Tuğçe Tatari Kandil'i yazdı
Son dönemde Türk basınından birçok isim Kandil'e röportaj yapmak üzere gidiyor. Bu isimlerden sonuncusu ise Akşam gazetesi yazarı Tuğçe Tatari.
13 Yıl Önce Güncellendi
2013-04-22 09:33:39
Tatari, bugünkü 'Kandil'den bildiriyorum..." başlıklı yazısında, Kandil'den ilk izlenimlerini yazdı. Kandil'den kaleme aldığı ilk yazının dikkat çeken noktası ise Tuğçe Tatari'nin ön ismini açıklaması sonrasında PKK'lıların yaptıkları yorumlardı.
İşte Tatari'nin 'Kandil'den bildiriyorum..." başlıklı o yazısı:
"Kandil Dağı kimi için kahramanlığın merkezi kimi için ise 'terörist yuvası'... Benim için ise ikisi de değil...
Kandil Dağı'ndan randevu talebime cevap geldiğinde hem heyecanlandım hem de endişelendim.
Telefonun öbür ucundaki ses "Sizi 18 Nisan saat 15.00'te alacağız. Gece bizimle kalacaksınız" demişti. Gece Kandil'de kalmak, koşulların başa çıkabileceğim gibi olup olmadığını bilmemek, kiminle ve nerede, nasıl görüşeceğime dair fikrimin olmaması; bir gazeteci için büyük heyecan ama diğer yandan da tedirgin edici.
DAĞA ÇIKMAK
Erbil'de beni dağa götürmek üzere gelen arabayla buluştuğumda kafamda onlarca soru vardı. Dört saate yakın bir yolda bana eşlik edecek olan, arabayı kullanan Zaza'yla sohbet etmeye başladık. Daha önce Kandil'e giden gazeteci arkadaşları sordu; Serdar Akinan, Ertuğrul Mavioğlu'ndan ve onların Kandil deneyimlerinden söz ettik. "Onları da ben götürmüştüm" dedi.
Yolda peşmergelerin kontrol noktalarından geçtik. Sarp dağlara, keskin virajları alarak yaklaşırken dağın üzerine kondurulmuş Abdullah Öcalan fotoğrafları ve bayraklar göründü.
Kandil devasa bir yerleşke. Eteklerinde; akademileri, belediye binası, sağlık ocağı, basın büroları, bakkallar ve birçok köyü barındırıyor.
Yerleşkeye giriş yaparken telefonumu kapatıyor ve Zaza'ya teslim ediyorum.
GECE KANDİL'DE UYUMAK
Baharla beraber dağın keskin mizacı yemyeşil, papatyalar, gelinciklerle dolu, doğanın yarattığı bir sanat eserine dönüşmüş. Araba dağlara doğru tırmandıkça atmosferin üzerimde yarattığı büyülü etki tarifsiz.
Kandil eteklerindeki köylerinden birine giriş yapıyoruz. Bizi orada Roj Welat ve Ahmet Deniz karşılıyor.
Bir eve giriyoruz. Dört çocuklu bir aileye misafir olacağım. Sohbet ediyoruz, o esnada televizyon açık, tartışma programlarında PKK'nın geri çekilme süreci konuşuluyor. Geri çekilmesi söz konusu olan insanlarla oturup ekranlarda konuşanların sözleri, tahminleri ve iddialarını dinlemek ilginç bir deneyim oluyor.
Yemeğe geçiyoruz. Yer sofrası donatılmış.
Tahmin edeceğiniz üzere sürekli çay içiliyor. Çay alışkanlığına uzak olan ben ikinci günün sonunda çay bağımlısına dönüşeceğim, belli.
Yemekten sonra erkekler evi kadınlara bırakıyor. Yer yatakları seriliyor. Tuvaletin dışarıda olması ilk başta beni tedirgin ediyor ama kısa sürede koşullara uyum sağlıyorum.
Dağ havası; derin bir uykuyu beraberinde getiriyor...
Sabah 7'de uyandırılıyorum. Kahvaltıya davet ediliyorum. "Hasan Cemal'in anlattığı peynir bu" diyorlar, tadına bakıyorum. Benim için fazla tuzlu. "Van'ın otlu peynirine değişilmez" diyorum.
Neredeyse sofradaki her ürün kendi mamulleri. Adını daha önce hiç duymadığım otları tek tek deniyorum.
SENDE KESİN KÜRTLÜK VAR
Arabalara biniyoruz. Dağın belli bir bölümünü tırmandıktan sonra yola yürüyerek devam ediyoruz. Yürürken tedirgin olduğumu, kendimden emin yürürsem doğanın buna karşılık vereceğini söylüyorlar. Uygulamaya çalışıyorum... Tek bir yapının olduğu yamaç bir araziye ulaşıyoruz. İçeriye girdiğimizde röportaj talebinde bulunduğum Rohani Serhat ve Hacer Zagros'un da aralarında bulunduğu bir grupla buluşuyoruz. Çaylar geliyor ve sohbet başlıyor. Halepli olduğumu, ön adımın Serfiraz olduğunu öğrenince "Sende kesin Kürtlük var" diyorlar. Serfiraz, Kürtçe zafere ulaşmış kişi anlamına geliyor. Biraz aile köklerine iniyoruz ama Kürtlük bulamıyoruz. Tuğçe adı bir kenara bırakılıyor, heval Serfiraz (arkadaş Serfiraz) oluyorum o andan itibaren.
Kadınların çoğunun saçı uzun. Buralarda uzun saç zor değil mi? Bakımı nasıl oluyor diyorum, doğal otlar, zeytinyağı ve kınadan başka bakım ürünü kullanmadıklarını anlatıyorlar. "Sizin kullandıklarınız hep kimyasaldır. Bizimkiler gibi etki etmez" diyorlar, hak veriyorum. "Nasıl alıştınız mı ortama? Gece rahat uyudunuz mu?" diyorlar hiç kıvırmadan "Yerde yatmaya alışık olmadığım için zorlandım" diyorum. Onlar da bana dağda geçirdikleri ilk geceyi anlatıyorlar.
Karayılan'la öğlen yemeği
Kapının önünde bir hareketlenme olduğunu fark ediyorum. Sohbet kesiliyor, kadınlar dışarıya çıkıyor ve yanlarında Murat Karayılan'la geri dönüyorlar. "Hoş geldiniz" diyor. Böyle bir buluşma beklemediğim için şaşırıyorum.
Oturuyoruz. O sırada yer sofrası kurulmaya başlıyor. Türk basınından gelen röportaj talebi yoğunluğundan bahsediyor. Çarşamba günü İmralı'dan gelen son mektup üzerine basın açıklaması yapacağı için şimdilik röportaj taleplerine yanıt veremediğini anlatıyor. O sırada açık olan İMÇ TV'de Milliyet gazetesine sızan İmralı tutanakları konuşuluyor. O konuya dair düşüncelerini öğreniyorum. Biraz gündemde olan konular hakkında konuşuyoruz. Ama röportaj yapmadığımız için yazmayı uygun bulmuyorum.
Yemek bitiyor, çaylar içiliyor ve ben röportajımı yapmak üzere sofradan ayrılıyorum."
SON VİDEO HABER
Haber Ara