Burkay: KCK, Öcalan-PKK ve devletin ortak projesidir
Kemal Burkay: Ergenekon’a gelince, bu bir dizi suça, komploya, faili meçhullere, darbe girişimlerine bulaşmış devasa bir örgüttür. Elbet davalar ve tutukluluk halleri çok uzun sürmemeli. Ama insanlar yaptıklarının hesabını da vermeliler
13 Yıl Önce Güncellendi
2013-02-20 23:45:35
1937 Tunceli’de doğan ve 1960 yılında Ankara Hukuk Fakültesini bitiren Burkay, hiçbir zaman şiddeti benimsemez hatta silahın, Kürt siyasetinin özgürleşmesinde en büyük engel olduğunu vurgulayarak, “iklim henüz Akdeniz değil, Şubat- Mart ayları” derken, ömrünün 50 yılını bu meseleye adamış birinin inatçı umudunu sergiler.
Naif bir kişilik, nazik ve barışçı bir dil ve de Batı standartlarında demokrasiyi içselleştirmiş, masaya yumruk vurmak yerine diyalogu seçen, Türkiye’ye bol gelen siyasi bir profil…
Bir tarih duruyordu karşımda…
Aklıma takılanları sordum, söyledi…
Sayın Burkay, 1974 yılında başlattığınız Özgürlük Yolu hareketi, şiddeti tasvip etmeyen ve siyasal yöntemlerle yürümeyi tercih eden, döneme göre de Kürtçe yayın yapan dergi ve gazete (Roja Welat) çıkaracak kadar cesur bir hareketti. 1977 de kurulan PKK ise Bağımsız Kürdistan için silahla mücadeleyi tercih etti. Gelinen süreçte kim nerede duruyor?
1960 ve 70’li yıllar dünyada devrim dönemleriydi ve bu Türkiye’de hem sol hareketi hem Kürt hareketini etkiliyordu. Bazı kesimler silahlı mücadeleyi sonuç verecek başlıca yöntem olarak görüyorlardı. Biz ise ülke koşullarının buna uygun düşmediği görüşündeydik ve kitle içinde çalışmanın, barışçı siyasal yöntemlerin doğruluğuna inanıyorduk. Bu nedenle silaha, şiddete yönelmedik. Başından beri doğru bulduğumuz yöntemleri bugün de izliyoruz.
PKK ise ortaya çıkar çıkmaz silahlı eyleme yöneldi ve işin garibi bu eylemi önce bize ve diğer Kürt yurtsever ve sol örgütlerine yöneltti. 1984’te Suriye’nin desteği ile bir silahlı mücadele başlattı. Biz bunun başarı şansı olmadığı kanısındaydık.
Kanımca gelinen durum bizi haklı çıkardı. 30 Yıl süren çatışma döneminin bedeli çok ağır oldu; ama şiddet, ne devlet, ne de PKK bakımından bir sonuç vermedi. PKK’nin siyasi hattı ise her bakımdan zigzaklı oldu. Programı azami ile asgari arasında gidip geldi; zamanla ideolojik görüşlerini, adını bile terk etti, silahlı eylemi tümden bıraktığını söyledi; ama sonra yine döndü…
PKK ve taraftarları, Kürtler bakımından elde edilen kazanımların PKK’nın silahlı mücadelesi sayesinde olduğunu söylüyorlar. Bu doğru mu, bu kazanımlar nelerdir?
