Dolar

34,9530

Euro

36,6303

Altın

3.015,58

Bist

10.017,36

Gezi Parkı, Occupy, Fashing ve Ceronimo Anne…

Mehmet Efe: Bu yıkımın, gerçekleştiğinde her ne olursa olsun, artık tarihe de bir kara leke olarak geçeceği açıktır. Gerilimi inatlaşmaya döndürmekten hükümetle birlikte tüm ülke büyük yaralar alacaktır. Lekenin ve potansiyel yaraların büyümemesi için, Ceronimo Anne gibi annelerin hatırına olsun, Gezi Parkındaki yıkım projesi derhal iptal edilmeli ve tüm etkili aktörler, tırmanışı durdurup, Gezi Parkı’nın herkesin parkı haline gelmesi ve kalması için elbirliği etmelidir.

13 Yıl Önce Güncellendi

2013-06-01 01:22:16

Gezi Parkı, Occupy, Fashing ve Ceronimo Anne…

Mehmet Efe yazdı:
 

Son ağaç kesilip yıkıldığında, son balık yendiğinde
ve son dere de zehirlendiğinde,
parayı yiyemeyeceğinizi anlayacaksınız.
-Kızılderili Sözü
Size Amerika’daki Occupy eylemlerini ve halka yayılmasının nasıl engellendiğini anlatacağım. Taksim Gezi Parkı’ndaki eylemlerin Occupy’a benzerliğini ve içerdiği tehlikeleri anlatacağım. Gezi Parkı eylemelerinin sosyal medyada Ceronimo Anne diye ünlenen gerçek insanların gidip oturacakları ve eyleme güven içinde, saygıyla destek verebilecekleri bir hale gelmedikçe, sistemi değil değiştirmek daha da güçlendirmekten başka bir yararı olmayacağını ve haklı sivil kitlesel eylemlerin temel zaaflarını vurgulamaya çalışacağım.
17 Eylül 2011’de Amerika’nın New York Şehri’nde, Finans Kapital’in merkezi Wall Street semtinde,Zuccotti Parkı’nda çağımızın en önemli kitle eylemlerinden biri başlamıştı: Occupy Wall Street (Wall Street’i İşgal Et).
Önemliydi çünkü kapitalizmin yurdunda, kapitalizme karşı bu denli güzel, bu denli halka açık ve mesajı bu denli kuşatıcı, bu denli herkesi ortak edici ilk eylemdi. Oradaydım.
Hareket noktası mükemmeldi: Amerika’da mutlak çoğunluğun çok net anladığı ve yaşadığı; zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapmaya ayarlı gelir dağılımındaki dehşetli eşitsizlik.
Zamanlaması mükemmeldi: Bankaların soygun düzeni ve mortgage krizi ülkeyi iflasın eşiğine getirmiş, milyonlarca insanı evsiz ve işsiz bırakmıştı. Dünya, diktatörlerin zulmü altında en çok inleyen Ortadoğu’da halkların meydanlarda toplanıp barışçı gösterilerle diktatörler devirdiği haberlerle çalkalanıyordu.
Erişim olanakları mükemmeldi: Ülkedeki tüm bilgisayar ve cep telefonlarına dolayımsız, filtresiz, sansürsüz ve bedelsiz ulaşabilirdi. Eylemi tetikleyen ve ilk afişi tasarlayan tüketim karşıtı reklamcılar dergisi, ‘Amerika’nın kendi Tahrir meydanına, kendi Arap baharına ihtiyacı var’ demişti.
Dili etkileyiciydi: Vietnam Savaşı karşıtı eylemlerden beri Amerika’da hiçbir protesto hareketinden bu kadar etkileyici sloganlar da çıkmamıştı. Hemen hemen tüm siyasal grupların destek verdiği Zuccoti Parkı işgali, haftasını bulmadan sosyal medyadan tüm ana haber bültenlerinin ilk haberlerine sıçradı. Bir çoğu reklamcı, yazar, mühendis, entelektüel olan ve en başından beri katılımcı bir demokratik yöntemi esas alan eylemin öncüleri, destek verip katılan hiçbir grup ya da örgütün kendi siyasal sloganlarını atmalarına izin vermemiş, sadece işgal eyleminin ana temasını vurgulayan ve doğal olarak yeni sloganlar atılması öngörülmüştü: ‘Bize %99 derler’ gibi.
%82’si beyaz orta sınıf Amerikalıların 20-40 yaş arası mensuplarından oluşan ilk sistem karşıtı kitlesel eylem olarak da beliren Occupy Hareketi bir yangın gibi kısa sürede Amerika’nın tüm şehirlerine yayıldı ve bir kaç haftada onbinlere ulaştı. Ve orada kaldı.
