'Asker Doğmayanlar': Zorunlu olmasa kim gider askere?
Gazeteci ve yazar Pınar Öğünç'ün antimilitarist hikayelerle bezeli son kitabı Asker Doğmayanlar çıktı. 'Militarizm nerede ve nasıl başlıyor? Reddetmek nasıl mümkün olabiliyor? Her Türk asker doğar mı? Kadınlar neden vicdani reddini açıklar? Tüm bu soruları, söyleşi yaptığı ve kaleme aldığı 15 vicdani retçinin hayatına dair gözlemleri anlattı Öğünç.
12 Yıl Önce Güncellendi
2013-06-23 07:19:53
Pınar Öğünç'ün ANF'ye verdiği söyleşi:
"Hepimiz askeri marşlarla, cafcaflı bayram kutlamalarıyla büyüdük. Kendi tarihimizi, fetihçi, asker bir millet olduğumuzu ve bunun erdemlerini vaazeden, resmi tarihin ağzından öğrendik."
Türkiye’nin ilk vicdani retçisi Tayfun Gönül, 1990’lı yıllarda askere gitmemekten, antimilitarizmden söz ettiklerinde nasıl Marslı muamelesi gördüklerini "Gezegen yok olmak üzere, hâlâ ordusuz bir dünya düşünemiyoruz!" sözleriyle anlatıyordu dünyaya gözlerini yummadan evvel...
"Volkan'ı bugün mezardan kaldırıp sorsak 'Bir daha askere gider misin?' diye, 'Kesinlikle hayır. Sülalemi de göndermem' der."
Oğlu Volkan Kamalak’ın ölüm haberi, Ağrı Eleşkirt’te yaptığı askerliğinin 17. gününde geldi. Oğlunun intihar edebileceğine inanmadı, gördükleri ve duyduklarıyla ikna olmadı, Türkiye hudutları dahilinde bir noktaya vardıramadığı hukuk mücadelesini, AİHM’e taşıdı. Oğlunu zorunlu askerlik görevi sırasında şüpheli biçimde kaybetmiş bir baba olarak vicdani reddini açıkladı Hayri Kamalak...
"Militarist düşünce sadece ‘askeriye’nin sınırları içinde kalmayıp, günlük hayatın içine de yedirilen ‘militer’ bir dünya kurgular. Ki bu kurguda kadınlık aşağılanır, kadınlar genellikle görmezden gelinir, yok sayılır..."
Türkiye'nin ilk kadın vicdani retçisi Ferda Ülker. Asker babası vesilesiyle lojmanlarda hiyerarşinin, otoritenin içinde geçen bir çocukluk, önce kendisini ait hissettiği antimilitarizm zemini, oradan aslında kafasındaki bir çok sorunun cevabının feminizmde olduğunu keşfedişi...
"Ben 'Ceylan Önkol’un yaşında bir gencim, 15 yaşındayım, ben yaşıtlarımın, arkadaşlarımın ölmesini istemiyorum. Yeni Ceylan’ların ölmesini istemediğim için askerlik yapmayacağım. Bu militarist kültürün bir parçası olmayacağım."
2009’da Lice’de koyun otlatırken havan mermisiyle vurulan Ceylan Önkol’la aynı yaştayken, ona selam ederek askerlik yapmayacağını ilan etti. 15 yaşındayken yaptığı bu açıklamayla dünyanın en genç vicdani retçisi olarak kayıtlara geçti İlyada Erkuş...
"Benden istenen, kabul etmediğim halde bir devlete, hem de ordunun bir üyesi olarak hizmet etmem; silah kullanmayı ve şiddet yoluyla vatandaşı olduğum iddia edilen devleti savunmayı öğrenmem, koşulsuz şartsız itaat etmem, hatta gerekiyorsa öldürmem ya da ölmem..."
13 yaşında kapısından girdiği Deniz Lisesi’nde asker olmaya çabalamış ama becerememişti. Ayvalık, Cunda’daki evinde o günlere ve sonrasına dair anlattıklarına bakınca şu billurlaşıyor: Militarizmin fabrikalarının birinden ‘atılabilmek’ için kullandığı o şiddetsiz, dile, sabra ve inada dayalı çözüm yöntemi sonraki yıllarda hayatının dümeni olmuş Yuri'nin...
