Turan Kışlakçı: Bu bahar özgürlük getirecek
Turan Kışlakçı, Arap Baharı’nın başlama nedenlerini ve gelişme sürecini değerlendirerek Arap Baharı’nın etkisinin devam edeceğini ve bu eylemlerin beraberinde yeni bir siyasi yapıyı getirerek dünyadaki güç dengesini değiştireceğini söyledi.
12 Yıl Önce Güncellendi
2013-06-26 14:17:05
Anadolu Ajansı (AA) Arapça Bölümü Müdürü Turan Kışlakçı, Arap Baharı’nın altında yatan dinamikleri, Orta Doğu’daki direniş kültürünü, bölgedeki demokratikleşme sürecini, dış mihrakların sürece etkisini, yabancı basının haberlerine sinen oryantalist bakış açısını ve Suriye’nin şu anki durumunu değerlendirdi. Arap dünyasının bizde bir bütün olarak görüldüğünü ancak Arap Baharı çerçevesinde yer alan ülkeleri ayrı ayrı ele almak gerektiğini dile getirdi. Türkiye’deki Gezi Parkı olaylarına da değinen Kışlakçı, bu eylemlerin Arap Baharı’na benzetilmesinin doğru bir kıyaslama olmadığını; Arap Baharı’nda hedefin özgürlük, burada ise Erdoğan olduğunu söyledi.
Arap Baharı’nın altında yatan dinamikler nelerdi?
“Araplar, Arap Baharı’na ilkbahar anlamında “Rabiel Arabi” diyor. Batılılar da “Arap Spring” diyorlar. Yeniden dirilişi, uyanışı kastediyor. Yeni bir dünya, yeni bir umut, yeni bir gelecek. Türkiye’de herkes şöyle söylüyor: ‘Bir anda oldu!’ Hakikaten bir anda mı oldu bu? Ortadoğu’yu bilen biri bunun bir anda olmadığını, koca bir arka planı olduğunu çok iyi bilir. Araplar isyanlarıyla meşhurdur. Bizde Araplar itaatkar, isyan etmeyen, baskıya boyun eğen insanlar zannedilir. Araplar Osmanlı sonrası aslında hep isyan ettiler. 1945’lere yani bağımsızlık elde ettikleri zamana kadar sürdü bu. 1945’ten 60’lara kadar da Arapların sömürge yönetimlere karşı ayaklanmaları oldu. 2. Dünya Savaşı sonrası askeri darbeler dönemi başladı. Batılılar baktılar halk kendilerini kabul etmiyor, ne yaptılar? Yerlerine birilerini bırakarak gittiler. Batılıların yetiştirdiği bir ekip vardı. Özellikle ordu içinden gelen eğitilmiş insanları darbeyle iktidara taşıdılar. Bu, 60’lardan 70’lerden sonra tek bir kişinin iktidarına dönüştü. Örneğin; Irak’ta Saddam, Suriye’de Hafız Esed, Libya’da Kaddafi, Mısır’da Abdül Nasır, ardından Enver Sedat ve Mübarek, Tunus’ta Habib Burgiba ve Bin Ali… Böyle bir diktatörler dönemi. Batı diktatörler dönemini 2. Dünya Savaşı’ndan önce yaşadı. Mussoloni, Hitler, Franco… 2. Dünya Savaşı’yla birlikte diktatörlükler bitti onlarda. Bu bölgede ise Arap Baharı’yla birlikte bitmeye başladı.”
Peki bu diktatörler iktidarı ele geçirdikten sonra neler yaşandı bu ülkelerde?
