Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Dilipak: Hepimiz suçluyuz duyarlı olabilirdik!

Akil İnsanlar Heyeti’nden Abdurrahman Dilipak, ‘Barış olsun, insanlar bunu bir kan davasına dönüştürmesinler istiyorum. Hepimiz suçluyuz. Bu sürece gözü kapalı sırtımızı döndük zaman zaman’ diyor.

13 Yıl Önce Güncellendi

2013-05-13 11:41:01

Dilipak: Hepimiz suçluyuz duyarlı olabilirdik!

Abdurrahman Dilipak, mensubu olduğu muhafazakar yapı içinde fikirleri ve birikimiyle her zaman farklı bir noktada durdu. Bugün Akil İnsanlar Heyeti’nin bir parçası olsa da, yıllardır kendi tabiriyle “arazi”de barış ve yeni anayasa için çalışıyor zaten. Yalnızca bir “akil” olarak değil, bu konuda uzun zamandır emek vermiş bir kalem olarak Türkiye’nin hali pür melalini yorumladı.

Barış tanımınız nedir? Silahsızlanma, eylemsizlik, çatışmasızlık sizin için yeterli mi?

Hayır. Benim barış tanımım sadece siyasi bir kavram değil. Sosyolojik, entelektüel bir kavram. Benim için şehrin çirkinliği ve gürültüsü de bir terör. Önce insan aklıyla vicdanını barıştırmamız gerekiyor. Farklılıklarımıza rağmen barış içinde bir arada yaşayabilecek miyiz? Birinin yanlış olduğunu düşünüyorsam, onu o yanlıştan vazgeçirmek istiyorsam, bana güvenmesini ve beni sevmesini sağlamam gerekiyor. Bunu yapabilecek miyiz?

Tam bu noktada 1 Mayıs’ta Taksim çevresinde yaşananları hatırladım. Barış sürecinin liderliğini üstlenen hükümetin bu tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Paradokslar her zaman olacak. 40 yıllık bir kavganın içinden geliyoruz. Hükümet, yerel yönetim, vali, emniyet herkes her şeyden eşit anlamda sorumlu değil. Önemli olan haksızlığa uğradıktan sonra hakkınızı savunabiliyor musunuz? Adalet bunu sağlar. Kolektif yaşamda mutlaka haksızlık olur. Bunun tek kabul edilebilir yanı haksızlığın hesabını sorabilmektir. Bu da üç şekilde; hukuk, siyaset ve toplum yoluyla yanlış yapanı dışlayarak olur.

Bugün bu hesap sorulabilir mi sizce?

Bunu öğreneceğiz. İktidar yanlış mı yaptı; siyaset yoluyla bundan zarar göreceğini anlarsa, yargı yoluyla haksızlık yapanın yaptığı yanına kar kalmıyor ise, o zaman bundan sonra iktidar ve bürokratlar da ona göre hareket edeceklerdir. Hukuk devletinde insanlar haklarını hukuk yoluyla arar. Sendika da haklıdır, iktidar da. “Biz işçiyiz, hakkımızı söke söke alırız”. Alamazsın kardeşim. “Ben iktidarım, istediğimi yaparım”. Yapamazsın kardeşim. Hukuk devletlerinde herkes kanuna değil, hukuka uymak zorunda.

‘Fikirlerim değişmedi, gelişti’

- Ekrem Dumanlı birkaç gün önceki yazısında “Süreci destekleyenler safında ip gibi dizilen bazı kardeşlerimiz ‘sürecin hatırına’ her şeyi sineye çekmeye razı” dedi. Siz her şeyi sineye çekmeye razı mısınız?

Zerre-i miktar haksız bir talebi rızayla kabul etmeyeceğim. Haksızlık varsa herkes meşru hattına çekilsin istiyorum. Ben barış olsun istiyorum. İnsanlar bunu bir kan davasına dönüştürmesinler istiyorum. Bana kalırsa hepimiz suçluyuz. Sürece gözü kapalı sırtımızı döndük zaman zaman. Geç kaldık.

 Özeleştiriniz var mı?

Hepimiz için var. Toplumsal anlamda daha duyarlı olabilirdik. Birçok insan acı çekti. Ermeniler de çekti, Rumlar da... Zulmetmedik ahali kalmadı. Egelisi de, Karadenizlisi de çekti, ben de çektim. Ama bundan kin, öfke, kan davası üretmeyelim. Türkiye’de ilk defa “Kürt sorunu vardır” diye yazan benim. 80 sonrası ulusal basında ilk kez ben yazdım. Yoksa Başbakan çağırdı, meydana çıktım değil.

