ekonomik geri kalmışlık düzeyine paralel olarak, bölgeye yönelik sosyal ve ekonomik yönden pozitif ayrımcı politikalar izlenmelidir.
20. Çatışmalı süreç içerisinde yakınlarını kaybeden, evleri yakılan, evinden ve köyünden koparılarak zorla göç ettirilen, gözaltında taciz ve tecavüze uğrayan, her türlü şiddet ve insanlık dışı muameleye maruz bırakılan kadınlar, bu sürecin en büyük mağdurlarıdırlar. Kadınların yaşadıkları büyük mağduriyet ve travmalar dikkate alınarak, onlara yönelik rehabilite edici özel politikalar geliştirilmelidir. Kadınların eğitim ve istihdamının sağlanması, sosyal ve ekonomik hayata katılımlarının genişletilmesi, namus cinayetleri, zorla ve çocuk yaşta evlilikler ile aile içi şiddetin engellenmesi amacıyla çok geniş kapsamlı, uygulanabilir ve sürdürülebilir projeler hayata geçirilmelidir.
21. Çatışmalı sürecin olağanüstü hal şartlarında doğup büyüyen, hayatlarını yoksulluk ve yoksunluk içerisinde geçiren, hayatın her alanında şiddete maruz kalan ve şiddete tanıklık eden çocuk ve gençlerin önemli bir kısmının hırsızlık, gasp, uyuşturucu ve fuhuş bataklığına sürüklendiği ifade edilmektedir. Hükümet, çatışmalı ortamın mağduru olan çocuk ve gençlerin eğitimi ve rehabilitasyonu ile topluma kazandırılmaları amacıyla özel politikalar geliştirmeli, acil tedbirler almalı ve somut adımlar atmalıdır.
22. Barış süreci, sadece Kürt meselesinin değil, bugüne kadar dışlanmış ve ötekileştirilmiş bütün kesimlerin yaşadıkları kimlik sorunlarının çözümünü hedefleyen bir anlayışla sürdürülmelidir. Bu çerçevede, Alevi sorununun çözümü büyük önem taşımaktadır. Alevilerin yaşadıkları sorunların çözümü amacıyla geçmiş yıllarda gerçekleştirilmiş olan çalıştaylar dizisi, devletin ilk kez Alevi kimliğini ve bu kimliğe mensup olanları muhatap alıp tanıması bakımından olumlu bir gelişme olmuş- tur. Buna ilave olarak, Alevi inanç ve kültürünün -eksik de olsa- ders kitaplarına girmesi, Alevi klasiklerinin Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayınlanması ve Başbakanın “Dersim Katliamı”ndan dolayı özür dilemesi gibi olumlu gelişmelere rağmen, Alevi sorunu hâlâ varlığını devam ettirmektedir. Alevi kimliği alanında normalleşmenin sağlanabilmesi için, Alevilerin inanç ve örgütlenme özgürlüğü güvence altına alınmalı; cemevlerine statü tanınmalı, AİHM’nin zorunlu din kültürü ve ahlak dersleri ile nüfus cüzdanlarındaki din hanesi hakkında verdiği kararlar uygulanmalı, Madımak Oteli müze haline getirilmeli, üçüncü köprü için öngörülen isim gözden geçirilmeli ve özellikle de Alevilerin kamu bürokrasisinde karşı karşıya kaldıkları ayrımcı muameleyle mücadele edilmelidir.
23. Bölgedeki Süryanilere, anadilde eğitim hakkı başta olmak üzere, bütün kültürel kimlik hakları tanınmalı, uzun bir süredir yurt dışında yaşayan ve vatandaşlıktan çıkarılan Süryanilerin vatandaşlığa alınmaları için gereken kolaylıklar gösterilmeli ve yurt dışındaki Süryanilerin kendi topraklarına dönebilmeleri için gerekli koşullar yaratılmalıdır.
24. Bölgenin otokton halklarından olan Ezidilere yönelik kullanılan ayrımcı ve nefret dilinin terk edilmesi, Ezidilere ait işgal edilmiş arazilerin mülk sahiplerine iade edilmesi ve yurt dışındaki Ezidilerin kendi topraklarına dönebilmeleri için gereken çaba harcanmalıdır.
25. Bölgenin birçok ilinde yoğun bir nüfus barındıran Araplara yönelik olarak özellikle tarih ders kitaplarında yer alan ayrımcı ve tahkir edici ifade ve değerlendirmeler kaldırılmalı; Arapların kendi anadillerinde eğitim görebilmeleri başta olmak üzere, bütün kültürel kimlik hakları hukuki güvence altına alınmalıdır.
26. Bölgenin bir gerçekliği olan Hizbullah/Mustazaflar hareketinin, kendisini şiddetten arındırıp sivil topluma ve demokratik siyasete entegre olma çabalarının desteklenmesi ve teşvik edilmesi gerekirken, legal sivil toplum faaliyetlerinin dahi terör eylemi olarak değerlendirilip kimi üyelerinin terör örgütü üyeliği suçlamasıyla mahkum edilmesi ve derneklerinin kapatılması, söz konusu yapıyı kriminalize etmekten ve gerilimlere yol açmaktan başka hiçbir sonuç doğurmamaktadır. Çözüm süreci bakımından bir risk potansiyeli taşıyan bu olumsuz gelişmeler yetkililerce dikkate alınmalı ve gereken hassasiyet gösterilmelidir.