“Hiçbir zaman düzgün bir seçim yapılmadı. Bu diktatörler 40-45 yıl iktidarda kalabildi. Bazı ülkelerde, sembolik olarak yapılan seçimler vardı. Hiçbir zaman yüzde 95’in altına düşmedi bu diktatörlerin oyları. Parlamentoda kendi adamları vardı. Hiçbir zaman muhalif partilere söz hakkı vermediler. 1980’lere kadar Arap dünyasında muhalefeti genellikle solcular oluştururdu. O dönemde solcuların birçoğu katledildi, öldürüldü. 80’lerden sonra sol gerilemeye başlayınca, bu diktatörlerin bu sefer İslamcı cemaatlere yönelik baskısı oldu. Örneğin, 82’de Hama Katliamı’nda 40 bin kişi öldü. Mübarek ve Bin Ali de on binlerce kişiyi öldürdüler. Bu diktatörler, 45 yıl içinde 500 bin insanı katlettiler. Bu 500 binin birçoğu üniversite hocası, üniversite öğrencisi ve entelektüeller idi. Bu diktatörler, aslında kendi beyin tabakalarını yok ettiler. Bu coğrafyada ister demokrat ister liberal ister solcu ister İslamcı olsun bu rejimlerin zarar vermediği hiçbir aile yoktur.”
BAŞLANGIÇTA KİMSE ESED GİTSİN İSTEMİYORDU
“Bu diktatörler, halkçılığa, sosyalizme dayanarak iktidara geldiler fakat daha sonra bir aile iktidarına çevirdiler. Örneğin Kaddafi ve oğlu halka iyi davranıyor, halkı gözetiyorlardı ama petrol paralarının hepsini kendileri için harcadılar. Halkın zenginleşmesine müsaade edilmezdi fakat belli bir ölçüde tutuyorlardı halkı, muhalif çıkmasın diye. Örneğin Libya’da Kaddafi’nin partisinden olmayan, Kaddafi’nin Yeşil Kitap’ını benimsemeyen birisi devlet dairesinde işe alınmazdı. O kitabı eleştirenler idam edilirdi. Suriye’de Tedmur Zindanları’nda kayıp 60 bin kişi var hala. Bunlar yaşıyor mu ölü mü? Kimsenin haberi yok. Suriye’de bu olaylar başladığında millet şunu istiyordu Esed’den: ‘İktidarda istersen ömür boyu kal, önemli değil. Senden iki şey istiyoruz. Birincisi, muhalif gruplara üye olanların idam edileceğine dair anayasadaki maddeyi kaldır. İkincisi de, cezaevinde olanlar öldüyse öldü de, yaşayanları da salıver.’ Ama Esed bunu kabul etmedi ve savaşmayı yeğledi. Aslında kimse Esed gitsin istemiyordu.”
Biz bunu totalde Arap Baharı olarak görüyoruz. Ama bu halk hareketlerinin gerçekleştiği ülkeler arasında bir klasifikasyon yapmak mümkün mü? Bu eylemlerin dinamikleri her ülkede aynı şekilde mi seyrediyor?
“Bu ülkeler, muhaberat rejimleri idi, tamamen istihbaratla yönetiliyordu. İstihbaratın en güçlü olduğu yerlerden birincisi Suriye. İkincisi Yemen, üçüncüsü de Libya’ydı. Diğerleri ise polis, asker rejimleri idi. Onun için çabuk çöktüler ama istihbarat rejimleri direndi. Bundan dolayı işler uzadı. Mübarek de Bin Ali de halkını öldürmüş olsaydı, Beşşar Esed gibi onlar da 1-2 yıl daha iktidarda kalabilirdi. Ama onlar baktılar ki halk tepkili; ya ölümü göze alacaklardı ya da iktidarı bırakacaklardı. Onlar iktidarı bırakmayı yeğlediler. Fakat Kaddafi savaşmayı yeğledi ve kaybetti.”
