'Suriye politikası esasen İsrail politikasıdır'
Suriye’de muhalifler ile Esad Hükümeti arasındaki çatışma sürüyor. Suriye Ulusal Konseyi, Esad’a karşı birliği sağlamaya çalışırken muhalifler bu kez de Kürtler ile çatışmaya başladı. ABD, AB, Rusya ve Çin Suriye’deki gelişmeleri yakından izliyor, peki süreç nereye varacak? Türkiye, Suriye politikasına yön verirken hata mı yaptı?
13 Yıl Önce Güncellendi
2012-11-21 07:40:12
'Soruların yanıtını almak için özellikle islam coğrafyası ve kürtler üzerine araştırmalara imzasını atan Mustafa Peköz ile konuştuk. Siyaset bilimi konusunda master ve sosyal bilimler konusunda doktora yapan ve halen, Fransa’da yaşayan Peköz’ün Kontrgerilla Stratejisi, Türkiye’de Politik İslam’ın Gelişimi ve MNP-FP Gerçeği, Avrupa Birliği’nde Göçmenler/Almanya’da Kürtler-Türkler, 1923’den 2004’e CHP’nin İdeolojik-Politik Tarihi, Küresel Güçlerin Ortadoğu Stratejisi, İslami Cumhuriyete Doğru ve Küresel Kapitalizm ve Göçmenlik isimleri kitapları Türkiye’de de yayınlandı. Ayrıca Fransızca yayınlanan 'Türkiye’de Politik İslam’ın Gelişmesinin Ekonomik-Politik Nedenleri' isimli bir kitabı da bulunmaktadır.
Peköz ile sadece Suriye’de yaşanan gelişmeleri değil, İsrail’in Gazze operasyonunu ve Türkiye’nin tutumunu da konuştuk.'
Sibel Yerdeniz / T24
Ortadoğu’da çok önemli gelişmeler oldu/oluyor. Bugüne kadar ne petrol gibi doğal kaynakları bakımından, ne de ekonomisi vb açısından dikkat çekici olmayan, bölgede yalnızca bir ‘denge’ ülkesi olarak görülebilecek ‘küçük’ Suriye büyük bir etki yarattı. Suriye neden böyle kritik bir önem kazandı ve deyim yerindeyse küresel çapta bir çatışmanın merkezine oturdu?
Suriye jeo-stratejik ilişkilerde her zaman bölgenin 'politik denge’ noktası olarak görülmüşür. Özellikle Arap dünyasında İsrail’e kafa tutan bir ülke olarak anılırdı. Bu bakımdan Arap Birliği içerisinde hemen her zaman tahmin edilenden çok daha fazla etki gücü vardı. Hafız Esad döneminde, İsrail karşıtı politikası nedeniyle, başta Suudi Arabistan olmak üzere körfez ülkeleri Suriye’nin ekonomisini finanse ederlerdi.
Bölge ilişkilerinde etkin olan Baas rejimlerinin karakteristik özellikleri ‘mezhep’ olgusundan çok Arap Milliyetçiliğiydi. Örneğin aynı ideolojik kaynaktan beslenen Sünni kökenli Saddam Hüseyin, Irak’ta; Alevi kökenli Hafız Esad ise Suriye’de ‘Baas rejimini’ temsil ediyorlardı. İkisinin buluştukları temel nokta ise ‘Arap milliyetçiliği’ oldu. Örneğin Baasçı Saddam rejiminde nüfusun yaklaşık olarak %60’ı Şii kökenli, Esad rejiminde ise %60’ı Sünni kökenliydi. İki ülkenin politik yapısını belirleyen ‘Sünni ve Alevi Baas rejimi’ Arap dünyasında fiilen kabul edilen bir durumdu.
Ancak, ABD önderliğindeki emperyalist küresel güçlerin Irak’ı işgal ederek Saddam rejimini devirmeleri ve Şiilerin iktidara gelmesi, Sünni-Şii dengesini bozdu. Böylelikle İran merkezli Şii politik hareketin gelişmesi, özellikle körfez devletlerini önemli oranda rahatsız etti. Bu bakımdan Suriye’deki rejimin nüfus yoğunluğuna göre yeniden yapılandırılarak, Şii Irak’a karşı Sünni Suriye’nin oluşması, körfezin yapay devletleri bakımından son derece önemsenen bir strateji haline geldi. Suriye’de böylesi bir değişim sağlanmadığı sürece, Şii politik hareketin körfez bölgesinde çok daha ciddi etkiler yaratacağı ve bölgesel politik denklemi alt-üst edeceği düşünülüyor. Bu durumun, aynı zamanda ABD’nin bölgesel çıkarları bakımından da önemli sorunlara yol açacağı hesaplanıyor.
Bugünkü mevcut durum dikkate alındığında, Suriye’de etnik ve dinsel grupların nüfus oranları, mevcut politik dengeyi etkileyen faktörlerden biri olarak değerlendirilebilir mi?