Buna katılmıyorum. Daha PKK sahnede yokken, 1960’lı ve 70’li yıllarda Kürt ulusal hareketi hızlı biçimde gelişiyor, kitleselleşiyordu. 1967 yılında birçok Kürt ilinde “Doğu Mitingleri” denen onbinlerin katıldığı kitlesel mitingler yapıldı, yayın ve örgütlenme çabaları başladı. 12 Mart darbesine rağmen 1970’li yıllarda barışçı siyasal örgütlenme hızlandı, ulusal hareket gelişip serpildi, çoğu sol renkte partiler ve dernekler kuruldu. Bizim çıkardığımız Özgürlük Yolu dergisi 10-12 bin tiraj, Kürtçe-Türkçe Roja Welat Gazetesi ise 40 bin tiraj yapıyordu. 1977 yılında bağımsız aday göstererek Diyarbakır Belediye Başkanlığını, bir yıl sonra ise yine bağımsız adayla Ağrı Belediye Başkanlığını kazandık. Bizim ve diğer yurtsever güçlerin (KDP, DDKD, Rızgari, Kava vb.) bölgedeki etkisi hızla büyüyordu ve yurtsever güçler arasında birlik oluşturma çabası içindeydik. Nitekim 1980 başında üç örgüt (Özgürlük Yolu, KUK ve DDKD) “Uulusal Demokratik Güçbirliği’ni (UDG) oluşturduk. Eğer 12 Eylül darbesi devreye girmese, Kürt hareketi PKK eliyle şiddete itilmese, bu birlik sayesinde daha 1980’li yıllarda bölge belediyelerinin büyük çoğunluğunu elde edebilir ve parlamentoya çok sayıda parlamenter sokabilir, Türkiye politikasında etkin bir güç haline gelebilirdik. Ama cunta bu gelişmeyi sekteye uğrattı, sol ve demokratik hareketin bütünü gibi Kürt ulusal hareketini de ezdi. PKK de izlediği yanlış yöntemlerle hem 12 Eylül öncesinde hem de sonrasında bu olumsuz gelişmeye katkıda bulundu. Böylece meydan silah kullananlara, yani şiddete kaldı.
Bir başka deyişle, şiddet egemen olmasaydı hem bunca büyük bedel (50 bin dolayında insanımızın ölümü, 4 bin köyün yakılıp yıkılması, milyonlarca insanın sürgün yollarına düşmesi, yüz milyarlarca liranın kirli savaşa gitmesi, toplumun şiddet sarmalına düşmesi, siyasi ve toplumsal kirlenme vb) ödemeyecektik, hem de ülke demokratik bakımdan bugün çok daha ileri bir konumda olacak ve Kürtlerin kazanımları da çok daha büyük olacaktı.
12 Eylül sonrası kurulan ilk legal Kürt partisi hangisidir?
Cuntanın geri çekildiği ve siyasal partilerin yeniden sahneye çıktığı dönemde Kürt aydın ve siyasilerinin kuruluşunda etkin bir rol aldıkları ilk parti 1990 yılında kurulan Halkın Emek Partisi’dir. Ben ve arkadaşlarım HEP’in kuruluşunda fikri planda ve örgütlenme planında aktif rol oynadık. Konjünktür HEP gibi demokrat ve değişimci bir partinin gelişmesi için çok uygundu. Ne yazık ki hem devlet HEP’i engellemek için her şeyi yaptı, hem de parti ustalıkla yönetilemedi ve siyasetin küçük hesaplarına alet edildi. PKK ise başlangıçta HEP’e karşı çıktı, onu ihanet saydı; ama daha sonra içine girerek kontrolü ele geçirdi ve demokratik yapısına son vererek kapatılmasına yol açtı.
HEP’in ardından Demokrasi ve Eşitlik Partisi (DEP) kuruldu, ama o da aynı nedenlerle uzun ömürlü olamadı. Daha sonra legal planda bizim ve PKK yandaşlarının yolu tümden ayrıldı. Şiddete karşı çıkanlar, legal-demokratik çalışma ilkelerine önem veren kesimler Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP) ile yollarına devam ettiler. O kapatılınca önce Demokrasi ve Barış Partisi (DBP) son olarak da, 2002’de Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR) kuruldu.
HAK-PAR, heterojen bir yapılanma mı, bir Kürt partisi mi, Türkiye partisi mi?
HAK-PAR Kürt sorununun çözümünü politikasına eksen yapmış bir parti. Kadroları ağırlıkla Kürtlerden oluşuyor. Ama aynı zamanda Türkiye’nin diğer temel sorunlarının çözümü ve Türkiye’nin AB standardında bir demokrasiye ulaşması için çaba gösteren bir parti. Bu nedenle programını ve mücadele yöntemlerini benimseyen, özgürlük ve demokrasi isteyen Kürt, Türk veya başka kökenden herkese açık bir parti. Bu anlamda heterojen; saflarında sosyalistler, sosyal demokratlar, liberaller ve dindar insanlar var.
Partinizin Kürtler için talepleri nelerdir? BDP’den farkı nedir, Kürtler için alternatif siyaset üreten bir “ana muhalefet” partisi midir?
Biz Kürt halkı için eşitlik temelinde bir çözümü savunuyoruz, bu federasyondur. Kürt halkının nüfusça çoğunlukta olduğu bölgede, yani tarihi ve coğrafi adıyla Kürdistan’da federal bir statü ile kendi kendisini yönetmesini savunuyoruz. Yerel hükümeti ve parlamentosu olmalı. Kürtçe, ilkokuldan üniversiteye kadar eğitim dili, aynı zamanda Türkçenin yanı sıra ikinci resmi dil olmalı.