TUNUS EN ZAYIF HALKAYDI
“Bu ülkeler yönetim şekli olarak birbirinden çok farklı. Bazıları krallıklarla, bazıları emirliklerle, bazıları cumhuriyetle (Onlar kendilerine cumhuriyet diyor ama aslında hiç alakası yok) yönetiliyor. Örneğin, Mısır’ın yapısıyla Tunus’unki birbirinden çok farklı. Kaddafi, farklı bir yönetim tarzı oluşturdu ‘Cemahiriye’ diye. Irak, Suriye ve Mısır’daki Baas yönetimi idi. Bunların farklı bir yapısı vardı, biraz kapitalizmden biraz sosyalizmden biraz Arap tarzından karıştırıp farklı bir siyasi yapı oluşturmaya çalıştılar. Biraz daha demokratik yapısı olan, biraz daha özgürlük tanıyan hafif rejimlerde bu eylemler daha hızlı gelişti. İstihbaratın güçlü olduğu yerlerde ise adım adım gitti. Bu nedenle bu savaş bugüne kadar büyüyerek geldi.
“Bundan dolayı Arap Baharı başladığında, en zayıf noktadan başladı. Tunus, en zayıf halkaydı. Hem nüfus olarak az, hem de asker ve istihbarattan çok polis yönetimiydi. Parlamenter sistem vardı. Parlamenter sistemde, Bin Ali hep kendi ailesini öne çıkarıyordu. Fakat parlamentoda kendi ailesinden olmayan insanlar da vardı. Bin Ali yaralandığı anda, bunlar da tekmeyi indirdiler. Zaten sevmiyorlardı. Bin Ali gittikten sonra iktidara el koymaya çalıştılar fakat halk onlara da izin vermedi. Bu ardından Mısır’a sıçradı. Mübarek muhalif kanadı hep dışladı ama son on yıldır belli gruplara izin veriyordu. Örneğin İhvan’ın parlamentoda 80’e yakın milletvekili vardı. Diğer sosyalist grupların 50’ye yakın milletvekili vardı. Özellikle Irak işgali ve Filistin İntifada’sı sonrası Arap liderleri korkmaya başladı. ‘Batı Saddam’ı idam etti, sıra bize de gelebilir’ diyerek ipin ucunu hafiflettiler. 90’larda doğanlar, 2000’lerde farklı bir dünyayla karşılaştı. Babalarının yaşadığından farklı bir çağla yüz yüzeydiler. 2000 yılının başına kadar Arap dünyasında gösteriler olmazdı. Gösteriler olduğu anda idam vardı. 2005’te Mısır’daki üniversitelerde 1 yılda olan gösteri sayısı 500’ü buldu. 2008’de 700’e yakın gösteri oldu. Aynı yıl, hem Tunus’ta hem Mısır’da işçi gösterileri oldu. Bin Ali ve Mübarek tam düşmek üzereyken ikisi de söz verdi ‘Demokratik bir rejime geçeceğiz. Bir yıl mühlet verin’ diyerek. Ama o bir yılda da sözlerini tutmadılar. 2010 yılında o çocuğun kendisini yakmasıyla birlikte Arap Baharı başladı ve böylece etrafa sıçradı. Uzun bir süreç ama etkisi devam edecek, daha krallıkları etkileyecek.”
DEMOKRASİNİN MERKEZİ ASLINDA ORTA DOĞU
Orta Doğu’da yükselen halk direnişi kültürünün köklü bir reforma yol açacağını düşünüyor musunuz?
“Evet düşünüyorum. Neden? Çünkü bu coğrafyanın yüzde 60’ı genç. Gençlik potansiyeli ile dünyaya meydan okuyan bir coğrafya burası. Bu gençlerin ekseriyeti artık üniversite mezunu. Dünyayı biliyor, iletişim tekniği çok geniş. ‘Diğer ülkelerde böyle, benim ülkemde neden böyle değil?’ diyerek kıyaslayıp meydan okuyabiliyor. Bu gençlik farklı bir yapıyı getirecek beraberinde. Çünkü daha önceki diktatör ve sömürgeci rejimler Osmanlı sonrası şöyle bir yöntem izlediler. Bütün etnik yapıları, bütün mezhepleri, bütün dinleri karşı karşıya getirdiler. Örneğin Mısır’da Kıptilerle Müslümanları karşı karşıya getirdiler, Türkiye’deki Alevi-Sünni meselesi gibi. Bunlar aslında Soğuk Savaş döneminden kalma taktikler. Devletler ayakta kalmak için iki tarafın birbiriyle kavgasını istiyor. Ama bundan sonraki süreçte yeni nesil bunu istemiyor. Din, mezhep çatışması, laik, solcu, İslamcı kavgası istemiyor. ‘Kavgadan yana değiliz, ben Kıpti’mle beraber yaşarım’ diyor.”