Kesinlikle önemli bir etkisi var. Suriye’nin iç politik dengeleri, sadece Suriye için değil, bütün bölge açısından tahmin edilenden ağır sonuçlar doğuracaktır. Nüfusu yaklaşık olarak 21 milyon tahmin edilen Suriye’nin etnik yapısının %75’ini Araplar oluşturuyor. Bunların yaklaşık olarak %17-20’si Alevi. Geri kalanların %11’ini Kürtler, %9’unu Hıristiyanlar, %1’ini Çerkezler, %4’ünü de Dürzîler, Filistinliler, Yahudiler, Türkler ve diğer azınlıklar oluşturuyor. İç politik dengelerde bu kozmo-politik yapı önemli bir faktör olarak öne çıkıyor.Kürtler dışında diğer bütün etnik ve dinsel gruplar devlet yönetiminde bir biçimde temsil ediliyorlar. Suriye’de ortaya çıkan politik istikrarsızlığın sonuçları, İran’a, Suudi Arabistan’a, Türkiye’ye, Irak’a, Ürdün’e, Mısır’a, Lübnan’a ve İsrail’e kaçınılmaz olarak yansıyacaktır.
ABD’nin bölgesel çıkarları Suriye’deki gelişmelere endeksli dediniz. Suriye’deki mevcut durum Amerika için neden bu kadar önemli?
ABD’nin 22 yıl önce somutlaştırdığı Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) değişik boyutlarda yaşama geçiriliyor, ancak söz konusu projenin bütünüyle başarılı olma şansı yok. Bu, sorunun bir yanı. ABD bu projede, stratejisinde bir takım değişiklikler yaparak ilerliyor. Libya, Tunus ve Mısır’daki uygulamalar bu sürecin bir parçası. Ancak Suriye, jeo-politik stratejiler bakımından ABD için son derece önemli. Yani mesele sadece enerji yataklarının denetimi değil. Ayrıca İran’a doğrudan müdahale edecek konumda olmayan ABD’nin, Suriye’deki rejimi kendisine göre konumlandırması, İran’a yönelik politikalar bakımından önemlidir. İran ve Suriye’de uygulanmayan bir Ortadoğu projesi, bölgede Rusya ve Çin’in etkinlik alanının gelişmesi, buna karşılık ABD’nin bölgesel stratejisinin de çöküşü demektir.
Suriye’deki rejimi tek başına değiştiremeyeceğinin farkında olan ABD, eğer izlemiş olduğu politika başarısız olursa, bölgesel çıkarlarının çok ciddi oranda zarar göreceğini biliyor. Örneğin, körfezin yapay devletlerinde çok ciddi politik kaoslar yaşanabilir. Rejimler sarsılabilir. Bu durum ABD’nin Afrika’dan Asya’ya kadar olan bütün etkinlik alanlarını riske atar ki bu durumu düşünmek bile istemez. Ayrıca ABD Ortadoğu’da tek başına at oynatan pozisyonunu çoktan kaybettiğini de biliyor. Bu nedenle, Suriye’de rejim değişikliğini hesaplarken, kendisi kadar etkin olan başka güçlerin çıkarlarını da göz önüne almak zorundadır.
Bu süreçte Rusya ve Çin ortak bir Suriye politikası belirledi. Bunun politik arka planı nedir?
Hiç şüphesiz ki, bunun temel nedeni, bölgesel ve uluslararası çıkarları. Bu yüzden Suriye’ye müdahale edilmesine karşı çıktılar ve BM Güvenlik Konseyine getirilen her tasarıyı veto ettiler. Böylelikle Libya’da yapmış oldukları hataya burada düşmediler. Rusya için Suriye’nin stratejik önemi var. Çünkü Akdeniz’i kontrol edebilecek tek merkez; Suriye’nin Lazkiye yakınlarında bulunan Tartus üssü. Rusya için bu üs, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın kontrolü bakımından stratejik öneme sahip. Hiçbir şekilde kaybetmek istemiyor. Bunun için Suriye’ye yönelik her askeri saldırıya karşı çıkacağını ve gerektiğinde doğrudan askeri müdahalede bulunabileceğini de açıkladı.
Çin ve Rusya, Suriye’de Esad rejiminin yıkılmasının ardından sıranın İran’a geleceğinin farkındalar. İran’da rejim değişikliği demek ABD’nin Orta Asya’da kaybettiği inisiyatifi yeniden kazanması; İran’a ait enerji kaynaklarını tamamen denetim altına alması ve özellikle Çin’e önemli bir darbenin vurulması demek. Çin ile İran arasındaki ithalat ve ihracat miktarı 134 milyar dolar. Ayrıca Çin, dünyanın en ucuz petrolünü İran’dan alıyor. Bu bakımdan Çin ile Rusya’nın İran politikası birbirine çok yakın. Çünkü ikisinin de İran’a dair stratejik çıkarları aynı.
Peki Suriye politikası ekseninde asıl sorunun ABD ile Çin/Rusya çatışması veya rekabeti olduğu söylenebilir mi?