1991’de, o dönem Refah Partisi İstanbul İl Başkanı olan Tayyip Erdoğan’ın isteğiyle Kürt sorununa dair bir rapor hazırlayan ekibin içindeydiniz. O raporda özellikle anadil ve yerel parlamento vurgusu vardı. O günden bugüne fikirlerinizde değişiklikler oldu mu?

Fikirlerim değişmedi, gelişti. İl Özel İdaresi’yle Belediye Meclisleri’nin birleşmesini bugün de savunuyorum. Bu, ülkenin parçalanması anlamına gelmiyor. O günlerde Türkiye’de birinci kuşak demokrasi yokken ben üçüncü kuşak demokrasiyi savunuyordum. Hayal gerçeğin anasıdır. Ben politikacı değilim. Politikacı olsaydım ben de herhalde ‘step by step’ (adım adım) gitmeyi düşünürdüm. Ama bugün ben e-demokrasiyi savunuyorum. İnsanların çoklu meclislerde aktif üye olması gerektiğini düşünüyorum.

Anadilde eğitim konusunu da savunuyor musunuz?

Ben anadili geçtim, komşu dil hakkını savunuyorum. Anasının sütünü emmek kadar tabii benim için anadil. Komşu dil hakkı, mesela Edirne’de yaşayanların mecbur tutulmadan Bulgarca, Yunanca öğrenmesi. Diğer tarafta Gürcüce. O ilin sınırına girdikten sonra ana arterlerde Gürcüce tabelalar konmalı. Kültür havzasında kaynaşmalıyız.

1991’de yazdığınız rapordaki fikirleri sizce bugün Tayyip Erdoğan paylaşıyor mu?


O bir politikacı. Söyleyecekleri, yapacakları kamuoyunun tepkilerine bağlı. Onun ne söylediği kadar, toplumda nasıl anlaşıldığı da önemli. Ben temelde çok aykırı şeyler düşündüğünü sanmıyorum. Ama bir politikacı olarak neyi ne zaman söyleyeceğine dikkat eder. Ben Türkiye’deki Müslümanların çoğunluğunun genel kabulleri üzerinde fikir beyan edenlerden biriyim. Kimse beni çok yakında tutmaz çünkü gerçekten onların özeli için aykırı olan düşüncelerim olabilir. Genel anlamda, beynelmüslimin bir insanım. Hiç kimseye aidiyetim olmadığı için kimse beni kendi cemaatinin üyesi olarak görmez.

Sizin Akiller Heyeti’nde yer almanıza kimseden tepki gelmezken, Yeni Akit’ten bir başka ismin heyete girmesine tepki geldi. Kullandığınız dili düşünürsek, Yeni Akit’in diliyle sorununuz yok mu?

Kuran-ı Kerim diyor ki Firavun’a, “Güzel sözle hakkı tebliğ et”. Vakit’teki insanların çığlıklarının yaşadıkları acı oranıyla kıyaslanması gerekir. Sürekli hakaret edilen, aşağılanan insanlar. Beni 28 Şubat döneminde irticacı diye belediye otobüslerinden indirmek isteyenler oldu. Evim haczedildi. Öğretmen çocuklarımı kaldırıp “Atatürk’ü çok seviyorum” diye bağırtıyordu. Ayet, “Öfkeni yut” diyor. Ben yutmayı tercih ettim.

Yeni Akit’ten devam edersek, bir hatayı başka bir hatayla düzeltmek mümkün mü?

Hayır. Kan kanla silinmez. Evin hizmetçisi kırınca “Kör müsün” derlermiş, evin hanımı kırınca “Hayırdır inşallah”. Büyük medyanın bana yaptıklarını art arda dizersem ve Vakit gazetesiyle karşılaştıracak olursam... Bir gazeteci çocuklarıma başları bağlı olduğu için “Bunlar fahişe, parayı verirsen böyle yaparlar” dedi. “Terbiyesizlik ediyorsun” dedim ve tazminat ödedim. Ben haksızlık kime yönelik olursa olsun kabul etmiyorum. Haksızlık etmişsem de özür dilemeye hazırım.

‘Camilerde, kiliselerde rehabilitasyon gerek’

2011’de yazdığınız yazıda “Apo’yu serbest bırakın, örgüt kendi içinde çatışmaya başlar. Çünkü birileri dağdan inmek istemeyecektir” demişsiniz. Hâlâ aynı fikirde misiniz?