Bu coğrafya demokrasiye hazır mı?
“Aslında demokrasinin ana merkezi bu coğrafya. Tek tipli sistem tamamen Batı’dan geldi. Bu coğrafyada insanların köklerine indiğinizde, aslında birlikte yaşama kültürü var. Fakat bu kültür tahrip edildi, yok edildi. Baba kardeş bile birbirine düşman edildi. Fakat şimdi onu istemiyor insanlar. Aynı aileden solcusu var, liberali var, demokratı var, laiki var, İslamcısı var. ‘Niye birlikte yaşayamayalım ki?’ diyorlar. Farklı bir kültür geliyor. Birileri bunu küreselleşme olarak yorumluyor. Evet, küreselleşmenin de bunda etkisi var, inkar edilemez. Ama bu, farklı bir siyasi yapıyı getirecek. Nasıl ki Batı’da Fransız Devrimi sonrası farklı bir Batı ortaya çıktıysa, Arap coğrafyasında da Arap Baharı sonrası farklı bir yapı ortaya çıkacak. Bu coğrafyanın yeniden ayağa kalkabilecek, toparlanabilecek bir yapısı var çünkü parası var ama hep sömürülüyordu. Artık Araplar kendi sosyolojisini, kendi felsefesini, kendi siyasetini oluşturuyor. Artık bunu okuyabilecek yeni bir nesil ortaya çıkıyor. Batı’nın da istifade edebileceği alanlar çıkacak buradan. Zaten Batı’nın korkusu da bu. Bunun etkisi Batı’ya olur mu? Arap dünyasında yeni nesil akademisyenler bu coğrafyadaki yeni siyaseti tanımlamaya çalışıyorlar. Yeni bir siyaset olacak ve bu dünya siyasetini etkileyecek eğer engellenmez ise.”
BATI BU GİDİŞLE YA KENDİSİNİ YOK EDECEK YA DA DÜNYAYI…
Sizce dünyadaki güç dengesini değiştirecek bir gelişme olur mu?
“Elbette ki. Bu coğrafya dirildiğinde, kendine geldiğinde hem ekonomik hem kültürel bir tehdit olarak çıkacak Batı’nın karşısına. Bu coğrafyanın bütünü etkileme yapısı var. Doğalgazı, petrolü, tarihi, kültürü var. Bu coğrafya kendi filozoflarını, kendi düşünürlerini çıkardığında farklı bir dünya çıkacak ortaya. Çünkü artık Batı’nın dünyaya verebileceği bir felsefesi, bir siyaseti kalmadı. Demokrasiyi kendisi eleştiriyor aslında. Şu an Batı’nın ulaştığı nokta, nihilizm. Ötesi yok Batı için. Hiçliğin sonu şudur: ya intihar edersiniz, ya da aşırı güvenlik ortamı oluşturursunuz. Batı her şeyden korkmaya başladı. Bunun çözümünü de silahlanmakta buluyor. Bakın etrafınıza, El-Kaide diyebileceğiniz insan sayısı parmakla sayılabilecek kadar az. Bunları bile terörize eden bir Batı var. Batı bunları hayalet haline getirdi. Ve bunun üzerine güvenlik duvarı kurmaya başladı. Bu korkuyla silahlanmaya girişti. Ve bu silahlanma kendisini vurmaya başladı. Batı bu gidişle ya kendisini yok edecek ya da dünyayı. Bunun karşısında, dünyada barışı önceleyecek bir medeniyetin ortaya çıkması gerekiyor. Daha güçlü demokratik yapının oluşması için, bunu gür bir sedayla dünyaya duyuracak bir yapının ortaya çıkması gerekiyor. Rusya’da, Çin’de bu kültür yok. Orta Doğu’da var, onlar da bunu çok iyi biliyorlar.”
