'Dönüşü olmayan yol'
Diyarbakır Bağımsız milletvekili ve DTK Eş Başkanı Aysel Tuğluk'un Radikal gazetesinin hafta sonu eki Radikal 2 ekinde Kürt sorunun çözümü konusunda 'Dönüşü olmayan yol'a girildiğini ifade etti.
13 Yıl Önce Güncellendi
2013-04-10 08:22:23
TIMETURK / Haber Merkezi
Kürt meselesinde silahlı oluştan silahsız siyasete, oradan nihai çözüme uzun bir yol var. Ve bu yolun önemli bir durağı değil bizatihi yolun kendisi olan İmralı’da A. Öcalan ile yapılan görüşmeler PKK ’nın ‘eylemsizlik’ kararı ile karşılığını bulmaya başladı. Görüşmelerde bir mutabakata varıldığını söylemek yanlış olmayacak. Nitekim bu mutabakatın ilke ve çerçevesi Newroz’da Sayın Öcalan’ın ‘mektubu’ ile kamuoyuna ilan edildi. Böylece Kürt meselesinde silahsız siyaset dönemi geri dönüşü mümkün olmayacak şekilde 21 Mart 2013 tarihi itibariyle başladı. ‘Süreç’ artık kendi çözüm mecrasında nihai hedefine
doğru biraz daha resmiyet ve aleniyet kazanarak akışını sürdürecek.
Hüküm oluşturmak için belki erken ancak Türkiye siyaseti, Kürt meselesi ve demokratik mücadele açısından epeyce yenilikler yaşayacağımız kesin.
‘Kaybet-kaybet’ten ‘kazan-kazan’a
AKP , kendi çapında bir Sri Lanka tarzı olan Entegre Devlet Stratejisi’yle PKK’yı bitirebileceğine inandı. PKK ise Devrimci Halk Savaşı Stratejisi’yle kazanmayı amaçladı. 2012 sonu itibariyle geldiğimiz nokta şu oldu:
Devlet ve AKP “PKK final yapamadı. Devrimci Halk Savaşı’nı başaramadı” tespitinde bulundu. PKK ise “Devlet (ve AKP) Entegre Strateji ile yok edemedi. PKK’nın askeri-siyasi operasyonlarıyla bitirilemeyeceğini anladı” değerlendirmesini yaptı.
“Ben kazandım” diyen yok. Taraflar “Sen kazanmadın” diyerek ortaya çıkan sonucu kendileri açısından başarı olarak gördüler.
Savaştaki tekrarı ve açmazı gören iki lider; Öcalan ve Erdoğan işte bu ‘kaybet-kaybet’ durumundan ‘kazan-kazan’ siyasetine yönelerek yeniden pozisyon aldı. Ve kanımca stratejik hamle olan ‘bir adım geri mutabakatı’ ile çözüm sürecini başlattılar.
Kritik zamanlarda isabetli hüküm vermek ve milyonlarca insanın kaderini etkilemek bir liderlik yeteneğidir. Ve Öcalan ile Erdoğan aynı gemide olduklarının farkında olarak çözüme dümen kırmış ve ‘kazan-kazan’ tercihi ile sorumlu-politik liderliğin gereğini yapmışlardır. Öcalan ile Erdoğan’ın liderliği bu çözüm sürecinin her dönemecinde (geri çekilme, yasal-anayasal değişiklikle, sabotajlar, provokasyonlar vs.) birçok kez daha sınanacaktır. Erdoğan için bu daha da böyle.
Seçim takvimi ve bölge konjonktürü düşünüldüğünde Başbakan Erdoğan ‘son el’i oynamaktadır. Bu pozisyonda insanın seçeneği de olmaz. AKP yönetimi ve liderliğinin bölgede ve Kürt meselesinde, içine düştükleri açmazda Öcalan’a güvenmek ve onunla ‘işbirliği’ yapmak dışında bir çıkış şansı yok. Bu durum Erdoğan’ı her ne kadar tedirgin etse de siyasi geleceğini garanti altına almak için riski üstlenmek zorunda. Erdoğan’ın tüm bu güçler dengesi içinde ne kadar ve nereye kadar liderlik sorumluluğu göstereceğinden çok, bunu nasıl yapacağı sorusu önemlidir.
Maliyeti hesaplanamaz bir geri dönüş, vazgeçiş -ki felaket olur- yaşanmayacak düşüncesindeyim. Tabii bunun için başaktörlerin tarihsel bir performans ortaya koymaları gerekecek. Ve Başbakan Erdoğan şu an Öcalan’ın desteği ve alan açmasıyla bunu yapmaktadır.
Silahsız PKK seçeneği
Kürt meselesi olanca ağırlığı ve karmaşık boyutlarıyla, siyasi ve demokratik zemine taşınıyor. Çözüm tarzı ve programı kadar silahsız PKK seçeneği de tartışılıyor. Bölge üzerine politika yapan ve bölge gücü olan hiç kimse silahtan arınmış bir PKK seçeneğine hazır değil. AKP’nin ise Kürtlerin (İmralı ve Kandil’in pek tabii) en temel talepleri konusunda nasıl yaklaşım göstereceğini henüz bilmiyoruz.
Dolayısıyla silahsızlanma meselesi zannedildiğinin aksine İmralı’daki tartışmaların merkezinde değil ki böyle bir talep de yok. Öcalan’ın silahsızlanma meselesinde kafası 99’dan beri nettir. Gerçek olan şu ki mevcut yaklaşımlardan silahsızlanma çıkmaz. Zaten konjonktür de buna fırsat vermez. Ancak Kürt meselesini çatışma ortamından sivil- siyaset zeminine taşımak pekâlâ imkân dahilinde ve şu an işleyen süreç tam olarak bu.