OKUL ADI KONMAMIŞ BİR KIŞLADIR
- Militarizm askerlik ile başlamıyor esasında, ilkokul sıralarından başlıyor Türkiye'de. Zorunlu eğitimi, zorunlu askerlik ile ilişkilendirdiğimizde ne gibi bir antrenmanı var çocuklar üzerinde?
Militarizm kendisini var edebilmek için düzenli biçimde damarlara zerk edilen milliyetçiliğe ihtiyaç duyuyor mutlaka. Bu ikisinin karışımı bir tür maya gibi. Tutması için de zorunlu askerliğe ve bütün bunları normalleştiren bir eğitim sistemine ihtiyaç var. Herkesin çok dalga geçtiği bir dersti ama Milli Güvenlik dersinde biz basbayağı rütbeleri ezberledik. Milli Güvenlik dersinin olduğu yerde Milli Coğrafya sakil durmuyor, gözüne takılmıyor. Milli Coğrafya ne? Türkiye’nin coğrafyasını anlatmak başka bir şey, erozyonu anlatırken ‘vatan toprağı’ diye anlatmak başka... Hem militarizmin hem milliyetçiliğin ihtiyaç duyduğu iç ve dış düşmanlar, zaten hemen hemen tüm derslere sızmış. Sadece müfredatla ilgili bir mesele de değil. En eğlenilen Beden Eğitimi dersi, sağ-sol- uygun adım marş, rahat-hazır ol öğrenerek başlıyordu. Hâlâ öyle midir bilmiyorum. Bununla başladığın derste, mesela kasadan takla atamamanın, öğrencilere nasıl büyük bir başarısızlık gibi hissettirildiğini çok iyi hatırlıyorum. Adı konmamış bir kışla orası ve kendiliğinden rütbelilerini yaratıyor. Okullardaki birçok ‘ceza’ da kaynağını kışlalardan alır zaten.
- Peki ya müfredatta zaman içinde yapılan değişiklikler hiç mi bir şey değiştirmedi?
Bazı değişiklikler var ama bakış açısının değiştiği söylenemez. Milli Güvenlik dersi kaldırıldı ama içeriğin görünmez militarist tarafı diğer dersler içinde eritildi. İnkılap Tarihi, Türkiye ve Dünya Tarihi dersleri, hatta daha erken yaşlarda verilen Hayat Bilgisi dersleri içinde, haydi militarist tabiriyle söyleyeyim ‘kamuflajlı’ halde duruyor. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin işleyişi, üniformaların nüansları falan yok. Ama birden kadınların da askere alınması gerektiğine dair bir okuma parçası çıkabiliyor karşınıza. Üstelik son dönemde abartılmış bir Osmanlı militarizmi, Türk-İslam sentezi bir kahramanlık külliyatı var ders kitaplarında. Kılıçlar şakırdıyor, cihanlar fethediliyor... Hâkim ideolojinin militarizmle hiçbir derdi yok. Askeri vesayetle ‘mücadelesi’nin böyle bir sorgulamaya bir lokma yanaşmaması da bunu doğruluyor.
ERKEKLİK MİLİTARİZMİN İLK KAPISI
- Feministler de kendi içlerinde tartışıyor. Kadınlar için vicdani ret ne anlam taşıyor? Feminizm ve militarizm paydasında vicdani ret için neler söyleyeceksin?
Militarizmden konuşmaya girmenin bir ana kapısı da toplumsal cinsiyet rolü olarak erkeklik. Tuğlalardan biri bu. Bu mantıkta savaşta kadının rolü cesur askerler yetiştirmek, sabırla asker yolu gözlemek ve ölümleri mağrur biçimde kabullenmek. Mermi taşıma vazifesini üstlenenler dışında, savaşçı kadın figürü az. Örneğin Sabiha Gökçen, Dersim’i bombalamadan evvel Mustafa Kemal’le konuşurken hem bu eril vazifeyi yerine getirecek bir kadın olmanın gururunu hissettir ama aynı zamanda bombalarken namusunu korumaya dair alacağı önlemlerden söz eder. Bu arada Sabiha Gökçen, Mustafa Kemal’den kadınların askere alınması talebinde de bulunmuş. Mustafa Kemal, “Git Mareşal Fevzi Çakmak’a sor” deyince, ona da anlatmış derdini. Fevzi Çakmak, kadınların yaşamasının bu vatanın varlığı için daha faideli olacağını söylemiş, öyle kapanmış iş.