Suriye'deki çatışmanın bir tarafında ABD, diğer tarafında Rusya var. ABD, özellikle karşı karşıya olduğu ekonomik krizin etkisi ve 15 trilyonluk dış borcu nedeniyle, uluslararası ilişkilerde askeri müdahalelerin içerisinde doğrudan yer almak istemiyor. Bu yüzden Suriye’ye askeri müdahaleye pek sıcak bakmıyor ve uluslararası bir uzlaşı ile çözüm yolu aramaya başladı.
Rusya ise Suriye’deki çıkarlarını korumayı esas alan bir politika izliyor. Ancak, ‘Esad, mutlaka iktidarda kalmalıdır’ politikasını da sürdüremez. Bunun için stratejik çıkarlarını koruyacak bir denge politikasına doğru eviriliyor.
Yani Suriye üzerinde, uluslararası güçlerin bir politik uzlaşıya gitmeleri mümkün diyorsunuz?
Rekabet halinde olan iki küresel gücün, Suriye üzerinde uzlaşması süpriz olmaz. ABD ve Rusya’nın, arka planda yürüttükleri diplomasiyle giderek bir anlaşmaya doğru evirildikleri anlaşılıyor. Özellikle ABD ve AB’nin muhaliflere olan desteğinin giderek azalmasının önemli bir faktörü de, Rusya-Çin ittifakı ile ABD-AB ittifakı arasında yapılan pazarlıkların sonuç vermeye başlaması. Önümüzdeki süreçte bu çok daha belirgin hale gelecektir. Örneğin Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin de “Suriye’ye yönelik uluslararası bir askeri müdahaleye karşı olduğunu” açıklamış olması, küresel güçlerin Suriye konusunda izledikleri politikaların giderek benzeşmeye başladığının işareti.
‘Kofi Annan Planı’ neden çöktü?
Söz konusu plan, Suriye’nin içinde bulunduğu kaosun yaratacağı politik tehlikelerin önüne geçilmesi amacıyla, sadece BM Güvenlik Konseyi’ndeki bir uzlaşmayı yansıtan, bir bakıma zoraki bir plandı. Henüz, uzlaşma sürecine dair politik gelişmeler netleşmemişti. Annan Planı’nın, esasen Suriye’nin iç politik dengeleri çok iyi hesaplanmadan alelacele yapıldığını düşünüyorum. Dikkat ederseniz bu plan Esad tarafından kabul edildi. Çünkü bu plan Esad rejimini fiilen meşrulaştırıyordu. Ancak S. Arabistan ve Türkiye’nin yönlendirmeleriyle Suriye Ulusal Konseyi planı kabul etmedi. Suriye’de taraf olan herkes, bu planın pek de başarılı olmayacağının farkındaydı. Bu bakımdan Annan Planı ölü doğdu ve kısa sürede işlevsizleşti.
Uluslararası güçler dışında, bölgesel güçlerin de Suriye üzerinde önemli bir etkisi söz konusu. Özellikle ön plana çıkan ülkelerden birisi İran. Suriye İran için neden bu kadar önemli?
Küresel güçlerin Suriye üzerindeki çatışmasının arka planında esasen İran bulunuyor. İran jeo-stratejik, jeo-ekonomik ve jeo-politik konumu bakımından adeta Asya ve Ortadoğu’nun kalbi durumunda. Sınırlarının bir tarafı Orta Asya’ya, Hazar Denizi’nden Avrasya’ya ve bir tarafı da Körfez üzerinden Ortadoğu’ya dayanmakta. Aynı zamanda enerji yatakları bakımından son derece stratejik bir öneme sahip.
ABD'nin Ortadoğu stratejilerinin merkezinde de İran bulunuyor. Molla rejiminin yöneticileri de Suriye’deki mevcut rejimin yıkılmasından sonra sıranın kendilerine geleceğinin farkındalar. Esad rejiminin kaybetmesi ‘dolaylı olarak’ İran’ın kaybetmesidir. Bu bakımdan, Suriye’deki iç politik gelişmelerin doğrudan muhatabı durumunda. Esad rejimini bütün gücüyle destekliyor. Binlerce İran Devrim Muhafızı ve Hizbullah militanı Suriye’de Esad rejiminin yanında savaşıyor. Özellikle son bir kaç aydır, Esad askeri güçlerinin inisiyatifi ele almış olmalarında, İran askeri güçlerinin çok önemli bir rolü var.
Esad’ın Suriye’de önemli bir güç olarak kalması ve rejimini bir süre daha devam ettirmesi, İran açısından önemlidir. Çünkü Körfez ülkelerinde, Şii politik hareketi örgütlemede ve mevcut rejimlere karşı ayaklanmaya dönüştürmede önemli bir avantaj elde edeceğini hesaplıyor.
Türkiye, Suriye sorununun önemli bir parçası haline geldi. Türkiye’nin izlediği politikayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bana göre, Türkiye’nin Suriye eksenli bütün Ortadoğu politikası başarısız oldu, yani çöktü. ‘Sıfır sorunlu’ bölge politikası gerçekten sıfırlandı.