BDP ise şu anda “demokratik özerklik” diye bir şeyi savunuyor; ama bunun içeriğinin ne olduğu pek belli değil. BDP’nin görüşleri sık sık, Öcalan’ın tercihlerine uygun olarak değişiyor. Son günlerde Öcalan’ın bundan da vazgeçtiği söyleniyor…
Biz elbet, Kürt politikasında bir seçeneğiz ve gerçekçi çözümü öneren partiyiz. Şu anda BDP güçlü; ama güç konjüntüre bağlı olarak değişir. Geleceği olan parti, kitlelerin temel taleplerini, bu anlamda değişimi ve çözümü savunan partidir.
Türkiye için federasyon ideal bir sistem midir? Bu sistemin işleyişini dünyadaki örnekleriyle anlatır mısınız? Yönetim, hukuk, adalet, güvenlik, eğitim, dil vs. gibi konularda nasıl bir işleyiş olacak?
Çok etnik gruplu, çok uluslu bir ülkeye uygun düşen federal yapıdır. Türkiye böyle bir ülkedir. Her etnik grup çoğunluk oluşturduğu bölgede kendi kendini yönetim hakkına sahip olmalıdır.
Dünyamızda federal bir yapıya sahip olan pek çok ülke var. ABD, Rusya, Çin, Federal Almanya, Birleşik Krallık, Almanya, Belçika, İsviçre, İspanya, Irak bunlardan bir bölümü. Federal ülkelerde çözüm biçimleri ve işleyiş ülkeden ülkeye değişse bile ortak özellikler vardır. Hak ve yetkiler bölgeler ve merkez arasında bölüşülür. Bölgeler kendi yerel hükümetlerine ve parlamentolarına sahiptir. Bölgenin kendine özgü bir dili varsa o dil aynı zamanda eğitim dili ve ülkenin resmi dillerinden biridir. Eğitim, sağlık, vergi toplama ve harcama, yerel ihtiyaçlar için ve merkezi anayasaya uygun biçimde yasa yapma, yerel güvenlik genellikle bölgesel yönetimin hakları arasındadır. Öte yandan, tüm bölgelerin katılımıyla ve demokratik biçimde, serbest seçimle oluşan bir merkezi parlamento ve hükümet vardır. Dış ilişkiler, savunma, ülkenin tamamı için yasa çıkarma, ülkenin bütününü kapsayan bütçe, bütünü ilgilendiren ekonomik projeler vb. merkezi yönetimin yetkisindedir.
Kemal Bey, bir kesimde bölünme=federasyon algısı var ve bu ciddi kaygı yaratıyor, bunu nasıl aşmayı düşünüyorsunuz?
Doğrudur, Türkiye’de federasyon ya da otonomi denince toplumun bir bölümünde bunu bölünme diye yorumlayan, kaygı ve korkuyla karşılayan bir algı var. Bu korkunun tarihsel ve toplumsal nedenleri var elbet. Ülke halkı geçmişte bir imparatorluğun çöküşüne tanık olmuş. Yönetim, yüzyıla yakın bir süre “Vatanın ve milletin birliği” adına Kürtleri yok saymış, asimile etmeye çalışmış, Kürt halkının meşru taleplerini ise ayrı devlet kurma çabası ve bölünme olarak nitelemiş, yani korkuları beslemiş. Oysa federal biçim bölünme değil, farklı halkların, farklı etnik grupların bir arada yaşamasının biçimidir. O hakları tanıdınız mı ortaya federasyon çıkar. Tanımadığınız zaman ise haksız bir düzen oluşur ve bundan hır çıkar, ülke barış yüzü görmez. Baskı ve eşitsizlik üzerine kurulan böyle bir sistemi ilânihaye sürdürmek imkânsızdır. Ayrılık fikirlerini besleyen ve büyüten baskı ve eşitsizliktir. Eğer bu gerçekler halka iyi anlatılırsa zaman içinde önyargılar, yersiz kaygılar silinir ve toplum böylesi adil bir çözümü benimser.
Bu sistem, asimilasyona engel olabilir mi ve tam da bu noktada ulusal bilincin korunması ile milliyetçilik arasındaki farkı açıklar mısınız?