-Yaşaması için eve gönderilen kadın da adeta ironi, sanki yaşayabiliyormuş gibi. Peki ama diyorlar ki; "Kadınlara zorunlu değilse neyi reddediyorlar?" Buna ne diyorsun?
Sonuçta sokaktaki, evdeki, ordudaki eril şiddetin membası aynı. O yüzden “Size zorunlu değil ki, neyi reddediyorsun?” sorusunu yüzlerce kez duyan kadın retçiler, militarizmin görünmez kollarını konuşabilmeye fırsat verdiği için ayrıca önemli.
DİN VE MİLİTARİZM BİR ÇELİŞKİLER YUMAĞI
- Kitapta dini gerekçelerle vicdani retçi olan Enver Aydemir de var. Dini inancın, vicdani retle kurduğu ilişkiye dair gözlemlerin ne?
Birçok anlamda çelişkiler yumağı... Roma İmparatorluğu döneminde asker olmayı reddedenler olduğu gibi aslen vicdani ret fikrini şekillendiren daha sonraki bir Hıristiyanlık yorumu. Daha doğrusu Hıristiyanlığın özünün bu olduğunu söyleyerek, kiliseyi eleştiriyorlar. Temel dert de kötülüğe karşı güç kullanmadan direnme, şiddetsizlik. Fikir yaygınlaştıkça sekülerleşerek felsefi, politik, ahlaki bir mesele haline geliyor. Tuhaf olanı, bu hakkı hukuken tanımaktan kaçınan ülkelerin vicdani reddi tekrar dinselleştirmeye çalışması. Bu hakkı sadece Yehova Şahitleri’ne tanımak gibi... Hâkim dinden gerekçe kabul edilmiyor çoğunlukla. Enver Aydemir, o böyle demese de ilk ‘imani retçi’ olarak kayda geçti. Dinine saygı göstermeyen bir kurum olarak saydığı TSK’nin neferi olmak istemediğini söylüyordu.
- Muhammed Serdar Delice'yle de görüşmüşsün. Onun ret kararı da benzer şekilde mi?
Reddinde dini gerekçelere de yer veren Muhammed Serdar Delice’nin durumu biraz farklı. Çünkü TSK, askerlikle ilişkisini keserken vicdani reddi telaffuz ederek bir ilke imza attı ama aynı zamanda İslam dininin askerlik yapmaya engel olmadığını beyan etti. Bu ilişki de kocaman bir çelişki. TSK’nin genel olarak dine bakışı malumken kışlanın lafta Peygamber Ocağı olmasını, ‘şehitliğin’ din üzerinden kavramsallaştırılmasını ne yapacağız?
TEMEL BİR İNSAN HAKKINI SATIN ALMAYA "BEDELLİ" DİYORUZ
-Bedelli askerlik için ne düşünüyorsun? Özellikle de, hayatını milliyetçi ya da ulusalcı duygularla yaşayan gençlerin, savaşa ihtiyaç duyan sloganlar atan gençlerin, bedelli askerlik ile askere gitmiyor olmalarını nasıl yorumluyorsun?
Bedelli askerlik konusu ne zaman gündeme gelse kullanılan fiil ‘çıkmak’tır. Bedelli çıkacak mı? Piyangodan çıkar gibi biraz. ‘Bedelli müjdesi’ diye sayısız başlık hatırlıyorum. Bedelli askerlik aslında insanların içinde hâlâ canlı bir kırıntı kaldığını gösteriyor. Askere gitmek istemeyişin açıkça ifade edilebildiği, ayıplanmadan konuşulabildiği dönemler bunlar. Diğer yanıyla da acıklı çünkü temel bir insan hakkını satın almaktan söz ediyoruz. Hükümet pazar esnafı gibi rayiç belirliyor. Kaç kurtarır... Özellikle son bedelli seferinde miktarın çok yüksek olması, üst orta sınıfa yarayan bir imtiyaz haline getirdi bunu. Arzulanan kadar başvuru da olamadı.
ÇÖZÜM SÜRECİ 'ZORUNLU'LUĞU KALDIRABİLİR
-Türkiye, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nde imzaladığı üzere 'zorunlu askerlik' dayatamaz. Peki nedir hukuki yolları? Hukuk nasıl dayatıyor askerliği zorla?