Sosyal medya üzerinden gerçekleştiği söylenen Arap Baharı sizce spontane gelişmiş bir hareket midir? Dijital aktivizm, demokratik ilerleme için gerçek bir çıkış noktası olabilir mi?
“Spontane gelişti diyemeyiz. Zaten bunun zemini mevcuttu. Halk patlamaya hazırdı. Batı da bunu biliyordu. Hatta 2008’de ben de yazdım Orta Doğu ve Büyük Değişim diye. ‘Orta Doğu ya değişecek ya da büyük bir kaos dönemine girecek’ demiştim. O dönemde Batı’da çıkan pek çok kitap da aynı şeyi söylüyordu. Burada bir değişim bekleniyordu. Peki sosyal medyanın buradaki rolü ne oldu? 1970’lerde, 1982’de bu coğrafyada çok büyük katliamlar oldu. 500 bin insan öldürüldü fakat bunlarla ilgili elimizde doğru düzgün belge yok. Ama bugün Suriye’de olanların fotoğraflarını videolarını Youtube, Twitter, Facebook üzerinden anında görebiliyorsunuz. Televizyonlar, gazeteler bunu yayınlamasa bile, insanlar başka bir medya üzerinden yayınlayabiliyorlar. Bunun çok büyük etkisi oldu. Altüst etti bütün dengeleri. Bu coğrafyanın gençleri için büyük bir umut oldu. Bugün Suriye’de olan her olayın görüntüsü düşüyor internete. Sosyal medyanın bu anlamda faydası oldu.”
BATI AYAKLANMALARI KENDİ LEHİNE ÇEVİRMEYE ÇALIŞIYOR
Bu eylemlerin ABD destekli olduğu yönünde iddialar var. Kendi çıkarları için o bölgeyi kullanmak adına bu direnişi destekliyor mu?
“Bu birtakım medya tarafından ortaya atıldı. Ama ben Orta Doğu’yu iyi bilen biri olarak, ilk başta sergilediği tavırları göz önünde bulundurduğumda Amerika’nın bunu beklemediğini düşünüyorum. Çünkü olaylar ilk başladığında Amerika nasıl tavır alacağını bilemedi. Amerika yıllarca bu rejimleri biz finanse etti. Mübarek, Amerika’dan gelen parayla ayakta kalıyordu. Tunus rejimi, Amerika ve Fransa’dan gelen parayla ayakta kalıyordu. Çünkü onların parası yoktu, Kaddafi gibi değillerdi. Her ne kadar bazıları Batı karşıtı gibi görünseler de Batı’yla ilişkileri çok iyiydi bu rejimlerin. Eskiden Batı’nın karşısında bir diktatör vardı. Ama şu an toplumun her kesimiyle yüz yüze. Bu Batı’nın istemediği bir şey, aynı zamanda. Onların da işine gelmeyen bir şey. Fakat şu anda Batı bunu manipüle etmeye, yönlendirmeye çalışıyor. Zaten böyle toplumsal ayaklanmalar olunca, büyük devletler şöyle der: ‘Ben bunu nasıl kendi lehime çeviririm?’ O rüzgarı istediği yöne kanalize etmeye çalışır. Fakat bu tür devrimleri okumayan insanlar şöyle yapar: ‘Bunun arkasında şunlar var.’ Bütün bir halk, büyük bir kitle, milyonlar sokaklara çıktı. Bir grup, bir tayfa değil, toplumun her kesimi vardı. Kahire’de evde kimse kalmadı. Tahrir Meydanı’nda 5 milyon kişi toplandı. Bu çok önemli. Olaylar başladığında dönemin ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton Mısır’a gitti. Sonra ‘Eğer biz bu halklara destek vermezsek, bütün Orta Doğu’yu kaybedeceğiz. Derhal Amerikan yönetimi bu diktatör rejimlere desteği kesip halklara yönelmeli’ diye bir makale yazdı. Onlar bile bunun bu kadar olacağını tahmin etmiyordu. Mübarek sonrası olayların biraz hafiflemesini beklediler ve okumayı yapmaya çalıştılar. Bugün Suriye’de işler niye uzuyor? Aslında ABD isteseydi, çoktan bitmişti bu olay. Fakat ABD bu yeni dengeleri anlamak istiyor, zaman kazanmaya çalışıyor.”