Evet. Burada Rusya, Yunanistan, İspanya, Amerika, Almanya, Fransa, İsviçre, herkesin adamları var. Hepsi “Hidayete erdik, namaza başladık, kendimizi mağaraya kapattık” deseler terör bir anda bitmeyecek. Çünkü PKK etiketiyle birileri eylem yapmaya devam edecek.

Dağdan inmenin, çekilmenin gerçekçi olduğunu düşünmüyor musunuz?

Hayır. Olacak. Benim meselem iktidarla değil. Toplum bunları kabul etmezse, bağrına basmazsa izole olacaklar.
Kesinlikle toplumsal rehabilitasyona ihtiyaç var. Oradaki korucunun da, sivilin de, bürokratın da ciddi anlamda toplumsal rehabilitasyona ihtiyaç var.

Nasıl bir rehabilitasyondan söz ediyoruz?

Önce okullarda çocukların rehabilite edilmeli. İkincisi camiler yoluyla, çünkü dindarlık çok yüksek o bölgede.
Aynı şekilde kiliseler yoluyla da olabilir Süryani bölgelerinde. Bir ülkede adalet varsa, insanlar inandığı gibi yaşayıp, düşündüğünü özgürce ifade edebiliyorsa, karnını doyurabiliyorsa kovsan da gitmezler. Aksi takdirde bağlasan da durmazlar.

En yüksek muhalefet Karadeniz’de

Sizin üyesi olduğunuz Doğu Anadolu Heyeti en son Erzincan’da saldırıya uğradı. Siz bu imtihandan kendinize nasıl bir sonuç çıkarıyorsunuz?

Bir defa bu karşı çıkmalar, MHP ve İşçi Partisi içerisinden gelen bir muhalefet. Ulusalcı-milliyetçi çizgide bir muhalefet örgütleniyor. Bu, geniş halk kitlelerinin protestosu değil, profesyonel bir muhalefetle karşı karşıyayız. Biz en fazla protestoyla Ege’de karşılaşırız diye düşünüyorduk. En fazla muhalefet İzmir’deydi, şu anda İzmir destek konusunda Türkiye ortalamasının üstüne geçti.

- İzmir’in yerini neresi aldı?

Şu anda en yüksek muhalefet Karadeniz’de. Toplumun büyük bir kesimi barışa destek veriyor; ama bazı yerlerde organize güçler, ideolojik gruplar daha aktif. O bölgelerde sorun yaşanıyor. Bir taraf bağırıyor, “Bunların hepsi Ergenekon”. Öbür taraf bağırıyor, “Bunların hepsi PKK”. Öbür taraf diyor ki “Irkçı faşistler bizi kesecekler”. Böyle korkular var. Sanki Karadenizli olduğunuzda illa milliyetçiymişsiniz gibi. Ya da her Kürt terörist gibi. İnsan doğduğu ana babayı, doğduğu zamanı, toprağı kendi mi seçiyor? Bu korkuları aşmamız gerekiyor. Bizim belki de en önemli katkımız bu oldu.

Kendi gerçeğimizle yüzleştik. Farklı insanlar tek bir salonda toplanıyorlar, taleplerini dile getiriyorlar, ötekiler de dinliyor ve barış istiyorlar. Çözümü barış içinde, siyaset, hukuk, anayasa yoluyla gerçekleştirmek istiyorlar.

‘Allah cahil ve zalim bir topluluğa hidayet nasip etmez’

Herkesin hataları var. Herkes özür dilemeli ve ders çıkarmalı. Nasıl bireysel anlamda birbirimizi anlamamız gerektiğinden söz ediyorsak, toplumsal anlamda da, dini anlamda da anlamalıyız. Bugün Müslüman toplumda yaşayanların önemli bir çoğunluğu Çalıkuşu kadar Kuran’a ilgi duyup okumamıştır. Ya da “Burada bu kadar Hıristiyan var, Ortodoksluğun merkezi” deyip acaba kaç kişi İncil okudu? Herkes Siyonizmi, Yahudiliği konuşuyor. Kaç kişi Tevrat okudu? Bu kadar cahillikle birbirimizi ancak öldürebiliriz, düşman olabiliriz. Ayet şöyle diyor: “Allah cahil ve zalim bir topluluğa hidayet nasip etmez”. (Zeynep Miraç / Milliyet )

Haber Ara