Akil adamlar soruyor: Öfkeliler, sizce çözüm ne?
İmralı görüşmeleri perşembe günü Nevruz'da PKK'nın silah bırakması ile ilk meyvesini verdi. Hükümet şimdi teröre çözüm sürecinde rol alacak Akil Adamlar Listesi üzerinde çalışıyor. Bu liste için adı geçen isimlerden biri de Yeni Şafak Gazetesi köşe yazarı Ali Bayramoğlu. Kendisiyle dün konuştuğumda 'Herkes telefon açıp soruyor ama bana tebliğ edilmiş resmi bir şey yok' diyerek, konu üzerinde yorum yapmaktan kaçındı. Böyle bir iklimde Ali Bayramoğlu'nun Diyarbakır'daki Nevruz'un ardından çözüm sürecine ilişkin yaptığı değerlendirmeler oldukça ufuk açıcı…
13 Yıl Önce Güncellendi
2013-03-24 14:49:02
Çözüm sürecinde ismi Akil Adamlar arasında geçen gazeteci-yazar Ali Bayramoğlu: “Savaşın bitmesinin önemli olduğunu ve bu konuda Tayyip Erdoğan’ın tarihi bir iş yaptığını düşünüyorum. Öfkeli insanlar ne öneriyorlar? Bunu nasıl bitirmeyi düşünüyorlar? Varsa cevapları, dinleyelim. Ne sen onu yok edebiliyorsun, ne o senden istediğini alabiliyor ve arada fatura evlatlarımıza çıkıyor. Kızsak da, hazmetmesek de dinleyeceğiz. Bayılıyor mudur Tayyip Erdoğan Öcalan’ın yaptığı konuşmaya? Hiç sanmıyorum! Mutlu olmuyordur ama bunu yapması gerektiği için yapıyor”... Yeni Şafak Gazetesi Yazarı Ali Bayramoğlu AKŞAM’a çarpıcı değerlendirmeler yaptı:
*90’lı yıllar boyunca terörist başı/bebek katili lafı insanların adeta genetik kodlarına işlendi. Nevruz’dan sonra toplumun Öcalan’ı bir siyasi aktör olarak kabullenmesini beklemek ne kadar gerçekçi?
Psikolojik olarak zordur ama sosyolojik olarak gerçekçidir. Büyük savaşları düşünün. Birinci Dünya Savaşı’nda birbirlerinin gırtlaklarını kesmiş insanlar barış masasına oturdukları zaman toplumlar mutlu olmadı orada verilen tavizlerden. Savaşın bitmesinin önemli olduğunu ve bu konuda Tayyip Erdoğan’ın tarihi bir iş yaptığını düşünüyorum. Öfkeli insanlar ne öneriyorlar? Bunu nasıl bitirmeyi düşünüyorlar? Varsa cevapları, dinleyelim. Ne sen onu yok edebiliyorsun, ne o senden istediğini alabiliyor ve arada fatura evlatlarımıza çıkıyor. Kızsak da, hazmetmesek de dinleyeceğiz. Bayılıyor mudur Tayyip Erdoğan Öcalan’ın yaptığı konuşmaya? Hiç sanmıyorum! Mutlu olmuyordur ama bunu yapması gerektiği için yapıyor. Demokrasi böyle bir şey zaten...
YENİDEN TANIMLAMA
*Öcalan’ın konuşmasındaki Misak-ı Milli yorumu son derece çarpıcı. Bugün yaşadığımız Misak-ı Milli değil. Misak-ı Milli’de Kuzey Irak da var çünkü. Böyle bir okuma yaptınız mı?
Sanmıyorum öyle mesajlar vereceğini Öcalan’ın. Konuşmasındaki önemli noktalardan bir tanesi mücadelenin bitmediği, Kürtlerin mücadelesinin sadece formunun, dilinin, aracının değiştiğidir. Yani şiddet yerine siyaset; ayrı bir yapı kurmak yerine bütünlük içerisinde varlığını sürdürmek. Mevcut yapılarla değil, modernitenin bize sunduğu ulus devlet modeli ile değil. Onun için Asur’a, Arap’a, Kürt’e, Türkmen’e, Ortadoğu’ya referans veriyor. Bu bütünlüğün politik, idari olarak yeniden tanımlanması yönünde Kürtlerin çok güçlü talebi olacaktır. Yeni anayasa nasıl yapılacak? Türkiye’nin idari yapısı değişecek mi? Yerel yönetimler âdem-i merkeziyetçi bir yapıya gittiği zaman özerklik halinde mi olacak? Bütün bu sorular Öcalan’ın altını çizdiği meseleleri içeriyor.
*Öcalan’ın Nevruz’da verdiği mesajları ulus devletin çözülmesi veya İkinci Cumhuriyet’in başlangıcı şeklinde okuyanlar var. Siz bu yorumlara ne diyorsunuz?
Heyecanlı yazılar var, ben de heyecanlı yazdım tabi. Ama sanırım henüz bildiğimiz Cumhuriyet’in sınırları içerisinde bu sorunu çözmeye çalışıyoruz.