Wall Street’i işgal için çadırlarını alıp Zuccoti Park’ta kamp kuranların halkın katıldığı kitlesel kritik eşiğe varmasını önlemek isteyen Wall Street ve sistemin medyası, eylemcilere başta hoşgörü ile bakan Federal ve Polis güçlerini harekete geçirmek için fırsat kolluyordu.
Sistem yıllardır üzerinde durduğu köle düzenin devamlılığını iki vaad üzerinden sağlıyordu: Güvenlik ve refah. Ve sistemin megafonları sistemi tehdit eden Occupy’a karşı, istedikleri mazeretleri elde etmekte gecikmedi. Eyleme katılmayı bir güvenlik ve sağlık tehlikesi ve eylemci portresini de toplumsal düzeni kaosa sürükleyebilecek ahlaksız marjinaller güruhu olarak boyamalarını sağlayacak fotoğraflar birbiri ardınca patlamaya başladı: Eyleme katılanların cep telefonları, cüzdanları, bilgisayarları çalınıyordu. İşgal bölgesi alkol, uyuşturucu ve cinsel faaliyetlerin kokusundan solunamaz hale gelmişti. Sansasyonla beslenen medya ‘homoseksüellerin çadırlarda yatanlara asıl’dığı haberler üretirken, ana medyada kadınlara tecavüz edildiği, polise hergün bir sürü cinsel taciz şikayeti dilekçeleri verildiği haberleri yayınlanıyor, sosyal medyada paylaşılıyordu. Gece yarılarından sonra, ‘Bize %99 derler’ diye slogan atarken ayakta durmakta zorlanan ve ellerinde bira tenekeleri olan bir kaç eylemcinin görüntüsü sistem medyasında sanki eylemin ana karakteri imiş gibi geçit resmi yapmaya başladı. Açıkça %99 filan değillerdi. Halkın acılarına tercüme olmak gibi bir dertleri de yok gibiydi. Hatta eylemcilerin yüz kızartıcı suçlara karşı ‘üç hata hakkı’ politikası olduğu, ahlaksızlıkların örtbas edildiği iddia ediliyordu. Eylem yerine gidenlerden, gözleri medyanın yansıttığı görüntüleri arayanların uygun birkaç detay görmeleri de sistemin amacını kolaylaştırıyordu.
Eylemcilerin yalanlamaları, polisin provokatörler kullandığı açıklamalarını kimsenin duyduğu yoktu.
Öte yandan, medya ve popüler kültürün ‘tabu kırıcı’ ikonları güya överek Occupy’ın masum olduğunu, insanların şenlik içinde bir ‘fashing’ festivalindeymiş (Almanya’da eşcinsellerin kutlamasına dönüşen içki ve sarhoşluk festivali olarak ünlenen festival) gibi eğlendiklerini söyleyerek Amerikan dindar halkının homofobik tepkilerini harekete geçiriyordu.
Eylemin sözcüleri düzenli olarak cinsel tacizlere karşı eylemcileri uyarmaya başladı. Hatta haremlik-selamlık uygulanmaya çalışıldı, kadınların ve erkeklerin çadırları ayrılmaya çalışıldı.
Medyada, anti-terör istihbarat departmanından (DHS) Occupy eylemcilerinin terör ve şiddetin kaynağına dönüşebileceği, toplumsal düzeni ve çevrelerindeki ekonomik hayatı felce uğratabilecekleri ve eylemlerin yakından izlenip eylemcilerin fişlendiği ve izlendiği yolunda rapor ve kripto mesajları ‘sızdırıl’ıyordu.
1 Ekim günü Brooklyn Köprüsü’ne doğru yürüyüşe geçen eylemcileri köprüye çıkana dek önlerini açıp yönlendiren Polis kuvvetleri, köprüde yalıtıp kuşatmaya aldı. 700 eylemcinin tutuklanması binlercesinin yaralanmasına yolaçan bir çatışmaya dönüştü ve emniyet sözcüleri eylemcilerin ‘uyarılara aldırmadığını, yaya ve araç trafiğini engelleyerek halkın huzur, güven ve sağlığını tehdit ettiklerini’ açıkladı.