Türkiye, Libya’daki gibi bir sürecin yaşanacağını öngörmüştü. ABD, Fransa ve İngiltere’nin açıklamalarından çok ciddi oranda etkilendi. Öyle ki kendine vazife çıkarttı. NATO’nun Suriye’ye işgale hazırlanacağını ve bu görevin Türk ordusuna verileceğini düşünerek askeri planlar yaptı. Rusya faktörünü hiç hesaba katmadı. Ancak işler tersine döndü. Rusya ve Çin’in Suriye konusundaki katı tutumu, özellikle ABD’ye geri adım attırdı. Türkiye’nin çok açık olarak izlediği Suriye’yi işgal planı suya düşmüş oldu.
Erdoğan şunu hesapladı: Esad kısa sürede gider, yerine Sünni kökenli bir yönetim gelir. Benim etkim altına girer. Böylelikle Ortadoğu’da stratejik bir güç olurum. Tersine Esad, hâlâ iktidar ve Kürt bölgesi dışında gücünü önemli oranda koruyor. Böylelikle Erdoğan’ın, Ortadoğu liderliği de hayal oldu. Ayrıca Türkiye bakımından kırmızı çizgi olarak belinlenen ‘Kürt politikası’ fiilen çöktü. Bunun en somut örneği, Suriye’de PYD önderliğinde, Kürtlerin özerkliklerini ilan etmesi oldu.
Böylelikle ava giden avlanır misali, Erdoğan izlediği Suriye politikasıyla avlandı. Suriye’ye yönelik belirlediği bütün politikalar başarısızlıkla sonuçlandı ve şimdi de Suriye batağından çıkmak için çırpınıyor.
Tam da bu tablo içerisinde İsrail’in politikası nedir? Suriye konusunda dikkat çekecek ölçüde sessiz kalmasının nedeni ne olabilir?
İsrail aslında sanıldığı gibi Esad rejiminin doğrudan tasfiyesinden yana değil, çünkü yerine daha radikal bir rejimin gelmesinden kaygı duyuyor. Bu nedenle etki gücü kırılmış bir Esad daha çok işine geliyor. Rusya’yı da, dünyanın yeni küresel gücü Çin’i de, doğrudan karşısına almak istemediği için gizli bir ‘denge’ politikası izliyor.
Esad güçlerinin muhaliflerine yönelik operasyonlarında Suriye topları, İsrail topraklarına düşmesine rağmen, ‘bunda bir art niyet görmediklerini’ açıklamaları sanırım bize bir mesaj veriyor. İsrail gibi sınır güvenliğine yönelik en ufak bir saldırıya çok sert yanıt veren bir ülkenin bu esnekliği düşündürücü değil mi? Türkiye gibi gaza gelmiyor. Daha stratejik düşünüyor.
Başbakan, sık sık İsrail’e karşı ‘sert’ açıklamalar yapar. Ama siz yazılarınızda AKP-İsrail stratejik ittifakından bahsediyorsunuz. Bu nasıl oluyor?
Kamuoyunda, zaman zaman AKP ile İsrail arasında çok önemli bir çatışma varmış gibi bir algı yaratılır. Öyle ki, politik ilişkiler çok dikkatli takip edilmediğinde, Erdoğan’ın İsrail’e kafa tutan bir adam olarak tarihe geçeceği zannedilir. Hâlbuki böyle bir durum ne söz konusudur, ne de mümkündür. Bunun birinci halkası ABD ile Türkiye ilişkileridir. ABD hiçbir şekilde, AKP’nin, İsrail’in stratejik çıkarlarına zarar verecek bir politika izlemesine müsaade etmez ve Erdoğan’da buna cüret edemez. Hem cemaatin, hem de AKP’nin Amerika’daki Yahudi cemaatleriyle ilişkileri dikkate alındığında, işin ciddiyeti anlaşılır.
İkinci olarak, her fırsatta İsrail’e kafa tutuyormuş gibi görünen Erdoğan veya AKP hükümeti, İsrail ile olan stratejik düzeydeki askeri anlaşmalarını iptal etmiyor veya edemiyor. Örneğin İsrail, PKK’ye karşı kullanmak üzere Türkiye’ye vereceğini taahhüt ettiği 10 Heron’dan 6’sını vermedi. Verilenlerin bakımı da yapılmadı. Bunların paraları peşin ödendiği halde, AKP devleti tek bir adım atamadı. Yine, Türk ordusuna ait olan tankların modernize edilmesi için 850 milyon dolar ödemesine rağmen, tankların modernizasyonu halen yapılmış değil. İçi boş, büyük büyük laflar eden Erdoğan, İsrail ile olan askeri anlaşmalara dokunmaya ve taahhütlerin yerine getirilmesini talep etmeye bile çekiniyor.