DEVLETİN İKİ TALEBİ
*Bu mektubun ne kadar Öcalan’ın dili olduğu da tartışılıyor. Sizce bu gerçekten Öcalan’ın kaleminden çıkma bir metin mi?
Öcalan’ın onlarca kitabı var, onun kalemi olduğu anlaşılıyor. Bu adam 1970’lerde siyasal bilgiler okumuş, o dili, jargonu bilen, hapishanede okuyarak zaman geçiren bir adam. Ama elbette bu metin postaya verilip BDP’ye ulaşmadı. Bu metin MİT’ten başbakanın önüne gitti. Başbakan ve ilgililer bu metni okudular, kanaatleri varsa söyledilerse muhtemelen geri gitti. Bunları duydum da biraz...Devlet kendisinden iki şey istedi: Birincisi, daha net bir şekilde silahların bırakılmasını söylemesi; ikincisi, bütünlük meselesi. Böyle gidiş gelişler olmuştur ama bunu devletin yazdığı bir metin olarak algılamak doğru olmaz.
*Bundan sonraki süreçte Türk ve Kürt milliyetçilikleri iyice bilenir ve kutuplaşma artabilir mi? Böyle bir endişeniz var mı?
Şimdi karşımızda iki tane model var. Bu modellerden bir tanesi Kürtlerin adım adım ayrılmaya gitmeleridir. Diğer model ise Kürtler ve Türklerin bir arada yaşamanın imkânlarını birlikte yaratmaları modelidir. Bu model -eğer yaratılabilirse- milliyetçiliklerin alan kazanacağı bir Türkiye yerine farklı bir aidiyet duygusunun gelişeceği bir Türkiye düşünüyorum. Ama yarın-öbür gün yeniden çatışma başlarsa elbette milliyetçilik duyguları artacaktır. Önümüzde çok uzun ve mayın dolu bir süreç var. Eğer bu mayınlar patlar, süreç kötüye kullanılırsa o zaman milliyetçi reaksiyonlar doğal. Yani başarısızlığın bedeli milliyetçilik olur. Başarının sonucunun ise demokrasi olduğunu düşünüyorum.
AK PARTİ ATAERKİL SİYASET YAPIYOR
*AK Parti iktidarına ve demokratikleşme çabalarına en başından beri çok destek veren isimler arasında yer aldınız. Ancak zaman zaman kürtaj tartışması gibi, içki gibi, mahalle baskısı gibi kavramlarla çıkan tuhaf durumlar da yaşıyoruz. AK Parti’nin 10 yıllık sürecine bakınca nasıl bir tablo görüyorsunuz?
Bunların çok anlamlı olduğunu düşünmüyorum. Bir ülkede siyasi iktidarda muhafazakârlar varsa, muhafazakârlık topluma yansır. Önemli olan bunun ölçüsüdür. Hoşumuza gitmeyen şeyler olabilir ama buradan iktidarın bir kültürel yaşam biçimi dayattığını söylemek fazla ve ileri bir şeydir. Sorunumuz bunlar değil. Sorunumuz “Türkiye bir kabuğu kırıyor ve bunu kırarken ne kadar demokrat olabilir?” meselesi.
*Ne kadar demokratız?
AK Parti’nin yaptıkları doğrudur, yapış tarzı ile ilgili sorunlar vardır. Ergenekon Davası doğru bir davadır ama bu davanın işleme biçimi, amaçları, hukukun akışı bir sorun oluşturuyorsa karşımıza değişimdeki zihniyetle ilgili sorunlar çıkıyor. Tayyip Erdoğan ya da AK Parti dediğimiz zaman benim aklıma gelen daha çok bu çelişkili tarafı.
BABA-ÇOCUK İLİŞKİSİ
*Bu problemin kaynağı ne peki?
Hürriyetimizle, siyaset algımızla, çoğulculuğu henüz bilmememizle ilgili bir sorun. AK Parti nasıl bir parti? “Ben senin için takdir eder, en iyisini yaparım ama sen benden isteme” diyen bir parti. Ben buna “ataerkil siyaset” adını veriyorum. Bu bir babanın çocuğuna davranış tarzıdır. Ama demokrasi dediğimiz şey baba-çocuk ilişkisi değil; iki insan ilişkisi ise sadece hizmet değil aynı zamanda benim adam yerine konmam, dinlenmem ve benimle konuşulması da gereklidir. Başbakan bunları eleştirdiğiniz zaman “Doğruyu yapıyorum, sen neyi eleştiriyorsun?” diyor.Türk siyasal sisteminde zihniyet olarak sadece başbakan değil hepimiz bu açıdan biraz sakatız.İkincisi cemaatçilik çok yaygın bu toplumda. İster dindar, ister laik, ister Türk, ister Kürt... Hep bir topluluğun içinde olmak istiyoruz. Ve herkes ait olduğu cemaat ya da topluluğun yaşam alanını diğerinin aleyhine büyütme peşinde koşuyor. Sonuçta bugün siyasi iktidara baktığınız zaman liyakat değil; sadakat devreye giriyor. En iyi olan yerine en sadık olana “gel” deniyor. Bu, bir cemaate ait olmak, ona güvenmek ve onun içinde dönüşmekle ilgili bir şey. Bu SHP’de de, CHP’de de vardı, AK Parti’de de var.