SURİYE ORTA DOĞU’NUN TAMPON BÖLGESİ
Suriye’nin şu anki durumu hakkında ne düşünüyorsunuz?
“Dünyanın tampon bölgeleri vardır. O ülkelerde bir değişim yaşandığı zaman bütün bölge yaşar o değişimi. Örneğin, Asya’da Afganistan. Afganistan değişim yaşadığında Çin, Hindistan, Rusya, Pakistan, bütün bu coğrafya etkilenir ondan. Çünkü Afganistan tampon bölge. Hakeza Orta Doğu’da Suriye. Mısır’daki, Tunus’taki değişim önemli ama asıl önemli olan Suriye’deki değişim. Orta Doğu’da asıl o zaman gerçek bir değişim yaşanacak.”
Suriye’deki sürecin bu kadar sancılı olmasının sebebi bu mu?
“Tabi ki. Çünkü Suriye’de demokrasinin ciddi manada oturması, bütün bölgeyi etkiler. Suriye’deki işin bu kadar uzamasının nedeni krallıklar. Eğer bölgeye demokrasi gelirse, krallıklar değişmek zorunda kalır. Bütün eski statükocu rejimler, Bin Ali, Mübarek, Yemen Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih şu anda Esed düşmesin diye her türlü desteği veriyorlar. İran’ın yanı sıra, en büyük yardımı yapan Cezayir. Birleşik Arap Emirlikleri ciddi manada destek veriyor. Rusya, İran, Cezayir Esed’e her türlü silah desteğini veriyor. Muhalifler av tüfeğiyle savaşırken, onlar uçaklarla, tanklarla, füzelerle her gün bombalıyor ülkeyi. Şu an Esed’in ordusu için 12 ülkeden insan savaşıyor. Çünkü Esed düştüğü anda bu, diğer bölgelere de sıçrayacak, dünya siyaseti anlamında da değişim getirecek. Esed’in düşmesi, Orta Doğu’da haritaların yeniden çizilmesi demek. Orta Doğu’da yeni bir siyasi yapının oluşturulması demek.”
Esed daha ne kadar direnebilir?
“Esed fiili olarak duruyor olabilir ama siyasi olarak iktidarda kalması imkansız artık. Çünkü iktidarda kalmak isteyen biri ülkesini yerle bir etmez. Yıkmaz, bombalamaz her yeri. Bu artık kendi bitişini gösteren bir şey. ‘Esed 2 yıl ayakta kaldı’ diyorlar. Aslında bunu tersinden okumak lazım. 2 yıldır ayakta olan halk. Bu kadar bombardımana, bu kadar silaha rağmen halk hala direniyor. Esed’in ayakta kalması normal. Silahı var, mermisi var, tankı, tüfeği, uçağı var. Destekleyeni var. Ona destek veren ülkeler şu an pazarlık için onu kullanıyorlar. Bu tampon bölge beraberinde pek çok değişimi getireceği için, şu anda büyük devletler kendileri açısından bu değişimde kontrolü nasıl sağlayacaklarının hesabını yapıyorlar. Yoksa Esed’i bir günde ortadan kaldırırlar. Ama şu anda değişimi paylaşmaya çalışıyorlar tıpkı Osmanlı sonrası olduğu gibi.”
BATI, ORTA DOĞU’YU HEP BOMBALARIN PATLADIĞI BİR YER OLARAK LANSE EDİYOR
Orta Doğu’da gerçekten Osmanlı’ya bir özlem var mı?