Farklı diller, kültürler dünyamız için ve her bir ülke için zenginliktir. Zor ve baskı yoluyla asimilasyon ise bir insanlık suçudur. Federal bir yapı her halkın, farklı grubun haklarını (örneğin dil, kültür, eğitim hakları) tanır ve asimilasyonu önler.
Zulme baskıya karşı bir halkın ya da ulusun gösterdiği direnç, bu türden ulusal (milli) hak talepleri doğaldır, meşrudur. Bu ırkçılık diye nitelenemez, suçlanamaz. Ama kınanması, karşı çıkılması gereken, başka bir halkı ya da ulusu baskı altında tutmaya gerekçe edilen ideoloji ve uygulamalardır. Eşitsizliği sürdürmeye, imtiyazları korumaya yönelik bu tür milliyetçiliğin meşru bir yanı yoktur ve o çoğu zaman ırkçılığa varır, zulüm ve sömürünün aracı olur.
Siz, birçok demecinizde silahın Kürt siyasetinin özgürleşmesinin önündeki en büyük engel olduğunu söylüyorsunuz. Yeni süreçte, silahların susması ve barış gündemde. Sizce Hükümet samimi mi, bu meseleyi gerçekten çözmek istiyor ya da bu beceriye sahip mi?
Kürt hareketi 1970’li, 80’li yıllarda devlet tarafından şiddete adeta itildi. Ama silahlı eylemlerin toplumsal hayatın her alanında yarattığı büyük tahribata rağmen bir sonuç vermediği görüldü. Devlet hem silahlı eylemi gerekçe yaparak baskı ve şiddetini arttırdı, hem de sorunun çözümünden kaçınmak için bir gerekçe yaptı. Geldiğimiz aşamada silahın çözüm için sistemi zorlamadığı, aksine, diyalogun ve çözümün önünde bir engel haline geldiği açık biçimde görünüyor. Kitleler de savaştan bıktılar ve barış istiyorlar. Bu durumda siyasetin normalleşmesi, diyalog ve çözüm sürecinin önündeki psikolojik engellerin aşılması için silahlar bir an önce susmalı ve PKK tümden silah bırakmalı.
Hükümet silahların susmasını istiyor ve bu önemli; ama bu tek başına sorunun çözümü değil, olsa olsa çözüm yolundaki önemli bir eşiğin aşılmasıdır. Hükümetin ne yazık ki şu anda, sorunun boyutlarına uygun, çözüme yeter kapsamlı bir projesi yok. Ama Kürt halkının haklı mücadelesi devam edecek ve ben barışçı kitlesel mücadelenin hem Türk hem de dünya kamuoyundan destek görerek çözümü sağlayacağına inanıyorum. 20 milyonu aşkın Kürt halkının oyu 20 milyon tüfekten daha önemlidir.
Bu görüşmelerde Kürtler için talep edilenler nedir, bir statü çıkmasını bekliyor musunuz?
Hükümetin açıklamaları ve kamuoyuna sızan bilgiler, Öcalan’la görüşmelerin PKK’ya silah bıraktırmaya yönelik olduğunu gösteriyor. Bundan Kürtler için bir statü çıkmaz. Kaldı ki Öcalan, silahların susması konusunda PKK üzerinde etkili bir aktör olsa bile, çözüme ilişkin olarak tek başına Kürtler adına konuşamaz.
Öcalan ile görüşmek ister misiniz?
Hayır, böyle isteğim yok ve şu durumda buna gerek de yok. Onunla 1993’te görüşmemiz ve o zaman imzaladığımız protokol farklı koşulların ürünüydü.
KCK ve Ergenekon tutuklularının yeni yasa ile tutuksuz yargılanması mümkün olacak, bunu nasıl yorumlarsınız?
KCK ve Ergenekon olayı farklı bence. KCK İmralı sürecinde Öcalan ve PKK ile varılan uzlaşma sonucu, Kürt hareketini kontrol için oluşturulan bir devlet projesidir. Bir bakıma skandal niteliğindedir. Yine de KCK örgütlenmesinde şiddete bulaşmamış politikacıların tutuksuz yargılanması iyi olur. Ergenekon’a gelince, bu bir dizi suça, komploya, faili meçhullere, darbe girişimlerine bulaşmış devasa bir örgüttür. Elbet davalar ve tutukluluk halleri çok uzun sürmemeli. Ama insanlar yaptıklarının hesabını da vermeliler. Bu ülkede dünün darbecilerini yargılamak zaten mümkün olmadı, bir de onlara toptan bir af sunmak, onların eyleminden acı çeken yüz binlerce, milyonlarca insana, hatta bir halka karşı toptan, büyük haksızlıktır. Tutukluluğun gerekli olup olmadığına, şimdiye kadar olduğu gibi yargı karar vermeli.