Aslında bugün silah bırakılsa (Ateşkes ve geri çekilme bunun bir parçasıdır) Kürt siyasal hareketi iki kat güçlenir. Devlet bunu çoktan tespit etti. KCK operasyonları buna dayanır.
Gerçek şu ki devlet açısından sorun silahlar değil. Sorun, Kürt hareketinin siyasal ve toplumsal olarak sürekli güçlenmesidir. Stratejik soruları şudur: Bu güçlenme nasıl durdurulur? Her şeyi denediler, yine olmadı. İmralı görüşmeleri bu zincirin son halkasıdır. Acaba MGK’da tartışıldığı söylenen ‘birlikte büyümek’ tezi buna bir cevap olabilir mi? Durduramayınca: ‘Kürtlerle birlikte büyümek!..’ Bu stratejik bir yaklaşıma denk düşer. Türk-Kürt barışını belki de tam bu noktadan tartışmaya başlamalıyız.
Epey zamandır Kürt hareketinin hem teorik hem de pratik olarak en azından Türkiye-(Kuzey) Kürdistan sahasında silahlı siyasetten silahsız siyasete geçmesinin gerektiğini düşünmekteyim ki bu siyasi akla en yatkın seçenek. Ve esasen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ne yapacağından bağımsız olarak bunun bir şekilde tartışılması gerektiğine de inanıyorum.
Elbette Türkiye’nin bazı olumlu (yasal-anayasal ve pratik) adımları atması kolaylaştırıcı olacak. Ancak her ne/ve nasıl olursa olsun Kürt siyasal hareketinin en nihayetinde bu konuyu tartışması gerekecek. Bence Öcalan bunun çoktandır farkında ve demokratik siyaset yoluyla Kürtlerin (ve de Türklerin) daha fazla kazanacağına inanmış durumda, işlerin daha hızlı, daha kolay ve daha az riskli gerçekleşmesi için bazı beklentiler içinde. Ve bilinen talepleri var.
Her şeye rağmen ‘İmralı koşulları’nda söz konusu dönüşümü (silahlı siyasetten silahsız siyasete) sağlayabilmenin arayış ve çabasına girişmesi Öcalan’ın ne denli kararlı ve inançlı olduğunu göstermesi bakımından kanımca çok önemli bir parametre olmaktadır.
Mesele artık Erdoğan’a ve anayasaya bakar. Sadece adını/rengini/karakterini/gelişme ritmini yasal kimi düzenlemelerin (TMK, TCK, seçim barajı, tutukluların bırakılması vs.) belirleyeceğini de olanca açıklığıyla kavramak gerekiyor.
Gerçek olan şu ki Öcalan’ın önünde tek seçenek var; o da anayasa metnidir.
Erdoğan, anayasa ve başkanlık kozuyla oyunu yeniden kurgulamak istese de Öcalan’ın karşısında son eli oynadığından kaybedeceklerini göze alacağını sanmam, -kazanacaklarının yanında- zaman ve zemin içinde yeri olmaz kanısındayım. Tek çare, çözüm odaklı yaklaşımdır.
Yeri gelmişken bağlantılı bir konuya değinmeliyim...
Bazı sol, demokrat ve dost çevreler Kürt meselesinin anayasal çözümü karşılığında başkanlık sistemine onay verileceğini söyleyip Kürt siyasi hareketini Türkiye’nin demokrasiden uzaklaşmasının sorumluluğunu taşımakla eleştiriyor. Sürece dönük kaygı ve kuşkuları anlaşılabilir. Herkes iyi bilmeli ki içinde demokrasinin, özgürlüğün ve adaletin olmadığı bir sisteme Öcalan, Kürt hareketi ve Kürt siyaseti onay vermez, vermeyecektir. Ve tam demokratik Türkiye kurulana kadar da mücadelemiz devam edecektir. Fakat Cumhurbaşkanlığı (başkanlık) seçimlerinden dolayı “Başbakan böyle davranıyor” belirlemesi çok aldatıcıdır. Başbakan çoktan ‘Başkan’ oldu bile. Obama’nın sahip olmadığı yetkileri günlük olarak uyguluyor.
Yüz yıllık fırsat, yüz yıllık rüya
Bu kez farklı ve ‘her şeye rağmen çözüm’ kararlılığının gösterildiği bir süreç yaşıyoruz. İyimser ya da karamsar olabiliriz elbet. Ancak unutmayalım ki tarih ve konjonktürel akıntılar bizlerin bu durumuna aldırmaz. Kürt–Türk barışı üzerine tarihsel bir zaman ve zeminde olduğumuzu düşünüyorum.
Böylesi fırsatlar yüz yılda bir gelir ve şu an söz konusu fırsatla yüz yüzeyiz. Stratejik ve güncellenmiş Kürt–Türk ittifakını gerçekleştirebiliriz. Birlikte kazanmanın adı olan ‘Demokratik Cumhuriyet’ projesiyle sadece ülkemizde değil, bölgede de ilham alınacak bir barış-çözüm modeline ulaşabiliriz.
Her şeye rağmen umutlu ve iyimser olmakta fayda var.
Not: Girizgâh niteliğinde okunması gereken bu yazıdan sonra hem stratejik Türk–Kürt barışı hem de yeni dönemde Kürt siyasetinin rolü ve gündemi üzerine peşi sıra yazılarım olacak. Sürece, barışa ve çözüme katkı sunması umuduyla.
SON VİDEO HABER
Haber Ara