“Osmanlı’ya büyük bir özlem var. Çünkü Osmanlı döneminde Orta Doğu’da huzur ve güven vardı. Osmanlı döneminde Hristiyanı, Müslümanı, Yahudisi beraber yaşar, ticaret yapardı. Hiçbir sıkıntı yaşanmazdı insanlar arasında. Batı insanları birbirine kırdırarak ayakta kalıyor. Osmanlı ise tam tersi barışı sağlayarak ayakta kaldı. Osmanlı sonrası bu coğrafya bir türlü kendine gelemedi. Cemil Meriç’in tabiriyle bu coğrafya insanına deli gömleği giydirildi. Deli gömleği giydirildiği için insanlar hep birbirine girdi. Fakat şimdi toplumlar deli gömleklerini üzerinden çıkardılar, yeni bir döneme giriyorlar. Birlikte yaşamanın ruhunu yeniden geliştiriyorlar. Batı dahi Osmanlı’dan gelen bu beraberlik ruhuna şaşırıyor.”
Arap Baharı’nın Orta Doğu’daki şiddet kültürünün bir parçası olarak gösterildiğine dair görüşler var. Haberlere oryantalist bir bakış açısı egemen. Arap Baharı hareketlerini Orta Doğu şiddetinden farklılaştıran unsurlar nelerdir?
“Orta Doğu’da 100 yıl önce terör yoktu, bombalar patlamazdı. Bu coğrafyaya terör, Siyonist örgütlerle girmeye başladı. 1920’lerden sonra halkın arasına kışkırtıcı terör örgütleri girdi. Araplar bunlarla nasıl mücadele edeceklerini bilmiyorlardı. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Araplar da onlardan terörü öğrendiler. 1980’li yılların başına kadar milliyetçi, solcu hareketler terörü kullandı. 80’li yıllardan sonra belli İslamcı hareketler teröre bulaştı. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra devletler de terörü ayakta kalmak için araç olarak kullanmaya başladılar. Terörü meşrulaştırdılar. Artık bu dönem bitiyor. Halklar şiddetten uzak bir hayat istiyor. Eski rejimler hala şiddeti kullanarak ayakta kalmaya çalışıyor. Fakat yeni dönemde birlikte yaşama ruhu geliştikçe terör de şiddet de azalacaktır.”
Batı, bu ayaklanmaları Ortadoğu’nun klasik şiddeti gibi gösterip ucuzlaştırıyor mu?
“Elbette. Oryantalist bakış açısı ne yazık ki böyle. Bu coğrafya Batı’da hep bombaların patladığı bir yer olarak lanse edilir. Bu coğrafyanın entelektüeli, aydını, sanatçısı yokmuş gibi gösterilir. Mesela Batı’da entelektüel, aydın sayısı çok azdır. Genelde beyin göçüyle elde eder aydınlarını. Bunu nasıl yapar? Ülkeleri kaosa sokar ve aydınları o kaostan kendi ülkesine çeker. Kendilerine mal ederler ama bunu da iyi başarırlar. Batı, bilim adamlarını kendisine çekmek için her zaman marjinal örgütleri desteklemiştir.”
EL CEZİRE, ARAP BAHARININ ÖNEMLİ DİNAMİKLERİNDEN BİRİ
Arap Baharı öncesinde ve sırasında El Cezire’nin bölgedeki duruşunu nasıl değerlendirirsiniz?