Kemal Bey, 4. Yargı paketi ve Başkanlık sistemi hakkındaki düşünceleriniz nedir? Yeni Anayasa nasıl oluşmalı ve Burhan Kuzu’nun anadilde eğitim ile ilgili açıklamaları için ne söylersiniz. ( Kuzu, anadilde eğitimin bölünmeye neden olacağını söylüyor)
Paketin içeriğini henüz net olarak bilmiyoruz. Söylendiği gibi düşünceyi suç olmaktan çıkarıcı türden ise elbet olumludur. Öte yandan hükümetler son 20-25 yılda sayısız “reform” veya “çözüm” paketleri çıkardılar. Ama bunlar derde derman olmadı. Perakende veya palyatif tedbirlerle sorunlar çözülmüyor. Bunlar belki ateş düşürücü ilaçlar, ama hastalığın tedavisine yetmiyor.
Başkanlık sistemi denen şeyin Türkiye’nin sorunlarını çözüm için zorunlu olduğunu sanmıyorum. Bir ülkede demokratik gelenekler zayıfsa, toplum demokrasiyi sindirmiş değilse ne parlamenter sistem, ne de başkanlık sistemi iyi işler. Türkiye gibi bir ülkede başkanlık sisteminin otoriter bir rejime dönüşeceğinden kaygı duyarım. Burhan Kuzu anayasacı, ama tam bir statükocu, hiç umut vermiyor; anayasa ona kaldıysa yandık demektir.
Yerel Yönetimler yasası, HAK- PAR’ın federasyon talebine cevaz verecek nitelikte midir?
Hayır, federal çözümle bir ilgisi yok. Hatta Avrupa yerel yönetimler şartının da çok gerisinde.
PKK/BDP çizgisiyle örtüşmeyen geniş bir Kürt kitlesi var. Bu kitleyi temsil etmede yeterince etkili olduğunuzu söyleyebilir misiniz; size karşı bir önyargı var mı ve sizi yeterince tanıyorlar mı; tüm bunları aşmak gibi bir çaba içinde misiniz?
Biz HAK-PAR olarak, bu ülkede Kürt sorununun çözümü için tek gerçekçi, kapsamlı ve cesur projeye sahip partiyiz. Bunun yanı sıra ülkenin önemli sorunlarından Alevi sorununun çözümü için de açık, net bir programa sahibiz: Cem evlerinin statüsünün tanınmasını, zorunlu din dersinin kaldırılmasını, Diyanet İşleri Teşkilatı’nın bir devlet kurumu olmaktan çıkarılıp vakfa dönüştürülmesini istiyoruz. Yani biz gerçek bir laikliği savunuyoruz. Ayrıca kadın ve işçi haklarına, çevre sorunlarına büyük önem veriyor ve Türkiye’nin batılı standartlarda bir demokrasi olmasını istiyoruz. Bütün bunlar daha şimdiden kitlelerin ilgisini çekiyor ve dostlarımız artıyor.
Öte yandan güç dengeleri bir anda değişmiyor. Sabırlı bir çalışmaya ve zamana ihtiyacımız var. Kanımca değişim sürecinde önemli bir rol oynayabilecek bir partiyiz.
İlerleyen süreçte, HAK-PAR ve BDP ittifakı mümkün olabilir mi?
Bu birbirinin varlığına karşılıklı saygı duymaya, yani demokratik ilişkilere bağlı. Öyle olursa, en azından politikalarımızın örtüştüğü noktalarda, yani ortak talepler üzerinde neden güçbirliği ve ittifak olmasın.
Kemal Bey, önce Kasr-ı Şirin antlaşmasıyla Osmanlı ve İran imparatorlukları arasında ikiye, daha sonra Lozan’da ise dört parçaya bölünen Kürt coğrafyasının geleceği hakkındaki düşünceleriniz nedir?
Evet, bu Kürtlere karşı büyük bir haksızlık. Ama tarihte haksızlıklar çoktur ve o çarkı geri çevirmek çoğu zaman mümkün değildir. Amerika kıtasını, ya da Avustralya’yı beyazlardan boşaltıp yerlilere geri vermek mümkün mü?.. Bence değişen koşulları, her tarihsel dönemin gerçeklerini kabul etmeli.