Ayrıca Türkiye’nin Suriye politikası esasen İsrail politikasıdır. Dikkat ederseniz İsrail, Esad rejimiyle stratejik düşman ama Suriye konusunda en az konuşan ülke. Neden? Çünkü Erdoğan’a izletilen Suriye politikası, esasen İsrail’in bölgesel çıkarlarına göre planlanmış durumda. Bu bakımdan Türkiye’nin Ortadoğu ve özellikle Suriye politikası esasen İsrail politikasıdır. Erdoğan da bu görevin memurluğunu üstlenmiş durumdadır.
‘Savaşın kazananı olmaz’ derler ama Suriye savaşı, kazananı da kaybedeni de çok olacak bir savaş gibi görünüyor. Bu savaşta hangi ülkeler kazançlı çıkacak ya da hangileri kaybedecek size göre?
Küresel güçlerin Suriye eksenli rekabeti esasen bütün Avrasya ve Ortadoğu’yu kapsayan bir stratejinin önemli halkalarından biri. Bunun bir tarafında Rusya, Çin, İran ve Irak bulunuyor. Diğer tarafında ABD, İngiltere, Fransa, Türkiye ve İsrail bulunuyor. Ayrıca Suriye savaşı, bir bakıma İran’a yönelik izlenen stratejinin önemli bir halkasını oluşturuyor.
Hal böyleyken, uluslararası ve bölgesel güçlerden bir tarafın kaybetmesi söz konusu olur mu? Bunun olacağını pek sanmıyorum.Küresel güçlerin genel çıkarları bakımından bu son derece zor görünüyor. Kimse yeni sorunları göze alacak durumda değil. Bana öyle geliyor ki, ABD ve Rusya eksenli uzlaşmaya dayanan bir çözüm politikası devreye girecek. Yani Suriye, uluslararası küresel güçlerin üzerinde bir biçimiyle uzlaştığı yeni bir denge ülkesi olarak şekillendirilecektir. Ancak bölge ülkeleri içerisinde kaybedecek ülke hangisi diye sorulduğunda, bunun yanıtı: Türkiye ve Suudi Arabistan’dır. Kazanan ise İran ve Mısır olacaktır.
Suriye’de stratejik dengelerin değişmesi Kürtler açısından ne gibi sonuçlar doğurdu ve Kürtler bu süreci nasıl değerlendiriyorlar?
Kürtler, mevcut dengeleri en iyi şekilde değerlendirerek, politik kazanımlarını hızla toplumsal ve politik bir güce dönüştürdüler. Kürtler, ne Esad rejiminden yana tutum aldılar; ne de uluslararası emperyalist güçler tarafından desteklenen Suriye Ulusal Konseyi’ni desteklediler. Tersine Suriye genelinde üçüncü alternatif bir güç olmaya çalışıyorlar. Bence, Suriye’de ortaya çıkan politik krizi en iyi değerlendiren Kürtler oldu. Bölgelerinde yönetimi önemli oranda ele alarak ‘Özerk Kürdistan’ın kuruluşunu ilan ettiler.
Bu durumun çok önemli sonuçları olacaktır. Birincisi Bölgenin güç ilişkileri kaçınılmaz olarak yeniden tanımlanacaktır. Ortadoğu’nun yeniden çizilen politik haritasında Kürtler stratejik bir konuma gelebiceklerdir. İkincisi dört parçaya bölünmüş Kürt halkının uzun vadede stratejik birliği sağlama imkânları doğacak. Yani uzun vadede bölgenin haritası yeniden belirlenirken, Kürtler kendi devletini kurmak isteyecekler.
Kürtlerin sorunu daha çok ulusal talepler. Ancak Suriye’de farklı dinsel gruplar bulunuyor. Özellikle Suriyeli Hıristiyanların tutumu nedir? AB ve ABD politikası üzerinde bir etkileri olduğu söylenebilir mi?
Bence son derece önemli bir etkisi oldu. Çünkü Suriye’de ciddi Hıristiyan nüfusu bulunuyor ve bunların çok önemli bir kesimi de Esad rejiminden yanalar. Ayrıca Suriye’de faaliyet yürüten radikal İslamcı gruplar, daha çok Hıristiyanların ve Alevilerin yoğun olduğu bölgelere saldırmaktalar. Bu bakımdan Suriyeli Hıristiyanlar, Esad’ı desteklediklerini çok açık olarak deklare ettiler. Özellikle dini liderlerin açıklamaları etkili oldu. Suriye’deki Hıristiyan liderlerinin Vatikan ile yaptıkları görüşmelerin ABD ve AB’nin politikalarını etkilemediğini söylemek saflık olur. Ayrıca kanaat önderlerinin verdiği mesajlar, Esad rejimini destekleyen farklı toplumsal güçlerin var olduğunu gösteriyor. Yani sadece Alevilerin değil, aynı zamanda Hıristiyanlar ve diğer dini grupların da Esad rejimine destek verdiği anlaşılıyor. Bu bakımdan özellikle ABD, muhaliflere yaptığı yardımları önemli oranda askıya aldı ve askeri yardımın önünü kesti. Radikal İslamcı grupların izole edilmesi için özellikle Türkiye ve Suudi Arabistan’a ciddi bir baskı yaptı. Bu durum, fiilen dengeyi Esad rejimi lehine çevirdi.