*İçinde bulunduğumuz koşullarda Türkiye ileri demokrasiyi gerçekleştirebilir mi?
Kolay değil. Bu Türkiye’nin tarihsel dokusu ile ilgili bir sorun. Toplulukçu siyaset algısı son derece sorunlu. Liderlerin, şeflerin güçlü olduğu bir şark geleneğinin kolay dönüşmesi mümkün değil. Fakat olumlu şeyler yaşanmıyor da değil. Bana “Son on yılda Türkiye’deki en büyük değişim ne?” diye sorsanız toplumun değişimi yani İslami kesimin modernleşmesidir. İslami kesimin demokrasiyle, modern yaşam biçimiyle tanışması ve her şeyin İslami değerlere göre şekillendiği bir algıdan uzaklaşmasıdır. Bu sadece değişim değildir; aynı zamanda rasyonelleşme ve demokratikleşmedir. Tersinden baktığımız zaman laik kesimdeki en büyük değişme de demokratikleşmedir. Yani İslami kesimin varlığını kabul etmek, sindirmek, onunla bir arada yaşamanın kaçınılmazlığını görmek. Toplumda büyük bir değişim ve dönüşüm olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla bu soruya yanıtım: İşte kendi öykümüz içerisinde çabalıyoruz!
EN ÇOK AYDINLAR DAYAK YİYOR
*Herkesin bir cemaati varsa, siz kendinizi hangi grupta görüyorsunuz?
Daha seküler grubun parçasıyım diyeyim. Ama aslında serbest radikallerdenim. Benim gibi böyle arada olan çok insan var. Meslek itibariyle de var. Yeni Şafak Gazetesi’nde yazıyorum, dindar kesimden gelmiyorum, ama dindarların varoluş kavgasında onların içindeyim, AK Parti’nin reformcu politikalarını destekledim, ait olduğum seküler dünyanın Kemalist tutumunu her zaman çok eleştirdim. Entelektüelleri galiba biraz dışarıda tutmak gerekir…
*Entelektüellerin durumu da çok tartışılıyor. İçinde bulunduğumuz demokrasi açısından sorunlu dönemde entelektüellerin sorumlulukları yok mu hiç? Zaten sonrasında liberallerle AK Parti arasında müthiş bir kırılma yaşandı demokratikleşme adımlarında uğradıkları hayal kırıklıkları nedeniyle…
Öyle bakmıyorum ben. Eleştiri zamanı eleştiri, destek zamanı destek. Diğer entelektüeller de öyle yapmıştır. AK Parti’ye liberal kesim büyük destek verdi, doğru yapmıştır. Çünkü AK Parti o zaman iki açıdan desteği hak ediyordu. Birincisi, seçimle gelmiş bir siyasi iktidarın var olma hakkı vardı. O siyasi iktidar asker ya da sivil çeşitli yollarla boğulmaya çalışılıyordu ve bu noktada ona destek verdi aydınlar. Ardından bu siyasi parti AB ilişkileri çerçevesinde Türkiye’deki devlet yapısını demokratikleştirmeye yönelik bir dizi reform başlattı. Kürtlerin siyasal alanının genişletilmesi, MGK’nın kaldırılması, ifade özgürlüğünün ön plana çıkarılması gibi pek çok alanda doğru işler yapan bir iktidar vardı. Ona da destek verdi entelektüeller. Ama siyasi iktidarın eğri ya da yanlış yaptığı, baskıcı bir görüntü sunduğu zamanlarda da onu eleştirdiler. Benim pozisyonum şahsen budur. AK Parti’yi halen doğru yerlerde destekler, eğri yerlerde eleştiririm. Şu soru doğru değildir; “Dün desteklediniz, bugün bakın ne oldu?” Bu niyet okumaktır, ideolojik bir tutumdur. Kimse gelecekte ne olacağını bilemez. Siyasi hayat ve demokrasi şimdiki zaman içinde vardır. Bu çağdaş demokrasinin temel ilkesidir. Şimdiki zamandan şaşmamanız gerekir. Gelecek zamana dair varsayımla siyasi tavır alınmaz. Türkiye’de en fazla itilip kakılanın, en fazla dayak yiyenin aydınlar olduğunu düşünüyorum. Üstelik aydın görünümünde bir sürü devlet memurunun ve statükocunun olduğu kanaatinde olmama rağmen… Bence aydınlar Türkiye’nin kendi tarihi ile yüzleşmesi, AK Parti gibi dini imajı olan bir siyasi partiyi asker karşısında desteklemek gibi konularda çok cesur davrandılar. (Şenay Yıldız / Akşam)
SON VİDEO HABER
Haber Ara