Ben Kürt halkının özgürlük mücadelesini her bir ülkenin (Türkiye, İran, Irak, Suriye) koşullarına göre yürütmesi gerektiği görüşündeyim. Kanımca her dört ülkede de Kürt sorununun çözümü için uygun biçim federal çözümdür. Sınırların gelecekte önemini kaybedeceği kanısındayım. Bakın, daha düne kadar acımasızca boğazlaşan Avrupa devletlerinin, Fransa, Almanya, İngiltere’nin arasındaki sınırlar nerdeyse silindi; Avrupa bir federasyona dönüşüyor. AB benzeri bir “Ortadoğu Birliği” de bugün bir düş gibi görünse bile kanımca uzak değildir. Bölgemize de elbet barış gelecek. Böyle bir durumda Kürdistan’ı bölen sınırlar da önemini yitirecek, silinmiş olacak.
Dış politikaya da değinecek olursak, Suriye ve Esad ve Türkiye-İsrail ilişkileri için neler söylemek istersiniz?
Esad rejiminin halka karşı uyguladığı baskıyı onaylamak mümkün değil. Suriye’nin yeni, demokratik bir anayasaya ve genel seçimler sonucu oluşacak demokratik bir yönetime ihtiyacı var. Öncelikle bu kanlı çatışma durdurulmalı, silahlar susmalı ve taraflar barış masasında bir araya gelmeli. Kanımca Suriye için de geçerli çözüm federal ve demokratik bir yapılanmadır.
Türkiye İsrail’le ilişkilerini bu denli germemeli idi. Filistin sorununda tarafa dönüştü. Oysa İsrail ve Filistin’le, yani her iki tarafla da iyi ilişkilerini koruyarak çözümde olumlu bir rol oynayabilirdi.
Erdoğan’ın AB ile ilgili son demeçleri, Şanghay Beşlisi ve sizin AB hakkındaki görüşleriniz?
Türk hükümetlerinin AB’ye yönelik eleştirileri öteden beri haklı değil. Türkiye’de yönetimler AB’ye her alanda uyum sağlamak için gereğini yapacaklarına, özellikle de Kopenhag Siyasi Kriterleri’ni es geçerek, demokratikleşmeden, Kürt sorununun çözümünden kaçınarak üye edilmeyi bekliyorlar. “Biz Avrupa’ya çok gerekliyiz” diyorlar. Askeri olarak mı?.. Şiddet sarmalında bir ülke mi olarak?.. Her gün 3-5 kadının erkekler tarafından öldürüldüğü, her gün 3-5 işçinin iş kazalarında hayatını yitirdiği bir ülke mi olarak?.. Avrupa demokratik ülkelerin birliğidir, kendi içinde de olsa, barışçı bir birliktir. Türkiye bu birliğe girecekse, iç barışını sağlamalı, demokratikleşmeli.
Şanghay Beşlisi Ekonomik ve sosyal gelişme düzeyiyle Avrupa’nın çok gerisinde. En başta da Avrupa’ya eş bir demokrasiyi ve insan hakları standardını içermiyor. Bu, ülkenin yönünü sadece Batı’dan Doğu’ya çevirmek değil, geriye çevirmek olur.
Kemal Bey, gündemi yoğun ülkemizde edebiyatçı, güzel ve duygulu şiirler yazan sizin gibi bir siyasetçiyle görüşme fırsatı bulmuşken, bir şiirinizi anadilinizde ve Türkçe olarak bizimle paylaşmanızı rica etsem...
EVÎN Çİ YE?
Evîn çi ye?
Germiya dest û çavan e
Evîn çi ye?
Ji dil tê jiyan e
Baran e li ser axa havînê
Pel û ba ye
Evîn azadî ye
Him dilop e him derya ye…
SEVDA NEDİR?
Sevda nedir?
Ellerin ve gözlerin sıcaklığı
Sevda nedir?
Bir türkü yürekten gelir
Yağmurdur yaz toprağı üzerinde
Yel ve yaprak
Sevda özgürlüktür
Hem damla hem deniz…
Sayın Burkay, açıklamalarınız için teşekkür eder, size ve partinize başarılar dilerim…
Ben de teşekkür ederim Güldalı Hanım…(Sivildüşünce.com)
SON VİDEO HABER
Haber Ara