Tek uluslararası hukuki kaynak bu da değil. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi de, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu da Türkiye’ye bu konudaki yükümlülüklerini uzun zamandır hatırlatıyor. Aslında anayasanın 72. Maddesi zorunlu askerlik yerine kamu hizmetine olanak tanıyor. Bunun düzenlenmesi gerekli. Fakat aslında Anayasa’nın bu maddesine de aykırı olan Askerlik Kanunu engel oluyor. Şimdi çözüm süreciyle birlikte askerlik süresinin kısalacağına dair işaretler veriliyor; kimi askeri suçların cezalandırılma biçimi değişiyor. Fakat öz aynı, zorunlu askerlik orada duruyor. Sadece ‘İstersek daha az acıtabiliriz’ gibi mesajı veriliyor. İnsanların buna sevinmesi bekleniyor.
-Ayşe Gül Altunay'ın önsözde sorduğu soruyu sana sormak istiyorum; 'Onların itaatsizliği, bizim itaatimize neler söylüyor?’
En güçlü sivil itaatsizlik eylemlerinden biri vicdani ret. Sonra o itaatsizliği bütün hayatına yayıyorsun çünkü. Hem devletle, hem de diğer bireylerle ilişkini nasıl düzenleyeceğine dair bir taahhüt veriyorsun. Fikriyatın çatısını, retçilerin büyük çoğunluğunda antimilitarizm ve savaş karşıtlığı oluşturuyor. Şiddetsizliği düşünmek, otoriteyi sorgulamak, hiyerarşiyi reddetmek, toplumsal cinsiyet rollerini deşifre etmek... İtaat çok katmanlı olarak kalınlaşıyor. Mücadele tamamıyla ilgili.
KİMSE ASKERE GİTMEZSE NE OLUR?
-Peki kimse gitmezse bu asker ocağına neler olur?
Bu bir ütopya. Şu kadarını söyleyebilirim, 90’lar 2000’ler boyunca güçlü bir antimilitarist, savaş karşıtı hareket yükselmiş olsaydı, güçlü bir vicdani ret akımı yaşansaydı, sadece bu bile Türkiye’yi Kürtlere karşı kullandığı güvenlik politikalarını değiştirmeye zorlayabilirdi. Sınırsız bir insan kaynağı var. Güle oynaya askere gidiyor, ölüsü döndüğünde sorgulayan da yok. Ne yaptın oğluma? Bu neyin savaşı? Birçok vicdani retçinin o manifestik ret açıklamalarında doğrudan Türkiye’nin savaşına referans vardı. Kardeşini vurmak istemediği için askere gitmeyi reddettiğini söylüyorlardı.
- Neden olmadı, yükselmedi o hareket?
O yıllar boyunca yalnız bırakılmaları onların suçu değil. Barış İçin Vicdani Ret Grubu böyle doğdu, Kürt Vicdani Ret Haraketi de. Kitapta Kürt Vicdani Ret Hareketi’nden Kemal Acar da anlatıyor, çok coşkuyla yola çıkıldı, her toplantıda 20’şer, 30’ar kişi retlerini açıklıyorlardı fakat bu heyecan çok süremedi. Gerillaya katılan zaten katılıyordu ama katılmayanlar arasında vicdani ret pek karşılık bulmadı, bir savaşa müdahale yöntemi olarak görülmedi. Diğer yandan militarizmin, milliyetçiliğin özellikle diri tutulduğu, biraz geçer gibi oldu mu ateşin üflendiği bu savaş, genel olarak vicdani reddin de, antimilitarizmin de toplumsallaşmasına engel oldu.
-Sosyolojisi ise bambaşka şeylere tekabül ediyor sanırım bu anlattıklarının?
İnsanlar uyuşturulmuş gibi çünkü. O kadar ki bir kez insanlığın geleceğindeki robot askerler tehlikesine dair bir yazı yazmıştım. İnsansız hava araçlarından tam otonom robot savaşçılara geçeceğimiz bir distopyadan söz ediyorum. Bir okur yorumu şöyleydi: “Pınar hanım hep robot askerlerden söz ediyorsunuz, biraz da robot gerillalardan söz etseniz...” Bu, ancak robotlaştırılmış bir algının mahsulü olabilir. Ben neler diyorum, onun aklı nerede...
SON VİDEO HABER
Haber Ara