Basına zaman zaman Esad'ın ordusu eriyor; erozyona uğruyor şeklinde haberler yansıyor. Bu konuda sizin değerlendirmeniz ne?
Küresel güçlerin, bir ülkeye askeri müdahalede bulunmadan önce, o devletin ordusunu içten parçalamak amacıyla, ordunun merkezi görevlerinde bulunan bazı generalleri satın almaya çalıştıkları/aldıkları bilinir. Böylelikle hem ordunun içyapısında bir kırılma gerçekleşir, hem de ordunun mevcut gücüne ilişkin temel bilgiler elde ederler. Bu durum yapacakları askeri müdahale öncesinde çok önemli bir avantaj demektir. Özellikle ABD ve İngiltere gibi ülkelerin askeri işgallerinde bu yöntemler sıklıkla uygulanır. En son olarak Irak’ta Saddam’ın askeri güçlerinin kısa sürede yenilgiye uğratılmasında bu politika başarılı bir şekilde uygulandı. Libya’da da aynı şekilde, birçok üst düzey komutan satın alındı ve askeri olarak Kaddafi’ye ciddi bir darbe indirildi.
Aynı yöntem Suriye’de çok daha kapsamlı olarak uygulamaya konuldu. Suriye ordusunda bulunan Sünni kökenli generallerin satın alınacak; orduda bir bölünme/parçalanma gerçekleştirilecek ve böylece hem moral bozukluğu yaratılacak hem de önemli askeri bilgiler elde edilecekti. Ancak bu politika orada tutmadı. ABD, İngiltere ve Türkiye’nin çok yoğun baskılarıyla bazı üst düzey subaylar, Suriye ordusunu terk ederek Türkiye ve Ürdün’e kaçtılar. Ancak bunlar çok sınırlı sayıda kaldı ve ordunun ana yapısını bozacak düzeyde olmadı.
Bu strateji bu sefer neden başarılı olamadı?
Bunun birkaç nedeni var. Birincisi, Suriye’de ‘muhalif’ denen kesimlerin önemli bir kısmı dışardan gelenlerden oluşuyor. Yani Suriyeli değil. Ordu yönetim kademesi bunu çok açık olarak gördü. Toplumsal tabanı olmayan bir hareketin gelişmesinin zor olduğunun farkında olan generaller, tersine Esad’ın yanında kenetlendiler. Ayrıca Esad, Irak ve Libya’dan önemli dersler çıkardı. Cumhuriyet muhafızları gibi seçkin ordu birliklerini, en güvendiği kesimlerden oluşturdu ve bu birlikleri oluşturan askerlerin önemli bir kısmı Alevi, Hıristiyan, Dürzi ve Sünniler arasından seçilen rejime sıkı sıkıya bağlı gruplardı.
Özellikle Türkiye’nin bu yönlü çabaları başarısız kaldı. Öyle ki, Suriye ordusundan kaçıp Türkiye’ye gelen generalleri, Özgür Suriye Ordusu’nun kurmak için yeniden Suriye’ye gönderdiler. Bir bakıma Esad askeri güçlerinin önüne attılar. Bunların bir kısmı öldürüldü, bir kısmı yeniden Esad ordusuna katıldılar. Bu politikanın başarısızlığı, Esad’ın orduya hakim olduğunu gösteriyor.
Ayrıca bir başka önemli faktör de, Suriye ordusu esasen Rusya’nın askeri yapılanmasına göre örgütlendirilmiş bulunuyor. Ordunun askeri teknolojisi tamamen Rusya’ya ait. Suriye ordusun alt yapısının tahmin edilenden çok daha güçlü olduğunu düşünüyorum.
Suriye’de savaşmaya gelen uluslararası İslami örgütlerden de bahsediliyor. Bunların Özgür Suriye Ordusu ile ilişkileri nedir?
Özellikle İslam ülkelerinden gelip Esad rejimine karşı savaşan çok farklı İslamcı gruplar bulunmakla birlikte, bunların arasında ön plana çıkan grup El Kaide’dir. AKP, çok bilinçli olarak, El Kaide militanlarının Suriye’ye gelmesini teşvik etti, destekledi. Askeri, lojistik ve parasal destek sağladı. Ayrıca Türkiye’de ‘Selefiler’ olarak bilinen El Kaide gruplarının Suriye’de savaşmasını özellikle örgütledi.
Dışarıdan gelen İslamcı gruplar kendi başlarına hareket ediyorlar, açıkçası belirli somut bir stratejileri yok. ÖSO ise uluslararası ilişkiler denklemine göre hareket ediyor ve nispeten bürokratik bir yapıya sahip.
ABD, özellikle Suriye’de faaliyet yürüten El Kaide kökenli gruplara karşı yaptırım uygulanmasını ve kesinlikle desteklenmemesini istiyor. Bu konuda Türkiye’ye açık bir baskı uyguladı ve Türkiye’nin Suriye politikasında belirgin bir değişikliğe yol açtı.Türkiye ve Suudi Arabistan bir bakıma, radikal İslamcı örgütlere ihanet ettiler. Öyle ki, Türkiye, gizliden birçok El Kaide militanını ABD’ye teslim etti.