6 Ekim’de park yetkilileri parkın eylemciler yüzünden temizlenmediği için sağlık koşullarının tahammül sınırlarını aştığını ilan etti. 20 Ekim’de çevredeki halktan vatandaşlar polis karakollarına gürültü ve suçtan rahatsızlıklarını ve sağlık endişelerini duyurmaya başladı.  Sistem medyasının, eylemcilere karşı oluşturduğu sosyal algıyı mükemmelleştirmesi ardından gelen polisin gece yarılarından sonra parka düzenlediği temizleme operasyonlarına çevredeki halktan yuhalama bile gelmedi. Eylemlere kitlesel katılım başarıyla engellenmişti. Bugün Occupy, işleri protesto olan, zaman zaman yardım faaliyetleri de yapan bir marjinaller hareketinden öteye geçemez hale gelmiştir.
Hükümetin, İstanbul’un merkezinde herkesin gittiği, soluk alınabilecek nadir parklarından Gezi Parkı’ndaki ağaçları kesip Kışla ve AVM dikme girişimi kadar, Türkiye’deki iktidar sahiplerinin yanlışlığını sembolize eden daha mükemmel bir olay düşünülemezdi. İktidar zaten bir yıpranma ve toplumsal memnuniyetsizlikler üretme sürecidir. Toplumun tüm rahatsız kesimlerinin endişesiz, çekincesiz ve risksiz olarak yanlışlığı üzerinde ittifak edebileceği ve sistemi kamu yararına değiştirmek isteyen herkesin her yönüyle mükemmel bir fırsat olarak değerlendirebileceği bir girişim. Üstelik yasal bile olduğu şüpheli, hükümetin yetki sınırlarını ve haddini aştığının açık bir ifadesi.
Her yönüyle mükemmel bir kitlesel eylem için gerekli tüm bileşenlere sahip Gezi Parkı yıkımı, toplumun tüm kesimlerinde önemli bir sevgi ve saygıyı kazanmış Sırrı Süreyya Önder gibi milletvekillerinden, emeklilik maaşını alabilmek için her seferinde bankaya 6TL haraç vermek zorunda bırakılmış ve çoğunluğu hükümete oy vermiş emeklilere kadar her kesimden insanın tepkiyle karşıladığı bir girişim oldu.
Sosyal medyada hükümet karşıtı tüm aktivistleri ‘işte bizim Tahrir fırsatımız’ coşkusuyla harekete geçiren Gezi Parkı Yıkımına tepki, kısa sürede kitlesel potansiyelini gösterdi. Hatta OccupyGezi gibi Amerika’daki Occupy eylemlerinin bire bir taklidi çalışmalar yapıldı. Parkın içine çadırlar kuruldu. Kendi gaz maskeni kendin yap gibi ilanlar bile dağıtıldı.  Kepçeler engellenmiş, yeni fidanlar dikilmiş, ağaçlar katılan her grubun kendi sloganlarını taşıyan pankartlarla donatılmış, polis çemberinin içinde gerçek bir kitlesel eylem alanı oluşmuştu. İkinci günün sonunda, başörtülü bir yaşlı teyzenin Gezi Parkından bir medya kamerasına yaptığı konuşma sosyal medyada patlama yapmıştı. Yaşlı teyzenin videosu, ‘Ceronimo Anne’ olarak adlandırılıp paylaşılıyordu.
Yaşlı teyzeye ünlü Kızılderili direnişçi Geronimo adının verilmesi, söylediklerinin şu ünlü Kızılderili deyişini hatırlatmasıydı: ‘Son ağaç kesilip yıkıldığında, son balık yendiğinde ve son dere de zehirlendiğinde, parayı yiyemeyeceğinizi anlayacaksınız.’
Ama Gezi Parkı eylemi birden muhalefetleri iktidar kavgasından öteye geçmeyen, halkın genel kabullerine açıkça karşı oluşumların, ulusalcıların, bölgedeki eğlence sektörünün, marjinal sol grupların ve harekete geçirmeyi başardıkları dövmeli küpeli bira bardağıyla dolaşıp sokakta fransız usulü öpüşmeyi temel meseleleri haline getirmiş marjinal ergenlerin akın ettikleri bir yere dönüştü. Faşizme Karşı Omuz Omuza gibi sloganların, Kandıramazsın bizi molla, bu halk sana boyun eğmeyecek, içkime parkıma dokunma gibi dövizlerin boy gösterdiği bir marjinaller curcunasına dönen eyleme giden Ceronimo Anne gibi halk unsurlarının oturup katılması riskli hale getirildi. Ben bile oturmaya uygun bir köşe bulamadım, konunun anlam ve önemini kapsayıcı, yanında görünmekten gurur duyabileceğim bir pankart gördüğümde ise pankarta güven içinde ulaşabilmemin çok zor olduğunu gördüm.