7. Sonuç
Çözüm süreciyle sonuçlandırılması hedeflenen Kürt sorunu, Kürt kimliğinin ret ve inkârının, Kürtlerin dışlayıcı ve ötekileştirici bir siyasi/üst kimlik ekseninde asimile edilmeye çalışılmasının ve Kürtlere yönelik baskıcı politikalar izlenmesinin yarattığı bir sorundur. Yaklaşık bir asırlık tarihi derinliği olan bu sorun, çok uzun bir dönem görmezlikten gelindi ve yönetilebilir bir sorun olarak görülüp çözümü sürekli ertelendi. Ne var ki, çözümün ertelenmesi, sorunun boyutlarını ve alanını genişletti, aktörlerin sayısını arttırdı ve yarattığı maliyeti yükseltti.
Giderek yönetilebilir bir sorun olmaktan uzaklaşan ve karmaşık bir hal alan bu sorunun çözü- mü doğrultusunda girişilen çözüm çabaları bir şekilde sonuçsuz kaldı. Bugün Türkiye, önceki girişimlerle karşılaştırılamayacak kadar ciddi ve büyük beklentiler doğuran bir çözüm sürecini yaşamaktadır. Bir diğer ifadeyle, Türkiye, temel bir sorunuyla yüzleşme cesaretini göstermekte; demokrasinin ve özgürlüklerin alanını genişleterek bu sorununu çözmeye çalışmaktadı
Kürt meselesinin getirdiği büyük maliyeti çok iyi bilen Türkiye toplumu, bu sorunun çözülmesinin Türkiye’de toplumsal barışın güçlenmesine, demokrasinin kökleşmesine, insan hakları standartlarının yükselmesine ve ülkenin ekonomik performansının kayda değer ölçüde büyümesine katkı sağlayacağının da farkındadır. Bu yüzden de çözüm sürecine büyük destek vermekte ve geleceğe daha fazla umutla bakmaktadır.
Yaşanmışlıklardan kaynaklanan nedenlerle çözüm sürecine en fazla destek veren Güneydoğu’da, sürece yönelik umut ve beklenti düzeyi çok yüksektir. Bununla birlikte, bölge insanı, tarihi tecrübelerin yarattığı devlete yönelik derin güvensizlik hissi nedeniyle, çözüm sürecine dair kaygılar da taşımaktadır. Kaygıların ana eksenini ise, sürecin kesintiye uğraması oluşturmaktadır. Çözüm sürecinin ilk günlerinde çok daha fazla olan bu endişelerin, sürecin bugüne kadar başarılı ilerlemesiyle önemli ölçüde azaldığını ve dikkatlerin artık Hükümetin demokratikleşme doğrultusunda gerçekleştireceği kapsamlı reformlar üzerinde toplandığını belirtmek gerekmektedir. Bu nedenle, Hükümetin, çözüme dair kararlılığını bir kez daha vurgulayarak, sembolik değeri olan adımları bir an önce atması ve yapacağı düzenlemeleri açıklaması, hem sürecin zarar görmemesi hem de Hükümetin sürece ne ölçüde sahip çıktığı konusunda var olan kuşkuları bertaraf etmek açısından büyük önem taşımaktadır. Böylece, bir yandan çözüme dair umutlar diri tutulacak, bir yandan da bütün bir toplumun sürece hazırlanması, hatta katılımı sağlanmış olacaktır.
Kürt meselesinde ‘sorun,’ devletin Kürtlere yönelik izlediği ret, inkâr ve asimilasyon politikaları olmakla birlikte, ‘çözüm’, sadece bu politikaların terk edilmesiyle sağlanacak gibi gözükmemektedir. Kürtler açısından kalıcı bir çözüm için, siyasi ve hukuki sistemin, özgürlük ve eşitlik temelinde adeta yeniden dizayn edilmesi şarttır. Bunun da ciddi bir toplumsal uzlaşıyı gerektirdiği açıktır. Ne var ki, son günlerde Gezi Parkı vesilesiyle yaşanan olaylar ya da Alevilerin hak ve özgürlük talepleri üzerinden toplumda yeni bir laik-dindar kırılması yaratılmak istenmektedir. Çözüm sürecinin, bütün toplumu kuşatan kalıcı bir barışla sonuçlanmasını riske sokacak bu tür toplumsal çatışmalara izin vermemek ve farklı kesimlerin taleplerini gözeterek süreci yürütmek gerekmektedir.
Güneydoğu Akilleri raporunu hazırladı
Akil İnsanlar Komisyonu Güneydoğu Heyeti, iki aylık çalışmasının sonucu olan “Akil İnsanlar Heyeti Güneydoğu Raporu”nu yayımladı. Raporun tamamı ilk kez Yeni Türkiye’de.
12 Yıl Önce Güncellendi
2013-06-26 20:41:43
SON VİDEO HABER
Haber Ara