Söylenenlere göre, El Kaide güçleri, Suriye’den aşamalı olarak çekiliyor. Çünkü ABD ve Rusya eksenli bir uzlaşının hedefinde radikal İslamcı örgütler olacaktır. İslami örgütler de, ABD ile Rusya arasındaki bir uzlaşının kendilerine ciddi bir darbe vuracağının farkındadırlar. Bu nedenle, taktik olarak, Suriye’deki askeri güçlerin önemli kısmını Irak’ın Sünni bölgesine çekebilirler. Sadece bazı militanların savaşçı deneyimini arttırmak için küçük gruplar halinde Suriye’de tutabilirler.
Özgür Suriye Ordusu’nun özellikle Halep Bölgesinde Stratejik noktalara hâkim olduğu söyleniyor. Gerçekten Özgür Suriye Ordusu Halep ve çevresinde güçlü mü?
Önce şunu belirteyim; ÖSO’nun Suriye sınırları içerisinde elinde tuttuğu stratejik bölge yok. Sadece Türkiye sınırına çok yakın bölgelerde nispeten belirli bir etkinliği var. Esad askeri güçleri, bu bölgeleri yeniden kontrol etmek için çok yoğun bir saldırı başlattı. Her iki taraf için en önemli merkez Halep’tir. Halep, Suriye’nin ekonomik başkentidir. Ayrıca Suriye burjuvazisinin yönetim merkezidir. Halepsiz bir Suriye’nin pek bir önemi olmadığını herkes bilir. Bu nedenle Şam ve Halep birlikte Suriye demektir. Esad, Halep’siz bir iktidarın uzun süreli ayakta kalmayacağını biliyor. Bu nedenle Türkiye’den Halep’e uzanan koridoru kesmek ve bu bölgedeki stratejik kasabaları ele geçirmek için en kapsamlı saldırısını gerçekleştirdi. Esad ordusu, özellikle Halep çevresindeki stratejik bölgelerin önemli bir kısmını yeniden ele geçirdi. Çünkü Halep’i kim alırsa, Suriye’nin kalbini ele geçirmiş demektir. Esad rejimi, bu gerçeği bildiği için Halep’i ve yakın bölgesinde ÖSO’nu fiilen yenilgiye uğrattı. Bu gerçeği görmek gerek.
Muhalafetin bu başarısızlığı ABD'yi de kızdırmış olmalı ki Hillary Clinton, Suriye Ulusal Konseyi'ni açıktan suçladı ve sonrasında da yeni bir yapı oluşturulduğu ilan edildi. Bu ne anlama geliyor? Muhaliflerin birleşmesi ne demek? Neler yaşanabilir?
Suriye’nin içinde aslında ciddiye alınacak bir muhalefet yok. Oluşturulan Suriye Ulusal Konseyi’nin yönetim yapısına baktığınızda, Suriye’nin toplumsal dinamiklerini oluşturan güçlerin temsilcilerini bulmak son derece zor. Kürtler yok, Hıristiyanlar yok, Dürziler yok, Aleviler yok, Sünnilerin orta sınıf katmanı yok. Aslında ortada gerçek anlamda bir muhalefet yok. Birleştirilenler de toplumsal gücü olmayan gruplar.
Daha önce İsveç’te oturan, politikayla ilgisi olmayan bir Kürdü getirip Suriye Ulusal Konseyi‘nin başına yerleştirdiler. Ancak bu yöntemle Kürtleri etkileyemediler. Bu kez Hıristiyanların batı dünyasındaki gücünü bildikleri için Hıristiyan kökenli birini SUK’nin başına getirdiler. Etkili olur mu? Bence olmaz. Çünkü zorlama ve yapay olarak oluşturulan bu tür kurumlar, toplumsal destekten yoksun olup, tamamen dışarıdan yönlendirmeye dayanıyor. Halk bu tür oluşmalara destek vermez.
Süreç nereye doğru evriliyor?
Suriye’de artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bu malum. Politik koşullar yeniden şekilleniyor. Esad kalsın ya da gitsin, dengeler değişti.
Suriye’de esas sorun, demokrasi güçlerinin güçlü bir muhalefet oluşturamamalarıdır. Esad rejimi, Arap milliyetçiliğine dayanan bir Baas diktatörlüğüdür. Bu bilinen bir durum. Söz konusu bu rejim yıllarca desteklendi. En aktif desteği de Türkiye’den aldı. Bu bakımdan, uluslararası güçlerin ve bölge devletlerinin derdi Suriye’ye demokrasiyi getirmek değil. Zaten çıkarları da Suriye’de demokrasiyi tesis etmeyi gerektirmiyor.