Gezi Parkı eylemi, hiyerarşi ve imtiyaz üretmeden herkesi ortak edebilecek hassasiyetleri taşıyabilecek ve Türkiye’nin geleceği için önemli bir emsal olabilecek bir eylemdir.
Bir kaç gün içinde gelinen noktada, ülkede adalet, nefes alınacak alanlar, geleneksel değer ve güzelliklerimiz konusundaki duyarlılıklar açısından hükümet yanlısı halk kitlelerinin bile önemseyeceği bir umut olabilme potansiyeli taşıyan Gezi Parkı Eylemleri, daha doğmadan halktan kopmaktadır. Oysa sadece sessizce oturmak bile yeterdi.
Bu eylem, halkın çoğunluğunun mevcut hükümete oy vermesine neden olan ve muhalefeti temsil eden kavramların içini boşaltıp mevzi kazanımlar peşinde koşan söylemler tarafından esir alınma, dolayısıyla kendi kendini sabote etme tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Eylemin hükümetin ben ne istersem yaparım’ın bir enstrümanı haline getirilmesine engel olunmalıdır.
Polis ve kamu idaresi açısından, Gezi Parkı’nın şiddeti göze almayanların gidemeyeceği bir yer haline getirilmesi hükümetin işine geliyor gibi görünürken, aslında hükümetten pek de memnun olmayan polis unsurları, gerileme devrinin Yeniçeri Ocağı refleksiyle yapılacak ‘yanlışlık’la oldu eylemleri ile gerilimi tırmandıracak gibi görünüyor.
Oysa, Ceronimo Annelerin oturduğu eyleme polisin biber gazıyla bombalaması, gülle hızıyla insanları yerden yere çalan su kütleleri ateşlemesi kolay değildir.
Polisin ve polisle çatışmak için bahane arayan marjinal grupların agresif tutumları, olayı hükümet ve eylemciler arasında bir inatlaşmaya tırmandırabilir ve bunun hükümete destek veren batı medyası nezdinde de ülkeyi zor duruma düşüreceği açıktır.
Gezi Parkı ve benzeri eylemlerin, ülkenin Ortadoğu’da içine battığı krizin uzantısı özel harekat operasyonlarına açık ve elverişli bir sürece dönüşebilir olma tehlikesi de cabası.
Gezi Parkı konusunda da maalesef şartları değiştirme kudreti hükümetin elindedir. Hiçbir iktidar, muhalefetini her zaman yenilgiye uğratmakla beka bulmaz. Suriye rejimi tutuklu çocuklarını isteyen aile reislerinin sarıklarını fırlatmasaydı, Suriye büyük ihtimalle bugün çok daha olumlu bir noktada olacaktı. Muhalefetin bir zaferine razı olmak iktidarların ömrünü kısaltmaz, uzatır. Köşeye kıstırılmış, içinin boşaltılmasına zorlanmış bir muhalefetin hiç kimseye yararı olmadığını azıcık tarih, sosyoloji veya siyaset okumuş herkes bilir.
Hükümet hatırlamalıdır ki, mücadele ettikleri önceki iktidarların yöntemini takip etmek hatta kamu gücünü daha da şiddetli bir dikta entrümanına dönüştürmek kendini kendisinden öncekilerden daha kötü bir sona hazırlamaktan başka bir şeye yaramaz. Ülkeye ve ülke geleceğine ödeteceği bedel de cabası.
Bu yıkımın, gerçekleştiğinde her ne olursa olsun, artık tarihe de bir kara leke olarak geçeceği açıktır. Gerilimi inatlaşmaya döndürmekten hükümetle birlikte tüm ülke büyük yaralar alacaktır.
Lekenin ve potansiyel yaraların büyümemesi için, Ceronimo Anne gibi annelerin hatırına olsun, Gezi Parkındaki yıkım projesi derhal iptal edilmeli ve tüm etkili aktörler, tırmanışı durdurup, Gezi Parkı’nın herkesin parkı haline gelmesi ve kalması için elbirliği etmelidir.
Gezi Parkı’nın park olarak kalmasını sağlayacak sivil bir zafer, hepimize iyi gelecek.(www.mehmetefe.com)
 

Haber Ara