“Katar çok zengin bir ülke. Fakat önünde güçlü devletler var. ‘Ben bunların karşısında nasıl güçlü olabilirim?’ dedi ve medyada güçlü olmayı hedefledi. 1996’da El Cezire’yi kurdu. El Cezire bölgedeki en etkin medya organı oldu. El Cezire deyince akla Katar geliyor ama Katar deyince akla bir şey gelmiyor. Katar’ın 250 bin nüfusu var. Bölgede asıl değişimi tetikleyen ülkelerden bir tanesi oldu Katar, El Cezire sayesinde. El Cezire’nin başarısı nereden geliyor? El Cezire, en radikal İslamcı grubun mensubunun karşısına İsrailli bir yetkili çıkarırdı. O zamana kadar coğrafyanın görmediği bir şeydi bu. İnsanlar tartışmayı öğrendi böylece. El Cezire farklı bir kültür getirdi. İnsanların tartışmaya korktukları konuları gündeme getirdi. El Cezire, Arap Baharı’nın başındaki önemli faktörlerden bir tanesidir.”
ARAP BAHARI’NDA HEDEF ÖZGÜRLÜKTÜ, BURADA İSE ERDOĞAN
Türkiye’deki direnişe olayların hemen başında Türk Baharı denmesini nasıl okumak gerekiyor?
“40-45 yıldır diktatörlük yapan, katleden, özgürlükleri kısıtlayan, muhalefete izin vermeyen bir coğrafyadan, liderlerden bahsediyoruz Orta Doğu’da. Türkiye’de hep muhalefet vardı her dönemde. Bölgeyi tanımamakla alakalı bir kıyas bu. Türkiye’deki bu hareket asıl muhalefete yapılmıştır. Bu insanlar neden sokağa döküldü? Çünkü onları temsil eden bir muhalefet partisi yok. Bu, yeni bir muhalefeti de doğuracak Türkiye’de. Ya var olan muhalefet partileri bunları kazanmaya çalışacak ya da bunlar farklı bir siyasi muhalefet oluşturacak.”
Tahrir Meydanı ile Taksim Meydanı arasındaki benzerlik ve farklılıklar neler sizce?
“Arap Baharı’nı takip eden gazeteciler Taksime gelince, ‘Buradan bahar çıkmaz’ demişlerdi. Çünkü toplumun büyük kesimini temsil etmiyor burası. Bir grup genç var. Yeni bir şey istiyorlar. Ama bunları kullanmaya çalışanların sayısı daha fazla o gençlerden. Marjinal gruplar ‘Bu gençleri nasıl kendi tarafımıza çekeriz?’ diye uğraştılar. Fakat o gençlik aslında onları da istemiyor. Arap gazeteciler şöyle yorumlamıştır: Bizde milyonlar sokaktaydı, burada binler. Bizde her kesim vardı, burada sol kesim ağırlıklı. Arap dünyasında hedef belliydi: Özgürlük, onur ve ekmek. Burada hedef Erdoğan. İktidarla derdi olan Gezi Parkı’nı kullandı.”
Recep Tayyip Erdoğan’ın tutumu Orta Doğu’da nasıl karşılanıyor?
“Arap halklarının büyük bir kesimi Erdoğan’ı destekliyor. Erdoğan’a karşı bir hayranlıkları var. ‘Ey Türkiye! Biz bütün liderlerimizi size verelim siz Erdoğan’ı bize verin’ diyorlar. Erdoğan’ı sevmeyenler eski diktatör rejimler. Eski rejimler bu olaylarda Erdoğan’ı haksız göstermeye çalıştılar fakat kendi ülkesinde etkisi olmayan insanların başka ülkelerde etkisi hiç olmaz.”
Yabancı basının buradaki olaylara geniş yer verdiğini görüyoruz. Şiddet olayları ön plana çıkarılarak Türkiye üçüncü dünya ülkesi gibi gösteriliyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
“Büyüyen, güçlenen bir Türkiye var. IMF borcu bitti. Bunun önüne geçmek isteniyor. Erdoğan’ın mesajı Taksim’den çok yabancı ülkelere oldu aslında. Kendisi de bunu açıkça söyledi. Erdoğan dünyaya ‘Bizimle uğraşmayın artık, biz de çok güçlü bir ülkeyiz’ mesajı vermeye çalıştı. Türkiye Orta Doğu’da güçlü bir oyuncu artık.” (İhaber / Songül BAKAR- Bahar DEMİREL)
SON VİDEO HABER
Haber Ara