Suudi Arabistan’da, Katar’da, Birleşik Arap Emirlikleri’nde, Kuveyt’te demokrasiye dair hiçbir şey yokken, kadınların oy kullanması bile yasakken, Suriye’de demokrasi diye tutturmalarının bir inandırıcılığı da bulunmuyor. Peki, Suriye halkları adına karar vermek isteyen uluslararası ve bölgesel devletlerin amacı nedir? Suriye’de demokratik bir rejim kurmak mı? Kesinlikle değil. Bölgesel çıkarları için Esad rejimine karşılar.
Bu bakımdan, Suriye halklarını birbirine düşman ederek, birbiriyle çatıştırarak bir iç savaşı körüklemek istiyorlar. Suriye’de yaşayan bütün ulusal ve etnik gruplar hiçbir şekilde bu oyuna gelmemeliler. Küresel ve bölgesel güçler çıkarları için, Suriye’de iç savaşı arttırabilir, politik bir kaosu derinleştirebilirler. Burada kaç milyon insanın öldüğüyle hiç ilgilenmezler. Irak bunun bir örneğidir. Suriye’yi de Irak’tan daha kötü bir duruma düşürecekler.
Suriye’nin bütün demokratik güçleri bir araya toplamalı.Böylelikle halka dayanan güçlü, toplumsal bir muhalefet oluşturulabilir. Suriye’de yaşayan bütün halkların özgürce bir arada yaşadığı demokratik bir Suriye için, üçüncü bir güç olarak örgütlenmelerinin nesnel zemini olduğuna inanıyorum.
Son birkaç gündür, İsrail’in Gazze’ye yönelik bir saldırısı var. Hamas’ın askeri güçleri de, buna karşılık veriyor. Bu gelişmeler, özellikle İsrail-Amerika-Türkiye- ekseninde Suriye sürecini nasıl etkiler?
Türkiye’nin İsrail politikası, sadece Türkiye ve Arap kamuoyunu tatmin etmeye yönelik söylemin dışına çıkmıyor, çıkmaz. İslam dünyasının, İsrail’e yönelik tepkisi biliniyor. Erdoğan’ın konuşmaları sadece buna yöneliktir.
Mavi Marmara olayından bu yana, Erdoğan’ın İsrail’e yönelik hiçbir yaptırımı yok. Dahası ne Türkiye’nin ne de Erdoğan’ın böyle bir gücü söz konusu değil. İsrail, Türkiye’nin içi boş söylemlerini hiç ciddiye almadı, almıyor. Erdoğan, her defasında “İsrail bizden özür dilesin, ilişkilerimiz hemen düzelsin” diyor. İsrail bunu hiç yaptı mı? Yapmadı, ciddiye dahi almadı.
Amerika, hiçbir şekilde İsrail’i bir yana bırakıp Türkiye’yi desteklemez. İsrail, ABD’nin stratejik ittifak gücüdür. Peki, Türkiye nedir? Eksen ülkedir. Diplomaside buna müttefik ülke derler.
Türkiye’nin İsrail üzerinde etki yaratacak hiçbir gücü yok.Ne askeri, ne politik ne de ekonomik.“Gazze halkının yanındayım” demek politik olarak bir anlam ifade etmiyor. Buyursun yeni yardım gemileri göndersin; Filistin halkının yüzlercesine ihtiyacı var. Gönderebilir mi? Gönderemez.
Basına yansıdı, Obama, Erdoğan’a “İsrail’in kendisini savunma hakkı var,” demiş. Bu kadar açık ve net. Erdoğan, daha cesur bir adım atsın; Gazze’ye gitsin. Gidebilir mi? Gidemez.
Erdoğan ve AKP, başka ülkelerden Suriye’ye gelen El Kaide gibi örgütlere askeri destek sunuyor. Hem de bu işi çok ciddi oranda yapıyor. Bu desteği Filistinli silahlı örgütlere verebilir mi? Veremez. Çünkü hem ABD hem de İsrail, Erdoğan’ın kulaklarını çekerler.
İsrail, saldırılarını arttırarak, hem de hiçbir savaş kuralına uymaksızın, keyfi bir şekilde gerçekleştiriyor. Erdoğan, sadece ‘sert’ bir dille ama içi boş konuşmalarla geçiştirmeye çalışıyor. Eğer Suriye’de El Kaide güçlerine yaptığı yardım gibi gibi Hamas’ın askeri kanadına da askeri destek sunarsa, o zaman tutarlı olur. Ancak, herkes biliyor ki, Erdoğan ve AKP’nin bunu yapma gücü sıfır.
Bütün bunlardan çıkaracağımız sonuç şu: Artık Arap dünyasında, kimse Erdoğan’ın Suriye politikasına inanmaz. Söz konusu Suriye olunca saldıran, İsrail olunca boş söylemlerle geçiştiren bir Erdoğan’ın ciddi olmadığı çok daha nettir artık.
Bu bakımdan İsrail-Türkiye-ABD politikalarında bir sorun yaşanmaz.Erdoğan’ın tribünlere konuştuğunun İsrail farkındadır. Herzamanki gibi gülüp geçeceklerdir.
SON VİDEO HABER
Haber Ara